Ünden bugüN


İSVEÇ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ 2 78



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə72/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   140

İSVEÇ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ 2 78

279

İSVEÇ ELÇİLİĞİ BİNASI

binada iki kat olan zemin katı, yenisinde teke indirilmişti. Bu katta kâtiplerin büroları ile mutfak ve diğer iç hizmetler için bölümler yer alıyordu, giriş katında üst düzey diplomatlar çalışıyorlar ve eskisinden farklı olarak üst katta hizmetkârlar kalıyorlardı. Binanın bir ucu "Dragemanhuset" (Tercüman Evi) adını taşıyordu. Bu bölüm daha sonra genişletilecek ve dışarıdan eklenen merdivenli bir giriş ile müstakil hale getirilecekti.

Bugüne değin korunmuş olan isveç Sarayı, öndeki üst bahçe ve arkadaki aşağı bahçe olmak üzere iki bahçeye sahiptir, istiklal Caddesi tarafındaki girişte kabul salonunun bulunması, Avusturyalı mimarın binayı yaparken, sipariş verenlerin isteklerine uyarak, Boğaziçi'nin deniz manzarasını hiç hesaba katmadığını göstermektedir. Binanın denize bakan yönünde sadece koridor bulunmakta, sözü edilen salon ve odalar cadde tarafında kalmakta, koridordan deniz tarafına küçük bir balkon açılmaktadır. Bu İsveç Sarayı, İstanbul'daki en güzel bir-iki elçilik binasından sayılan eskisinin aksine, mimari bakımdan en zayıf diplomatik misyon binalarındandır. Bi-

Isveç Elçiliği binasının günümüzdeki girişi. Çelik Gülersoy, Beyoğlu'nda Gezerken, 1990

W

İstinye Tersanesi

Bünyad Dinç

İstinye Havuz ve Destgâhları Anonim Şirketi" olan bir tersane kurmuşlardır. Koyun güneyinde kurulan tersanenin çekirdeği, Istinye'nin o zamanki Neslişah Sultan Mahallesi'nde, daha önce depoların bulunduğu bölgede, sonraları tersaneye genel müdür olacak Mösyö Negri'nin arsası üzerindeydi. Şirket bu arsa çevresindeki diğer arsaları da alarak tersane alanını genişletmiştir. 8.500 ton kapasiteli tulumbaları buhar gücü ile çalışan bir havuz satın alınmış; 11.400 m2 alana dökümhane, makine ve inşaat atölyeleri kurulmuş ve İstinye Tersanesi 20 Aralık 1912' de Mösyö Negri yönetiminde hizmete girmiştir.

I. Dünya Savaşı'na kadar Fransız şirketin işlettiği tersaneye askeri öneme sahip olduğu için, donanmanın bakım ve onarımının burada yapılması amacıyla el konmuştur. Goeben (sonra Yavuz) ve Breslau (sonra Midilli) adlı iki Alman zırhlısı Ağustos 19l4'te Boğaz'dan içeri alınarak Goeben, İstinye Koyu'nun güneyine, Breslau ise kuzeyine bağlanmış, bunlar üs olarak İstinye Koyu ve Tersanesi'ni kullanmışlardır. Almanların tersane binalarından birinin kapısına "Yavuz Kışlası" yazarak, gemiye sokmadıkları Türk deniz erlerini burada yatırdıkları nakledilir. 10 Temmuz 1917' de bu iki savaş gemisini batırmak amacıyla saldıran ingiliz uçaklarının attığı bombalar, iki gemiye zarar vermemiş, ancak "Ya-digâr-ı Millet" adlı muhrip isabet almıştır.

Tersane 1918'de Mondros Mütarekesi'n-den sonra İngiliz kuvvetleri tarafından işgal edilmiş, daha sonra işgal yıllarında tersaneyi Fransızlar ele geçirip 1928'e kadar da çalıştırmışlardır. O yıl devlet tarafından satın alınan kuruluş, nisan ayında Deniz-bank'a, ertesi yılın temmuzunda Devlet Denizyolları Işletmesi'ne, 1944'te de Devlet Denizyolları ve Limanları Umum Mü-dürlüğü'ne bağlanmıştır. 1952'de Denizcilik Bankası'nm bünyesinde yer alan işletmenin genişletilmesi ve modernleştirilmesi için çalışmalara başlanmış, yöne-

tim ve sosyal hizmet binaları yapıldıktan başka ambarlar ve diğer yardımcı üniteler de inşa edilmiştir. Tersanenin son zamanlara kadar kullanılan müdüriyet binası bir zamanlar Iran Sefiri Muhsin Han'ın yazlığı iken sonradan Şûra-yı Devlet azası Şerif Hüseyin'e satılmış, daha sonra da Müşir Fuad Paşa tarafından satın alınmıştı. Bu bina bugün de durmaktadır,

26.000 rrf'lik bir alan üzerinde kurulu tersanenin rıhtımı 600 m kadardı. Birincisi 137,15 m uzunluğunda, 21,3 m genişliğinde; ikincisi 67,32 m uzunluğunda, 29,4 m genişliğinde; üçüncüsü de 152,1 m uzunluğunda, 29,4 m genişliğinde üç a-det yüzer havuzu vardı, ikinci ve üçüncü havuzlar birleştirilerek 192,5 m uzunluğunda büyük bir havuz elde ediliyordu.

