Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə74/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   140

İŞÇİ HAREKETİ

286

287

İŞÇİ HAREKETİ

Bank-lş yöneticisi mahkûm oldu ve sendika kapatıldı. Bu arada Türk-İş üyesi Petrol-İş Sendikası 18 Ekim 1980-9 Ocak 1981 arasında faaliyetten men edildi, Yol-İş Fe-derasyonu'nun bazı şubelerinin çalışmaları geçici sürelerle durduruldu.

12 Eylül sonrası sendika özgürlüğü ve sosyal haklar 1982 Anayasası ve 7 Mayıs 1983'te yürürlüğe giren 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ile yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeler ile Türkiye'nin de üyesi olduğu Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) ilkeleri çiğnenerek sendika özgürlüğü kısıtlandı, grev hakkı kullanılamaz duruma getirildi.

Tüm olumsuz koşullara rağmen İstanbul'da ve Türkiye'nin bazı bölgelerinde ö-zellikle 1984 sonrasında çeşitli işçi eylemleri yaşandı, grevler yapıldı, gösteri yürüyüşleri gerçekleştirildi (bak. grevler). 12 Eylül sonrasındaki ilk yıllar işçi hareketi açısından tümüyle varlığını koruma çabalarıyla sınırlı kaldı. Grev ve her türlü eyle-

lükteki işyerlerinde ve yüzde 36,3'ü ise 250'den çok işçi çalıştıran işyerlerinde gerçekleştirilirken, beklenebileceği gibi istanbul'da en küçük işyerlerinin payı çok daha az (10 kişiden az yüzde 1,9, 10-49 kişi yüzde 23,5), buna karşılık orta (yüzde 37,6) ve büyük işyerlerinin payı (yüzde 36,8) daha yüksektir.

Türkiye çapında işçi eylemlerinin yüzde 30,4'ü l gün içinde tamamlanır ve yüzde 14,6'sı bir gün ile bir hafta arasında sürer, buna karşılık yüzde 29,3'ü bir ayı aşan sürelerde devam ederken, İstanbul'da ortalama eylem süresi daha uzun olmuş ve bu süre dönemin sonlarına gelindikçe hızla artmıştır.

Türkiye çapında hakkında ayrıntılı bilgi bulunan işçi eylemlerinin yüzde 33'üne devletin herhangi bir tepkisi olmaz, yüzde 3,7'sine yalnızca karşı olduğunu açıklarken, istanbul'da bu oranlar yüzde 27,3 ve yüzde 5'tir. Daha açık tutumlara gelince, Türkiye çapında işçi eylemlerinde polis ve/veya asker kullanılma oranı yüzde 23,8 iken, istanbul'da yüzde 20,4'tür. Hükümet tarafından ertelenen ya da sıkıyönetim tarafından durdurulan eylemler Türkiye çapında yüzde 33,4 iken istanbul'da yüzde 44,6, mahkeme kararıyla durdurulanlar Türkiye'de yüzde 2,8 i-ken İstanbul'da binde 4'tür.

"Bütün bu zorluklara rağmen, işçi eyleminin sonuçları konusunda bilgi bulunabilen hallerde Türkiye'de eylemlerin yüzde 63,2'si başarıyla, yüzde 12,1'i kısmi başarıyla sonuçlanırken İstanbul için bu oranlar sırasıyla yüzde 58 ve yüzde 11 düzeyinde kalmıştır. İşçilerin işten atıldıkları, kovuşturmaya uğradıkları ve işyerinin patron tarafından kapatıldığı eylemlerin ora-

nı İstanbul'da daha yüksektir. Kısaca, İstanbul 1960-1980 döneminde daha büyük işyeri ölçeğine, daha yüksek oranda ağır sanayide çalışan ve DİSK'e bağlı sendikalarda örgütlenmiş işçilerine dayanarak, süresi ve yürütülüş koşulları bakımından Türkiye genelinden daha çetin geçen işçi eylemlerine sahne olmuştur.

İstanbul'da işçi hareketinin 1960-1980 dönemindeki gelişmesinde 1967'de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu' nün (DlSKX-0 kuruluşu öncesinde, daha sonra DİSK'İ oluşturan sendikaların önemli bir payı olduğunu; DİSK'in bu hareket içindeki rolünün, 1971-1973 dönemi bir yana bırakılırsa, her zaman temsil ettiği ü-yelerin toplam içindeki payını aştığını kolayca saptamak mümkündür. 1968-1970 döneminde özellikle metal ve kimya işkollarındaki orta ve büyük çaplı işyerlerinde gelişen direniş yöntemleri sendika seçme özgürlüğünü bir ölçüde güvenceye almıştır. Buralarda sağlanan birikim ve İstanbul'da başlıca sanayi bölgelerinin işçilerinin ortak eyleme girişme deneyimi ile 15-16 Haziran 1970'te Türk-İş üyelerinin de katılımı sağlanarak sendika seçme özgürlüğünün bütünüyle ortadan kaldırılması engellenebilmiştir. Aynı gelişme çizgisi 1970'lerin ikinci yarısında Devlet Güvenlik Mahkemeleri'nin kuruluşunun engellenmesinde ve 55 yıllık bir aradan sonra 1976'dan itibaren l Mayısların yeniden kutlanmasında da etkili olmuştur. Ne var ki 1978 sonrasında, bir yandan ekonomik krizin ağırlaşmasının sendikalara olumsuz yansımaları, öte yandan sıkıyönetimden gelen baskılar nedeniyle söz konusu başarı çizgisi sürdürülememiştir. Bunda, sendikal harekette Türk-İş ile DİSK arasında,

