İngiliz Derin Devletinin Hindistan'ı Bölme Planı
Hindistan'ın İngiliz derin devletinin istediği şekli alması, bölünmesi ve bir tarafta kullanılacak Hintlilerin, bir yanda da ezilecek Müslümanların bırakılması çok eski bir plandır. İngiliz tarihçi Mark Curtis bu gerçeği, Secret Affairs: Britain's Collusion with Radical Islam (Gizli İlişkiler: İngiltere'nin Radikal İslam İle Gizli Anlaşması) isimli kitabında şöyle anlatmıştır:
İngilizlerin Hindistan hakkında oluşturduğu bilgilerin, ki buna akademik araştırmalar da dahil, kasten mezhep ayrılığına dayandırıldığı, Müslümanlar ve Hintliler arasındaki farklılıkların özellikle ön plana çıkarıldığı uzun zamandır birçok kişi tarafından dile getirilmiştir. Örneğin 1895-1904 arası Genel Vali olan Lord Curzon'a yazan Hindistan'dan Sorumlu Devlet Bakanı George Francis Hamilton, Lord Curzon'a şu önerileri vermiştir: "Ders kitaplarını öyle hazırlamalısınız ki topluluklar arasındaki farklılıklar daha da güçlenmeli ... Eğer eğitimli Hintlileri tamamen farklı düşüncelere sahip iki bölüm olarak ayırabiliyorsak, bunu yapmalıyız. Bu farklılık, eğitimin, hükümet sistemimize yönelteceği saldırıya karşı elimizi güçlendirecektir." Bombay'ın 19. yüzyıl Valisi William Elphinstone da "'böl ve yönet' Romalıların sloganıydı, bizim de olmalı" demiştir. Bu görüş İngiltere'nin Hindistan hakimiyetinin önemli bir parçası olmuştur. Devlet Bakanı Wood, 1862-63 arası Hindistan'ın genel valisi olan Lord Elgin'e yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: "Hindistan'daki gücümüzü bir grubu diğer gruba karşı kışkırtarak koruduk. Bu şekilde yapmaya devam etmeliyiz. Dolayısıyla insanların ortak bir hissiyata sahip olmasını engellemek için elinden gelen her şeyi yap." Hindistan'ın diğer bir eyalet sekreteri Vikont Cross da, Vali Lord Dufferin'a şöyle demişti: "Bu dini farklılık bizim çok avantajımıza".197
İngiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sırasında gündeme getirdiği Hindistan'ın bölünme planlarını II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla ertelemek zorunda kalmıştır. II. Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra bu konuyu tekrar, daha güçlü bir şekilde gündemde tutmuştur. Hindularla Müslümanlar arasında ciddi ayrılıklar çıkarmış ve iki topluluğun bölünerek farklı devletler oluşturmalarının "kendi yararlarına" olacağı telkinini yapmıştır. Bunun için kendi etkisinde tutabileceği kişiler tayin etmiş, bu kişilerin, kendi topluluklarını provoke etmelerini sağlamıştır. Plan ise şudur: Britanya Hindistan'ında Hindu nüfusun fazla olduğu bölgelerde Hindulara ait bir Hindistan devleti, Müslüman nüfusun fazla olduğu bölgelerde ise Müslümanlara ait bir Pakistan devleti kurulması.
İngiliz derin devleti Hindistan'a ayak basmadan önce, bu iki topluluk arasında hiçbir anlaşmazlık bulunmamaktadır.198 Dahası, o tarihlerde Müslümanların egemenliği ve zenginliği söz konusudur. Ancak daha sonra İngiliz derin devletinin etkisi ile Hindular ve Müslümanlar arasındaki fark hızla Müslümanların aleyhine bozulmuştur. Fransız tarihçi Marc Ferro bu değişimi şöyle anlatır:
İngilizlerin sayesinde Müslümanlar önce hakimiyet, sonra da egemenlik konumlarını yitirerek, iktidardaki konumlarından süpürülmüşlerdi. Daha sonra da, geleneğin yeniden değerlendirilmesiyle, kendilerini her türlü öncelikten saf dışı edilmiş bulmuşlardı. Son olarak da, iş dünyasının büyük hareketlerine katılanlar ve başlarda önemsiz olup da sonraları gerçek bir ekonomik ve politik güç haline gelen zenginliğiyle kapitalist yerli burjuvazinin içinde yer alanlar, artık yalnızca Hindular idi.199
İngiliz derin devleti, Hinduları hızla siyasete ve Hindistan'ın yönetimine dahil etmiş ve onların Müslümanlara karşı daha üstün bir statü kazanmaları için çalışmıştır.200 İngiliz derin devleti, Allahabad şehrinde Müslümanlar için ayrı, Hindular için ayrı seçimler uygulayarak ayrılıkçılığı resmen teşvik etmiştir.201 Tüm bu politikaların sonucu Hindular ile Müslümanlar arasındaki çekişmenin, şiddetli çatışmalara dönüşmesi sağlanmıştır.
II. Dünya Savaşı'nın da etkisiyle İngiltere için Hindistan'daki varlığını devam ettirmenin maliyeti çok yükselmiş, ülke bir külfet haline gelerek tüm cazibesini yitirmiştir. Tüm bu koşullar İngiltere'nin –sadece fiili olarak– Hindistan'ı terk etmesine yol açmıştır.
15 Temmuz 1947'de Birleşik Krallık Parlamentosu Hindistan'ın Bağımsızlık yasasını kabul ederek İngiliz yönetiminin bir ay sonra sona ermesini öngörmüştür. Son Hindistan Genel Valisi olan Lord Mountbatten, 14 Ağustos 1947'den itibaren Hindistan'ın bağımsız olduğunu; ancak Hindistan ve Pakistan olarak ikiye bölündüğünü ilan etmiştir.
Bu kararla Hindistan'ın içindeki yönetimsel yapılar ve bölgeler, ilan edilen iki devletten birine bağlanma ya da bağımsızlık kararı verme noktasına gelmiştir. Ancak hem İngiliz Hükümeti hem de Hinduları temsil eden Kongre Partisi bunların Hindistan'a bağlanmaları yönünde propaganda yapmıştır.202 Şüphesiz bunda Hindistan'daki Kongre Partisi'nin aslında İngilizler tarafından kurulmuş olmasının etkisi büyüktür.203
Kamuoyuna Pakistan'ın Müslümanların ülkesi, Hindistan'ın da Hinduların ülkesi olacağı duyurulmuştur. Ancak İngiliz Hindistan'ında Müslümanlarla Hinduların yaşadıkları yerler birbirinden kolaylıkla kopabilecek ayrık bölgeler şeklinde değildir. Çünkü iki toplum yüzlerce yıl birbirine geçmiş bir halde yaşamıştır.
Haziran 1947'de hangi ülkeye hangi bölgelerin verileceğini belirlemek üzere Sir Cyril Radcliffe başkanlığında Bengal ve Pencap için iki ayrı komisyon oluşturulmuştur.
Radcliffe, görevine atanmadan önce Hindistan'ı hiç ziyaret etmemiştir. Hindistan hakkındaki bilgisi ve deneyimi oldukça yetersizdir. Radcliffe ve komisyon üyeleri, üstlendikleri bu görev için gereken uzmanlığa sahip değildirler. Bölgeler ile ilgili istatistiki bilgileri toplamak için bile zamanları yoktur. Üstelik, bir sınır çizmek için gerekli olan prosedürleri ve detaylı bilgileri kendilerine verecek danışmanları da yoktur. Ancak bunlara rağmen söz konusu kişilerden görevlerini hemen yapmaları istenmiştir. Görev ise, Hindistan'ı bölmek ve ülkede kargaşa çıkarmaktır.204
Komisyonların, 5 hafta gibi kısa bir sürede yüz milyonlarca insanı etkileyecek bir çalışma yapması gerekiyordu. Ancak Hindistan'a özgü coğrafi ve etnik koşullarda bu oldukça zordu. Üstelik Müslüman ve Hinduların arasında üçüncü bir toplum olarak Sihler de vardı. Dolayısıyla Pencap'ta Müslümanlar ve Hindularla birlikte Sih topluluğunu da göz önünde bulunduran bir sınır çizilmeliydi.
General Hastings Lionel Ismay, Sihler söz konusu olunca devreye girmiş ve Hint Ordusu için binlerce asker sağlayarak İngiltere Krallığına hizmet ettikleri için Sihlerin kayırılmasını istemiştir. İngiliz derin devletinin kışkırtmasıyla Sihler de bir tarafta kalmayı değil, kendi devletlerinin kurulmasında ısrarcı olmuşlardır.205
Ülkenin, Hindistan ve Pakistan olarak ayrılmasının ardından Bangladeş de, Doğu Pakistan adıyla ayrıldı. Hindistan'ın elinde kalan topraklar bu iki Pakistan'ı birbirinden ayırıyor ve bağlantıyı kesiyordu. Ayrıca Doğu Pakistan olarak kalan toprakların, İngiliz işgalcilerin özellikle ihmal ettiği topraklar olması, zaman içinde çeşitli problemlere yol açtı. Burası, İngiliz derin devleti tarafından cazip görülmeyen alanlardı. Dolayısıyla içindeki insanlarla birlikte bu toprakların izole bir yerde bulunmalarında bir sakınca görülmüyordu. (Bengalli kardeşlerimizi tenzih ederiz) Doğu Pakistan Devleti'nin resmi dili konusunda da bir anlaşmazlık çıktı. Çünkü Doğu Pakistan halkı çoğunlukla Bengalce, Batı Pakistan halkı ise Urduca konuşuyordu. Bu ve benzeri problemler, İngiliz derin devletinin teşviki ile 1971'de iki Pakistan'ı bir iç savaşa götürdü. Savaşa, çok sayıda Hindu'nun ülkesine geçmesini bahane eden Hindistan da müdahale etti. Hindistan müdahalesi Pakistan yönetimini zor durumda bıraktı. Dolayısıyla Pakistan kuvvetleri daha fazla direnemedi ve 16 Kasım 1971'de Doğu Pakistan'ı kendi haline bıraktı. Bu tarihten sonra iki Pakistan arasındaki savaşa müdahale etmiş olan Hindistan kuvvetleri Batı Pakistan'dan ayrılan Bangladeş'i Mart 1973'e kadar işgal altında tuttular.
İşte, İngiliz derin devletinin tetiklediği kardeş kavgaları, bugün hala süren Hindistan-Pakistan gerilimini, Pakistan-Bangladeş kavgasını ve iç acıtıcı idamlarla gündeme gelen Bangladeş İç Savaşı'nı doğurmuştur. İngiliz derin devleti girdiği bir yere daha anarşi, terör, savaş, kan, vahşet, yokluk, kıtlık getirmiştir.
İngiliz derin devletinin sömürgelerinde işlediği suçları konu alan bir çalışmada, Radcliffe Hattı olarak isimlendirilen sınırın belirlenmesi konusunda yaşananlar şöyle anlatılıyor:
1947'de Britanya İmparatorluğu'nun bir memuru olan Radcliffe, tarihte tek bir kalem hareketiyle en fazla insanı öldüren kişi olmasıyla bilinir. Kendisini hazırlaması için neredeyse hiç zamanı olmayan Radcliffe, Hindistan ve yeni kurulmuş Pakistan arasındaki, bu kıta parçasının sonsuza dek sürecek dini ayrımını belirleyecek olan sınırların çizilmesiyle görevlendirilmişti. Bu, dikkatle yapılsa bile yoğun şekilde göçe ve etnik çatışmalara neden olma potansiyeli olan zor bir görevdi. Radcliffe'ten, bir de en önemli kararları tek bir öğle yemeği sırasında alması beklendi.
Sonuç, ne etnik ne de coğrafik açıdan mantığı olmayan bir sınır oldu. Yanlış tarafta kalmanın dehşetine kapılmış olarak, modern Pakistan'daki Hindular ve modern Hindistan'daki Müslümanlar ellerine sopaları alıp koşmaya başladılar. Sonuç, 30 milyon insanın çaresizce bir ülkeden ya da diğerinden kaçmaya çabalamasıydı; zihin-uyuşturan ani bir şiddet sarmalı doğdu.206
Radcliffe işini bitirip Hindistan'dan ayrılmadan önce bölüşüm ile ilgili tüm belgeleri yok etti.207 Ardında 500 bin kişinin ölmesine ve on milyonlarca insanın göç etmesine yol açacak sınırları bırakarak İngiltere'ye döndü. Yaptığı bu sözde hizmetin ödülü, İngiliz derin devletinin en merkezi kurumu olan Privy Konseyi'ne üyelik oldu.208
Parçalama ve yerel halkları birbirine düşürme, İngiliz derin devletinin çok iyi bilinen bir taktiğidir. Bunun en acı örneklerinden bir tanesi Hindistan üzerinde uygulanmıştır. Halen devam eden çatışmalar, kardeş iki halk olan Müslümanlarla Hindular arasındaki anlaşmazlıklar, hep İngiliz derin devletinin ürünüdür. İngiliz derin devleti, çok iyi bilindiği gibi, kendi yancılarını devreye soktuktan ve kargaşa ortamını oluşturduktan sonra, söz konusu ülkelerden fiilen ayrılmaktadır. Bu taktiksel ayrılış, hiçbir zaman gerçekleri yansıtmamaktadır. İngiliz derin devletinin eli, gerek askeri, hukuki ve siyasi anlamda, gerekse yancılar bakımından halen, ayırıp parçaladığı bu devletlerin üzerindedir.
Yemen
Akdeniz ile Hint Okyanusu arasındaki güzergahta, Yemen'in en önemli körfez şehri olan Aden, ticari öneminin yanında, son derece stratejik bir konuma da sahiptir. Çünkü Aden'e hükmeden, Bab'ül Mendep boğazına, dolayısıyla Hint Okyanusu ve Akdeniz arasındaki tüm deniz trafiğine hükmedebilmektedir. İşte bu nedenle 18. yüzyılın sonlarından itibaren Aden, büyük bir deniz gücüne sahip olan İngiliz derin devletinin ilgisini çekmiştir.
İngiliz derin devleti, Aden'in kontrolü için İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'ni kullanmıştır. Bu şirketin, gemilerini bu bölgeye getirip götürmeye başlaması, ilerleyen zamanlarda İngilizlerin buraya ilgisinin artacağının işareti olmuştur.209
İngiliz derin devleti, çeşitli entrikalar ve rüşvet yoluyla uzun zaman boyunca Aden'i ele geçirmeye çalışmıştır. İngiliz derin devletinin bu teşebbüsleri sonuç vermeyince, Arap korsanların İngiliz ticaret gemilerine engel oldukları bahanesi kullanılmış ve şehir, İngilizler tarafından tam anlamıyla gasp edilmiştir. İngiliz Kaptan Stafford Bettesworth Haines, 19 Ocak 1839 tarihinde Sultan ve ailesini şehri terk etmek zorunda bırakarak işgali tamamlamıştır.210
İngilizler Aden'i aldıktan sonra Aden çevresindeki bağımsız sultanlar ile bağlantı kurmuşlardır. Yemen İmamı'nın karşı çıkmasına rağmen bölgedeki sultanlar ile dostluk ve koruma anlaşmaları yapmışlardır. Bu anlaşmalarla Yemen'in 1840 yılında ikiye bölünmesini sağlamış ve Güney Yemen'i idare altına almışlardır.211
İngiliz derin devletinin Yemen'i ele geçirmek için kullandığı başlıca yöntem rüşvet olmuştur. İngiliz derin devleti, Yemen'de geniş topraklar üzerinde yetkisi olan şeyhleri, "kira" adı altında ödenecek rüşvetler yoluyla kendi otoritesine biat etmeye ikna etmiştir. Bazı şeyhler bu küçük düşürücü rüşvete tamah ederek İngiliz derin devletinin yancıları haline gelmiş ve Osmanlı'ya savaş açmışlardır.212
Yemen'deki ticari faaliyetler İngiliz derin devletinin gücüne güç katmasını sağlamış ve Aden, Kraliçe Victoria'nın tahta çıkmasından sonra İngiliz İmparatorluğu'na eklenmiştir.213 Aden, 1937 yılına kadar İngiliz derin devletinin Hindistan'daki mensuplarınca Aden Kolonisi adı altında yönetilmiştir.
1960 yılında Aden'in idaresi konusunda, İngiliz derin devletine bağlı güçler ile Yemenliler arasında büyük bir mücadele gerçekleşmiştir. İngilizler, isyanı bastırmak için, açtıkları işkence merkezlerini kullanmışlardır. İngiliz derin devletinin sömürgelerinde işlediği büyük insanlık suçlarına yer verilen bir internet sitesinde, Yemen'de yaşananlar şöyle anlatılmıştır:
Sert ve acımasız; bu merkezler, Kim Jong-Un'un bile gördüğünde fenalaşacağı kadar korkunç bir tür vahşete ev sahipliği yaptı. Tutuklular, çırılçıplak soyuldu ve donma ve zatürreye yol açacak şekilde buzdolabı hücrelerinde tutuldu. Gardiyanlar, sigaralarını mahkumların derileri üzerinde söndürürlerdi ve dayak çok yaygındı. Ama belki de en kötüsü cinsel aşağılamalardı. Gözaltındaki yerliler, cinsel organlarının gardiyanlar tarafından ezilmesini ya da metal bir çubuğa çıplak şekilde oturmaya zorlanmayı bekleyebilirlerdi.
1966 yılı itibariyle, bu tacizlere ilişkin bir Af Örgütü Raporu küresel boyutta öfkeye neden oldu. Uluslararası kınama ile karşı karşıya kalan İngiltere, özür diledi. Sonra işkence merkezlerini bir sene boyunca kullanmaya aynen devam etti.214
Yemen tarihi, İngiliz derin devletinin kullandığı yöntemleri anlamak bakımından tam bir kılavuz niteliğindedir. Tehdit, şantaj, rüşvet, aşağılama, kışkırtma, haraç alma, sömürme, gasp etme İngiliz derin devleti için vazgeçilmez yöntemlerdir. Bu konunun en büyük mağdurlarından biri Yemen olmuştur. Bunun nedeni, Yemen'in parçalanmasının ve Osmanlı'ya başkaldırmasının, hem Osmanlı'yı zayıflatacağı hem de İngiliz derin devletinin en büyük korkularından biri olan İslam Birliği'ni engelleyeceğinin düşünülmesidir.
Yemen'de ve Kızıldeniz kıyılarında görev yapmış bir İngiliz subayı olan G. Wyman Bury anılarını yazdığı kitabında Müslümanların birlik olmasından duyulan korkuyu şöyle aktarmıştır:
Dostları ilə paylaş: |