Yıllarca Türk ya da yabancı pek çok geminin havuzlandığı ve onarıldığı tersane 1985'te uygulamaya giren 2960 no'lu Boğaziçi Yasası'nın 12. maddesi gereğince kapatılmış ve bu alan turizm merkezi ilan edilmiştir. 26 Ağustos 1991'de tesisin nakledilmesine başlanmış, havuzlar ve makine bölümü Pendik Tersanesi ile izmir'deki Alaybey Tersanesi'ne nakledilmiştir. Büyük yüzer havuz da römorkörlerle yerinden alınarak, önce yer hazırlanmadığı için Tophane rıhtımına bağlanmış, bir süre sonra da Pendik Tersanesi'ne götürülmüştür. Bugün atölyeler ve ambar binaları yıktırılmış olup tersanenin kapladığı alan boşaltılmış durumdadır.

Bostancı (1956), Caddebostan (1956), Çengelköy (1956), Ortaköy (1958), Maltepe (1962), Suadiye (1964), Şehit Temel Şimşir (1977), Aydın Güler (1981), Büyü-kada (1988), Rumelifeneri (1988), Kızıltop-rak (1988) yolcu vapurları, ayrıca Celal Atik (1988) ve Hamit Kaplan adlı tarak gemileri de (1988) İstinye Tersanesi'nde inşa edilmiştir.



BibL G. Alakan, "İstinye Tersanesi; Sanayi Mekânının Değişimi", (1. Tarih ve Deniz Sempoz-yumu'na sunulan bildiri), ist., 1993.

İSTANBUL


İSVEÇ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ

1917-1932 arasında İstanbul'daki İsveç diplomatik misyonunda ataşe olarak bulunan isveç'in tanınmış dil uzmanı Johannes Kol-modin Türkiye ile ülkesi arasındaki kültürel ilişkilerin gelişmesine önemli katkılar yapmıştı. Kolmodin özel çabalarıyla 1922' de Moda'da bir villayı "İsveç Araştırma Evi" olarak düzenlemiş, üç isveçli bilim ve kültür elemanının burada çalışmasını sağlamıştı. Ne var ki, binanın kirasını ödeyen şahsın ölmesi üzerine sözü geçen çalışma ancak iki yıl sürebilmişti.

Daha sonra çalışma İsveç Sarayı'nda bu işe tahsis edilen iki odada devam etti (bak. İsveç Elçiliği binası). Upssala ve Stockholm üniversitelerinde böyle bir projeyle ilgilenenler çıkınca, önce bir geçici komite, sonra da 1962'de daimi bir komite oluşturuldu. Bir Sinoloji (Çin bilimleri) profesörü ile Bizansoloji doçentinin de yer aldığı komite mensupları İstanbul isveç Araştırma Enstitüsü'nü kurdular ve fon oluşturmaya başladılar. Çalışmalar Prof. Alfred Westholm'un istanbul'a gelmesiyle yoğunlaştı. 1973'te Batı Anadolu'da arkeolog ve tarihçiler için iki haftalık yaz seminerleri başlatıldı, isveç Sarayı'nın güneydeki uç bölümünü oluşturan ve dışarıdan merdivenlerle girilen eski "Drageman-huset" (Tercüman Evi) 1987'de enstitüye kiralandı. Bina kitaplığıyla, toplantı salonları ve çalışma odalanyla enstitü için uygun bir halde düzenlendi ve döşendi. Çeşitli üniversitelerden ve kitaplıklardan ya da özel kitaplık sahiplerinden sağlanan kitaplarla zengin bir kütüphane oluşturuldu ve enstitünün çalışmalarıyla ilgilenen herkes için gelişkin bir mekân sağlanmış oldu.

İsveç Enstitüsü 1977'den bu yana İsveç dilinden makaleleri İngilizce özetleriyle veren Meddelanden adında bir yıllık yayımlamaktadır. 1984'ten beri Skrifter adlı gene İsveç dilinden bir başka yayın serisi, kitapçıklar halinde basılmaktadır. Gene 1988'den beri çoğu İngilizce olmak üzere yabancı dillerden basılan Publications isimli bir kitapçık dizisi bulunmaktadır.

Öte yandan, 1978'den sonra Güneybatı Anadolu'da Milas civarında Labranda'da isveçli arkeologlar tarafından yapılan kazıların sonuçları Labranda isveç Kazı ve Araştırmaları adlı İngilizce bir kitapta toplanmıştır. Adı "araştırma enstitüsü" olmakla birlikte aynı zamanda istanbul'da isveç kültür merkezi işlevi gören kurumun asıl fonları üye statüsündeki Isveçlilerce oluşturulmakta, İsveç'in İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma Konseyi de, zaman zaman kendisine sunulan projeleri desteklemekte, ayrıca 1987'den beri enstitüde bir arkeologun daimi olarak istihdamını sağlamaktadır.

İSTANBUL


İSVEÇ ELÇİLİĞİ BİNASI

istanbul'daki en eski elçilik binalarından olup İstiklal Caddesi üzerinde Şahkulu Bostanı Sokağı'nın köşesinde yer alır; aynı zamanda isveç Krallığı'nın da yurtdışındaki en eski binasıdır.

isveç'in ticari amaçlarla Akdeniz'e gönderdiği iki temsilci istanbul'a gelip sadrazam tarafından kabul edildikten l yıl sonra, 1735'te, İsveç maslahatgüzarı sıfatıyla Osmanlı başkentine atandılar, iki ülke a-rasında 1737'de imzalanan ticaret antlaşması, diğer Avrupalı misyonlar gibi İsveçlilere de dinsel faaliyet için tam serbesti tanıyınca isveç temsilcileri, İstanbul'da bir Protestan kilisesi yaptırmak ve kentteki Protestan esirleri serbest bıraktırmak için ülkelerinden fon talep ettiler, çünkü Avrupa'nın Protestan Germen devletleri tarafından gönderilen kurtarmalık paralar Katolik rahiplerce Katolik esirleri kurtarmak için kullanılıyor, Protestan esirler içinse ancak Katolik olmaları koşuluyla kurtarmalık ödeniyordu. Böylece isveçliler, hem Protestan kilisesi açmak, hem de Protestan e-sirlere yardımcı olmak suretiyle istanbul' da bir anlamda Protestanlığın ilk öncüleri arasına giriyorlardı. Bu talebi karşılamak için, isveç Parlamentosu 1740 ve 1741 yılları için ek bir kilise vergisi öngördü, ama toplanan vergüer ancak 1753' te istanbul'a gönderildi ve o zamanki isveç misyonunun başı olan Güstav Celsing 1757'de Jean Lisle adlı bir ingiliz tüccarının Pera'daki emlakini satın aldı. Dinsel amaçlı bir vergiyle oluşturulan fonlarla alınan diplomatik misyon binasının ilk biçimi ve ilk sahibi bugün bilinmiyor. Bina, ikinci sahibi olan Osmanlı hariciyesinin önde gelen tercümanlarından Alexandre Ghi-ka adlı bir Arnavutun gözden düşüp, kellesini yitirmesinden sonra birkaç Avrupalı sahip değiştirmiş ve ana bölümü yaptıracak olan İngiliz tüccara geçmişti.

Binaya, o zamanın istanbul'unda en geçerli Avrupa dili olan Fransızcayla Palais de Suede (isveç Sarayı) adı verildi. O günden günümüze kalmış amatörce çizimlere bakılırsa, binanın dışı, pilastr ve süs panolarıyla barok üsluptaydı, fakat içinde abartılı süslemeleriyle rokoko ve İslam karışımı bir hava hâkimdi. Bununla birlikte, genel olarak bina o dönemde Boğaziçi kıyılarında yapılan ve çoğu bugüne değin korunmuş olan yalıları andırıyordu, çağdaşları arasında en çok da Safvet Paşa Yalısı' na benziyordu.

Satın alındıktan sonra tadilat, genişletme ve onarım gören bina, yanlarda kanatları bulunan bir ana gövde ile, bahçeye girişin sağ tarafındaki küçük bir köşkten oluşuyordu. Cepheden bakıldığında giriş katı ile üstündeki kattan oluşuyormuş gibi gözüken yapı, dik eğimli bir yokuşun üzerinde bulunduğundan, giriş katı altında zemin ve bodrum kadarıyla birlikte, denize bakan arka cephesinde dört kadı idi. Girişte, o zamanki islam mimarisine uygun olarak ve aynı mimariden etkilenmiş Venedik yapılarına da benzer şekilde uzunlamasına bir orta salon vardı. Salonun bir köşesi ayin için düzenlenerek kilise haline getirilmiş, sütunlar ve duvarlara pilastr-lar, ayrıca ibadet sıraları arasında geçitler bırakılmıştı, ihtiyaç halinde salonun tamamı ibadet için kullanılmaktaydı.

1780'lerde binada değişiklikler yapıldı, giriş salonundan üst kata çıkan sade mer-

J s

1818 yangını sonrası onarılan isveç Sarayı'm gösteren suluboya çizim. Cengiz Kahraman arşivi



diven kaldırılarak, saraylardaki gibi iki çift yanlı anıtsal görünümlü merdiven yapıldı, böylece diplomatik misyona ve büyükelçiye ait olan idari amaçlı üst kat ile altındaki ruhani amaçlı salonun ilişkisi kesildi, üst kattaki odalarda da tadilat yapılarak köşedeki odaya bir süit eklendi, ortadaki kabul salonu, aynı zamanda tiyatro temsillerine de elverecek şekilde düzenlendi.

Sözünü ettiğimiz bina 1818 paskalya kutlamaları sırasında yandı, elçilik mecburen bahçedeki köşke taşındı ve zamanın ünlü mimarı Paverata'ya yeni bir binanın projelerini yapması için talimat verildi. Ancak mimarın yaptığı projeler Stockholm tarafından reddedildi. Bunun üzerine köşkün genişletilmesi ve ihtiyaca uygun hale getirilmesi ile yetinildi. O dönemden kalma bazı suluboya çizimlerden köşkün içinin, Kandilli'deki Kont Ostrorog Yalı-sı'nın(-0 içini andırdığı görülmektedir. Geçen zaman içinde İsveç-Osmanlı ilişkileri önemsizleşmiş, uzunca bir dönem (1831-1858) İstanbul'daki misyon şefliği Antonio Testa adlı İtalyan asıllı eski bir tercümana kalmıştı (bugün istiklal Cadde-si'ndeki Korsan Çıkmazı eskiden Testa ailesinin adını taşımaktaydı). Aynca bina, bu dönemde isveç ve Norveç'in birleşmesi sonucu isveç ve Norveç Birleşik Krallığı' nın diplomatik misyonuna ait olmuştu. Misyon 1858'de, kısa süre sonra Norveç başbakanlığına atanacak olan Georg Sib-bern'in yönetimine verildi. Bu diplomat misyon binasında değişiklik ve genişletme çalışmalarını yeniden başlattı. Sibbern aynı zamanda bir Protestan şapelinin yapımına da girişti ve ibadethane kısa zamanda hizmete açıldı. Isveç-Norveç misyonu 1860'larda yeni bir elçilik binasının ve Grand Rue de Pera üzerinde sürekli gelir getirecek sekiz dükkânın yapımı için Avusturyalı mimar müteahhit Pulgher'e sipariş verdi. Misyon 1870'te yeni binasına taşındı. Bu bina giriş katı ile üzerinde yükselen bir üst kattan ve deniz tarafından görülen bir zemin katından ibaretti. Yanan



İŞCAN, HAŞİM

280

281

İŞÇİ HAREKETİ

naya 1954'te bir çatı katı eklenmiş ve balkonu camla kaplanmıştır.

Cumhuriyet'in ilanından sonra, diğer diplomatik misyonlar gibi îsveç'inki de Ankara'ya taşınınca (1934), istanbul'daki bina uzunca bir dönem yazlık rezidans olarak kullanılmıştır.

İsveç'in istanbul başkonsolosluğu ve isveç İstanbul Araştırma Enstitüsü(-») halen burada çalışmaktadır.

İSTANBUL

İŞCAN, HAŞİM

(Edime, 1901 - istanbul, 11 Mart 1968) istanbul belediye başkanı (10 Aralık 1963 -11 Mart 1968).

Ahmet Cevdet Paşa'nın oğludur, ilk ve orta öğrenimini Edirne'de yaptı. 1922'de Mülkiye Mektebi'ni bitirdi. Edirne Kız Öğretmen Okulu'nda ve Edime Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Özel kalem müdürlüğü, kaymakamlık, emniyet genel müdürlüğü ve mülkiye müfettişliği görevlerinde bulundu. Tekirdağ, Erzurum, Antalya, Bursa, Samsun valiliği yaptı. Bu yörelerde 400'den fazla ilkokul açtı. Hastane, liman, stadyum, park, kütüphane ve halkevi gibi yararlı kurumlar kazandırdı. Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya'dan gelen göçmenlerin iskânında başarılı çalışmalarıyla takdir kazandı.

İ963 genel yerel seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) adayı olarak İstanbul belediye başkanlığı seçimlerine katıldı, ancak kazanamadı. Seçimden galip çıkan Adalet Partisi (AP) adayının, başvurusuyla usulsüzlük yüzünden başkanlığı iptal edildi. Haşim İşcan belediye başkanlığına getirildi. Ölünceye kadar bu görevde kaldı.

istanbul'a 1.500.000 m asfalt yol yaptı. Trafik sıkışıklığını giderecek yeraltı ve yerüstü geçitlere önem verdi. Öncelikle Şehremini ve Çarşıkapı yeraltı geçitlerini bitirdi. Çarşıkapı Geçidi, Hürriyet Meydanı-Divanyolu arasında yayalara geçiş olanağı verdi ve trafiğin duraklamadan akışını sağladı. Bu geçitte 10 dükkân yer aldı.

2 Nisan 1964'te Karaköy Yeraltı Geçi-di'nin inşasına başlandı. Geçit 63 kolon üzerine oturtuldu ve burada 23 dükkân yer aldı. 3.500.000 TL maliyetin 4 yıl içinde ödeneceği hesaplandı. Geçit 19 Temmuz 1964'te hizmete açıldı.

Ardından 30 Nisan 1964'te yonca yaprağı biçiminde Unkapanı Geçidi'nin temeli atıldı. Balçıklı bir zemin üzerine otur-tuluşu nedeniyle bu alana 198 adet fore kazık çakıldı (bak. Atatürk Bulvarı). Bu semte ayrıca bir meydan kazandırıldı. İnşaat 1965 sonunda tamamlandı. 3.300.000 TL'ye mal oldu.

Son olarak Saraçhanebaşı Geçidi'ni yaptı. Geçidin inşasına 2 Eylül 1964'te başlandı. 11.500 rrf'lik bir sahayı kaplayan bu alanın 6.000 mz'lik kısmı geçide ayrıldı. Geçitte iki kat üzerine 44 dükkân açıldı.

Haşim İşcan belediye başkanlığı sırasında Galata Kulesi'ni restore etti ve turizme açtı.Taksim Gezisi'ni(-+) düzenledi. Burada 22 dükkân, l kafeterya, l sanat galerisi ve büyük bir gazino inşa etti. Kadıköy



Haşim İşcan

Gözlem Yayıncılık Arşivi

Belediye Şubesi çevresinde 24 dükkân yaptı, istanbul'a 8 çocuk bahçesi kazandırdı. Parkları tanzim etti. Florya'da mevcut turistik tesislere ve motellere 12 lojmanlı bir motel ilave etti. Güneş Plajı tamamlandı. Bebek Bahçesi'ndeki Belediye Gazinosu yeniden yapıldı; park düzenlendi. Sultanahmet Meydanı'ndaki havuz tamamlandı. Bu havuz için 163.000 TL harcandı. Sultanahmet ve Ayasofya Müzesi çevresi aydınlatıldı. Beşiktaş'taki eski bina modern bir belediye şubesine dönüştürüldü.

Taşlılarla, Basınköy, Havacılar Sitesi, Ihlamur Deresi, Zeytinburnu, Ortaköy-Arnavutköy, Üsküdar-Kadıköy, Kadıköy-Selamiçeşme kanal ve kolektör inşası sürdürüldü.

Fatih'in Heykelini Yaptırma Demeği'ni kurdu. Ancak ödenek yetersizliği nedeniyle amacına ulaşamadı. Ölümünden sonra Saraçhanebaşı Geçidi'ne Haşim îşcan Geçidi adı verildi.

ZAFER TOPRAK

İŞÇİ HAREKETİ

istanbul'da yaşayan işçilerin bir toplumsal sınıf olarak kendi çıkarlarını savunmak üzere ekonomik, politik, kültürel alanlardaki girişim, tutum, eylem ve örgütlenmelerinin oluşturduğu bütün.

Bugün elimizde doğrudan doğruya istanbul'da işçi hareketinin tarihini inceleyen ayrıntılı bir çalışma yoktur. Ne var ki, var olan genel kaynaklar, İstanbul'da bir işçi hareketinden ancak 1908 sonrası dönem için söz edilebileceğini ortaya koymaktadır.

İstanbul'da, şehrin kuruluşundan hemen sonraki dönemlerden başlayarak, yaşamını emek gücünü satarak sağlayan bir toplumsal kesim hep var olmuştur. Sayısı bir dönemden ötekine değişse de, şehir nüfusu içinde görmezden gelinemeyecek bir oran oluşturan bu emekçilerin, bazı direniş ve hak arama hareketlerine başvurmuş olduklarını ortaya koyan tarihsel belgeler de vardır.

Yine de, İstanbul'da işçilerin toplumsal varlıklarının artık onları bir sınıf olma konumuna getirmesi ve bu arada çeşitli direniş, eylem ve örgütlenmelerin bütünlüğe

kavuşup, bir "işçi hareketi" oluşturacak düzeyi bulması, kapitalist ilişkilerin şehirdeki ekonomik yapı ve ilişkileri belirleyici bir gelişkinliğe ulaşması sonrasında gerçekleşmiştir. Bu süreç ise temel olarak 19. yy boyunca tamamlanmış ve 1908 Devrimi ile öznel koşullarına kavuşmuştur. Kısaca, elde var olan son derece sınırlı araştırmalar, 19. yy'm son 30 yılı ile 20. yy'in ilk yıllarının, istanbul'da çeşitli direniş ve örgütlenme girişimleri ile adına işçi hareketi denebilecek bir toplumsal ve politik gücün adım adım ortaya çıkışına tanıklık ettiğini göstermektedir,



