K A R A R
Hüküm Uyuşmazlığının Giderilmesini İsteyen : Milli Savunma Bakanlığı
Karşı Taraf : A. İ. P.
Vekili : Av. S. A.
O L A Y : Kadıköy 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 25.1.1994 gün ve E:1993/1772, K:1994/83 sayılı kararı ile, sanık Ali İlker Peker hakkında hırsızlığa teşebbüs suçundan eylemine uyan TCK’nun 491/2 ,62, 522/1 ve 59. maddeleri gereğince yedi ay onbeş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu hapis cezasının, 647 sayılı Kanun’un 4/1 ve 6. maddeleri gereğince paraya çevrilerek teciline karar verilmiş; bu karar, kesinleşmiştir.
Milli Savunma Bakanlığı’nın 22 Ağustos 2001 gün ve ASAL:4017-830-01/ Yd. Sb. Ş. CST. Ks. sayılı yazısında, yapılan inceleme sonucunda; adı geçen yükümlünün, hırsızlık suçundan eylemine uyan TCK. nun 491/2, 62, 522/1 ve 59 uncu maddeleri gereğince yedi ay onbeş gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve bu hapis cezasının, 647 sayılı Kanun’un 4/1 ve 6 ncı maddeleri gereğince paraya çevrilerek teciline karar verildiği ve kararın da temyiz edilmeyerek kesinleştiğinin anlaşıldığı, söz konusu yükümlünün, hırsızlık suçundan aldığı bu hapis cezası ertelenmiş olsa dahi, 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu’nun 8 ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 4551 sayılı Kanun’la değişik 30/B maddeleri gereğince, TSK’ lerinden subaylıktan çıkarılmayı gerektirdiği, bu nedenle, anılan yükümlü hakkında daha önce yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının, 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun 103 ncü maddesi gereğince, er olarak tadil edildiği, askerlik hizmetini onsekiz (18) aylık er statüsü ile tamamlamak üzere, ilgili birliğe sevkinin yapılacağı ve Mart 1999 Yedek Subay Celbinden itibaren bakaya suçundan askere sevkinden önce askerlik şubesince mahkemeye verileceği belirtilmiştir.
Ali İlker Peker, MSB ve ASAL’ın daha önce hakkında yedek subay aday adayı olduğuna dair alınmış kararı ile askerlik hizmetini yedek subay aday adayı olarak yapma konusunda kazanılmış hakka sahip olduğunu, er statüsüne alınmasına gerekçe olarak gösterilen 103. maddenin uygulanmasını gerektirecek bir hususun bulunmadığını, adli sicil kaydının olmadığını, aldığı cezanın tüm sonuçları ile birlikte kaldırıldığını ileri sürerek yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının er olarak tadil edilmesine ilişkin yukarıda sözü edilen işlemin iptali istemiyle Milli Savunma Bakanlığı’na karşı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde dava açmıştır.
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ; 25.2.2004 gün ve E:2003/817, K:2004/155 sayı ile, “Davacı, 05 Eylül 2003 tarihinde Antalya 2 nci İdare Mahkemesi Başkanlığı'na verdiği ve 12 Eylül 2003 tarihinde AYİM kayıtlarına geçen dava dilekçesinde özetle; hakkında alınan yedek subay aday adaylığı kararının kazanılmış bir hak sağladığını, adli sicil kaydının temiz olduğunu, önceki cezasının tüm sonuçları ile ortadan kalktığını belirterek, er olarak askere sevk işleminin iptalini ve yürütmenin durdurulmasını talep ve dava etmiştir.
Davacının yürütmenin durdurulması istemi, AYİM İkinci Dairesi'nin 12 Kasım 2003 gün ve E:2003/817 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
Dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi mezunu olan davacı hakkında, askerlik şubesince yedek subay aday adayı olarak askerlik kararı alındığı, bilahare askere sevkinden önce yapılan güvenlik soruşturması sonucunda, Kadıköy 4 üncü Sulh Ceza Mahkemesi'nin 25 Ocak 1994 gün ve E:1993/1772, K:1994/83 sayılı kararı ile hırsızlık suçundan eylemine uyan T.C.K. nun 491/2, 62, 522/1, 523, 59 ve 647 sayılı Kanun'un 4 üncü maddeleri uyarınca neticeten 1.125.000 TL. ağır para cezası ile cezalandırılmasına ve bu cezanın 647 sayılı Kanun'un 6 ncı maddesi uyarınca ertelenmesine dair kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunduğunun tespiti üzerine, Milli Savunma Bakanlığınca davacı hakkında yedek subay aday adayı olarak alınan askere sevk kararının er olarak tadil edildiği anlaşılmıştır.
T.C. Anayasasının 72 nci maddesinde, askerlik hizmetinin her Türk'ün hakkı ve ödevi olduğu, bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağının kanunla düzenleneceği öngörülmüştür.
Anayasanın bu hükmüne uygun olarak askerlik hizmeti, 1111 sayılı Askerlik Kanunu ve 1076 sayılı Yedek Subay ve Yedek Askeri Memurlar Kanununda düzenlenmiştir.
1076 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde, dört yıl ve daha fazla süreli fakülte, akademi, yüksekokul ve enstitüler ile Milli Eğitim Bakanlığınca bunların dengi olduğu kabul edilen yurtdışı öğrenim kurumu mezunu olupta Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğine göre askerliğe elverişli olanlar yedek subay olabilmekte ancak yükümlülerin Silahlı Kuvvetlerin ihtiyaç duyduğu yedek subay miktarından fazla olması halinde isteklilerin, yükümlülüklerini erbaş - er olarak yerine getirebilecekleri, isteklilerin ayrılmasından sonra kalan yükümlüler ihtiyaçtan fazla ise Silahlı Kuvvetlerin ihtiyacının bunların arasından seçilerek saptanacağı, yedek subayların hizmet sürelerinin 18 ay olduğu, hizmet sürelerinin barışta Genelkurmay Başkanlığının teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile oniki aya kadar indirilebileceği belirtilmiştir. 1111 sayılı Askerlik Kanununun 5 inci maddesinde de, 1076 sayılı Kanun hükmüne tabi yükümlülerden; bu yükümlülüklerini istekleriyle veya seçim sonucu yedek subay adayı olmadıkları için erbaş veya er olarak yerine getireceklerin hizmet süresinin, aynı celbe tabi olup yedek subay adayı olarak ayrılanların hizmet süresinin yarısı kadar olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Bugün için yedek subay adayı olarak ayrılanların hizmet süresi 12 ay olarak belirlenmiş olup yedek subay olabilme imkanı ve hakkı mevcutken yedek subay adayı olamadıkları için yükümlülüklerini erbaş ve er olarak yerine getirecek olanların hizmet süresi belirtilen 12 aylık sürenin yarısı olan 6 aydır. Bu kapsamda 6 aylık hizmete tabi tutulacak yükümlülerde öncelikle yedek subay adayı olabilme şartı aranacaktır. Yedek subay adayı ve dolayısıyla yedek subay olabilme şartlarını taşımayan kişiler ise 1111 sayılı Askerlik Kanunu gereğince, er statüsünde asker edilecekler ve bunların muvazzaflık hizmet süreleri aynı Kanunun 5 inci maddesi gereğince 12 ay olacaktır.
1076 sayılı Yedek Subay ve Yedek Askeri Memurlar Kanununun 8 inci maddesinde "Yedek subay adayı olarak askere sevkten evvel veya yedek subay yetiştirilmekte iken aşağıda engel hali olduğu anlaşılanlar askerlik hizmetlerini durumlarına göre er veya erbaş olarak tamamlarlar. – a)1. Türk Silahlı Kuvvetlerinde Subaylıktan çıkarmayı gerektiren bir suçtan mahkum olanlar, - 2. Kamu hizmetlerinden müebbeten yasaklı olanlar, - 3. Hileli müflis olduğu ilan edilenler, - b) Yönetmelikte belirlenecek usul ve esaslar çerçevesinde; - 1. Disiplinsizlik ve ahlaki durumları sebebiyle yedek subay çıkarılması uygun görülmeyenler, - 2. Türk Silahlı Kuvvetlerinin manevi şahsiyetine gölge düşüren veya askerliğin şeref ve haysiyetiyle bağdaşmayacak eylemlerde bulunanlar ile tutum ve davranışlarıyla yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü ideolojik görüşü benimsemiş olduğu anlaşılanlar, okul disiplin kurallarının vereceği subay olamaz kararı üzerine er olurlar. - c) Yedek subay öğreniminde başarı gösteremeyenler, erbaş olurlar, - Bunların yerine getirecekleri hizmet süresi 1111 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin 1 inci fıkrasında belirtilen süre kadardır” hükmü öngörülmüştür.
Buna göre; Türk Silahlı Kuvvetlerinde subaylıktan çıkarmayı gerektiren bir suçtan mahkum olanların yedek subaylık statüsünü kazanamayacakları dolayısıyla yedek subay veya bu statüde erbaş ve er olamayacakları, açıkça belirtilmiştir.
1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 30 uncu maddesinde "Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askerî mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi; Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir. - A) Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere ölüm, ağır hapis, bir seneden fazla hapis cezası ile hükümlülük halinde, - B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde, - Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere, askerî mahkemelerce üç aydan fazla hapis cezası ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilebilir."
Aynı Kanunun 31 inci maddesinde “Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasının niteliği hükümlünün Silahlı Kuvvetlerden ilişiğinin kesilmesidir. Bu ceza ayrıca bir hükme gerek kalmaksızın A) Askerî rütbe ve memuriyetlerin kaybedilmesi, - B) Subay, Astsubay, Uzman Jandarma ve Devlet memuru olarak tekrar Türk Silahlı Kuvvetlerine kabul edilmeme, sonuçlarını doğurur" hükümleri yer almıştır.
926 sayılı TSK.leri Personel Kanununun 50/d maddesi ile de "Aşağıda belirtilen suçlardan hükümlü olma nedeniyle ayırma: Ertelenmiş, para cezasına veya tedbire çevrilmiş, affa uğramış olsalar bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan subaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır." hükmü getirilmiştir. Davacının Kadıköy 4 üncü Sulh Ceza Mahkemesinin 25 Ocak 1994 gün ve E:1993/1772/K:1994/83 sayılı ilamıyla hırsızlık suçundan ertelemeli mahkumiyetinin bulunduğu hususunda taraflar arasında bir ihtilaf bulunmamaktadır.
Davacının bu mahkumiyetinin Türk Silahlı Kuvvetlerinde subaylıktan çıkarmayı gerektiren bir suç olup olmadığının öncelikle çözümlenmesi gerekmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bir subayın hangi suçlardan ne cins ve süreli bir ceza aldığı takdirde subaylıktan çıkarılacağı Askerî Ceza Kanununun 4551 sayılı Kanunla değişik 30 uncu maddesi ile 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50 nci maddesine 4699 sayılı Kanun ile eklenen (d) fıkrasında gösterilmiştir.
Buna göre, ertelenmiş, para cezasına veya tedbire çevrilmiş, affa uğramış olsa bile "hırsızlık” suçundan hükümlülük hali, TSK.Personel Kanununun 50 nci maddesinde yazılı suçlardan olması nedeniyle subaylıktan çıkarılmayı gerektirmektedir. Bu suretle 1076 sayılı Kanunun 8 nci maddesi ile subaylıktan çıkarılmayı gerektiren suçtan mahkum olanların yedek subay statüsüne girmeleri baştan önlenmiştir. Bu çerçevede davacının yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının idarece 18 ay er olarak tadil edilmesi işleminde hukuka ve mevzuata aykırı bir yön bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle;
Yasal dayanaktan yoksun DAVANIN REDDİNE…” karar vermiş, bu karar, kesinleşmiştir. Ali İlker Peker vekili, 12.2.2007 günlü dilekçesi ile, Sulh Ceza Mahkemesinden, 765 sayılı TCK madde 121-124, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’na 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Yasa’nın 38. maddesiyle eklenen ek madde 13/A-1 hükmü uyarınca yasaklanmış hakların geri verilmesine (memnu hakların iadesine) ilişkin karar verilmesini istemiştir.
ANTALYA NÖBETÇİ SULH CEZA MAHKEMESİ; 12.2.2007 gün ve D. İş K:2007/325 sayı ile, “Ceza yargılaması sistemimizde aslen bir ceza hukuku güvenlik tedbiri yada hak yoksunluğu niteliğinde olmayan ilgilinin istemi normal koşullarda idari bir tasarrufa ilişkin olan 1076 S.Y.nın 8. maddesinden kaynaklı bir hak yoksunluğuna ilişkindir ve 5560 S.Y.nın 38. maddesiyle eklenen 5352 sayılı Yasanın 13/A maddesindeki yasal düzenleme öncesinde istemin reddine karar vermek gereklidir.
Ancak 5560 S.Y.nın 38. maddesi ile eklenen 5352 S.Y.nın 13/A maddesi istemde bulunanın yasal koşullarını taşıyan kişiler hakkında bir yasal düzenleme getirmiştir.
5352 S.Y.nın 13/A maddesi TCK. dışındaki kanunların belirli bir suçtan dolayı veya belli bir cezayı mahkumiyete bağladığı hak yoksunluklarının giderilebilmesini düzenlemiştir. İstemde bulunan Ali İlker Peker hakkında Kadıköy 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 25.01.1994 tarih ve 1993/1772 E. 1994/83 K. sayılı kararı ile, 765 sayılı TCK.nın 491/2, 62, 522/1, 523, 59 ve 647 S.Y.nın 4 ve 6. maddeleri gereğince sonuçta 1.125.000 TL. ağır para cezasına mahkum edildiği, kararın 28.02.1994 tarihinde kesinleştiği ve üzerinden 5 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra bu mahkumiyetine ilişkin adli sicil kaydının silindiği, adli sicil kaydında herhangi bir mahkumiyetinin görülmediği anlaşılmış ve bu nedenle ilgilinin 5352 S.Y.nın 13/A maddesinin 1 a ve b maddesinde sayılan koşulları taşıdığı evrak kapsamından anlaşılmıştır.
Hukuk sistemimizde askerlik hizmeti zorunlu olarak düzenlenmiştir. İstemde bulunan kişi Ali İlker Peker geçmişteki hakkında verilen bu mahkumiyet kararı olmadığı takdirde yedek subay olarak askerlik yapabilecek kişilerin ön koşullarına sahiptir. Ancak bu mahkumiyet kararının doğurduğu ve 1076 S.Y.nın 8. maddesinden kaynaklanan yedek subaylık hakkını yitirmiş bulunmaktadır. Bu durum bir hak yoksunluğudur.
Başvuranın tabi olduğu bu hak yoksunluğunu düzenleyen 1076 S.Y.nın 8. maddesinden sonra 5352 S.Y.nın 13/A maddesi yasalaşarak yürürlüğe girmiştir. Önceki yasa ile sonraki yasa arasında bir çatışkı oluştuğu takdirde her ikisinin de aynı alanı düzenlediği anlaşılmışsa sonra yürürlüğe giren yasanın önceki yasayı zımnen yürürlükten kaldırdığı kabul edilmelidir. Tüm bu nedenlerle başvuran Ali İlker Peker’in 5352 S.Y.nın 13/A maddesindeki yasal koşulları da taşıdığı anlaşılmakla isteminin kabulü yönünde aşağıdaki gibi karar verilmiştir.
KARAR: Açıklanan gerekçelerle;
Hükümlünün ikametgahı mahkemesi sıfatıyla, hükümlü hakkında Kadıköy 4. Sulh Ceza Mahkemesinin 1993/1772 E. 1994/83 K. sayılı 25.01.1994 tarihli olup 765 sayılı TCK.nın 491/2, 62 maddesine aykırı davranış suçuna ilişkin cezasından kaynaklı 1076 S.Y.nın 8. maddesi gereğince yedek subaylık hakkından yoksunluğunu sonuçlayan hak yoksunluğunun 5352 S.Y.nın 13/A maddesinin 1-2-3-4 maddesi gereğince KALDIRILMASINA, YEDEK SUBAYLIK HAKKININ ÖN KOŞUL OLARAK KENDİSİNE İADESİNE…” karar vermiş; bu karar, kesinleşmiştir.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİNDEN İSTEK : Milli Savunma Bakanlığı’nca, "Hırsızlığa Teşebbüs Etmek" suçundan paraya çevrilmiş ve ertelenmiş mahkumiyet hükmü olan yükümlü Ali İlker Peker hakkında "Askerlik Karar Tadili" yapıldığı ve bu nedenle yükümlünün, "Yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının er olarak tadili ile 18 aylık er statüsünde askere sevk edilme işleminin iptali istemi" ile AYİM'de dava açtığı, AYİM 2 nci Daire Başkanlığı’nın 25 Şubat 2004 tarih ve 2003/817 E ve 2004/155 K sayılı kararı ile, davanın reddine karar verildiği, daha sonra yükümlü Ali İlker Peker’in yoksun olunan hakkın iadesi için Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi’ne müracaat ettiği, Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi’nin 12 Şubat 2007 tarih ve 2007/325 K sayılı kararı ile, "...1076 sayılı Yasa’nın 8 inci maddesi gereğince yedek subaylık hakkından yoksunluğunu sonuçlayan hak yoksunluğunun 5352 sayılı Yasa’nın 13/A maddesinin 1, 2, 3, 4 üncü maddesi gereğince kaldırılmasına, yedek subaylık hakkının ön koşul olarak kendisine iadesine" şeklinde karar verildiği, yükümlü Ali İlker Peker’in Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi’nin kararına dayanarak MSB'lığından, yedek subaylık hakkının iadesi için gereğinin yapılması talebinde bulunduğu, AYİM 2 nci Daire Başkanlığı ve Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi kararlarının;
a. Kesinleşmiş oldukları,
b. Aynı konuya ve sebebe ilişkin oldukları (Burada aynı konu ve sebep tabirinin dar yorumlanması birbirine zıt iki karardan hangisinin uygulanacağı konusunda idareyi zor
duruma düşürmektedir, dar yorum ile, ilgi (a) kararın konusu er olarak askere sevk işleminin iptali, ilgi (b) kararın konusu ise yoksun kalınan hakkın iadesidir şeklinde bir yaklaşım, sonucun yedek subay olarak askere sevki sağlamak olduğu gerçeğini değiştirmemekte ve idare mahkemesi ile sulh ceza mahkemesinde birebir aynı cümleleri içeren konuda dava açılmasına yasal imkan bulunmamaktadır),
c. Taraflarından en az birinin aynı olma şartının gerçekleştiği (Her iki davada da yükümlü taraftır),
d. Yükümlünün yedek subay veya er olarak askere sevki konusunda kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesinin olanaksız durumda olduğunun değerlendirildiği,
ileri sürülerek 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 1 ve 24 üncü maddeleri uyarınca AYİM 2 nci Daire Başkanlığı ve Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi kararlar arasındaki hüküm uyuşmazlığının giderilmesi istenmiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 24. ve 16. maddelerine göre ilgili Başsavcıların yazılı düşünceleri istenilmiştir.
ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ BAŞSAVCISI : Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi'nin 25.02.2004 gün ve E:2003/817, K:2004/155 sayılı kararı ile Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi'nin 12.07.2007 gün ve 2007/325 D.İş. Karar sayılı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı doğduğunu öne süren Milli Savunma Bakanlığı'nın hüküm uyuşmazlığının giderilmesi talebi ile başvurduğu, Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 2247 sayılı Kanun’un 24 ve 16 ncı maddeleri hükümlerine göre Başsavcılıklarının düşüncesinin alınması amacı ile gönderilen dava dosyaları ve başvuru dilekçesi eklerinin incelenmesi sonucunda; davacı Ali İlker Peker hakkında Kadıköy Sulh Ceza Mahkemesi’nin 25.01.1994 gün ve E:1993/1772, K:1994/83 sayılı kararı ile, hırsızlığa tam teşebbüs suçundan paraya çevrilerek ertelenmiş bir mahkûmiyet kararı nedeniyle yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının, er olarak tadil edilerek er statüsünde askere sevkine karar verildiği, davacının, hakkındaki tadil kararının iptali istemiyle MSB aleyhine Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde açmış olduğu dava sonucunda AYİM İkinci Dairesi'nin 25.02.2004 gün ve E:2003/817, K:2004/155 sayılı hükmü ile, ertelenmiş olsa dahi hırsızlık suçundan hükümlülük halinin, 926 sayılı TSK Personel Kanunu’nun 50/d maddesi ile 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Askeri Memurlar Kanunu'nun 8 inci maddesi uyarınca baştan itibaren subaylık statüsüne girilmesini engelleyen etkide kabul edilmesi sonucu davanın reddine karar verildiği ve hükmün kesinleştiğinin anlaşıldığı, diğer taraftan davacı vekilince, davacı hakkında anılan Mahkeme kararı ile verilmiş ağır para cezasının erteleme süresi sonunda 765 sayılı TCK'nun 95/2 maddesi hükmü uyarınca esasen vaki olmamış sayılacağını, bu mahkumiyetin sabıka kaydından çıkarılmış olduğunu gerekçe göstererek 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun 13/A-1
maddesi uyarınca, yasaklanmış hakların geri verilmesi (memnu hakların iadesi) suretiyle yedek subay statüsünde askere sevki yolunda haklarının iadesine karar verilmesi talebi ile Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi'ne başvuruda bulunulduğu, Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi’nin 12.2.2007 tarih ve 2007/325 D.İş.Karar sayılı kararı ile, davacı hakkında hırsızlığa tam teşebbüs suçundan verilmiş ertelemeli mahkumiyet kararından kaynaklanan ve 1076 sayılı Kanun’un 8 inci maddesine dayalı yedek subaylık hakkından yoksunluğunun kaldırılmasına ve yedek subaylık hakkının ön koşul olarak kendisine iadesine karar verdiğinin ve bu kararın 27.2.2007 tarihinde kesinleştiğinin anlaşıldığı, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 24. maddesinin birinci fıkrasında; "1 nci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir" hükmünün yer aldığı, anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için; -a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi, -b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması, -c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması, -d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması, -e) Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesinin arandığı, hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve idari yargı kararlarının incelenmesinden; ortada adli ve idari yargı yerlerince verilen kesinleşmiş kararlar bulunduğu; tüm kararlarda Ali İlker Peker yönünden taraflardan en az birinin aynı olması koşulunun gerçekleştiğinin anlaşıldığı, hüküm uyuşmazlığına konu edilen Antalya Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi’ne açılan dava, hükümlünün hırsızlığa tam teşebbüs nedeniyle verilen cezanın 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun 13/1-A maddesi uyarınca yasaklanmış hakların geri verilmesine ilişkin olmasına karşın, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde açılan davanın yedek subay aday adayı olarak alınan kararın er olarak tadili ile 18 aylık er statüsünde askerliğe sevk işleminin iptali isteminden ibaret olduğunun görüldüğü, bu durumda, adli ve idari yargı yerlerinde açılan davaların konuları farklı olduğu gibi, sebeplerinin de aynı olmadığının açık olduğu, belirtilen duruma göre ve olayda, uyuşmazlığa konu kararların "konu ve dava sebebinin aynı olması" koşullarının gerçekleşmemesi karşısında, uyuşmazlığa konu edilen adli ve idari yargı kararları arasında hakkın yerine getirilmesini imkansız kılan bir çelişkinin varlığından söz etmenin olanaksız olduğu, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleşmediğinden başvurunun reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI : Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Daire Başkanlığı’nın 25.2.2004 gün, 2003/817 Esas ve 2004/155 Karar sayılı kararı ile, Antalya Sulh Ceza Mahkemesi’nin 12.7.2007 gün, 2007/325 değişik iş sayılı kararları nedeniyle oluşan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için Milli Savunma Bakanlığı tarafından 2247 sayılı Kanun’un 24. maddesi gereğince yapılan başvuru ile ilgili Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün 2007/319 Esas sayılı dosyasının incelendiği, davacı Ali İlker Peker’in Kadıköy Sulh Ceza Mahkemesi’nin 25.1.1994 tarih ve 1993/1772-1994/83 sayılı kararı ile hırsızlığa tam teşebbüs suçundan ertelenmiş mahkumiyet kararı nedeniyle yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının değiştirilerek er statüsünde askere sevkine karar verildiğinden, kararın iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne dava açtığı ve 25.2.2004 tarihinde isteminin reddine karar verildiği ve hükmün kesinleştiği, davacı vekili Antalya Sulh Ceza Mahkemesi’ne açtığı davada ise, Kadıköy Sulh Ceza Mahkemesi’nin verdiği 25.1.1994 tarihli kararla aldığı ağır para cezasının erteleme süresi sonunda 765 sayılı TCK’nun 95/2. maddesi uyarınca vaki olmamış sayılacağını, bu mahkumiyetin sabıka kaydından çıkarılmış olduğunu, dört yıllık fakülte mezunu olduğundan yedek subay aday adayı olarak askerlik kararı alınmış iken anılan mahkumiyet kararı nedeniyle karar tadil edilerek er statüsünde askere alma kararı verildiğini, bu tadil kararının 1076 sayılı Kanun’dan kaynaklandığını ve hak yoksunluğu getirdiği gerekçesiyle 5352 sayılı Kanun’un 13/A-1 maddesi gereğince memnu haklarının iadesine karar verilmesi isteminde bulunduğu ve Mahkemece davanın kabulü ile hak yoksunluğunun kaldırılmasına ve yedek subaylık hakkının ön koşul olarak iadesine 12.02.2007 tarihinde karar verildiği, Milli Savunma Bakanlığı’nın, iki mahkemenin kararları arasında doğan hüküm uyuşmazlığının giderilmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne müracaat ettiği, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 24. maddesinin 2592 sayılı Kanun'la değişik birinci fıkrasında, "1 inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflardan en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir." hükmünün yer aldığı, anılan hükme göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için: a)Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi, b)Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması, c)Her iki kararın da kesinleşmiş olması, d)Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması, e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesinin arandığı, bu durumda, adli ve askeri yargı mercileri tarafından esasa ilişkin olarak verilip kesinleşen kararlarda, tarafların aynı olduğundan ve kararların kesinleştiğinden söz etmek mümkün bulunmasına rağmen, olayda 2247 sayılı Yasa'nın 24. maddesinde belirtilen manada hüküm uyuşmazlığı doğmadığı, davaların sebepleri aynı olmadığı gibi, davacının askeri mahkemede davanın görüldüğü tarihte olmayan sonradan yapılan kanun değişikliğiyle getirilen memnu hakların iadesine ilişkin düzenlemeden yararlanarak Sulh Ceza Mahkemesindeki davasını açtığı, bu nedenlerle, 2247 sayılı Yasa'nın 24. maddesine uygun bulunmayan başvurunun reddi gerektiği yolunda yazılı düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mahmut BİLGEN, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Gürbüz GÜMÜŞAY’ın katılımlarıyla yapılan 04.02.2008 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan başvurunun reddi gerektiği yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet BEŞİNCİ ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Savcısı Murat GÜNDOĞAN’ın başvurunun reddi gerektiği yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 1. maddesinin birinci fıkrasında, “Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli, idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu Kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir” hükmü yer almıştır.
Aynı Kanunun 24. maddesinde, “( Değişik birinci fıkra: 21.1.1982-2592/7 md. ) 1 inci maddede gösterilen yargı mercilerinden en az ikisi tarafından, görevle ilgili olmaksızın kesin olarak verilmiş veya kesinleşmiş, aynı konuya ve sebebe ilişkin, taraflarından en az biri aynı olan ve kararlar arasındaki çelişki yüzünden hakkın yerine getirilmesi olanaksız bulunan hallerde hüküm uyuşmazlığının varlığı kabul edilir.
Ceza kararlarında; sanığın, fiilin ve maddi olayların aynı olması halinde hüküm uyuşmazlığı var sayılır.
İlgili kişi veya makam Uyuşmazlık Mahkemesine başvurarak hüküm uyuşmazlığının giderilmesini isteyebilir. Bu halde olumsuz görev uyuşmazlığının çıkarılması ile ilgili 15 ve 16 ncı maddelerdeki usul kuralları uygulanır” denilmiş; 25. maddesinde de, “Hukuk alanındaki hüküm uyuşmazlıklarında Uyuşmazlık Mahkemesi, Danıştay yargılama usulünün bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerini uygulamak suretiyle anlaşmazlığın esasını da karara bağlar.
Ceza alanındaki hüküm uyuşmazlıklarında Uyuşmazlık Mahkemesi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerini uygular ve esasa ilişkin bir karar vermeksizin sadece o davayı hangi ceza mahkemesinin görüp karara bağlaması gerektiğini belirtmek suretiyle anlaşmazlığı çözer. Kazanılmış haklar saklı tutulur.
Uyuşmazlık Mahkemesi hüküm uyuşmazlıklarını dosya üzerinde inceleyerek karara bağlar. Gerekli gördüğü hallerde veya istek üzerine tarafları dinleyebilir” hükmüne yer verilmiştir.
1- Olayımızda olduğu gibi, biri ceza kararı diğeri ise hukuk kararı olması; başka bir ifadeyle, ceza mahkemesi kararı ile idari yargı yerleri kararları arasında hüküm uyuşmazlığı doğduğunun ileri sürülmesi halinde, böyle bir başvurunun Uyuşmazlık Mahkemesi’nin hangi bölümünde inceleneceği hususunun öncelikle incelenmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu 11.7.1988 gün ve E:1988/1, K:1988/1 sayı ile, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, 'ceza uyuşmazlıkları' ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılanması sonunda sanığın mahkûmiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar 'ceza davası' olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” yolunda ilke kararı almıştır. (13.10.1988 tarih ve 19958 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.)
Buna göre, olayda Sulh Ceza Mahkemesi kararı ile askeri idari yargı kararı arasında hüküm uyuşmazlığı doğduğu ileri sürülerek yapılan başvurunun Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiğinde duraksamaya yer bulunmamaktadır.
2- 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinin değişik birinci fıkrası hükmüne göre, hüküm uyuşmazlığının varlığı için:
a) Uyuşmazlık yaratan hükümlerin, adli, idari veya askeri yargı mercilerinden en az ikisi tarafından verilmesi,
b) Konu, dava sebebi ve taraflardan en az birinin aynı olması,
c) Her iki kararın da kesinleşmiş olması,
d) Kararlarda davanın esasının hükme bağlanması,
e)Kararlar arasındaki çelişki nedeniyle hakkın yerine getirilmesinin olanaksız bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.
Hüküm uyuşmazlığı bulunduğu ileri sürülen adli ve askeri idari yargı kararlarının incelenmesinden: ortada adli ve askeri idari yargı yerlerince verilmiş ve kesinleşmiş kararlar bulunduğu; her iki kararda işin esasının hükme bağlandığı; taraflardan en az birinin (Ali İlker Peker yönünden) aynı olduğu anlaşılmaktadır.
Konu ve dava sebebinin aynı olup olmadığına gelince:
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ndeki dava; Ali İlker Peker’in hırsızlık suçundan aldığı hapis cezası ertelenmiş olsa dahi, 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu’nun 8 ve 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 4551 sayılı Kanun’la değişik 30/B maddeleri gereğince, TSK’ lerinden subaylıktan çıkarılmayı gerektirdiği, bu nedenle, anılan yükümlü hakkında daha önce yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının, 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun 103 üncü maddesi gereğince er olarak tadili ile 18 aylık er statüsünde askere sevk edilmesi yolunda tesis edilen Milli Savunma Bakanlığı işleminin iptali istemiyle açılmış ve Mahkemece, davacının yedek subay aday adayı olarak alınan askerlik kararının idarece 18 ay er olarak tadil edilmesi işleminde hukuka ve mevzuata aykırı bir yön bulunmadığı sonuç ve kanaatine varıldığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
Sulh Ceza Mahkemesindeki dava ise, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’na 6.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Yasa’nın 38. maddesiyle eklenen 13/A-1 hükmü uyarınca yasaklanmış hakların geri verilmesi (memnu hakların iadesi) istemiyle açılmış ve Mahkemece, Ali İlker Peker’in 1076 sayılı Yasa’nın 8. maddesi gereğince yedek subaylık hakkından yoksunluğunu sonuçlayan hak yoksunluğunun 5352 sayılı Yasa’nın 13/A maddesinin 1-2-3-4 maddesi gereğince kaldırılmasına, yedek subaylık hakkının ön koşul olarak kendisine iadesine karar verilmiştir.
Bu durum karşısında, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ile Sulh Ceza Mahkemesi kararları arasında hüküm uyuşmazlığı bulunduğunun kabulü için gerekli olan koşullardan, “konu ve dava sebebinin aynı olması” koşulunun gerçekleşmediği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, hüküm uyuşmazlığının varlığı için 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşullar birlikte gerçekleşmediğinden, başvurunun reddi gerekmiştir.
SONUÇ : 2247 sayılı Yasa’nın 24. maddesinde öngörülen koşulları taşımayan BAŞVURUNUN REDDİNE, 04.02.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
* * *
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/322
KARAR NO: 2008/148
KARAR TR : 2.6.2008
(Hukuk Bölümü)
Ö Z E T : 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinde yer alan hafif hapis cezasının Savcı tarafından idari para cezasına dönüştürülerek verilen cezaya karşı açılan davanın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Y. K. G.
Davalı : Sakarya Valiliği
O L A Y : Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 21.3.2007 gün ve 2007/302 sayılı kararıyla, “Fail hakkında sürücü belgesiz araç kullanmak suçundan dolayı trafik suç tutanağı düzenlenip Başsavcılığımıza gönderilmekle evrak incelendi;
Failin sürücü belgesi olmadığı halde fiil tarihinde Motorsiklet kullandığı ve yapılan denetimler sonucunda yakalandığı, düzenlenen suç tutanağından ve eklerinden anlaşılmıştır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5349 Sayılı Kanun ile değişik 5252 sayılı Kanunun 7. maddesi ile hafif para cezasını ve hafif para cezasını gerektiren suçların yaptırımı idari para cezası olarak değiştirilmiş bu durumun 5237 Sayılı TCK nun 7. maddesi uyarınca failin lehine bir yasal düzenleme olduğu anlaşılmış olmakla, aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.
KARAR:
Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle ;
1-Failin sürücü belgesi olmadığı halde araç kullandığı sabit olması ve eyleminin idari para cezasına dönüştürülmüş bulunması sebebiyle , 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 23/1 maddesi ve 5252 Sayılı Kanunun 5349 Sayılı Kanun ile değişik 7. maddesi göz önüne alınarak ;
a) Failin sürücü belgesiz 3. kez araç kullanması nedeniyle eylemine uyan 2918 Sayılı Kanunun 36/3 maddesi uyarınca takdiren 2 ay karşılığı idari para cezası ile cezalandırılmasına,
b)Faile verilen cezanın 5237 Sayılı TCK nun 52. maddesi uyarınca, failin ekonomik durumu dikkate alınarak günlüğü takdiren 20 YTL kabul edilerek failin neticeden 1.200.00.- YTL İDARİ PARA CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA…” karar verilmiştir.
Davacı, para cezasına karşı adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
SAKARYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 13.4.2007 gün ve 2007/270 D.iş sayı ile, başvuran hakkında "ehliyetsiz araç kullanmak" fiilinden 2918 sayılı Kanun’un 36/3 maddesi uyarınca yapılan idari yaptırım uygulamasına yönelik temin olunan kayıtlara nazaran düzenlenen trafik idari para cezası tutanağının yüze karşı olması ve cezanın "idari ceza" kapsamında değerlendirilmesi gerekli olduğundan bu kabil uygulamalardan doğan idari yaptırıma yönelik itiraz inceleme görevinin 5326 sayılı Kanun’un 3/1-a ile 2918 sayılı Kanun hükümlerine nazaran idare mahkemesinin maddi vazifesi dahilinde kaldığı, yine görev kurallarının mahkemece her aşamada dikkate alınması zorunlu olan kurallardan olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, bu karar kesinleşmiştir.
Davacı, bu kez, söz konusu idari para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
SAKARYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 15.5.2007 gün ve E:2007/680 sayı ile, davacı tarafından ehliyetsiz araç kullandığından bahisle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 36/3. maddesi uyarınca verilen iki ay hafif hapis cezasının, 1.200,00.-YTL para cezasına çevrilmesine ilişkin Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı işleminin iptali istemiyle Sakarya Valiliği’ne karşı açılan davaya ilişkin dosyanın incelendiği, incelenen dosyada davacının 21.3.2007 tarihinde ehliyetsiz araç kullandığı nedeniyle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36/3. maddesi uyarınca verilen iki ay hafif hapis cezasının karşılığı olarak 21.3.2007 gün ve 2007/302 sayılı Sakarya Cumhuriyet Başsavcılığı işlemi ile Türk Ceza Kanunu’nun 52. maddesi kapsamında günlüğü 20,00.-YTL'den olmak üzere 1.200,00-YTL para cezası ile cezalandırıldığı ve anılan cezanın Kanun yoluna başvurmadan ve rızaen onbeş günlük itiraz süresi içinde ödenme halinde (3/4'ünün) 900,00.-YTL olarak ödenebileceği hususunun bildirildiği ve itiraz yolu olarak Sakarya Sulh Ceza Mahkemesinin gösterildiği, davacı tarafından yapılan itiraz üzerine Sakarya 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nce 13.4.2007 gün ve 2007/270 sayılı görevsizlik kararının verildiğinin anlaşıldığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Sürücü Belgesi Alma Zorunluluğu” başlıklı 36. maddesinde, "Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır. Araçlar, bu Kanunda sınıfları belirtilen sürücü belgelerine sahip sürücüler ile iki veya çok taraflı anlaşmalara göre sürücü belgesi bulunan veya geçerli uluslararası sürücü belgesi olan kişilerce sürülebilir. (Yeniden düzenlenen fıkra: 21.5.1997 - 4262; md.) Sürücü belgesi sahibi olmadan trafiğe çıkanlara ilk tespitte bir aydan iki aya kadar, tekrarı haline iki aydan üç aya kadar hafif hapis cezası verilir. Ayrıca bu kişiler her defasında 7 200 000 lira hafif para cezasıyla da cezalandırılırlar." denildiği, aynı Yasanın "Adli Kovuşturma ve Cezaların Uygulanması" başlığını taşıyan Dokuzuncu kısmının iki ayrı bölüm halinde düzenlendiği, "Adli Kovuşturma" başlıklı birinci bölümde yer alan 112. maddede, bu Kanundaki suçlarla ilgili davalara bakacak mahkemeler ve yetkileri belirlenmiş olup, anılan maddenin birinci fıkrasında "Bu Kanundaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali cezasını veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgi davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen Sulh Ceza Mahkemelerinde bakılır." hükmüne yer verildiği, "Cezaların Uygulanması" başlıklı İkinci bölümde yer alan 115. maddesinde de, 116. maddede öngörülen itiraza ilişkin hüküm saklı kalmak üzere, para cezaları ile mahkemelerce verilen ve sadece hafif para cezalarına ilişkin olan hükümlerin kesin olduğu, 116. maddede, trafik kural ve yasaklarına aykırı davranışları belirlenen ve sürücüsü tespit edilemeyen araçlara tescil plakalarına göre trafik zabıtasınca tutanak düzenleneceği ve trafik zabıtasının yetkisi dahilindeki para cezalarına karşı araç sahiplerinin cezanın tebliğinden itibaren yedi gün içinde "yetkili mahkemeye" itiraz edebileceği ve itiraz üzerine verilen kararların kesin olduğunun hükme bağlandığı, bu hükümlerden, 2918 sayılı Yasa'da öngörülen cezaların büyük ölçüde adli ceza kapsamında düşünülerek Hakim tarafından verilmesi esasının benimsendiği; para cezaları olarak bahsi geçen idari cezaların kesin olduğuna işaret edilmek suretiyle bu cezalara karşı itiraz yolunun kapalı tutulduğu; ancak sadece 116. madde kapsamında bulunan idari para cezası ile ilgili ve sınırlı olarak itirazı incelemekle adli yargının yetkili ve görevli kılındığının anlaşıldığı, idarenin organları eliyle idari usullere göre uygulanması ve idare hukukunun bir müeyyidesi olması nedeniyle, idari işlem niteliğini taşıyan ve bu yönüyle adli cezalardan ayrılan idari cezaların yargısal denetiminde, kural olarak, idari yargı yerleri görevli bulunmakla birlikte dava konusu para cezasının 2918 sayılı Yasanın 36/3. maddesi kapsamında verilen iki aylık hafif hapis cezasının karşılığı olarak savcılıkça verilen bir para cezası olduğu ve itiraz mercii olarak da Sakarya Sulh Ceza Mahkemesinin gösterildiği, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda gösterilen adli cezalara hükmetmekle görevli mahkemeye işaret eden 112. maddeye atıfla söz konusu para cezasının asıl niteliğinin hafif hapis cezasını gerektiren bir trafik suçu olduğunun anlaşılması karşısında uyuşmazlığın çözümünün adli yargının görev alanında kaldığı sonucuna ulaşıldığı, diğer taraftan; Sakarya 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin görevsizlik kararının dayanağı olan dava konusu cezanın 5326 sayılı Yasa’nın 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu iddiası kabul edilse bile son olarak 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3'üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 gün ve 5560 sayılı Yasanın 31. maddesiyle bu Kanunun; a) idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde, b) diğer genel hükümleri, idari para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı kuralının düzenlenmesi ile Kabahatler Kanunu'nun idari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumda ise uygulanmayacağının anlaşıldığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nda bu para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmemesi karşısında 5326 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca adli yargı yerinin görevli olacağı sonucuna ulaşıldığı, nitekim Uyuşmazlık Mahkemesi’nin E:2006/259, K:2007/30 sayılı kararının da bu yönde olduğu, bu nedenlerle, davada Mahkemelerinin görevsiz olduğu sonucuna varılmakla 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19'uncu maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dava dosyasının Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, işin incelenmesinin bu hususta Uyuşmazlık Mahkemesi karar verinceye kadar ertelenmesine karar vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Mustafa KICALIOĞLU, Erdoğan BUYURGAN, Habibe ÜNAL, Ayper GÖKTUNA, Muhittin KARATOPRAK ve Gürbüz GÜMÜŞAY’ın katılımlarıyla yapılan 2.6.2008 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
İdare Mahkemesince anılan Yasanın 19. maddesinde öngörülen şekilde başvurulduğu ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, adli ve idari yargı yerleri arasında doğan görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 2918 sayılı Yasa’nın 36. maddesine aykırılık nedeniyle Savcı tarafından verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu kanunun amacı, karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemektir” denilmiş; 36. maddesinde, “Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır.
Araçlar, bu Kanunda sınıfları belirtilen sürücü belgelerine sahip sürücüler ile iki veya çok taraflı anlaşmalara göre sürücü belgesi bulunan veya geçerli uluslararası sürücü belgesi olan kişilerce sürülebilir.
(Yeniden Düzenleme: 21/5/1997 - 4262/4 md.) Sürücü belgesi sahibi olmadan trafiğe çıkanlara ilk tespitte bir aydan iki aya kadar, tekrarı halinde iki aydan üç aya kadar hafif hapis cezası verilir. Ayrıca bu kişiler her defasında 7.200.000 lira hafif para cezasıyla da cezalandırılırlar. Bu kişilerin kazaya neden olması halinde bu cezaların uygulanması diğer cezaların uygulanmasına engel teşkil etmez. Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir” hükmü yer almış; 112. maddesinde(Değişik birinci fıkra : 8/3/2000 - 4550/2 md.), sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılacağı belirtilmiştir.
4/11/2004 gün ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Hafif hapis ve hafif para cezalarının idari para cezasına dönüştürülmesi” başlığını taşıyan 7. maddesinde(Değişik: 11/5/2005 – 5349/3 md.), “(1) Kanunlarda, "hafif hapis" veya "hafif para" cezası olarak öngörülen yaptırımlar, idari para cezasına dönüştürülmüştür. İdari para cezasının hesaplanmasında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesi hükümleri uygulanır. İlgili kanunda "hafif hapis" cezasının üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezasının hesaplanmasında esas alınacak gün sayısının üst sınırı, yediyüzotuzdur.
(2) Kanunlarda, "hafif hapis cezası" ile "hafif para cezası"nın seçimlik olarak veya birlikte öngörüldüğü hallerde, idari para cezası yaptırımının belirlenmesinde "hafif hapis cezası" esas alınır.
(3) Kanunlarda, sadece "hafif para cezası"nın öngörüldüğü ve cezanın alt veya üst sınırının belirtilmediği hallerde, idari para cezası, yüzyirmimilyon Türk Lirasından az, onsekizmilyar Türk Lirasından fazla olamaz.
(4) Bu madde hükmüne göre idari para cezasına karar vermeye Cumhuriyet savcısı yetkilidir” hükmüne yer verilmiştir.
30.3.2005 gün ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Cumhuriyet savcısının karar verme yetkisi” başlığını taşıyan 23. maddesinde, “(1) Cumhuriyet savcısı, kanunda açıkça hüküm bulunan hallerde bir kabahat dolayısıyla idarî yaptırım kararı vermeye yetkilidir.
(2) Bir suç dolayısıyla başlatılan soruşturma kapsamında bir kabahatin işlendiğini öğrenmesi halinde Cumhuriyet savcısı durumu ilgili kamu kurum ve kuruluşuna bildirebileceği gibi, kendisi de idarî yaptırım kararı verebilir.
(3) Soruşturma konusu fiilin kabahat oluşturduğunun anlaşılması halinde Cumhuriyet savcısı bu nedenle idarî yaptırım kararı verir. Ancak, bunun için ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından idarî yaptırım kararı verilmemiş olması gerekir” denilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden, 2918 sayılı Yasa’nın 36. maddesine aykırılık nedeniyle düzenlenen ve davacı tarafından da imzalanan trafik suç tutanağına istinaden Savcı tarafından, davacının sürücü belgesi olmadığı halde araç kullandığının sabit olması ve eyleminin idari para cezasına dönüştürülmüş bulunması sebebiyle, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 23/1 maddesi ve 5252 sayılı Kanun’un 5349 sayılı Kanun ile değişik 7. maddesi göz önüne alınarak; sürücü belgesiz 3. kez araç kullanması nedeniyle eylemine uyan 2918 sayılı Kanun’un 36/3. maddesi uyarınca takdiren 2 ay karşılığı 1.200.00.- YTL idari para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterilmesi durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, 11.5.2005 gün ve 5349 sayılı Kanun ile değişik 5252 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile, Kanunlarda, hafif hapis veya hafif para cezası olarak öngörülen yaptırımlar idari para cezasına dönüştürüldüğünden, davacıya, sürücü belgesiz 3. kez araç kullandığından bahisle 2918 sayılı Kanun’un 36/3. maddesi uyarınca 2 ay karşılığı 1.200.00.-YTL idari para cezası verilmiştir.
Bu durumda, 5349 sayılı Kanun ile değişik 5252 sayılı Kanun’un 7. ve 5326 sayılı Kanun’un 23. maddesine dayanılarak Savcı tarafından davacıya verilen idari para cezasının, 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu ve Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326
sayılı Kanun hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanunun 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, İdare Mahkemesince yapılan başvurunun kabulü ile Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Sakarya 2. İdare Mahkemesi’nce yapılan BAŞVURUNUN KABULÜ ile Sakarya 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 13.4.2007 gün ve 2007/270 D.iş sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 2.6.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
* * *
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/326
KARAR NO: 2008/126
KARAR TR : 5.5.2008
(Hukuk Bölümü)
Ö Z E T : 4703 sayılı Kanun uyarınca verilen idari para cezasına karşı açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesinin gerektiği hk.
K A R A R
Davacı : Ant Peyzaj Proje Taahhüt Paz. Tic. A.Ş.
Vekilleri : Av. Ü. U. - Av. M. A. E. G.
Davalı : Antalya Valiliği Tarım İl Müdürlüğü
O L A Y : Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Antalya İl Müdürlüğü’nün 1.8.2005 gün ve Cilt:1, Sayfa No:1 sayılı idari para cezası kararı ile, teknik mevzuata aykırı ve güvenli olmayan ürün satmaktan dolayı 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’un 12. maddesinin (b) bendine göre davacı adına 22.720 YTL para cezası verilmiştir.
Davacı vekili, bu kararın, Antalya Valiliği Tarım İl Müdürlüğü’nün 3.8.2005 gün ve 8317 sayılı işlemi ile tebliği üzerine para cezasının kaldırılması istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.
ANTALYA 2. İDARE MAHKEMESİ; 22.9.2005 gün ve E:2005/1164, K:2005/1466 sayı ile, davanın, davacı şirketin 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’un 12. maddesinin (b) fıkrası uyarınca 22.720 YTL para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin davalı idarenin 1.8.2005 günlü işleminin iptali istemiyle açıldığı, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun muhtelif hükümlerinden söz ederek, Kabahatler Kanunu’nun başvuru yolunu düzenleyen 27. maddesinin birinci fıkrasında, idari para cezasına ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı, kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde sulh ceza mahkemesine başvurulabileceğinin bir duraksamaya yer vermeyecek açıklıkta kurala bağlandığına göre, artık idari para cezalarına karşı açılacak davalarda görevli yargı yerinin idari değil adli yargı yeri olduğu, öte yandan, Kanunun geçici 2. maddesinde, bu Kanun hükümlerinin, yürürlüğe girdiği tarih itibariyle idare mahkemelerinde dava açılarak iptali istenen idari yaptırım kararları hakkında uygulanamayacağı; geçici 3. maddesinde, daha önce verilmiş idari para cezalarına ilişkin kararlara karşı henüz iptal davası açılmamış olmakla birlikte dava açma süresinin geçmemiş olması halinde bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş gün içinde 27. madde hükümlerine göre sulh ceza mahkemesine başvuruda bulunulabileceği yolunda yer alan kuralların, yukarıda getirilen yorumu doğrular yönde olduğu, bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1.6.2005 tarihinden itibaren idari para cezalarına karşı açılan davaların, Kabahatler Kanunu kapsamında olduğu ve idari yaptırım olarak para cezası öngören kanunlarda itiraz yeri olarak idare mahkemeleri gösterilmiş olsa dahi görüm ve çözümünün adli yargı yerlerinin görev alanına girdiği sonucuna ulaşıldığından, dava konusu para cezasına karşı açılan davada görevli yargı yerinin adli yargı olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.
Davacı vekili, bu kez, aynı istemle adli yargı yerinde itirazda bulunmuştur.
ANTALYA 1. SULH CEZA MAHKEMESİ; 14.12.2005 gün ve E:2005/1600, K:2005/2751 sayı ile, başvuran hakkında, Antalya Valiliği Tarım İl Müdürlüğü’nün idari birimi tarafından dosya kapsamındaki idari para cezasının düzenlendiği, bu düzenleme üzerine başvuran tarafından, hakkındaki idari para cezasının iptalinin istendiği, Kabahatler Kanunu’nun öncelikle İdare Hukuku alanındaki bir düzenleme olmayıp, tamamen Ceza Hukuku alanında yapılan reform hareketleri çerçevesinde çıkarılmış bir Yasa olduğu, Yasaya bu mantıkla yaklaşılması gerektiği ve Mahkemelerine göre, Yasanın amacının Ceza Hukuku alanı ile ilgili dağınıklığı düzenlemek olduğu, yoksa Anayasa Mahkemesi’nin idari para cezaları ile ilgili son zamanlarda verdiği yargı yolu uyuşmazlığına ilişkin kararları ve 1 Haziran 2005 tarihinden sonra idari yargının görevlendirildiği yasalara rağmen, yıllardır süre gelen idari işlemlerden kaynaklı tüm para cezalarına itiraz mercii olarak bir ceza mahkemesi olan sulh ceza mahkemelerini görevli kılmak olamayacağı, aksi durumda, Kabahatler Kanunu’nun 2-3 maddesini bu denli ve idari yargı alanını da kapsayacak biçimde geniş yorumlama yoluna gidilirse, 1 Haziran'dan sonra yani Kabahatler Kanunu’ndan sonra yasalaşıp yürürlüğe giren 5403 sayılı Yasa’nın 22. maddesindeki açık düzenlemeye rağmen adli yargının görevli denilebileceği ya da Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Üst Kurulu’nun 500.000 YTL tutarının altındaki cezalarına da itiraz mercii olarak sulh ceza mahkemelerinin öngörülmesinin olasılık dahilinde bulunduğu, her şeyden önemlisi, bir idari para cezasının genellikle idarenin yaptığı bir işlem ya da bazen aldığı bir karardan kaynaklı olabildiği, idarenin yaptığı işlemin hukuka uygunluğunu denetlemenin halen idari yargının görevinde olduğu, ancak bu işlemden sonra ve bu işleme dayalı olarak verilen bir idari para cezası olduğu takdirde, bunun yargısal denetiminin adli yargıda olacağı, bu durumun ise, ciddi bir kaosa yol açacağı, zira, adli yargıda idari para cezasının itirazına yönelik yapılan inceleme sırasında, cezaya dayanak olan işlemin hukuka uygunluğunu denetlemenin de çoğunlukla gerekeceği, bu durumda işlemin hukuka uygunluğu yönünde denetim yapmak açısından idari yargıya, cezanın doğruluğu açısından ise adli yargıya başvurmak gerekeceği gibi fiilen kişilerin en kısa sürede yargısal denetimi sağlama haklarının ihlaline yol açabilecek ve belki de AİHS 6. maddesi kapsamında uzun süren yargılama süreçlerine neden olabilecek uygulamaların başlatılma olasılığı ile karşı karşıya kalınabileceği, bu olasılığın ise çok yüksek olduğu, Mahkemelerinin görüşünün Kanun koyucunun, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu 2 ve 3 maddesi ile düzenlemeye çalıştığı alanın öncesinde bile idari yargının görevinde olan bir hususu adli yargının görevi içerisine dahil etmek olamayacağı, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa çerçevesinde idari para cezalarının yargı yolunu düzenleyen bazı yasa hükümlerini, Kabahatler Kanunu yok iken dahi, Anayasa’ya aykırı bulması, idarenin tüm eylem ve işlemlerinin idari yargının denetimine tabi olması yönündeki Anayasal ilkenin sonucu olsa gerektiği, Yasa koyucunun da aksi yönde bir iradesinin olmadığı, bu iradesini 5326 sayılı Yasa’dan sonra yasalaşan yasalarda belirttiği, bu nedenlerle Mahkemelerinin görevsiz olduğu yasal kanısının Mahkemelerinde oluştuğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar kesinleşmiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Ahmet AKYALÇIN’ın Başkanlığında, Üyeler: Erdoğan BUYURGAN, Ramazan TUNÇ, Habibe ÜNAL, O.Cem ERBÜK, Serdar AKSOY ve Muhittin KARATOPRAK’ın katılımlarıyla yapılan 5.5.2008 günlü toplantısında;
I-İLK İNCELEME : Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre;
Uyuşmazlık Mahkemesi Genel Kurulu’nun 11.7.1988 günlü, E:1988/1, K:1988/1 sayılı İlke Kararında, “2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanunun bütünüyle incelenip değerlendirilmesinden, bu Kanunun uygulanması yönünden 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, ‘ceza uyuşmazlıkları’ ibaresinden, savcının ya da şahsi davacının talebi ile başlayan yargılaması sonunda sanığın mahkumiyetine ya da beraatine hükmedilebilecek davalarda, askeri ve adli ceza mahkemeleri arasında çıkan görev ve hüküm uyuşmazlıklarının anlaşılması, bunun dışında kalan tüm görev uyuşmazlıklarının ‘hukuk uyuşmazlığı’ sayılması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Uygulanması idari organlara bırakılan cezalar, adli nitelikte olmadığından, bunlar hakkında yapılan itirazlar ya da açılan davalar ‘ceza davası’ olarak nitelendirilemezler. İdari niteliklerinden dolayı bu davalara ilişkin görev ve hüküm uyuşmazlıklarının Uyuşmazlık Mahkemesinin Hukuk Bölümünde incelenip çözümlenmesi gerektiği...” açıkça belirtilmiştir. Bu durum gözetildiğinde, olay bölümünde yazılı başvuru konusu görev uyuşmazlığının Hukuk Bölümünde incelenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, davacı vekilinin başvurusu üzerine dilekçe ile birlikte dava dosyasının gönderilmemesi nedeniyle Başkanlıkça ilgili Mahkemeden adli yargı dosyasının getirtildiği anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oybirliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ : Raportör-Hakim Nurdane TOPUZ’un, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ayla SONGÖR ile Danıştay Savcısı Gülen AYDINOĞLU’nun, davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, 4703 sayılı Kanun’un 12. maddesine göre verilen idari para cezasının kaldırılması istemiyle açılmıştır.
29.6.2001 tarih ve 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı; ürünlerin piyasaya arzı, uygunluk değerlendirmesi, piyasa gözetimi ve denetimi ile bunlarla ilgili olarak yapılacak bildirimlere ilişkin usul ve esasları belirlemektir” denilmiş; 12. maddesinde, “Bu Kanunun;
a) 5 inci maddesinin birinci fıkrasına aykırı hareket eden üreticiler hakkında iki milyar Türk Lirası,
b) 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı hareket eden üreticiler hakkında on milyar Türk Lirası,
c) 5 inci maddesinin yedinci fıkrasına aykırı hareket eden üreticiler hakkında iki milyar Türk Lirası,
d) 5 inci maddesinin sekizinci fıkrasına aykırı hareket eden üreticiler hakkında iki milyar Türk Lirası,
e) 5 inci maddesinin dokuzuncu fıkrasına aykırı hareket eden dağıtıcılar hakkında bir milyar Türk Lirası,
f) 5 inci maddesinin onuncu fıkrasına aykırı hareket edenler hakkında beş milyar Türk Lirası,
g) 9 uncu maddesinin birinci fıkrasına aykırı hareket eden uygunluk değerlendirme kuruluşları ile onaylanmış kuruluşlar hakkında yirmibeş milyar Türk Lirası,
h) 9 uncu maddesinin beşinci fıkrasına aykırı hareket eden uygunluk değerlendirme kuruluşları ile onaylanmış kuruluşlar hakkında beş milyar Türk Lirası,
idarî para cezası uygulanır.
Birinci fıkrada belirtilen idarî para cezaları, fiilin bir yıl içinde tekrarı halinde, her tekrar için iki katı olarak uygulanır.
Bu Kanunda öngörülen idarî para cezalarını, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun ek 2 nci maddesi hükümleri uyarınca her yıl artırılarak hesaplanacak ceza miktarını esas alarak yüzde yüze kadar artırmaya veya yüzde elli nispetinde azaltmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Bu Kanundaki idarî para cezaları, aynı fiil için diğer kanunlarda idarî para cezası öngörülmediği takdirde uygulanır” hükmü yer almış, 13. maddesinde, bu Kanunda yer alan idarî para cezalarının, yetkili kuruluşlar tarafından verileceği ve tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde vergi dairelerine veya mal müdürlüklerine ödeneceği, bu idarî para cezalarına karşı, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine itiraz edilebileceği, itirazın, verilen idarî para cezasının yerine getirilmesini durdurmayacağı, bu Kanuna göre verilen idarî para cezaları hakkında, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Ancak, 4703 sayılı Kanun’un 12. maddesi, 23.1.2008 gün ve 5728 sayılı Kanun’un 495. maddesi ile değiştirilerek, “Bu Kanunun;
a) 5 inci maddesinin birinci fıkrasına aykırı hareket eden üreticiler hakkında ikibin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar,
b) 5 inci maddesinin üçüncü fıkrasına aykırı hareket eden üreticiler hakkında on bin Türk Lirasından yirmibeşbin Türk Lirasına kadar,
c) 5 inci maddesinin yedinci fıkrasına aykırı hareket eden üreticiler hakkında iki bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar,
d) 5 inci maddesinin sekizinci fıkrasına aykırı hareket eden üreticiler hakkında iki bin Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar,
e) 5 inci maddesinin dokuzuncu fıkrasına aykırı hareket eden dağıtıcılar hakkında bin Türk Lirasından ikibinbeşyüz Türk Lirasına kadar,
f) 5 inci maddesinin onuncu fıkrasına aykırı hareket edenler hakkında beşbin Türk Lirasından onikibinbeşyüz Türk Lirasına kadar,
g) 9 uncu maddesinin birinci fıkrasına aykırı hareket eden uygunluk değerlendirme kuruluşları ile onaylanmış kuruluşlar hakkında yirmibeşbin Türk Lirasından altmışikibinbeşyüz Türk Lirasına kadar,
h) 9 uncu maddesinin beşinci fıkrasına aykırı hareket eden uygunluk değerlendirme kuruluşları ile onaylanmış kuruluşlar hakkında beşbin Türk Lirasından onikibinbeşyüz Türk Lirasına kadar,
idarî para cezası uygulanır.
Bu Kanundaki idarî para cezaları, aynı fiilin bir suç veya daha ağır idarî para cezası ile cezalandırılmayı gerektiren kabahat oluşturmaması hâlinde uygulanır” denilmiş, aynı Kanunun 13. maddesi ise, 5728 sayılı Kanun’un 496. maddesi ile değiştirilerek, bu Kanunda yer alan idarî para cezalarının, yetkili kuruluşlar tarafından verileceği belirtilmiştir. 5728 sayılı Kanun hükümleri 8.2.2008 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
4703 sayılı Yasa’da son haliyle, idari para cezasına karşı kanun yoluna ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
1.6.2005 tarihinde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun yürürlüğe girmesi üzerine Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nce, sözü edilen Kanun’un diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımlar ile bunlara karşı yapılacak itirazlara ilişkin görev hükümleri üzerindeki etkisinin incelenmesi sonucunda: diğer kanunlarda düzenlenen idari yaptırımın, dayanağı olan yasanın amacı dikkate alınarak; Kabahatler Kanunu’nun 1., 2., 16. ve 19. maddelerinde belirtilen koşulları taşıması, 27. maddenin (1) numaralı bendinde belirtilen idari yaptırımlardan olması halinde, idari para cezaları ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin olanlarına karşı 1.6.2005 tarihinden sonra yapılacak itirazlarda sulh ceza mahkemelerinin genel görevli kılındığına ve bu nedenle doğan görev uyuşmazlıklarında adli yargı yerinin görevli bulunduğuna karar verilmiştir.
Daha sonra, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Genel kanun niteliği” başlıklı 3. maddesi, Anayasa Mahkemesi’nin 1.3.2006 gün ve E:2005/108, K:2006/35 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve gerekçeli kararı 22.7.2006 gün ve 26236 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve iptal hükmünün, kararın Resmi Gazetede yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş; yasama organı tarafından iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılmaması sürecinde, anılan madde hükmünün yürürlükte bulunduğu düşüncesiyle, aynı doğrultuda karar verilmeye devam edilmiş; yasama organı tarafından, Anayasa Mahkemesi’nce verilen altı aylık süre içinde iptal hükmü doğrultusunda yasal düzenleme yapılması halinde ise, işaret edilen yargı yerinin yeni düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren görevli olacağı belirtilmiştir.
Son olarak, 30.3.2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 3 üncü maddesini değiştiren 6.12.2006 günlü, 5560 sayılı Yasa’nın 31. maddesinde " (1) Bu Kanunun;
a) İdari yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümleri, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde,
b) Diğer genel hükümleri, idarî para cezası veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında,
uygulanır." denilmiştir.
19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren bu düzenlemeye göre, Kabahatler Kanunu’nun; İdarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı; diğer kanunlarda görevli mahkemenin gösterildiği durumunda ise uygulanmayacağı anlaşılmaktadır.
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, görev konusunda taraflar için bir müktesep hak doğmayacağı; bu nedenle, yeni bir yasayla kabul edilen görev kurallarının, geçmişe de etkili olacağı, bilinen bir genel hukuk ilkesidir.
Davanın açıldığı andaki kurallara göre görevli olan mahkeme, yeni bir yasa ile görevsiz hale gelmiş ise, (davanın açıldığı anda görevli olan ve fakat yeni yasaya göre görevsiz hale gelen) mahkemenin görevsizlik kararı vermesi gerekeceği; ancak, yeni yasadaki görev kuralının, değişikliğin yürürlüğe girmesinden sonra açılacak davalarda uygulanacağına dair intikal hükümlerinin varlığı halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilemeyeceği açıktır.
Diğer taraftan, dava görevsiz mahkemede açılmış, bu sırada yapılan bir kanun değişikliği ile görevsiz mahkeme o dava için görevli hale gelmiş ise, mahkeme, artık görevsizlik kararı veremeyip (yeni kanuna göre görevli hale geldiği için) davaya bakmaya devam etmesi gerekir.
İncelenen uyuşmazlıkta, öngörülen idari para cezasının 5326 sayılı Kanun’un 16. maddesinde belirtilen idari yaptırım türlerinden biri olduğu, 4703 sayılı Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun’da idari para cezasına itiraz konusunda görevli mahkemenin gösterilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda, Kabahatler Kanunu’nun 5560 sayılı Kanun’la değişik 3. maddesinde belirtildiği üzere, idarî yaptırım kararlarına karşı kanun yoluna ilişkin hükümlerinin, diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmaması halinde uygulanacağı nedeniyle, görevli mahkemenin belirlenmesinde 5326 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınacağından, idari para cezasına karşı açılan davanın görüm ve çözümünde, anılan Kanun’un 27. maddesinin (1) numaralı bendi uyarınca adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, Sulh Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.
SONUÇ : Davanın çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Antalya 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 14.12.2005 gün ve E:2005/1600, K:2005/2751 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 5.5.2008 gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
* * *
Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığından:
ESAS NO : 2007/337
KARAR NO: 2008/149
KARAR TR : 2.6.2008
(Hukuk Bölümü)
Ö Z E T : 4857 sayılı İş Kanunu uyarınca verilen idari para cezasına karşı yapılan itirazın ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.
Dostları ilə paylaş: |