sendikal birlik bir yana. dayanışmanın bile başarılamamasının ve doğrudan doğruya DİSK içindeki çatışmaların önemli payı olduğu kuşkusuzdur.

1960'ların ortalarından başlayarak ve 1970'ler boyunca İstanbul'da işçi hareketinde tabanı oluşturan ve dinamizmi sağlayan kesimler içinde sosyal demokrat ile Marksist güçler arasında ve bu son grubun kendi içinde keskin bir rekabet, hattâ dönem dönem karşıtlık ve dışlayıcılık yaşanmıştır. 1965 seçimlerinden başlayarak "ortanın solunda" bir politik çizgiyi savunan CHP, sendikalarla ve bir bütün olarak işçi hareketi ile geleneği olan sosyal demokrat partilerin kendi ülkelerinde kurduklarına benzer bir sıkı ilişki içine girememiştir. Daha solda da, (1960ların ortalarında Türkiye İşçi Partisi tarafından sağlanan ve ancak birkaç yıl devam edebilen dinamizm ve öncülük ile Türkiye Komünist Parti-si'nin 1976-1978 döneminde DlSK'te kurduğu bağlar bir yana bırakılırsa), bu boşluğu istikrarlı bir biçimde dolduran bir politik ağırlık olmamıştır.

İstanbul'da 1961-1980 dönemi işçi hareketi, her şeyden önce. köylerden şehirlere, en büyük oranda da İstanbul'a yönelen büyük bir göç dalgasının etkilerini taşımıştır. Hem şehirde iş deneyimi, hem de bir modern toplumsal örgüt içinde var olma ve mücadele etme deneyimi çok sınırlı olan büyük kitle, daha demokratik, daha istikrarlı ve gelişkin örgüt yapılarının kurulmasını talep etmemiştir. Batı Avrupa'ya göçün 1970'lerden önce gerçekleşen ilk dalgası deneyimli işçilerden azım-sanmayacak bir bölümünü birlikte sürüklemiş, 1970'lerde sendika yönetimlerinde gerçekleştirilen tasfiyeler geriye kalan-

Tersane işçileri

yürüyüşü,

1989.


Cumhuriyet Gazetesi Arşivi

ların önemli bir bölümünü dışlamıştır. Ancak, tüm bu yetmezlikler, darboğazlar ve neredeyse dönemin üçte birini kaplayan sıkıyönetimlerin özellikle yoğunlaştırdığı baskılar, bir bütün olarak bakıldığında, işçi hareketinin 1961-1980 döneminde tüm tarihinin en parlak dönemini yaşadığı gerçeğini ortadan kaldırmamaktadır.

ORHAN SİLİER

12 Eylül 19ŞO Sonrasından Günümüze İşçi Hareketi

12 Eylül 1980 sonrasında Türkiye işçi hareketinde İstanbul'un yine önemli bir yeri oldu.

Türkiye 1980'e yoğun bir ekonomik bunalım ile girmişti. Bunalım gerçekte sistemin bir parçasıydı ve ekonomik bunalım toplumsal, siyasal, ideolojik düzeylere de yansıyordu.

1979 seçimleri ile iktidara gelen Adalet Partisi (AP) azınlık iktidarının programında, yapılacaklar ana hatlarıyla ortaya kondu. Ardından "24 Ocak Ekonomik Önlemler Paketi" açıklandı. Sanayi ürünlerinin ihracatını teşvik edecek, enflasyonu durduracak, ucuz işgücü ile yabancı sermayeye çekici gelecek, sendikal hakları ve işçi ücretlerini denetim altına alacak bir yapılanma söz konusu idi.

Ancak var olan siyasi koşullar 24 Ocak kararlarının gerçek anlamda uygulanmasına olanak vermedi. Toplu iş sözleşmesi görüşmeleri tıkandı. Metal, tekstil ve cam işkolları başta olmak üzere birçok işkolunda grevler yaygınlaştı, direnişler oldu. Modeli uygulayacak başka güçler gerekiyordu. Ve 12 Eylül 1980 askeri darbesi geldi. Önce yasaklama, fiilen dondurma, sonra da yasal düzenlemeler ile 24 Ocak kararlarının gerektirdiği sosyal siyaset yasal çerçeveye kavuşturuldu. 12 Eylül darbesi sabahı, İstanbul'da on binlerce işçi grevdeydi.