1908 Öncesinde İşçi Hareketi

Osmanlı Imparatorluğu'nda kapitalist ilişkilerin 19. yy'm özellikle ikinci yarısında başlıca birkaç bölgede (istanbul, Çukurova, Selanik, izmir, Bursa, Zonguldak), genellikle birkaç sektörde, büyük bölümü-devlete ve yabancı sermayeye ait bulunan az sayıdaki orta ve büyük işletmede ileri düzeylere ulaşmış bulunması, bu bölge, sektör ve işletmelerde çalışan emekçilerin işçi sınıfının oluşumunda özel bir rol oynamasına yol açmıştır. Bu kapsamda, İstanbul'da savunma sanayii, tekstil, tütün, gıda, cam, haberleşme ve ulaşım sektörlerinde bulunan ve 20. yy'm başlarında 50.000'i bulduğu tahmin edilen İstanbul işçilerinden, toplam sayısı ancak 15.000-20.000 civarında olan ve büyük ölçekli işyerlerinde çalışan bir işçi grubu tüm Osmanlı İmparatorluğu'nda işçi hareketinin çekirdeğini oluşturmuştur. Modern teknoloji ile çalışan ve çok büyük bir bölümü Rum, Ermeni, Yahudi ve Bulgarlardan o-luşan bu çekirdeğin etrafında ikinci bir halka yer almıştır. Başta inşaat işçileri olmak üzere niteliksiz işçiler ile esnaf ve zanaatkârlıktan işçiliğe geçiş sürecini yaşayan hamal, sandalcı, fırıncı vb mesleklerden e-mekçilerden oluşan bu halkada Müslüman ve Türklerin oranı daha yüksek olmuştur. İşçi eylemlerinin 1870'lere kadar olan tarihine ilişkin çalışmalar, birkaç makine kırma ve fabrikaya saldın olayı dışında bu dönemde önemli işçi eylemlerinin var olmadığını belirtmektedir. 1872-1876 yılları ise, ağırlaşan ekonomik koşullar altında, İstanbul'da bilinen ilk grevleri birlikte getirmiştir. Tersane, telgrafhane, demiryolu yapımı, deri-kundura, tramvay, Darphane, Fişekhane, Feshane işçilerinin grevlerinde ücretlerin zamanında ödenmemesi en önde gelen neden olarak görünmektedir. İşten çıkarmalara ve yabancı mühendis ve yöneticilerin haksızlıklarına tepki ise daha sonra gelen nedenlerdir. İşçi eylemlerinin bir aşamasında hükümete, veliahta, mutasarrıflığa topluca dilekçe verilmesi, gazetelere açıklama yapılması gibi girişimler ilgi çekicidir. 1878-1880 dönemi işçi eylemlerinde (ayakkabıcılar, terziler, duvarcılar, Idare-i Mahsusa, tersane ve Haydarpaşa demiryolu işçileri) ise, ücretlerin düşük değerli para ile ödenmesine karşı çıkma, ücret artırımı ve iş saatlerinin kısaltılması, ücretlerinin düşürülmesini protesto ve birikmiş ücretlerin ödenmesi istemi başta gelen nedenlerdir. Bu iki dönem

boyunca gerçekleştirilen işçi eylemlerinin genellikle kısa süreli olması, azımsanma-yacak bir bölümünde kısmi uzlaşmaların sağlanabilmesi ve buna rağmen hükümetin birçok durumda işçilere karşı polis ya da asker kullanması dikkate değer.

1880'den 1908'e kadar işçi eylemlerine ait bilgiler son derece sınırlıdır. Bu dönemde 1882'de Tatavla Kundura ve 1885'te Odunkapı Bıçkı işçilerinin, 1886'da Be-yoğlu'ndaki bazı tezgâhtarların, 1906'da İstanbul tütün ve matbaa işçilerinin (ücretlerinin artırılması, iş koşullarının iyileştirilmesi ve pazar günü tatil hakkı için) yaptıkları grevler dışında dönemin gazetelerine yansıyan işçi direnişi haberi yoktur. Bu durum, direnişlerin durması olasılığı kadar, sözü edilen dönemde gerçekleşmiş direnişlere ait bilgilerin ancak başka kaynakların taranmasıyla ulaşılabilir olması olasılığını akla getirmektedir. Aynı dönemde Balkan şehirlerindeki işçi eylemlerine ait gelişmeler, mutlakıyet yönetiminin İstanbul'u daha sıkı kontrol altında tutabildiğinin kanıtı da olabilir.

1908 öncesi işçi eylemlerinin arkasında örgütler yoktur; bunlar kendiliğinden ve günlük ekonomik hedeflere yönelik eylemlerdir. Yine de bu dönemde büyük işyerlerinde kurulan yardımlaşma sandıklarından bazılarının işçi dayanışmasına katkıda bulunmuş olabileceği düşünülebilir. Katkısı daha kesin olan ve İstanbul'da, Tophane'de kurulmuş olan ilk işçi örgütü Osmanlı Amele Cemiyeti'nin (1894) uğradığı büyük saldırı ve baskı, rejimin hoşgörü sınırlarının darlığını kanıtlamaktadır. Daha 1845'te, çeviri kokan bir polis yönetmeliği ile işçi grevleri ve örgütlenmeleri yasaklanmıştır (bak. işçi örgütlenmesi). II. Abdülhamid rejimi, Eylül 1896'da yeni ve daha genel bir yasaklama getirerek her türlü örgütlenme ve toplantıyı yasadışı i-lan etmiştir. Kuruluşundan bir yıl sonra kapatılan ve kurucuları tutuklanıp sürgüne gönderilen Osmanlı Amele Cemiyeti 1901'de yeniden oluşturulmasına karşın, artan bir sertliğe başvurulması, sınıfsal temelli bir kararlılığın ifadesidir.

Bu dönemde işçi eylemlerinde yer a-lan işçilerin bir bölümü Osmanlı vatandaşı olmayan işçilerdir. Örneğin Hasköy Tersanesi grevi İngiliz işçilerin grevidir. Yine birçok grevde Müslüman olmayan azınlıklara mensup işçilerin önemli rolü olmuştur. Önemli sanayi, ulaşım ve hizmet işyerlerindeki çeşitli azınlıklara mensup işçilerin kendi cemaatlerinin aktif bir kesimini oluşturduklarını gösteren birçok belirti vardır. Ermeni sol örgütleri daha 1907' de II. Enternasyonal'e üyelik için başvurup ileride kurulacak Osmanlı Seksiyonu' nün alt bölümü olarak tanınacak kadar gelişkin ilişkilere sahiptiler. Yahudi işçi hareketinin en önemli merkezi Selanik'tir; yine de Yahudi işçiler İstanbul'da da hayli güçlü bir ilişkiler ağı kurmuşlardır. Aynı durum Rumlar ve Bulgarlar için de geçerlidir. 1908 öncesinde nitelikli ve direnişlerde aktif işçiler arasında Türkler, hattâ bir bütün olarak Müslüman unsurlar bir azınlıktır.



1908-1918 Döneminde İşçi Hareketi

imparatorluğun öteki bölgelerinde olduğu gibi, istanbul'da da işçi hareketinde asıl büyük sıçrama II. Meşrutiyetle birlikte 1908-1913 döneminde yaşanmıştır. Gösteri ve grevlerle sokağa dökülen, birçok yayın organı kuran, mecliste temsil olanağına kavuşan ve hızlı bir örgütlenme e-ğilimi içine giren İstanbul işçileri bir toplumsal hareket olarak sahneye çıkışlarını II. Meşrutiyet'e borçludurlar.

1908 Ağustos-Ekim aylarında başta Ci-bali Tütün, liman, Paşabahçe Cam, tramvay, Anadolu-Bağdat Demiryolu, müret-tipler, fırın işçileri, Kadıköy-Üsküdar Su Kumpanyası işçileri, Yedikule iplik ve Ye-dikule Şimendifer işçileri, balıkhane ve müskirat işçileri, Kazlıçeşme deri, Rumeli Demiryolu, Şirket-i Hayriye vapur, tersane ve fabrika işçileri, bazı lokanta ve oteller, İstanbul Belediyesi Birinci ve Altıncı daireleri ve Feshane işçileri grevleri olmak üzere çok sayıda grev gerçekleştirilmiştir (bak. grevler).

İmparatorluğun en batıdaki şehirlerinden en doğudaki şehirlerine kadar belli-başlı tüm merkezlere yayılan bu grevlerden Istanbul'dakilerde, ücret artışı en önde gelen talep olmuştur. Bunu iş koşullarının düzeltilmesi, işçi örgütünün muhatap alınması, işçiler tarafından istenmeyen bazı yöneticilerin işten uzaklaştırılması, parasız sağlık yardımı, gece çalışanlara ek ücret ödenmesi, iş saatlerinin kısaltılması gibi talepler izlemiştir. Yalnızca İstanbul'da 15.000'in üzerinde işçinin katıldığı tahmin edilebilen bu grevlerin birçoğu günlerce, hattâ haftalarca sürmüştür. Grevlerin birçoğunda işçiler grevle birlikte ya da grevden hemen önce kendi cemiyet ya da örgütlerini kurmuşlardır. Daha da ötesi ö-zellikle demiryolu ve tütün grevlerinde çeşitli şehirlerdeki cemiyetler arasında işbirliğine gidilmiştir. I. Meşrutiyet'in erte-sindeki yıllarda İstanbul'da marangozlar, terziler ve Anadolu Demiryolları çalışanları doğrudan doğruya sendikalar içinde; fırıncılar, tramvay, İmalat-ı Harbiye Fabrikası, Reji Tütün Fabrikası, sigara kâğıdı fabrikası işçileri, matbaacılar, pamuk bü-kümcüleri ve garsonlar öteki türden işçi örgütleri içinde (birlikler, dernekler vb) yan yana gelmişlerdir. Öte yandan, işçiler hemen tüm grevlerde Ittihad ve Terakki merkezinden ya da mahalli komitelerinden yol göstericilik ve hakemlik beklemişler, buna karşı İttihad ve Terakki yönetimi, yabancı sermayedarların istedikleri ölçüde olmasa da, işçilere karşı tutum almaktan ve şiddet kullanmaktan kaçınmamıştır.

ilk işçi eylemleri dalgasının ardından, grevleri ve işçi örgütlenmelerini büyük ölçüde yasaklamak üzere, Ekim 1908'de acele çıkartılan Tatil-i Eşgal Kanun-ı Mu-vakkati'ni (Grev Geçici Yasası), 31 Mart o-laylarmm (Nisan 1909) ardından sıkıyönetim ilan edilmesiyle yaratılan ortamda uygulamaya konulan Tatil-i Eşgal Kanunu (Grev Yasası) ve Cemiyetler Kanunu izlemiştir. Özellikle Selanik'te yapılan büyük bir mitingde işçiler tarafından protesto e-dilen bu yasalarla II. Meşrutiyet'in "top-

lumsal pazarlık ve barış" dönemi son bulmuştur.

Mart 1909 sonrasında da özellikle yukarıda sözü edilen yasal düzenlemenin kapsamı dışında kalan işyerlerinde bir dizi işçi eylemi gerçekleştirilmiştir. Gümrük hamalları, rıhtım işçileri, tramvay, terzihane, Kazlıçeşme deri, Reji Tütün, İstanbul un fabrikaları, Seyr-i Sefain İdaresi işçileri grev yapmışlardır. Bu grevlerde, birikmiş ücretlerin ödenmesi, iş saatlerinin kısaltılması, yerli ve yabancı işçiler arasında eşitlik sağlanması, işe alınmada Osmanlı vatandaşlarına öncelik verilmesi, ücret artırımı, işten çıkarılan işçilerle dayanışma, haftada l gün ücretli tatil hakkı, başlıca istemlerdir. Bu dönemde ücret artırımı gibi istemlerden, daha uzun dönemli, demokratik hakların öne çıkarılması yönünde istemlere doğru bir geçiş görülmekteyse de, bu sürece öncülük eden, Selanik işçileridir. Yine de istanbul'da Grev Yasası' nın yasaklama kapsamındaki bazı işkollarında artan baskı ve tutuklamalara rağmen eylemlerin sürdürülmesi dikkat çekicidir. Bu dönemde bir bütün olarak işçi hareketinin militanlaştığım söylemek olanaklıdır. Aynı şekilde işçi örgütlenmesinin de gelişmesini sürdürdüğünü, bu arada etnik ayrımları aşarak geniş bir üyeliğe ulaşan istanbul Matbaa işçileri Sendikası'nın ve işkolu sendikası olmaya yönelen İstanbul Makinistler Cemiyeti'nin kuruluşunu hatırlatmak gerekir.

Balkan Savaşı'nın çıkması ve Haziran 1913'te Ittihad ve Terakki'nin Mahmud Şevket Paşa'ya yapılan suikastı gerekçe göstererek bir diktatörlük rejimi kurmasıyla eylem ve örgütlenmeler yeni bir kesintiye uğramıştır. Osmanlı işçi hareketi, Selanik ve öteki bazı Balkan şehirlerinin imparatorluk dışına düşmesiyle hiçbir zaman onaramayacağı bir yara almıştır.

II. Meşrutiyeti izleyen yıllarda İstanbul'da işçi hareketi, doğrudan Ittihad ve Terakki'ye bağlı işçi (daha doğru bir deyişle işçi-esnaf-zanaatkâr) girişim ve örgütleri, Dersaadet Tetebbuat-ı içtimaiye Cemiyeti (istanbul Toplumsal Araştırmalar Grubu) ve işçi Kulübü çevresinin temsil ettiği Marksist akım ve iştirakçi Hilmi^) çevresinde örgütlenen "ortayolcu" çizgi arasında temelde üçe bölünmüştür.

İttihad ve Terakki, işçilerin Meşrutiyet' in ilanı sonrasında gösterdikleri dinanizm karşısında telaşa kapılmış; bir yandan;Ekim 1908'den başlayarak bazı grevleri yasaklamayı, yayın organlarına ve işçi örgütlerine karşı baskılara girişmeyi, öte yandan Kara Kemal gibi önde gelen adamları yoluyla bu örgütleri kontrolüne alarak onları kendi iktidarının kitle örgütleri olarak kullanmayı denemiştir. İzlediği milli iktisat politikasının bir parçası olarak, etkilediği işçileri kimi yabancı sermayeli işletmelerde eyleme yöneltmiş, birçok eyleme karşı görece hoşgörülü bir tutum almış, Türk ve Müslüman çalışanların geri kalanlardan ayrı örgütlenmesini ve kendi haklarını öne çıkarmasını teşvik etmiştir.

Rum ve Müslüman olmayan işçilerin a-ğırlıkta olduğu Toplumsal Araştırmalar


Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   68   69   70   71   72   73   74   75   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin