Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi. (Zuhruf Suresi, 54)
Hiçbir bilimsel delili olmayan evrim fikrini ortaya atan ve tarih boyunca da kesintisiz olarak bir üstünlük iddiası adına kullanan ise elbette İngiliz derin devletidir.
Oysa evrim iddiası tümüyle bir aldatmaca, tarihin en büyük bilim sahtekarlığıdır. Canlılar evrimleşmemiş, yaratılmışlardır. Bilim dallarının tümü, canlıların aniden, mükemmel özellikleriyle ortaya çıktıklarını göstermektedir. Mikrobiyoloji ve genetik, tek bir proteinin dahi kendi kendine meydana gelemeyeceğini açıkça ortaya koyarken, 700 milyondan fazla fosil canlıların evrimleşmediklerini ilan etmiştir. 700 milyon fosilin arasında tek bir tane bile ara geçiş fosili yoktur. Bu fosillerin tümü, canlıların milyonlarca yıl önce bugünkü görünümleriyle var olduklarını ispatlamıştır.
Dolayısıyla insan, hayvandan türemiş olan başıboş, amaçsız, şuursuz ve sorumsuz bir varlık değildir. İnsan, Allah'tan bir ruh ile yaratılmıştır, dünyada bir imtihan ortamındadır ve yaptıklarından sorumludur. İnsanın Allah'ın ruhunu taşıdığı ayetlerde şöyle belirtilmiştir:
Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer (insan) yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona Ruhum'dan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr Suresi, 28-29)
Yaratılmış ilk insan olan Hz. Adem (as)'dan bu yana, tüm insan toplulukları, kendilerine doğruyu getiren peygamberleri ve medeniyetleriyle birlikte var olmuşlardır. "İlkel insan" hiçbir zaman olmamıştır; bu bir safsatadır. Her ırk, Hz. Adem (as)'ın soyundandır. Dolayısıyla, bir ırkın diğeri üzerinde üstünlük iddia etmesinin ne mantığı ne de vicdani bir haklılığı vardır. Asıl önemlisi bu iddia, Allah'ın Katında tümüyle geçersizdir.
İngiliz derin devleti, işte bu gerçeğe savaş açmış olduğundan, evrim teorisini, bilim tarafından tamamen yalanlanmasına rağmen tarihin en eski dönemlerinden bu yana kendi kirli stratejisi için bir koz olarak kullanmıştır.
Eski Sümerler ve Mısırlılardan beri var olan bu Deccal yalanı, özellikle 19. yüzyılda, İngiliz derin devleti tarafından daha organize bir şekle dönüştürülmüştür.
Bu dönem, İngiliz derin devletinin sömürgeler yoluyla dünya hakimiyetini en güçlü hale getirdiği dönemdir. İngiliz derin devletinin kolonilerde gerçekleştirdiği katliamlar, işkenceler, eziyetler ve diğer insanlık dışı eylemler 1800'lerin ilk yarısında İngiliz kamuoyunda büyük tepkiler oluşturmaya başlamıştır. Sağduyu sahibi İngilizler bu vahşetleri sorgulamaya başlamış ve itiraz sesleri gitgide yükselmiştir.
Ancak İngiltere'nin ekonomik ve askeri gücünü tüm dünyaya yaymasının ana kolu olan sömürgecilik düzeninin devamı İngiliz derin devleti için yaşamsal öneme sahip olduğu için İngiliz kamuoyunu yatıştıracak çözümler bulma zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
İşte İngiliz kolonilerindeki vahşi katliamların ahlakdışı bir yönü bulunmadığını savunmak için İngiliz derin devleti önce Malthus Nüfus Teorisi'ni ortaya attırmıştır. Bu teorinin temeli olan "insan nüfusunun geometrik olarak, besin maddelerinin ise aritmetik olarak arttığı, açlığı önlemek için insan nüfusunu sınırlamak gerektiği" tezine dayanarak kolonilerdeki katliamları savunmaya çalışmıştır. Bunun İngiliz kamuoyunu sakinleştirmeye yeterli olmaması üzerine bu defa "evrim" yalanı gündeme getirilmiştir. İngiliz derin devleti, bu büyük yalanı güya "bilim" gibi pazarlayarak sömürgelerdeki insanların ilkel türler olduğunu, bunları katletmenin başka bir hayvanı katletmekten farklı olmadığını savunmuştur. Gladstone'dan Churchill'e derin devletin bütün sözcüleri bu yalanı tekrarlamıştır.
Şu an tüm dünya ülkelerinin okullarında ve üniversite kürsülerinde okutulan evrim teorisi sahtekarlığı, işte bu stratejinin bir ürünüdür. Konuyla ilgili detaylı bilgileri, kitabın 1. cildinde bulabilirsiniz.
Charles Darwin, İnsanın Türeyişi isimli kitabında, insan ırklarının sözde evrimin farklı basamaklarını temsil ettiğini ve bazı insan ırklarının, diğer insanlara göre daha çok evrimleşmiş ve ilerlemiş olduğunu iddia etmişti. Öyle ki Darwin, bazı ırkların, neredeyse maymunlarla aynı düzeyde olduğunu iddia etmişti. Irklar arasındaki bu sözde farklılık ise, Darwin'in meşhur, bir o kadar da yanlış inancı olan "yaşam mücadelesi" ile aşılabilirdi. Darwin, sözde "gelişmiş" olan insan ırklarının, sözde "gelişmemiş" olanlar üzerinde baskın olması gerektiğini savunuyordu. Böylelikle "güçlüler" sözde kayırılırken, "güçsüzler" sözde elenecekti.
Darwin'in bu çarpık zihniyetine göre kayırılmış ırklar Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da Afrikalı ırkların ise yaşam mücadelesinde "geri kalmış" olduklarını iddia ediyordu. Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların, dünya üzerindeki "yaşam mücadelesi"ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını ileri sürmüştü:
Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahşi ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da ... kuşkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boşluk daha da genişleyecek. Bu sayede ortada şu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve şu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.99
Hiçbir bilimsel temele dayanmayan ve tümüyle sömürü sistemini savunmak için ortaya atılan Darwin'in teorisi ve onun ırkçı yönü, 19. yüzyılın ikinci yarısında, kendine çok elverişli bir zemin buldu ve teori İngiltere'de etki oluşturdu.
Bu etkinin bir örneğini, Londra Etnoloji Derneği üyesi Dr. James Hunt'ın Newcastle'da yaptığı bir konuşmada görmek mümkündür. Hunt 1863'te Britanya Bilimi İlerletme Derneği'nin bir toplantısında "zenci"nin maymun ile "Avrupa insanı" arasında kalan ayrı bir insan türü olduğunu ileri sürmüş, ayrıca siyahilerin ancak "Avrupalıya doğal bağlılık halinde daha insani hale gelebileceğini" iddia etmişti. Konuşmasında vardığı sonuç ise "Avrupa uygarlığının zencinin karakterine uygun olmadığı" yönünde olmuştu.100
Bu mantığa göre madem ki zencilerin medenileşmesi için Avrupa'ya gelmeleri uygun değildi, o zaman İngiltere Afrika'ya giderek onları medeniyetle tanıştırabilirdi. Bu, sözde "medenileşmemiş" tüm ırklar için geçerliydi. Bu zihniyet İngiliz derin devletine, Avustralya'dan Hindistan'a, Afrika'dan Güney Amerika'ya kadar dünyanın pek çok yerinde hak iddia etme yetkisi vermişti. Mafya sistemi, aradığı sahte bilimsel temeli bulmuştu. (Tüm zencileri ve adı geçen diğer ırkları tenzih ederiz)
İngiliz derin devleti açısından bu meşrulaştırmayı tam olarak sağlayacak ırkçı yaklaşım Darwin'den sonra, 1883 yılında Darwin'in kuzeni Francis Galton'dan geldi.101 Galton, yaklaşımını, Darwin'in evrim teorisi ve doğal seçilim iddialarına bağlı kalarak oluşturdu.102
1869 yılında Hereditary Genius (Kalıtsal Deha) adlı kitabında Galton, "insanın doğal yeteneklerinin kalıtsal kökenli olduğunu", "eşit donanımlı iki tür hayvan içinde en zeki olanın yaşam kavgasında üstün çıkmasının kesin olduğunu" iddia etmişti. Daha da ileri gitmiş ve 16 puanlı bir ırksal zeka ölçeğinde bir "zencinin bir İngiliz'den iki kademe aşağıda olduğu" iftirasını atmıştı.103
Aynı dönemde çeşitli felsefeciler de devreye girmiş, Herbert Spencer ve John Stuart Mill gibi materyalistler, toplumu, kendine özgü doğa yasalarının işleyişiyle evrim geçiren bir organizma şeklinde tanımlamışlardı. Önerdikleri aslında, Sosyal Darwinist bir toplum örneğiydi. Adam Smith ve Marks'ın kendisine kaynak olarak aldığı materyalistlerden David Ricardo, Thomas Malthus, Charles Darwin ve Herbert Spencer İngiliz derin devletinin yaptığı zulümlere toplum nezdinde sözde meşruiyet kazandırmışlardı. Bu sahte bilim dininin temelleri ise, hatırlanacağı gibi, İngiltere'de Kraliyet Akademisi (Royal Society) bünyesinde atılmıştı.
Bu ırkçı zihniyetin sonuçları elbette korkunç oldu. İngiliz derin devleti, ülkeleri hem sömürdü, hem de bu ülkelerde dehşet yaşattı.
Dostları ilə paylaş: |