Milli Güvenlik Konseyi'nin (MGK) 12 Eylül 1980 tarihli, 7 numaralı bildirisi ile "kamu düzeni ve genel asayiş gereği olarak DİSK, Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu (MİSK) ve bunlara bağlı sendikaların faaliyetleri durduruldu". Bu kuruluşların yöneticileri "güvence altına almak" sözü ile hapislere konuldu.

MGK'nın 8 numaralı kararı ile Türk-îş dışındaki konfederasyonların ve onlara bağlı sendikaların taşınır ve taşınmaz tüm malları denetim altına alındı ve 11 Kasım 1980'de kayyumlara teslim oldu.

MGK 14 Eylül 1980'de sürmekte olan tüm grev ve lokavtları sona erdirdi, bazı koşullar dışında işçi çıkarma yasağı getirdi, ücret ve yan ödemelere yüzde 70 o-ranında ve avans niteliğinde ek ödeme yapılmasına karar verdi. 27 Aralık 1980'de işçi ücretlerini belirleyecek Yüksek Hakem Kurulu uygulaması getirdi. MGK zaman i-çinde işçi ikramiyelerini ve kıdem tazminatlarını sınırladı, tatilleri azalttı, 1963-1980 arasında işçilerin kazandığı yasa ve yönetmeliklere geçirtilen, toplu iş sözleşmelerinde yer alan, mahkeme kararlarına konu olan tüm işçi kazanmalarını teker teker budadı ya da ortadan kaldırdı.

Türkiye

Elektrik


Kurumu

işçileri vizite

kâğıtlarıyla

yürüyüş


halinde,

1989.


Cumhuriyet

Gazetesi Arşivi

Bu arada gözaltına alınan MİSK yöneticileri salındı, 19 Şubat 1981'de Hak-lş Konfederasyonu'nun çalışmasına izin verildi, ancak gözaltına alınan 2.000 dolayındaki DİSK'li yönetici ve işçiden 200 kadarı tutuklandı. 25 Haziran 1981'de 51 DİSK yöneticisi ve bir İstanbul eski belediye başkanı hakkında idam talebi ile dava açıldı. Daha sonra sanık sayısı 1.477'ye, idamı istenenlerin sayısı 78'e çıkarıldı. Dava İstanbul Sıkıyönetim 2 no'lu Askeri Mahkemesi'nde 4 yıl 2 ay sürdü ve askeri mahkeme 26l DİSK'li sendikacı ile 3 uzmanı 6 yıl 8 ay ile 15 yıl arasında değişen hapis cezalarına mahkûm etti ve DiSK ile 28 üye sendikasını kapattı.

DiSK davası 15 Temmuz 1991'e kadar, yani yaklaşık 10 yıl sonra DlSK'in beraati ile sonuçlandı, DİSK ve üyesi sendikaların mal varlıkları geri verildi.

İstanbul sıkıyönetim mahkemelerinde DİSK dışında 11 bağımsız ve l Türk-İş ü-yesi sendika üe 395 sendika yöneticisi hakkında dava açıldı. Bu sendikalardan 5

Kazlıçeşme deri işçilerinin iş bırakma eylemi, 1989. Yücel Tunca/'Onyx

İŞÇİ ÖRGÜTLENMESİ

288

289

İŞÇİ ÖRGÜTLENMESİ

min, toplantının yasaklanıp bu doğrultudaki girişimlerin eşi görülmedik yoğunlukta bir şiddetle bastırıldığı ilk yıllarda, sendikaların ayakta tutulmasına çalışıldı. Daha sonra sakal bırakma, toplu viziteye çıkma, servis otobüslerine binmeme gibi pasif direniş biçimleri yaygınlaştı. Ancak bu aşamadan sonra yeni yasaların başarılı olmalarım son derece zorlaştırdıkları ilk grevler başlayabildi. 1980 öncesindeki düzeyinin çok gerisinde kalmakla birlikte işçi eylemleri dönem sonuna doğru yoğunlaştı. Ancak bu süreç içinde sendikaların kendilerini yeni koşullara uydurmakta, yeni mücadele yöntemleri geliştirmekte zorlandıkları görüldü.

1980 sonrasının önemli işçi olaylarından biri "1989 ilkbahar Eylemi" olarak adlandırılan, kendiliğindenci, ama neredeyse tüm Türkiye'yi kapsayan yoğun protesto eylemleri ile yaşandı.

Mayıs 1992'de mal varlıklarım geri alan ve merkezi istanbul'da bulunan DlSK'in yemden sendikal yaşama dönmesiyle sendikal hareket renklendi. Tüm işçilerin tek bir konfederasyon altında toplanması ya da aralannda önemli farklar bulunan sendikal yapıların bağımsız varlıklarım koruyarak gerektiğinde dayanışmaları, üzerinde çok tartışma yapılan bir konu oldu.

Türk-İş, DiSK ve Hak-lş'in birlikte düzenlediği l Mayıs 1994 yürüyüşü. Yücel Tunca/ Onyx

DiSK bir dönem Türk-lş çatısı altında örgütlenen üyelerinden bir bölümünü yeniden kazandı; bazı işkollarında yetki aldı. Aralarındaki sendikal rekabet sürerken Türk-lş, DiSK ve Hak-lş konfederasyonları l Mayıs 1992'yi kapalı salonda, l Mayıs 1994'ü istanbul'da bir açık hava toplantısıyla birlikte kutladılar.

1980 sonrasında istanbul'daki bir başka önemli işçi hareketi, kamu çalışanlarının örgütlenmesi oldu. 1982 Anayasası kamu çalışanlarına sendikal örgütlenme hakkı tanımamıştı, ancak bu hakkı yasaklamıyordu. "Memur" kapsamında kabul edilen kamu çalışanları "yasalarla yasaklanmayan her hak kullanılabilir" görüşüyle, 1989 sonrasında kendi örgütlerini kurdu. Yoğun baskılara rağmen örgütlenmesini gerçekleştirerek sendikalarım oluşturdu. Kamu Çalışanları Demokratik Platformu'nu oluşturarak, sendikal haklarının yasalarla güvence altına alınmasını talep etti, bu amaçla çeşitli eylemlere girişti, yürüyüşler yaptı. Kamu çalışanları Türk-İş, DiSK, Hak-İş konfederasyonları arasında oluşturulan Demokratik Platform'da yer aldı. İstanbul açısından 1980 sonrasında en özgün, en anlamlı işçi açılımı, kamu çalışanlarının sendikal örgütlenmesi ve eylemleri oldu. FARUK PEKİN

İŞÇİ ÖRGÜTLENMESİ

İşçilerin ekonomik, siyasal, sınıfsal çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere kurdukları dernek (cemiyet), sendika, parti, çevre, kulüp vb türünden örgütler ve bu örgütleri kurma girişimleri.

O. N. Ergin'in Mecelle-i Umûr-ı Belediye zâ\ı eserinde (s. 922-923) belirtildiği gibi istanbul'da, 1845 tarihli Polis Nizamna-mesi'nin bir maddesinde, "İşini ve gücünü terk ile mücerret tatil-i mesalih-i ibat garazında olan amele ve işçi makulelerinin cemiyet ve zihâmlarının ve gerek bu mi-sillu asayiş-i ammeyi ihlal edecek her gü-na fitre ve fesat cemiyetlerinin def ve izalesi ile ihtilal vukuunun önün kestirilmesi esbabına teşebbüs ve müsaberet...." denilerek işçi cemiyetleri yasaklanıyorsa da, bu dönemde İstanbul'da herhangi bir işçi örgütlenmesinin izi, bugüne kadar yapılan çalışmalarda henüz bulunamamıştır.

İlk işçi derneklerine ait belge ve haberlere 1866'da rastlanır. Bazı araştırmacıların, adlarına bakarak bunları işçilerin kurdukları dernek ve örgütler saymaları yanıltıcıdır. Ameleperver, Amele Siyanet vb adlarla ortaya çıkan bu kuruluşlar Levantenle-rin ve Batıcı Osmanlı aydınlarının önayak oldukları, yoksullara dönük bir çeşit yardım dernekleridir. 1871 tarihli olan ve yaygın bir şekilde Osmanlı işçilerinin ilk sınıfsal örgütlenmesi kabul edilen "Ameleperver Cemiyeti" de, çoğu gayrimüslim kurucu ve yöneticilerinin aynı kişiler olmasından da anlaşılabileceği gibi "Ami du Tra-vail" derneğinden başkası değildir.

İstanbul işçilerinin sınıfsal izler taşıyan ilk örgütlenmesi, 1894-1895'te Tophane Fabrikası işçileri tarafından kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti'dir. Kısa sürede kapatılmış, kurucuları ve üyeleri tutuklanmış, sürülmüştür. 1901-1902'de aynı derneğin yeniden kurulup gizli faaliyette bulunduğu da kaydedilmektedir.

1908'e kadarki dönemde, İstanbul'da çeşitli işyerlerinde çalışan işçiler, yoğun baskı ve denetim altında, daha çok yardım ve dayanışma sandıkları kurma yoluna gitmişlerdir.

1908'de II. Meşrutiyetin ilanı, Osmanlı ve İstanbul işçileri için de bir dönüm noktasıdır. Bir yandan ardı ardına grev-ler(~0 patlarken, öte yandan sandıklar, dernekler, birlikler (sendikalar) ve işçi sınıfının haklarını savunma iddiasıyla ortaya çıkan siyasal partiler görülür. Örgütlenme açısından başı çeken, Selanik, Manastır, Drama, Kavala gibi Rumeli kentleri, onların hemen ardından da İstanbul'dur. İstanbul'da örgütlenmeye büyük ölçüde Bulgar, Rum, Ermeni, Yahudi sosyalistleri öncülük ederken, Osmanlı aydınları a-rasında ilk solcu çevreler de bu dönemde filizlenmeye başlar.

İşyeri sendikası tipinden kuruluşların ilki "Anadolu-Bağdat (Osmanlı) Demiryolu Memurin ve Müstahdemini Cemiyet-i Uhuwetkâranesi"dir (bak. Anadolu Osmanlı Demiryolu grevi). Bu cemiyetin benzerleri, önceki yıllarda dayanışma sandıklarının bulunduğu başka işyerlerinde de sandık örgütlenmesinin sendikaya dönüş-

türülmesiyle kurulmuştur. 1910'da İstanbul'da, sendikal yapıdaki ilk birliklere, marangozlar, terziler, demiryolları işçileri, fırıncılar, tramvay işçileri, iplikçiler, İma-lat-ı Harbiye işçileri, Reji Tütün işçileri, sigara kâğıdı fabrikası işçileri, mürettipler, garsonlar arasında rastlanmaktadır.

1912'de görece elverişli bir ortamda İstanbul işçilerinin örgütlenme girişimleri canlanmış, terziler, döşemeciler, şemsiye-ciler, mücellitler, berberler, bira fabrikası işçileri, ecza işçileri, Reji Cibali Fabrikası işçileri, sendikalar kurmuşlardır. Bunlardan İstanbul Matbaa İşçileri Sendika-sı'nın Bulgar, Rum, Türk, Ermeni, Fransız işçilerin ayrı örgütlerini çatısı altında birleştiren bir yapısı vardır ve enternasyona-list eğilim ve bağlara sahiptir.

Bu örgütlenme girişimleri bir yandan Selanik ve Rumeli kesiminden sosyalistler tarafından yönlendirilmeye çalışılırken, ö-te yandan İttihad ve Terakki de bir kısım işçileri kendi güdüm ve doğrultusunda örgütlemeye girişmiş; liman hamalları, fırıncılar, ayakkabıcılar, dokumacılar gibi, dağılmış gediklerin esnaf-zanaatkâr nitelikli emekçileri arasında bir ölçüde basan kazanmış; bunlara çeşitli ayrıcalıklar, çıkarlar, hattâ askerlikten muafiyet tanımış; ancak önemli işyerlerine ve işkollarına girememiştir.

1908-1918 döneminde İstanbul işçilerinin örgütlenme girişimleri sadece sendikalar ve cemiyetlerle sınırlı kalmamış, yine Selanik işçi hareketinin öncülüğünde, işçilere sınıf bilinci taşımayı ve siyasal örgütlenmeyi hedefleyen girişimler de olmuştur (bak. işçi hareketi). II. Meşrutiyet' in ilanının hemen ardından İstanbul'da kurulduğu ileri sürülen Sosyal Demokrat Parti ile ilgili bilgiler çelişiktir. Çeşitli bilgilerin derlenmesi, bunun bir siyasal partiden çok bir grup veya kulüp olduğu düşüncesini pekiştirmektedir. 1909-1910 a-rasında İstanbul'da Dersaadet Tetebbuat-ı İçtimaiye Cemiyeti (Sosyal Bilimleri Araştırma Grubu) türünden birkaç sosyalist kulüp olduğu ve bunların çeşitli kesimlerden işçilere ideolojik eğitim ve bilinç vermeye de çabaladığı anlaşılmaktadır (bak. Galata Sosyalist Kulübü).

1910-1913 arasında, İstanbul'da, en sağ-

Lastik-Iş Sendikası'nın

grevdeki Timsah Lastik

işçilerine yardımı, 1963.



TETTVArşivi

da Osmanlı Demokrat Fırkası'mn, en solda İştirakçi Hilmi'nin(->) Osmanlı Sosyalist Fırkası'mn yer aldığı işçi kesimini hedefleyen bazı partiler de vardır. Kısaca II. Meş-rutiyet'ten I. Dünya Savaşı'na kadar geçen dönemde, tüm siyasal kanat ve kuruluşlar "işçi meselesi"ne eğilmek zorunda kalmışlardır. İşçilerin ekonomik ve siyasal bilinçlenme ve örgütlenme çabaları, aynı zamanda çeşitli yayınlarla da desteklenmiştir.

Mütareke ve işgal dönemlerinde (1918-1922) İstanbul'da işçi örgütlenmesi, sendika ile siyasal parti yapılarının çoğu zaman iç içe geçtiği bir biçimde gelişmiştir. Bu yıllarda örgütlenmeye etkide bulunan en önemli faktör III. Enternasyonal (Komin-tern) çizgisinin varlığıdır. Çeşitli işçi kuruluşları ve partileri, kendilerim III. Enternasyonal çizgisinde veya onun karşısında (II. Enternasyonal çizgisi ve sınıf savaşını tümden reddeden uzlaşmacı çizgi) olarak tanımlamışlardır.

II. Enternasyonal'e yakın görünen örgütler 1918 sonunda kurulan Sosyal Demokrat Fırkası, İştirakçi Hilmi'nin Şubat 1919'da yeniden kurulan Türkiye Sosyalist Fırkası (TSF-eski Osmanlı Sosyalist Fırkası yerine), TSF'den ayrılanların kurduğu Müstakil Sosyalist Fırkası, Türkiye İşçi Sosyalist Fırkası ve bunlara bağlı işçi dernek-

DlSK, Türk-İş ve Hak-lş genel başkanları Kemal Nebioğlu, Bayram Meral ve Necati Çelik l Mayıs 1994 yürüyüşünde bir arada (sağdan 3., 4. ve 5. kişiler). Yücel Tunca/ Onyx

leri, sendikalan, birlikleridir. İkinci bir grupta, hükümederin ve sermaye kesimlerinin işçi hareketini denetim altına almak üzere kurdurduğu örgütler vardır. Osmanlı Mesai Fırkası, Amele Siyanet Cemiyeti, istanbul Umum Amele Birliği(->) bunlar a-rasında sayılabilir.

III. Enternasyonal çizgisindeki örgütlenme ise, Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar giden dönemde, İstanbul'da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'm (TİÇSF) (bak. Değmer, Şefik Hüsnü; Aydınlık), Türkiye Komünist Partisi'nin İstanbul hücrelerini, bunların denetimindeki veya Amele Teali Cemiyeti(->) gibi zaman zaman ve yer yer etkinliğindeki sendika ve işçi birliklerini içerir. Bunlar arasında Eylül 1919 sonunda kurulan İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ve onun çekirdeği olan Aydınlık dergisi çevresi İstanbul işçi hareketinde görece etkin örgütlenmelerdir.

1923 başında İstanbul'da işçi sınıfını örgütleme çalışmaları bir yandan İstanbul Umum Amele Birliği, öte yandan solda yer alan İstanbul İşçi Teşkilatlan Heyet-i Müttehidesi(~>) kanalından yürütülmektedir. TİÇSF'nin ve komünistlerin de dahil olduğu bu sonuncu örgütlenme biçim ve modeline göre, önce sendika niteliğinde dernekler kurulacak, var olan dernekler düzeltilecek, daha sonra sanayi ve işçilerin bulunduğu bölgelerde birer "amele dernekleri birliği" oluşturulacak, bunların birleşmesiyle de bir "Türkiye dernek birlikleri ittihadı"na varılacaktır. TİÇSF-Ay-dınlık çevresi, böyle bir örgütlenmenin ilk adımda İstanbul'da 15.000 kadar işçiyi toparlayabileceği kanısındadır.

Ancak Aydınlık çevresine ve komünistlere yönelen l Mayıs 1923 tevkifatın-dan sonra (bak. Bir Mayıs kutlamaları) işçilerin sendikal ve siyasal örgütlenme a-dımları hızını kaybetmiş, Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra ise, "imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış kitle" ilkesinin sınıfları ve her türlü sınıfsal örgütlenmeyi reddeden özüne uygun olarak sınıf bilincine dayalı her çeşit işçi örgütlenmesi uzun süre engellenmiştir. 1924-1925'te İstanbul'da işçi kesiminde varlık gösterebilen tek örgüt Amele Teali Cemiyeti'dir. Bu dönemde,

İŞÇİ ÖRGÜTLENMESİ

290


291

İŞÇİLER

1890'lı yıllara ait kartpostalda istanbul'daki bir halı dokuma atölyesinde genç kızlar. Galen Alfa

Aydınlık çevresinin içinde etkin olmayı başardığı Amele Teali Cemiyeti de Tak-rir-i Sükûn Kanunu'nun ilanından sonra baltalanmış ve eriyip gitmiştir.

1923, hele de 1925-1946 arasındaki dönem, işçi sınıfının örgütlenmesi açısından tam bir suskunluk ve gerileme dönemidir. Bu dönemde istanbul'da, sadece gizli Türkiye Komünist Partisi (TKP) çevrelerinin işçi arasında kimi çalışmaları vardır.

1925'ten itibaren, işçi kesimi üzerindeki fiili örgütlenme yasağı, 1938'de çıkarılan yeni Cemiyetler Kanunu'nun "aile, cemaat, ırk, cins ve sınıf esasına dayanan cemiyetlerin" kurulmasını yasaklaması ve her türlü dernek kuruluşunu izne bağlamasıyla pekişmiştir.

1946-1960 Dönemi: II. Dünya Savaşı sonrasında dünyada ve Türkiye'de ortaya çıkan yeni siyasal dengeler tek parti döneminden çokpartili demokratik döneme geçilmesine yol açarken, 1946'da Cemiyetler Kanunu'nun değiştirilmesi ile sınıf esnasına dayalı örgütlenme mümkün hale gelmiş ve yasa değişikliğini izleyen ilk iki ay içinde birçok parti kurulmuştur. Bunlardan Türkiye Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi 1925'ten önceki dönemin sosyalist-komünist hareketinin uzantılarıdır ve iki farklı sendi-kal-sımfsal örgütlenme modelini savunmaktadırlar. Bu iki partinin rekabetine rağmen, 1946'da istanbul'da sendikalar ve işçi birlikleri pıtrak gibi kurulmaya başlamıştır. Daha sonraki yıllarda işçi sınıfının sendikal örgütlenmesindeki çeşitli eğilimlerin kökenleri 1946-1947 sendika-cılığındadır.

1946 ilkbaharında kurulan sosyalist partiler ve onların etkinliğindeki sendikalar, istanbul Sıkıyönetim Komutanlığınca aynı yılın aralık ayında kapatılmış, ancak bu arada yeni bir Sendikalar Kanunu çıkarılarak 20 Şubat 1947'de yürürlüğe girmiştir. Birkaç ay önceki gelişmelerin ürkekliğini taşıyan işçiler önce örgütlenmeye mesafeli durmuşlar, iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) işçi sendikaları kurup bunları bir birlik etrafında toplama gayretine girişmiş, İstanbul işçi Sendikaları Bir-liği(->) kurulmuştur. Bu birliğin ve sendikalarının karşısında Demokrat Parti eğilimli işçi ve sendikacılar da kendi örgütlenmelerini kurmaktan geri durmamışlar ve Hür işçi Sendikaları Birliği'ni kurmuşlardır, iki sendikal örgüt 1950'den sonra birleşmiş, ancak sendikal örgütlenme anlayışındaki farklılık Türkiye işçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş)-Devrimci işçi Sendikaları Konfederasyonu (DiSK) ayrımına kadar sürmüş, daha sonra da farklı çizgide farklı konfederasyonlar biçiminde bugüne kadar gelmiştir (bak. sendikalar).

5018 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 20 Şubat 1947'de yürürlüğe girmesinden sonra istanbul'da önce, Demir ve Madeni Eşya işçileri Sendikası, Paşabahçe ispirto Fabrikası İşçileri Sendikası, Tekel Likör Kanyak Fabrikası işçileri Sendikası, Yaprak Tütün Bakım ve İşleme işçileri Sendikası, Bira Fabrikası İşçileri Sendikası,

Tekel Kutu Fabrikası işçileri Sendikası, Tütün ve Sigara Sanayii işçileri Sendikası, Şişe ve Cam Fabrikası işçileri Sendikası, Deri ve Kundura işçileri Sendikası, Basın Teknisyenleri Sendikası, Gıda Sanayii işçileri Sendikası olmak üzere, 1954'e kadar pek çok sendika kurulmuş; gazetecilerden dokuma işçilerine, film sanayii çalışanlarından banka ve büro işçilerine kadar her kesimden işçi ve emekçi grev hakkı olmayan bu sendikalarda örgütlenmiştir. 1954'te, Tekirdağ'ı da içeren istanbul bölgesinde 78 sendika, bu sendikalara bağlı 50 şube, iş Kanunu kapsamına giren işyerlerinde çalışan 111.200 işçi vardı ve bu işçilerin 54.500'ü sendikalarda örgütlüydü.

1947'yi izleyen dönem, istanbul işçi sınıfının örgütlenmesi açısından CHP ve Demokrat Parti (DP) başta, siyasal partilerin işçi hareketine egemen olmaya ve onu kendi denetimleri altına almaya çalıştıkları; sınıf bilincine sahip işçi ve sendikacıların zayıf ve azınlıkta kaldıkları bir dönemdir. Önemli sayıda işçi barındıran işkollarında, örneğin tekstil (mensucat) sanayiinde farklı siyasal eğilim ve partilerin güdümünde çok sayıda sendika kurulmakta ve bunlar birbirlerine rakip bir görünüm almaktadırlar. 1949'da istanbul'da mevcut 4 tekstil sendikasının birleşmesiyle ortaya çıkan İstanbul Tekstil Sanayii işçileri Sendikası ve karşısındaki istanbul Mensucat Sanayii İşçileri Sendikası arasındaki mücadele o dönemin sendikal hareketinin izlediği yolu göstermesi bakımından ilginçtir. İstanbul Mensucat Sanayii Sendikası, CHP'nin güdümünde saydığı istanbul İşçi Sendikaları Birliği'ne karşıdır. İçinde bir sol kanat taşımakla birlikte, 1950'ye kadar, muhalefette olan DP'nin etkisinde görünmektedir, istanbul Tekstil Sanayii İşçileri Sendikası da, içinden bir kesimin grev hakkı ve aktif mücadele ö-nermesi sonucu bölünmüş, Hür Mensucat işçileri Sendikası'nı kurmuş ve dönemin çalışma bakanının "Türk işçileri grev hakkı istemiyor" sözünü şiddetle eleştirmiştir. Benzer anlaşmazlık ve çatışmalar diğer sendikalarda ve istanbul İşçi Sendikaları Birliği bünyesinde de gözlenmekte, istanbul işçileri 1950'lerde örgütlenme ve mücadele yollarının arayışı içinde görünmektedirler.

Mayıs 1950'de DP iktidarı aldıktan sonra işçi sınıfına verilen vaatler hemen unutulmuş ve işçi örgütlenmesi üzerindeki baskılar daha da artmıştır. Temmuz 1952' de, sendikaların, birlik ve federasyonların birleşmesi ile Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) kurulmuş; Türk-İş, Amerikan modeli (siyaset ve sınıf kavram ve mücadelesi dışında) bir sendikacılık anlayışını Türkiye işçi hareketine hâkim kılmaya baştan itibaren çalışmıştır. Ancak Eylül 1952'de yapılan ilk kongresinde bile daha sonraki yol ayrımının izleri görülür. Daha sonra Devrimci işçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK), Türkiye işçi Partisi'nin kuruluşuna ve sosyalist harekete katılacak olan Kemal Sülker ve Şaban Yıldız'ın hazırladıkları çalışma

raporunda ilk kez "işçi sınıfı" terimi kullanılmıştır.

işçi örgütlenmesinin sorunları ve sendikal hareket içindeki çatışmalar Türk-iş'e de taşınmış, oldukça uzun bir örgütlenme ve mücadele geleneğine sahip İstanbul işçileri ve sendikacıları, daha sonra DİSK'İ doğuracak olan kopmalara ve gelişmelere önayak olmuşlardır (bak. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu [DİSK]; sendikalar).



1960-1980 Dönemi: 19öO'taki 27 Mayıs askeri müdahalesi ve onu izleyen hareketli ve giderek solun ağırlığında gelişen siyasal ortamda istanbul işçi sınıfı sendikal olduğu kadar siyasal örgütlenme a-çısmdan da yeni bir döneme girmiştir. Türk-Iş içindeki muhalefetin temsilcileri, Lastik-Iş ve Maden-lş sendikaları yöneticilerinin başım çektikleri bir sınıf partisi kurulması girişimini başlatmışlar, 12 Şubat 196l'de Türkiye işçi Partisi'nin (TİP) kuruluş dilekçesi İstanbul Vilayeti'ne Avni Erakalın, Rıza Kuas ve Kemal Türkler tarafından verilmiştir.

196l'de TİP'in, 1967'de ise o dönemlerde TİP'li ve TİP'e yakın sendikacıların önayak oldukları DlSK'in kuruluşuyla bütün Türkiye'de olduğu gibi istanbul'da da işçi sınıfının örgütlenmesi "sınıf' çizgisine girmeye başlamış ve 1980'lere kadar kendi içindeki çeşitli fikir ayrılıkları ve mücadelelere rağmen bu çizgide güçlenerek yol almıştır. 1970'lerden sonra işçi sınıfını hedefleyen çeşitli sol, sosyalist vb siyasal partiler kurulmuş; DiSK yeni katılımlarla güçlenmiş; istanbul işçileri çeşitli sosyalist çevrelerin öncülüğünde, sendika ve partilerden ayrı olarak yerel çevreler, küçük işçi birlikleri vb kurma girişimlerinde bulunmuşlar; ancak 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra bu süreç büyük ölçüde kesilmiştir (bak. sendikalar; siyasal örgütlenmeler).



1980 'den Günümüze: istanbul işçileri 1980 askeri darbesini sendikal açıdan Türk-îş'e bağlı sendikalar, DİSK'e bağlı sendikalar, Hak-Iş ve Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfedarasyonu (MlSK) sendikalarına bölünmüş olarak karşılamışlar ve bu bölünmenin bedelini de 1980 sonrasında ellerinden alınan tüm hakları ile ö-demişlerdir. 1990'larda istanbul işçileri belli toparlanma çabalarıyla birlikte halen 1980'in tahribatını yaşamaktadırlar.

Yine, 1980 sonrasında yaşanan süreç bütün Türkiye'de olduğu gibi, istanbul işçi sınıfını da siyasal açıdan geriletmiş; istanbul işçilerinin kendilerine yönelen veya onlar adına hareket eden işçi veya sosyalist partilerle bağları büsbütün zayıflamıştır.

1994'e gelindiğinde, istanbul işçileri a-rasında, sendikal örgütlenme açısından kıpırdanmalar ve yeni arayışlar görülmekle birlikte, Türkiye'nin yaşamakta olduğu, genel siyasal ve ekonomik bunalıma bağlı olarak İstanbul'da işçi sınıfı örgütlenmesi henüz 1970-1980 döneminin zenginliği, hareketliliği ve canlılığına ulaşamamıştır. OYA BAYDAR


Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   70   71   72   73   74   75   76   77   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin