Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə75/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   140

İŞÇİLER

Osmanlı döneminde "amele" denirdi. Ücret karşılığı kol emeği ağırlıklı işler yapan, emek güçlerini satarak geçinen insanlardı. Osmanlı toplumunun alt sosyoekonomik katmanlarından sayılır, toplumsal konum (statü) açısından aşağı görülürdü.

16. yy'dan 19. yy'a kadar İstanbul'un çalışma hayatının bir özelliği, bu kentteki amelenin büyük çoğunluğunun çalışmak için taşradan gelmiş, "bekâr uşağı" denen kimselerden oluşmasıydı. Özellikle büyük kuraklık, kıtlık, siyasal baskı ve çalkantı, yerel huzursuzluk ve çatışma, e-konomik bunalım dönemlerinde, imparatorluğun çeşitli yörelerinden, başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere akın olurdu. Bulundukları yerlerden kaçıp çalışmak ve barınmak için İstanbul'a gelenler, kentte kendi yaşam biçim ve mekânlarını oluştururlardı. Zanaatkarlardan ve benzeri diğer emekçilerden ayrı bir kümeydiler. Farklı örgütsel yapılar içinde, farklı kurallara tabi olarak çalışır ve yaşarlardı.

1830'lara kadar, İstanbul'a çalışmaya gelen amele, daha önce kente gelenler gibi gediklerde(->) örgütlenir ve sıkı denetim altına alınırdı. 15. yy'm sonlarından yeniçeriliğin kaldırıldığı 1826'ya kadar, çeşitli yörelerden İstanbul'a gelenlerin ilk denetimleri ve kayda geçirilmeleri bostancı-başınm göreviydi. Gedik örgütlenmesi gereğince, çeşitli iş ve üretim alanlarında ihtiyaç olan amele sayısı önceden belirlenmişti. İşyerlerinin sayısı da belli ve sınırlı olduğundan, hiç kimse İstanbul'a başıboş olarak gelip istediği işe giremezdi. En azından böyle bir durum yasal olarak mümkün değildi. Her iş alanında belli sayıda gedik, her gedikte belli sayıda çalışan vardı. Fırın uşakları, hamam uşakları, inşaat amelesi, hamallar, hamamcılar, tellaklar, lağımcılar, kayıkçı, küfeci, mumcu, duvarcı, bıçkıcı ve daha yüzlerce iş a-lanında çalışan amele, gediğe kaydedilir; aynı gediğe yeni birinin kaydolması için yerinin boşalması ya da yeni bir gedik açılması gerekirdi. Gediklere kaydolup İstanbul'da amelelik yapabilmek için mutlaka sağlam kefillere ihtiyaç vardı. İstanbul'da çalışmaya gelenler Rumeli tarafında Küçükçekmece Köprüsü'ndeki, Anadolu'dan gelenler Bostancıbaşı Köprüsü'ndeki kolluklarda denetlenir, kaydedilir; kefilini İstanbul'a gelmeden bulmuş olanların kefili belirlenir, kefili olmayanların iş bulana kadar nerede kalacakları ve ne kadar sürede kefil bulacakları kayda geçerdi. Bundan sonraki denetim ve gözetim de son derecede sıkıydı. Çünkü, özellikle dışarıdan gelen bu bekâr uşağı amele, potansiyel bir suçlu veya isyancı olarak görülür, "baldırıçıplak" olarak nitelenirdi. Kente kaçak girip çalışanların veya suç işleyen amelenin tutuklanması halinde, cezası, kent dışına çıkarılmaktan, falakaya, hattâ idama kadar giderdi.

Bütün bu kısıtlamalara rağmen, 16., 17., 18. yy'lara ait kayıtlar, belgeler, fermanlar, özel kişilere ait işyerlerinde, hele işin acele olması halinde, ücretlerin pazarlığa tabi olduğunu ortaya koyuyor. Üc-

retler ayrıntılarıyla belirlenmiş ve sınırlandırılmış olmakla birlikte, devlete ait işlerde, örneğin miri inşaatlarda ameleye ödenen ücretin özel inşaat sahiplerince işçi bulabilmek için yükseltildiği, bunun önüne geçmek üzere, zaman zaman yeni fermanlara ve nizamnamelere ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor. Özellikle, İstanbul'un zengin bir payitaht olarak büyük imar faaliyetlerine sahne olduğu l6. ve 17. yy' larda benzeri durumlarla sık sık karşılaşıldığına dair belgeler vardır.

Merkezi devletin güçlü, gedik örgütlenmesinin sağlam olduğu dönemde, İstanbul amelesinin, Batı'da endüstri devrimi sırasında yaşanan yedek işsizler ordusu rekabetini ve her işi her fiyata yapmaya hazır sefil bir kitlenin üyesi olma durumunu aynı keskinlikle yaşamadığı anlaşılıyor. Osmanlı amelesinin, işgücünü satmakta bütünüyle özgür ve işgücünün fiyatı, piyasa mekanizması ve yedek işgücü ordusunun varlığı ile belirlenen Batı işçisinden büyük ölçüde farklı olduğu da ortaya çıkıyor.

1826'da Yeniçeri Ocağı'nın dağıtılmasından sonra, bütün amelenin denetim ve gözetimi İhtisab Ağalığı'na geçmiş (bak. ihtisab), 19. yy'm ortalarından itibaren de bu görev şehremanetine(->) bağlanmıştır. 1826 tarihli ihtisab Ağalığı Nizamname-si'nin ameleye ilişkin hükümleri, 19. yy'a kadar istanbul amelesi ve amele yaşamı konusunda bilgi vermektedir. Özellikle hamal, kayıkçı, tellak ve natırların, dük-kânlardaki çıraklann bütün kimlik özellikleri, kefillerinin, memleket ve eşgallerinin defterlerinin tutulmasının istendiği nizamname, ayrıca, bundan böyle istanbul'a gelecek veya daha önce gelmiş olan amelenin belli semtlerde, kendilerine gösterilecek yerlerde oturmalarını şart koşuyordu. "İstanbul'da üç veya dört, Üsküdar, Galata ve Eyüp'te bir veya iki han tahsis e-dilerek, bekâr amelenin bu hanlarda Müslim, gayrimüslim karışık barınması" öngörülüyordu. Bunlann istedikleri yerde otur-

maları, kendilerine gösterilen yerler dışında bekâr odaları kurmaları yasaklanıyordu. Nizamnamede tek istisna yangınlara kolaylıkla su taşıyabilmeleri için sakalara yapılıyor ve bunların mahalle imamı ve mahalle halkının kefaletiyle mahallelerdeki bekâr odalarında kalmalarına izin veriliyordu. Kira beygiri sürücüleri, midillicile-rin, Vefa Hanı'nda kalmaları, saraç amelesinin aynı zamanda işyeri olan Saraçhane'de yatıp kalkmalarına da, sıkı denetim altında olanak tanınıyordu. Bütün bu önlemlerin başlıca nedeninin, istanbul'da sık sık meydana gelen isyanlara, huzursuzluklara, en fazla güç şartlar altında çalışan bu yoksul kitlenin katılması olduğu anlaşılıyor.

Taşradan, bir başına çalışmaya gelmiş ve sıkı denetim altında tutulan bekâr uşağı amele dışında Osmanlı dönemi istanbul'unda, yerleşik bir işçi (emekçi) kesimi de vardır. Bunlar, işçilikten kalfalığa, ustalığa yükselmiş, önemli bölümü gayrimüslimlerden oluşan, ameleden çok esnaf ve zanaatkarlara yakın statüdeki emekçiler ile uşaklar, bahçıvanlar, vekilharçlar, seyisler vb kişisel hizmetlerde, ev hizmetlerinde çalışanlardır. Özel hizmetlere çok ihtiyaç duyulan İstanbul'da bunların sayısının bir hayli fazla olduğu, toplumsal konum bakımından da bekâr uşağı ameleden daha üstün sayıldıkları söylenebilir (bak. istihdam).

19. yy'a kadar, büyük ölçekli manifak-tür sanayii ve fabrikaların hemen hemen bulunmadığı, imalat sanayiinin görece küçük işliklerde veya un değirmenleri ve fırınlar başta olmak üzere gıda dalında, dokumacılık, dericilik gibi geleneksel üretim dallarında toplandığı; ticaret ve yan hizmetleriyle, limanın ve özel hizmetlerin önem taşıdığı istanbul'da, amelenin başlıca iş alanları, her türlü ince ve kaba inşaat ve bayındırlık işleri, hamallık, bağ, bahçe ve rençberlik işleri, tayfa, ateşçi, çımacı vb deniz ve gemi işçiliği, binek hayvanı sürücülüğü, kayıkçılık, mavnacılık gi-

İŞÇİLER

292

293

İŞÇİLER

bi taşıma ulaştırma işleri, natırlık, tellaklık, temizlikçilik, çöpçülük, odun kömür kırıcılığı ve taşımacılığı, yükleme boşaltma işleri, marangozluk, dülgerlik, bıçkıcılık, fırın işçiliği, camcılık, iplikçilik, dokumacılık vb'dir.

19. yy'in ikinci yarısından itibaren yüzyılın başından beri gözlenen değişme ve gelişme, ürünlerini vermiş, devlet ihtiyaçlarına yönelik ve çok sayıda işgücünü gerektiren fabrikalar kurulmuş, önemli kara ve demir yolları yapımı başlayıp hızlanmış, kent içi ulaşım hizmetlerinde atlı tramvay, Haliç Şirketi ve Şirket-i Hayriye vapurları gibi yenilikler olmuş, istanbul'un belediye hizmetlerini yerine getirmek üzere çeşitli şirketler kurulmaya başlanmış ve bütün bu gelişmeler yeni istihdam yaratırken yeni tip işçilere de gereksinme göstermiştir (bak. istihdam; sanayi). 1870 sonrası dönem, İstanbul'un ekonomik altyapısında ve işgücü yapısında değişimin belirginleştiği ve geleneksel "amele"den "işçi" ye doğru geçişin gözlendiği yıllardır. 1890'da istanbul'da devlete ait sanayi kuruluşlarında, fabrika ve atölyelerde 10.000'i aşkın işçinin çalıştığı, öte yandan demir ve kara yolları yapımı, ulaşım, gaz ve su şirketlerinde, küçük atölyelerde vb çalı-

Kazlıçeşme işçileri çay molasında.



Nurdan Sözgen /Onyx, 1990

şanlarla birlikte, İstanbul'da işçi sayısının 50.000'i geçtiği hesaplanmaktadır. Bu işçiler, bekâr uşaklarından farklı olarak kentte yerleşik bir nüfus grubu oluşturmakta; özellikle inşaat alanında, rençberlik, mevsimlik, günübirlik işlerde eski bekâr uşağı amele tipi görülse de, asıl ağırlık gelecekte işçi sınıfının parçası olacak yeni işçilere kaymaktadır. Gediklerin dağılması ve 19. yy'ın ortalarından sonra hızlanan toplumsal değişim ve ekonomik bunalımda bir kısım esnaf ve zanaatkarın üretim a-raçlarından koparak işçileşmeleri, yeni iş alanlarına gerekli işgücünü sağlamaktadır. Daha önceki dönemlerde, bekâr uşaklarının kendilerine ayrılmış belli yerlerde, hanlarda, odalarda topluca yaşamalarına, çok uzun süre kalsalar bile kentte yerleşik bir yaşama seyrek olarak geçmelerine karşılık, 1870'lerin işçileri İstanbul'un çeşitli mahallelerinde, özellikle de yoksul semtlerinde kendi küçük evlerinde, kulübelerinde, kendi ailelerini kurarak yaşayan kimselerdir. Büyük çoğunluğuyla yoksuldurlar. Osmanlı Devleti'nin ekonomik çöküntüye doğru gittiği, ciddi parasal sorunlarla boğuştuğu 19. yy'ın ikinci yarısı, hele 1870 sonrasında, çok düşük olan ücretlerini bile zaman zaman alamadık-

ları, zaman zaman da kâğıt paranın değer yitirmesi yüzünden reel ücretlerinin yarı yarıya düştüğü görülür. Ayrıca, İstanbul'a gelenler üzerindeki sıkı denetimden eser kalmadığından, ilk kez kentte bir yedek işsizler ordusunun ortaya çıktığından da söz edilebilir. Bu tarihlerde İstanbul'da "Yevmiyelerin kısmı-ı azamini alan müs-tekreh kulübeler yığını halinde işçi varoşları" ortaya çıkmaya başlamıştır. Dönemin İstanbul işçileri din ve milliyet bakımından az rastlanan bir çeşitlilik ve renklilik göstermektedirler: Müslüman Türk, Kürt, Arnavut, Boşnak vb yanında, Ermeni, Rum, Yahudi vb gayrimüslim tebaadan da çok sayıda işçi bulunmakta; özellikle yabancı şirketler, çalıştırdıkları Müslüman işçilere daha düşük ücret ödemekte ve işçiler arasında ayrılık, hattâ düşmanlık tohumlan ekmektedirler. Kalifiye işçi ve teknisyen olarak çok sayıda Fransız, İngiliz, Belçikalı, Alman işçi çalıştırılmakta, bunlara iyi iş koşullarıyla yüksek ücret sağlanmaktadır.

Anadolu-Bağdat Demiryolları Şirketi Müdürü Fungelmann'ın "Yerli işçi bir lokma kuru ekmek, iki çürük zeytinle geçinebilir" sözü durumu özetler niteliktedir. Ücretli hafta tatili olmadığı gibi özellikle yabancı şirketlere ait işyerlerinde ücret sadece işçinin çalıştığı günlere göre ödenmekte, işçilerin hiçbir sosyal güvence ve hakkı bulunmamaktadır. Haydarpaşa De-miryolu'nda çalışan kalifiye bir işçi ayda toplam 160-220 kuruş alabilmekte, hat boyu işçilerinin gündelikleri 1890'da 7-8 kuruşu aşmamakta, Müslüman işçilerin ücreti bunun da altına düşmektedir. Kadın ve çocuk işçilerin ücretleri daha da azdır. 1890'da Kazlıçeşme İplik Fabrika-sı'nda çalışan kadınların 4, çocukların 2 kuruş gündelik aldıkları tespit edilmiştir. İşgünü ortalama 14 saattir ve işyerlerinde, iş koşullan son derece kötüdür.

1870'li yıllarda, devlet işyerlerinde ücretlerini aylarca alamayan işçilerin durumları ve feryatları gazete sayfalarına yansımakta, "Tersane amelesinin bahriye zabi-tanının tayın ekmeklerini yağma ettikleri ve çoluk çocuk açız diye feryad ederek sokağa döküldükleri, arbede çıktığı" haber verilmektedir. Nitekim İstanbul'da görülen ilk işçi eylemleri de 1870-1890 arasına rastlar (bak. işçi hareketi; grevler).

Yine bu dönemde, Osmanlı toplum düzeni ve mahalle yaşamının bir özelliği o-lan her sınıf halkın aynı mahallede, kimisi saray yavrusu konak, kimisi iki kadı küçük ahşap ev, hattâ kulübede, yan yana yaşamasının yerini, zengin ve kibar senitleri ve mahalleleri ile yoksul mahallelerinin (ilkleri Kazlıçeşme, Zeytinburnu, Beykoz, Cibali, Kasımpaşa, Yedikule ve Sa-nıatya'da olmak üzere) ayrılması almıştır.

1908'de II. Meşrutiyet ilan edildiği sıralarda, ekonomik koşullarının kötülüğü kadar siyasal baskılar altında da olan İstanbul işçileri, bir umutla hareketlenmişler; çeşitli grevler, işçi hareketleri, örgütlenme girişimleri görülmüştür (bak. grevler; işçi örgütlenmesi; işçi hareketi). Bu grev ve hareketler, 20. yy'ın başında İs-

tanbul işçilerinin belli bir ekonomik sınıf bilincine sahip olmaya başladıklarını göstermektedir. Ancak, 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı sırasında, bu hareketlenme ve bilinç yükselişi tümüyle sekteye uğramış görünmektedir.

Savaş sırasında ve hemen sonrasında İstanbul'un işçi kesimlerinde gözlenen en önemli değişiklik kadın ve çocuk işçilerin sayısındaki büyük artıştır. Savaş bittiğinde, İstanbul'da kadın ve çocuk işçi oranının yüzde 50'yi aştığı; dokumacılık, iplik bükme, tütün vb işkollarındaki kimi işyerlerinde yüzde 70'i bulduğu bilinir. Yine savaşın etkisiyle, kimi işyerleri kapanmış, kimi işçiler savaş meydanlarında kalmış ve 1920'lerde İstanbul'daki işçi sayısında bir gerileme görülmüştür. İş koşulları yine her zamanki gibi kötüdür. En iyi durumdaki İmalat-ı Harbiye işçilerinin işgünü, yemek molası hariç 9-10 saat, dokuma işçilerininki 12-14 saat, tütün işlemede, örneğin Cibali fabrikalarında bazen 14-16 saattir.

Savaşın hemen sonrasında, mütareke ve işgal yıllarında, İstanbul'un yoksul, yorgun, başta verem olmak üzere çeşitli hastalıklarla boğuşan işçileri, durumlarına baş kaldırmayı bir kez daha denemişler; 1919-1923 arası, İstanbul'da işçi hareketinin yeniden yükseldiği bir dönem olmuştur. Bu yıllarda, özellikle bazı işçi kesimleri daha mücadeleci ve örgütlü olmalarıyla öne çıkarlar. Bunların başında o sıralarda İstanbul'da sayıları 3-000 olan tramvay işçileri, sadece İstanbul'da 8.000'den fazla oldukları ileri sürülen demiryolu işçileri, Haliç Vapur Şirketi, Şirket-i Hayriye vb deniz ulaşımı işçileri (3.000 kadar), mürettip-ler, terziler, Cibali Tütün Fabrikası işçileri, Zeytinburnu fabrikaları, Kazlıçeşme Debbağhanesi işçileri gelir. Bu öncü işçiler kesimi, 19. yy'ın sonlarından beri çeşidi eylemlere katılmış, bekâr uşağı amele olmaktan çıkmış, hattâ iki kuşak işçilik gibi Türkiye işçi sınıfı içinde günümüzde bile pek yaygın olmayan köklü işçilik geleneğine girmiş işçilerden oluşmaktadır. Bu kesimdeki işçilerin daha çok zanaatkârlıktan, ustalıktan geldikleri; buna karşılık nicel önemlerini koruyan hamalların, yükleme boşaltma işçilerinin, inşaatlarda ve diğer her çeşit işte çalışan niteliksiz işçilerin, eski bekâr uşaklarını andıran biçimde kente iş aramaya gelenler arasından çıktıkları söylenebilir. 20. yy'ın başlarında, hattâ Cumhuriyet'ten sonra bile, "amele" ve "işçi" sözcükleri, işçi sınıfı içindeki iki farklı katmanı belirtmek için, bilinçli bir seçmeyle değil ama gözlemlerin yarattığı bir alışkanlıkla uzun süreler kullanılmıştır.



Cumhuriyet'ten 1950'lere istanbul işçileri: Cumhuriyet'in kuruluşundan 1950' lere kadar geçen süre içinde, İstanbul'un sınıfsal toplumsal yapısındaki değişikliklerden en az etkilenen kesimlerden birinin işçi kesimi olduğunu söylemek olanaklıdır. İşçilerin iş ve yaşam koşullarında bütün bu dönem boyunca ciddi bir düzelme olmamıştır. 1929-1933 dünya ekonomik bunalımının Türkiye'ye yansıması-

Yedikule Gazhanesi'nde çalışan bir işçi. Yücel Tunca/Onyx, 1990

nın etkilerini en fazla İstanbul işçi kesimi yaşamış, ekonomik koşullarının ve yaşam düzeyinin daha da gerilediğini görmüştür. II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan zorlukların ağırlıklı bölümünü yine işçiler yüklenmiş; bir yandan zaten her zaman çok uzun olan işgünleri savaş gerekçesiyle daha da uzatılmış, öte yandan reel ücretlerde ciddi düşmeler olmuştur. Eldeki yetersiz ve durumu olduğundan iyi göstermek için zorlanmış resmi istatistik verilerine göre yapılan hesaplar bile, 1938-1943 arasında İstanbul'da nominal ücretlerin yüzde 114 artmasına karşılık geçim endeksinin yüzde 247 yükseldiğini, yani reel ücretlerde yüzde 60 civarı bir düşme olduğunu ortaya koymaktadır. 1950'lere kadar kadın ve çocuk işçilerin erkek işçilerden tekstilde 2-4 kat daha az ücret aldıkları; tütün fabrikalarında erkek işçilerin ücretleri 400-450 kuruş arasındayken kadınlarınkinin 225 kuruş, çocukların gündeliklerinin 175 kuruş olduğu bilinir. Ücretlerin bir bölümünün ayni, yani çoğunlukla çalışılan işyerinde üretilen malla ö-denmesi, işçiler açısından geçimi büsbütün güçleştiren bir durumdur.

İstanbul işçilerinin içinde yaşadıkları güç ekonomik koşullar, iş bulunabildiği ölçüde, işçi ailelerinin kadın çocuk bütün fertlerinin iş hayatına atılmasına yol açmış, İstanbul'da sadece aile reisinin değil, ailenin diğer üyelerinin de işçilik yaptığı işçi aileler ortaya çıkmıştır. Başta tekstil, tütün, sigara, gıda olmak üzere, hafif imalat sanayii işyerlerinde kadın işçiler çoğalmıştır. İstanbul'un, Bursa, İzmir vb birkaç sanayi kenti hariç, diğer Anadolu kentlerine göre ücretli kadın emeği açısından geleneği ve üstünlüğü vardır. İki savaş a-rası dönemde bu üstünlük belirginleşmiştir. 1950'lerden sonra İstanbul'da hızla gelişen, 1965 sonrasında ise ana istihdam dallarından birini meydana getiren imalat sanayiinde giderek daha çok işçi ça-

lışmaya başlamış, işçi sınıfının bu nicel gelişmesi Türkiye'nin 1960 sonrası toplumsal, siyasal değişme ve harekeüenmesiyle birleşince, bu hareketliliğin ve gelişmenin merkezi olan İstanbul'da işçi sınıfının gerek yaşam koşulları, gerek toplum içindeki yeri, gerekse bilinç ve örgütlülük düzeyinde önemli yükseliş görülmüştür.

1950'lerden 1980'lere istanbul İşçileri: 1950 sonrasında, nüfusun çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu gecekondu mahalleleri hızla artmış ve yaygınlaşmıştır. Önce Zeytinburnu-Kazlıçeşme bölgesinde başlayan, sonra Haliç sırtlarına ve adlarının sonunun "tepe" ile bitmesinden de anlaşılacağı gibi, İstanbul'un çeşitli tepelerine kurulan (Gültepe, Kuştepe, Çeliktepe, Fi-kirtepe vb) gecekondu mahalleleri sanayileşmeye, İstanbul'a göçe, işçileşmeye bağlı olarak yaygınlaşmıştır (bak. gecekondu). 40 yıl içinde yüzlerce gecekondu mahallesi, sanayi bölgelerinin çevresinde yüzlerce işçi semti oluşmuştur. Bazı gecekondu mahalleleri ve işçi semtleri 1965-1980 arasındaki yoğun siyasal hareketlilik ve solun yükselişi döneminde, kendi tarihlerini, sınıfsal yaşam biçimlerini, buna uygun siyasal eylemleri yaratmışlar ve İstanbul'da ilk kez, işçi sınıfının kimi yaşam ve düşünce biçimi özelliklerinin yansıdığı işçi mahalleleri görülmüştür. 1965-1980 döneminin fabrikalardaki işçi direnişleri, grevleri, işçi eylemleri bu mahallelere taşmış; fabrikalarla mahalleler bütünleşmiş; sol çevrelerin, özellikle gençliğin öncülüğünde işçi semt ve mahallelerinde kültür dernekleri, sosyalist parti veya grupların lokalleri açılmış, çalışma grupları kurulmuş, kadınlar arasında çalışmalara hız verilmiş; 1976 sonrasının çalışmalı siyasal ortamında, bazı gecekondu ve işçi mahallelerinde "kurtarılmış bölgeler" adıyla da anılan, dış müdahale ve saldırılara karşı mahallenin kendini korumasını amaçlayan yapılar doğmuştur.

tŞÇfiLER

294

295

İŞLEMELER

istanbul işçileri açısından 1960-1980 a-rası (özellikle 1967-1980 arası), reel ücretlerde artışlar gözlendiği ve işçi sınıfının ö-ne çıktığı dönemdir. Hâlâ çok geri koşullarda çalışan işyerleri olmakla birlikte, bir yandan yeni grev ve sendika yasalarının getirdiği haklar; öte yandan, o dönemlerin yaygın bir türküsündeki "İşçiden, işçiden esiyor yel" sözlerinde anlatımını bulan, siyasal ibrenin emekten ve soldan yana dönmüş olması; Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonumun (DİSK) ve ister DİSK bünyesi içinde, isterse dışında kalsın birçok sendikanın, sınıf sendikacılığını savunan ve izlemeye çalışan sendikal örgütlenme modeli ve eylemim benimsemesi ve yaygınlaştırması işçi hareketinin merkezi durumundaki istanbul'da işçi kesimini toplumsal ve siyasal olarak öne çıkarmıştır.

1980'e kadar süren bu dönemde İstanbul'da, işyerleri ve işkolları arasında 1960' lara kadar çok hızlı olan işgücü akışkanlığının düşme eğilimi gösterdiği; yani İstanbul işçilerinin önemli kesimlerinde, işçiliğin geçici bir uğraş olmaktan çıkıp bir meslek ve sınıfsal konum olduğu; işçilerin siyasal ve sınıfsal bilinç düzeylerinin yükseldiği; kırsal kökenleriyle bağlarının kopma sürecinin hızlandığı; bazı işkolu ve işyerlerinde birkaç kuşak işçiliğin yerleştiği söylenebilir. Yine bu dönem, ücret ve sosyal haklarda ciddi yükselme olan bir dönemdir.

1980 Sonrasında istanbul işçileri: Bu tablo 1980 askeri darbesinden ve onu izleyen baskı ve yasaklama döneminden sonra değişecek ve bir anlamda tersine dönecektir. 1980 sonrasında İstanbul işçi sınıfı bünyesinde yaşanan en önemli değişiklik, 1980 öncesi işçi kadrolarının büyük ölçüde değişmesi, altüst olmasıdır. Elde bu konuda yapılmış bir araştırma olmamakla birlikte birkaç önemli işyerinin işçi akışkanlığının incelenmesi 1980 öncesindeki işçilerin yüzde 50'ye vardığı tahmin edilen bir oranının eski işlerinde, belki de artık işçilikte olmadıklarını ya da istanbul dışına çıktıklarını göstermektedir. 10 yıl içinde, işten çıkarmalar, ayrılmaya mecbur bırakmalar, küçük ama öncü bir azınlık için tutuklama vb zorbalıklarla, işyerinin kapanması, kıdem tazminatları ödenerek eski işçilerle bağların kesilmesi gibi yollarla, 1980 öncesinin sendikal ve siyasal eylemde deneyimli işçilerinin ö-nemli bölümü işyerlerinin dışına çıkarılmıştır. Yerlerine, 1980'den sonra olağanüstü hızlanan iç göçle gelen ve büyük bir yedek işsizler ordusu oluşturan kırsal kökenli kesimden işçi alınmış, böylece 1960-1980 döneminde işyerlerinde gözlenen iş akışkanlığının azalması eğiliminin yerini tersine bir eğilim almıştır. Yeni gelenler çoğunlukla niteliksiz işçi olduklarından büyük bölümüyle mevsimlik işlere, inşaat işçiliğine, taşımacılık vb sektörlere kaymışlar ve Osmanlı döneminin bekâr uşaklarını andıran bir kesim oluşturmuşlardır. İşçi mahallelerindeki yaşam da hızla değişmiş, işçi hareketinin gerilemesine ve 1980 sonrası dönemin siyasal ortamına

bağlı olarak gecekondu mahalleleri ve işçi semtlerinde bu defa radikal sağ ve dinci güçler ağırlık kazanıp mahalleler üzerinde denetim kurmuşlar, 1980 öncesinin kişi, fikir ve eylemlerinin dağıtılıp unut-turulmasına önem vermişlerdir. Ayrıca işçilerin ekonomik durumları, işkolları ve asıl sendikal haklarında çok ciddi bir gerileme olmuş; aradaki 10 yılda, bir önceki İstanbul işçi kuşağından oldukça kopuk bir işçi kuşağı ortaya çıkmıştır.

1993'ün son aylarında istanbul'da 25 ve daha fazla işçi çalıştıran imalat sanayii işyerlerinde bütünü temsil edecek bir ör-neklemle seçilmiş 1.100 işçi üzerinde yapılan kapsamlı bir çalışma (DlSK-AR, Sanayi İşçisinin Kimliği Araştırması), 1994'e doğru İstanbul işçilerinin, görece kalifiye ve belli bir işe bağlı olan bir bölümünün profilini ortaya koymaktadır.

Araştırma sonuçlarına göre, bu işçilerin yarısı istanbul'a 1980 sonrasında gelmiştir. Bu bulgu, istanbul işçi kadrolarının 1980 sonrasında büyük ölçüde değiştiği varsayımım doğrulamaktadır. İstanbul'a 1970 öncesinde yerleşenler sadece yüzde 18 civarıdır. İstanbul'a dışarıdan gelenlerin yalnız yüzde 14,3'ü İstanbul'a gelmeden önce de işçilik yapmakta, yüzde 48,6' sı daha önce işsiz olduğunu belirtmekte, yüzde 10,2'si de tarım kesiminden gelmektedir. İmalat sanayii gibi, görece daha deneyimli ve kalifiye işçi kullanan kesimdeki bu oranlar, inşaat, mevsimlik işçilik vb kalifikasyon gerektirmeyen işlerde çalışanlar da hesaba katılacak olursa, son 15 yılda genel olarak İstanbul'un, özel olarak da istanbul işçi sınıfının geçirdiği yapısal değişmeyi ortaya koyar. 1980 sonrası gelen işçilerden yüzde 42,4'ü kente tek başlarına çalışmak üzere gelmişler, diğerleri ise aileleriyle birlikte göç etmişlerdir.

İmalat sanayiinde çalışan İstanbul doğumlu veya 1980 sonrasında kente gelmiş tüm işçilerin yüzde 30,5'i, genel göç eğilimine de uygun olarak Karadeniz Böl-gesi'ndendir. Onları yüzde 17,5 ile İç Anadolu Bölgesi'nden gelenler ve yüzde 16,4 ile Doğu ve Güneydoğu'dan gelenler izlemektedir. Göç araştırmalarının sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, özellikle 1985 sonrasında Doğu ve Güneydoğuluların ağırlığının arttığı, hattâ öne geçtiği söylenebilir (bak. göç). Bütün işçiler arasında, aslen İstanbullu olanlar yüzde 14 civarındadır.

Anket uygulanan gruptan elde edilen verilere göre, 30 yaşından genç olanlar tüm işçiler arasında yüzde 63'lük bir ağırlık oluşturmaktadırlar. Bu da, 1980 öncesi işçi kuşağından ciddi bir kopma olduğu ve 1980 sonrasında yeni bir işçi kuşağının geldiği varsayımını doğrulamaktadır.

istanbul'a dışarıdan gelmiş olan işçilerin yüzde 68'i aşkın bölümü istanbul'a iş bulup çalışmak için gelmiş; yüzde 23' lük bir bölüm ise ailesiyle birlikte göç e-dip işe girmiştir. İlgi çekici bir nokta işçilerin yüzde 86'ya yakın bir oranının, geldikten sonra hemen veya en geç 6 ay i-çinde iş bulduklarını söylemeleridir. 1980 sonrasında imalat sanayiinde istihdam talebi bir ölçüde artmış da olsa, yeni gelen-

lerin aslında yedek işsizler ordusu görevini yerine getirdikleri ve yukarıdaki kısaca değinilen nedenlerle tasfiye edilen 1980 öncesi eski kuşak işçilerin yerini aldıkları anlaşılmaktadır.

İşçilerin eğitim durumları incelendiğinde yüzde 56'sının ilkokul mezunu olduğu; yüzde 22,4'ünün ortaokulu, yüzde 17,5'inin liseyi bitirdiği; yüzde 2,8'lik hiç eğitim görmemiş bir kitleye karşılık yüzde 1,4'lük bir yükseköğrenimli işçi kesimi olduğu anlaşılıyor. Lise ve yüksekokul mezunlarının yüzde 19'a varan oranları genç kuşaklarda bir işçileşme olgusunu haber verirken, neredeyse yüzde 60'a varan hiç eğitilmemiş ve ilkokul mezunu o-ranı, yeni kuşak sanayi işçilerinin de ö-nemli bölümlerinin meslek eğitiminden geçmediğini ortaya koyuyor.

işçilerin işe ilk başladıklarında çalıştıkları sektörler öncelikle dokuma ve deri sektörü (yüzde 33) ve metal sektörüdür (yüzde 28,5). 1980 öncesi işçilerin yeni kuşak işçilerle en fazla bu sanayi dallarında öncelikle yer değiştirdiği anlaşılıyor. Yine yüzde 9'u aşan bir bölüm de otel, lokanta, kahvehane gibi istanbul'un her zaman geniş istihdam olanakları sunan bir sektöründe iş bulmuştur.

Yine aynı araştırmanın verilerine göre 1990'lar İstanbul'unda imalat sanayi işçilerinin yüzde 12,3'ü sigortasızdır. Yüzde 74,4'ünün çalıştığı işyerinde sendika yoktur. İmalat sanayiinde çalışan işçilerin sadece yüzde 22,5'i sendikalıdır. Bu işçilerin yüzde 11,2'si çalışma yaşamlarında herhangi bir greve katılmış, yüzde 88,5'i hiç grev yaşamamıştır. Bu son bulgular da günümüz İstanbul işçisinin 1980 öncesinden ne kadar farklı olduğunu göstermektedir.

1994'e gelindiğinde İstanbul işçilerinin siyasal eğilimleri ve genel dünya görüşleri de aynı durumun bir başka yansımasıdır. Yüzde 29'a yaklaşan bir oran siyasal e-ğilimleriyle ilgili hiçbir açıklama yapmamış ya da kararsızlık belirtmiştir. Yüzde 49,5'lik bir bölüm merkez sağ, aşırı sağ ve dinci siyasal partileri, yüzde 21,2'lik bir bölüm Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Demokratik Sol Parti (DSP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) gibi sosyal demokrat sayılan partileri, sadece yüzde 0,5'lik bir bölüm sosyalist partileri tercih etmektedir, işçilerin yüzde 53'ünden fazlası son 10 yılda Türkiye'nin geliştiği, ilerleme kaydettiği kanısındadır. Öte yandan, yüzde 66,2'si kadınların ekonomik hayata girmeleri ve çalışmalarından yanadır. Yüzde 31,2'si serbest piyasanın bolluk içinde kalkınma yaratacağı görüşündedir; yüzde 66,7'si ise devlet denetiminin de zorunlu olduğunu savunmaktadır..

işçilerin ağırlıklı bölümü (yüzde 54,8) memleketlerindeki topraklarıyla ilişkilerini kesmemişlerdir. Yüzde 79,4'ünün memleketlerinde hâlâ kalabilecekleri bir evleri veya çok yakın aile bağları vardır. Şu anda İstanbul'da oturduğu evin sahibi o-lanlar tüm kitlenin yarısına yakındır. Kendi cevaplarına göre sadece yüzde 12,9'u gecekonduda oturuyorsa da, müstakil evde oturanlarla kiracı olanların bir bölümü-

nün de aslında gecekondu mahallelerinde yaşadıkları varsayılabilir (1987'de İstanbul'da çeşidi gecekondu bölgelerinde 2.000 haneyi kapsayan Devlet Planlama Teşkilatı Sosyal Planlama Dairesi'nin araştırmasına göre, gecekondularda yaşayanların yüzde 56'sı işçidir).

istanbul imalat sanayii işçilerinin yüzde 75'inin aylık harcamaları (buradan hareketle de gelirleri) 5.000.000'un altında, sadece yüzde 12,5'inin geliri 6.000.OOO'un üstündedir. Yüzde 35,4'ünün geliri ise 1-3.000.000 lira arasındadır. Yaşam düzeyi hakkında fikir edinebilmek için evlerinde bulunan eşyalara bakıldığında, yüzde 93' ünün buzdolabının, yüzde 85'inin renkli TV'sinin, yüzde 84,1'inin teypinin, yüzde 58'inin elektrik süpürgesinin, yüzde 86'sı-nın çamaşır makinesinin olduğu; otomobili olanların da yüzde 10,3'e vardığı görülmektedir. İmalat sanayiinde çalışan bu işçiler arasında teknik eleman vb düzeyinde ve 6.000.000 aylık gelirin üstünde yüzde 12,5'lik bir kesimin varlığı hatırlanırsa, bu sonuçlar beklenmedik değildir.

İstanbul işçilerinin sadece imalat sana


yiinde çalışanlardan ibaret olmadığı; ula
şımdan istihraca, hizmet işçilerinden inşa
ata kadar diğer kesimlerle birlikte 1990
sayımına göre toplamı kayıtlara geçmiş
1.500.000'i, aslında bundan çok yüksek
bir rakamı bulan bir işçi kitlesinin varlığı
hesaba katılınca ve bu kesimler arasında,
İstanbul'a 1980 sonrasında gelmiş, kalifi
ye olmayan, kırsal kesimlerden yeni kop
muş genç işçi nüfusun fazlalığı hatırlanın
ca, 1990'larda İstanbul'un işçi profilinin
ve işçi yaşamının 1980 öncesinden farklı
olduğu; bu farklılığın gelecekte yaşanacak
ekonomik, toplumsal, siyasal çalkantı ve
gelişmelere göre daha da artacağı anla
şılmaktadır. ,

-H- OYA BAYDAR



Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   71   72   73   74   75   76   77   78   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin