Wilbur Smith Onbirinci Yazıt



Yüklə 2,28 Mb.
səhifə46/47
tarix11.08.2018
ölçüsü2,28 Mb.
#69455
növüYazı
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   47

Cevap veren ses de aynı şekilde hava gibi hafifti. "Yanındayım ve Fenn de Sidudu'nun yanında."

Planladıkları gibi, kadırga Taita'nın kılıcı sapladığı yere bağlıyken güverteye çıkmışlardı. Meren, diğerleri görebilir diye sevincini belli etmemeye çalıştı. Gözlerini çevirdi ve o zaman Sidudu'nun yanında duran belli belirsiz hayali fark etti.

Şaşkın şaşkın etrafına bakman Sidudu'yu, "Fenn sol elinin yanında duruyor," diye uyardı. "Hayır, onu göremezsin. Sana dokunmasını iste." Sidudu, Fenn'in görünmez parmaklarının yanağına değdiğini hissedince tebessümü parlak bir hal aldı.

Akşamüzeri kıyıda kamp kurmak üzere gemileri bağladıklarında, Meren toplanan kalabalığa, "Öndeki geminin ön güvertesinde, aramızday-ken en sevdikleri yere bir mabet yapacağız," dedi. "Yeraltı dünyasındaki ilk sütuna ulaşmadan önce, bu varlık dünyasında esir kalan ruhları orada dinlenebilir."

O küçük köşeye hasır bir perde gerdiler ve kayıp çiftin döşekleriyle eşyalannı oraya koydular. Her akşam Sidudu perdenin dışına yemek, bira

609
F:39


Wilbur Smith

ve su bırakıyor, sabaha kapları boş buluyordu. Büyücünün ruhunun hâlâ onları kolladığına inanan insanların cesareti artmış ve filonun havası aydınlanmıştı. Erkekler yine gülüyorlar ama ön güvertedeki mabetten uzak durmaya bakıyorlardı.

Tekrar Qebui'ye, Kuzey Rüzgârfnın Yeri'ne ulaşmışlardı. Burada çok uzun süredir üstünde yolculuk ettikleri Nil, doğudaki dağlardan akan başka bir güçlü nehirle birleşerek asıl Nil'i oluşturuyordu. Son gördüklerinden bu yana Qebui fazla değişmemişti, sadece civardaki tarlalar iyi sulanmış ve ekin dolmuştu, bir de kentin çamur duvarlarının dışındaki yeşil otlaklarda at ve sığır sürüleri yayılmıştı. Aniden ortaya çıkan yabancı gemilerin oluşturduğu bu büyük filo garnizonu, kent halkını şaşırtmış ve dehşete düşürmüştü. Ancak Meren ilk geminin pruvasında belirip, iyi niyetlerini bildirdikten sonra tanıyabildi Vali Nara, onu.

"Bu Albay Meren Cambyses!" diye bağırdı valilik okçularının başındaki yüzbaşıya. "Sakın ok atmayın."

Nara, kıyıya ayak basar basmaz Meren'i sıcak bir şekilde kucakladı. "Dönmenizden umudu keseli çok olmuştu, Firavun Nefer Seti adına size bütün kalbimizle hoş geldiniz diyoruz." Nara, Tinat'la tanışmıyordu. General Lotti komutasındaki sefer onun vali olmasından önce düzenlenmişti. Ama tabii ki seferden haberi vardı ve Meren'in, Tinat'ı hayatta kalan komutan olarak tanıştırmasını kabullendi. Ama kıyıda konuşurken, Nara sanki başka birinin ortaya çıkmasını beklermiş gibi gözünü gemilerden alamıyordu. Sonunda kendini daha fazla tutamadı ve patladı. "Beni bağışlayın iyi albaylar, ama yüce Büyücü, Gallalalı Taita'ya, o olağanüstü adama ne olduğunu bilmek zorundayım."

"Size anlatmak zorunda olduğum hikâye hem çok garip hem de inanılmayacak kadar muhteşem. Ama önce insanlarımı karaya çıkarıp ihti-

610
11. Yazıt

yaçlarını görmek zorundayım. Yıllardır sürgündeler ve çok uzun, zorlu, tehlikeli bir yolculukla gelebildiler imparatorluğumuzun bu ileri karakoluna kadar. Görevimi bitirir bitirmez, gelip size raporumu eksiksiz olarak sunacağım, sanırım siz de Kamak'taki firavunluk sarayına iletirsiniz."

"Bağışlamanızı dilerim." Nara'nın Tanrı vergisi nezaketi geri gelmişti. "Ev sahipliği yapmayı unuttum. Hemen karaya çıkarın onları, sonra da iyice dinlenin."

O akşam, kalenin toplantı salonunda Nara, Meren, Tinat ve kıdemli yüzbaşılarına bir ziyafet verdi. Kendi personeli ve kentin ileri gelenleri de davetliydi. Yiyip içtikten sonra Nara kadehini onların şerefine kaldırdı ve duygulu bir hoş geldin konuşması yaptı. Sonra Meren'den, konuklara, güneydeki yabancı diyarlarda başlarından geçen maceraları anlatmasını rica etti. "O gizemli, keşfedilmemiş diyarlardan ilk kez sizler döndünüz. Orada neler keşfettiğinizi anlatın bize. Nil Ana'mızın doğduğu yere ulaşabildiniz mi, onu anlatın. Nasıl olup da kuruduğunu, sonra nasıl olup da tekrar böylesine güçlü akmaya başladığını arılatın. Ama hepsinden önce, büyücü Gallalalı Taita'ya ne olduğunu söyleyin."

İlk Meren konuştu. Yıllar önce oradan geçtikten sonra başlarına gelen her şeyi anlattı. Tamafupa'da Nil'in kaynağına nasıl ulaştıklarını, nehrin akmasını önleyen Kızıl Taşlar'ı nasıl bulduklarım anlattı. Tinat tarafından kurtarılıp Jarri'ye gidişlerini, Yüksek Konsey'in huzuruna çıkışlarını anlattı.

"Şimdi de Albay Tinat Ankut'u davet ediyorum," dedi. "Kendisi General Lotti komutasındaki seferin kaderini ve kurtulanların Jarri'ye gidip orada nelerle karşılaştıklarını anlatacak." Yerini Tinat'a bıraktı.

Her zamanki gibi Tinat'ın anlatımı özlü ve süslemelerden uzaktı. Net askeri terimlerle, Kraliçe Lostris zamanında Lord Aquer tarafından kuru-

611
Wilbur Smith

lan Jarri hükümetini anlattı. Sonra da büyücü Eos tarafından ülkenin nasıl bir acımasız tiranlığa dönüştüğünden söz etti. Anlatımını sade bir cümleyle bitirdi. "NiPin akışını durdurmak için o kayayı oraya diken bu cadıydı. Amacı Mısır'a boyun eğdirmek ve kölesi haline getirmekti." Dinleyicilerin öfkelerini dile getirip, bağırarak sorular yöneltmesiyle ortalık karıştı.

Nara ayağa fırladı ama ortalığı yatıştırması biraz zaman aldı. "Tekrar Albay Meren'i davet ediyorum. Lütfen sorularınızı hikâyesinin sonuna saklayın, çünkü o arada eminim birçok sorunuzu yanıtlamış olacaktır."

Meren, Tinat'tan daha iyi bir konuşmacıydı ve konuklar onun Büyücü Gallalalı Taita'nın Eos'la yüzleşmek üzere inine gidişini heyecanla dinlediler. "Tek başına ve psişik güçlerinden başka silahı olmadan gitti. Bu iki usta arasında yaşanan doğaüstü çarpışmanın boyutlarını kimse bilemeyecek. Tek bildiğimiz, sonunda Taita'nın onu yenmiş olduğu. Eos ve kötülükle dolu krallığı yok edildi. Nil Ana'mızın önüne diktiği engeller kaldırıldı ve nehir tekrar akmaya başladı. Taita'nın güçleriyle nasıl dirilip kendine geldiğini anlamak için Qebui'den geçen nehre bir bakmanız yeter. Albay Tinat'ın yardımıyla, bunca yıldır Jarri'de esir tutulan insanlarımız kurtuldu. Bu gece sizlerle oturuyorlar."

Vali Nara, "Ayağa kalksınlar," diye bağırdı. "Kalksınlar ki bu kardeşlerimize ülkemize hoş geldiniz diyebilelim." Tinat'ın alayındaki yüzbaşılarla diğer subaylar teker teker ayağa kalkıp isimlerini, rütbelerini söylediler ve sözlerini hep aynı beyanda bulunarak bitirdiler. "Bu gece, değerli liderlerimiz Albay Meren Cambyses ve Albay Tinat Ankut'tan dinlediğiniz her şeyin doğruluğuna tanıklık ederim."

Onlar bitirince Nara yine sözü aldı. "Bu gece pek çok mucize duyduk, hepimiz huşu içinde kaldık. Ancak, zihnimi yakan bir soruyu sorduğumda, buradaki tüm dinleyiciler adına konuşacağımı da biliyorum." Et-

612
11. Yazıt

kileyici bir tavırla durdu. "Söyleyin Albay Cambyses, büyücü Taita'ya ne oldu? Neden artık kendisi başınızda değil?"

Meren'in ifadesi vakurdu. Bir süre, açıklamakta zorlanıyormuş gibi durdu. Sonra derin bir iç geçirdi. "Aslında en üzücü, acı verici görevim, büyücünün artık aramızda olmadığını bildirmek. Gizemli bir şekilde ortadan kayboldu, Albay Tinat ve ben kaybolduğu yerde özenle kendisini aradık, ama bir başarı elde edemedik." Tekrar durup başını salladı. "Her ne kadar cesedini bulmayı başaramamış olsak da, giysilerini ve atını bulduk. Tuniği ve eyeri kan içindeydi. Onun kaybını ancak birtakım uğursuz doğaüstü varlıklarla açıklayabildik ve büyücünün ölmüş olduğu kararına vardık."

Meren'in sözleri acı iniltilerle karşılandı.

Vali Nara kıpırdamadan oturuyordu, yüzü solmuştu ve çok üzgün görünmekteydi. Nihayet salondaki sesler kesilip, herkes ona bakmaya başlayınca ayağa kalktı. Konuşmaya başladı ama sesi çıkmıyordu. Kendini zorlayarak yeniden başladı.

"Bu trajik bir ölüm. Gallalalı Taita hem güçlü hem de iyi bir adamdı. Kayıp haberini Firavun Nefer Seti'ye üzgün bir kalple göndereceğim. Qebui bölge valisi olarak, nehir kıyısına, hayat veren Nil Ana'mızı kurtardığı için Gallalalı Taita adına bir anıt dikilmesini sağlayacağım." Başka bir şey daha diyecek gibiydi ama başını sallayıp arkasını döndü. O ziyafet salonundan çıkınca, bütün konuklar da küçük gruplar halinde peşinden gidip karanlığın içinde dağıldı.

Beş gün sonra, kent halkı ile güneyden gelen yolcular, iki Nil'in birleştiği kavşakta yeniden toplandı. Vali Nara'nın diktiği anıt, yekpare mavi granit blokundan oyulmuştu. Üzerinde çok güzel hiyerogliflerle yazılmış bir metin bulunuyordu. Taş ustaları gece gündüz çalışarak anıtı o güne yetiştirmişti.

613
Wilbur Smith

"Bu anıt, Firavun Nefer Seti'nin adına, İki Krallık'm Hükümdarı olarak yirmi altıncı yılında dikilmiştir, tanrılar ona ebedi yaşam bağışlasın!

Saygıdeğer Büyücü, Gallalalı Taita, NilAna'nın kaynağına ulaşmak, kutsal sularının Mısır İmparatorluğu ve halkı adına yeniden akmasını sağlamak için tarihi yolculuğuna bu noktadan çıkmıştır.

Ruhani güçlerinin etkisiyle bu tehlikeli girişimi başarıyla sonuçlan-dumıştır. Dualarımız her zaman onunla olsun!

Vahşi ülkelerde trajik bir şekilde hayatını yitirmiştir. Kendisi Mısır'a asla dönemese de, anısı ve ona duyduğumuz şükran, tıpkı bu anıt gibi on bin yıl yaşayacaktır.

Bu övgü sözleri, tanrıların sevgilisi Büyük Firavun Nefer Seti adına Qebui bölge valisi olan ben Nara Tok tarafından yazılmıştır."

Sabahın ilk ışıklarıyla granit anıtın etrafına toplanıp Horus ve Hat-hor'a dualar ettiler, Taita'nın ruhunu koruması için yalvardılar. Sonra Ti-nat ile Meren, insanları yine gemilere yerleştirdi. Bir kez daha yola koyuldular. Bu, dönüş yolculuklarının son uzun bacağıydı, iki bin fersah daha yol gidip, altı büyük şelale aşacak ve Mısır'ın bereketli topraklarına gireceklerdi.

Nil'in suları çok yükseldiği için, şelaleler de çok güçlü akıyordu. Ama Jarri gemileri tam bu koşullara göre tasarlanmıştı ve Meren de usta bir nehir kılavuzuydu. Bir sorun yaşadığında, dirseğinin dibinde duran Taita rehberlik ediyordu. İkisi birlikte, filoyu hasara uğratmadan, hiç kayıp vermeden götürmekteydiler.

Beşinci ve altıncı çağlayan arasında, nehir yolculuğa neredeyse bin fersah daha ekleyen büyük bir kıvrım yapıyordu. Vali Nara'nın gönderdiği yardımcılar, onlardan beş gün ilerideydi ve körfezi dolanmadan kervan

614
11. Yazıt

yolunu izleyerek gidebiliyorlardı. Taşıdıkları raporlar, filonun ilk çağlayandan Mısır vadisine indirilmesinden beş gün önce Asuvan bölge valisinin eline geçmişti. O noktadan sonra, yolculuk bir zafer geçidine dönüştü.

Her iki kıyı da hayat getiren suların altındaydı. Köylüler tarlalarda çalışmak üzere köylerine dönmüşlerdi ve ürünleri yeşermeye başlamıştı. Gemiler geçerken halk kıyılara hücum ediyor ve palmiye yapraklan sallıyorlardı. Nehre yasemin çiçekleri atıyorlar, sevinç gözyaşları döküp karanlıktan, esrarengiz güney diyarlarından gelen kahramanlara dualar ederek, övgüler yağdırıyorlardı.

Her kentte, yolcular vali, asiller ve rahipler tarafından karşılanıyor, coşkulu törenlerle tapınaklara götürülüyorlardı. Onları eğlendiriyor, ziyafetler veriyor, çiçek yağmuruna tutuyorlardı.

Taita ile Fenn de onlarla birlikte karaya çıkıyordu. Fenn, bir zamanlar yönettiği ülkeyi bu hayatında ilk kez görmekteydi. Mısır'da kimse onları şimdiki halleriyle tanıyamazdı, o yüzden Taita uzun süredir ardına gizlendikleri büyüyü kaldırmıştı. Yine de yüzlerini örtüyorlardı, yalnızca gözleri görünürken kalabalığa özgürce karışmaktaydılar.

Fenn, Taita'nm dile getirdiği her şeyi kendi gözüyle görmekten çok mutluydu. O zamana kadar Öteki hayatıyla ilgili anıları sisli, parça parçaydı ve onları birleştiren Taita oluyordu. Ama artık ülkesinin topraklarınday-dı ve her şeyi hatırlamaya başlamıştı. Sanki aradan sadece birkaç yıl geçmiş gibi, yüz yıl önceden kalan yüzleri, sözleri ve eylemleri gayet net anımsıyordu.

Kom Ombo'da gemileri tapınak binalarının muazzam duvarlarının altına yanaştırdılar. Kumtaşından bloklara devasa tanrı ve tanrıça heykelleri oyulmuştu. Yüksek rahibe ile maiyeti, yolcuları karşılamak üzere kıyıya indiklerinde, Taita, Fenn'i alıp, Hathor Tapınağı'nın bomboş koridorlarından geçirerek, serin iç mabede götürdü.

615
Wilbur Smith

"İşte şimdiki halinin ruh imajını ilk kez burada görmüştüm," dedi.

Fenn, "Evet! Gayet iyi hatırlıyorum," diye fısıldadı. "Burayı çok iyi hatırladım. Kutsal havuzdan sana doğru yüzmüştüm. Konuştuklarımız da aklımda." Zihninden prova edermiş gibi bir süre düşündükten sonra, "Beni tanımadığın için ayıp sana, çünkü ben Fenn im," dedi. Bunları, Taita'nın yüreğini burkan tatlı, çocuksu bir sesle söylemişti.

"Tam bu ses tonuyla konuşmuştun."

"Bana verdiğin cevabı hatırlıyor musun?" Taita başını salladı. Aslında çok iyi hatırlıyor ama onun söylemesini istiyordu,

"Dedin ki..." Taita'nın sesini taklit ediyordu bu kez. "Seni gayet iyi tanıyorum. Tıpkı ilk gördüğüm zamanlardaki gibisin. Gözlerini asla unutamam. O zaman da şimdi de, Mısır'ın en yeşil ve en güzel gözleri onlar."

Taita hafifçe güldü. "Nasıl da kadınsı bir tavır! İltifatları asla unutmazsınız."

"Özellikle de böyle güzel olanları," dedi Fenn. "Sana bir hediye getirmiştim. Ne olduğunu hatırlıyor musun?"

"Bir avuç kireç," diye atıldı Taita. "Paha biçilmez bir armağan."

"Şimdi ödeyebilirsin. Borcun bir öpücük. Ya da ne kadar öpücüğe değerse."

"Aklımdaki sayı on bindi."

"Teklifini kabul ediyorum lordum. İlk yüzünü peşin alacağım. Sonrakileri de azar azar ödersin."

Karnak'a yaklaştıkça, sevinçli kalabalıklar yüzünden, ilerleyişleri gittikçe yavaşlıyordu. Nihayet Firavun'un sarayından dörtnala gelen kra-

616
11. Yazıt

liyet ulakları belirdi. Firavun, filo komutanına bir an önce Karnak'a gelip ıuzura çıkmasını emrediyordu.

Taita, heyecanla gülen Fenn'e, "Torunun Nefer Seti hep sabırsız bir )cuk oldu zaten," dedi.

"Onu görmeyi nasıl da hasretle bekliyorum! Meren'e çabuk olması-ıı emretmesine sevindim. Nefer Seti şimdi kaç yaşındadır?"

"Herhalde elli dört, kraliçesi ve başkadını Mintaka da fazla genç delildir. Tıpkı senin gibi vahşi ve dikbaşlı olduğunu görünce ne yapacağını seyretmek ilginç olacak. Bir kez ayaklandı mı o da neredeyse senin kadar yırtıcı olur."

"Bunları söylerken bize hakaret mi ediyorsun, iltifat mı, anlayamadım. Ama bir şeyden eminim. Ondan hoşlanacağım, yani torunumun çocuğunun annesinden."

"Başı dertte ve bize ihtiyacı var. Hâlâ Eos'un ve sahte peygamberi Soe'nin etkisi altında. Eos ölmüş ve güçleri yok olmuş olsa bile, Soe hâlâ onu avucunda tutuyor. Onu kurtarmak son kutsal görevimiz. Sonra ikimiz kendi düşlerimizin peşine düşeceğiz."

Böylece Karnak'a, yüzlerce kapısı, sayısız güzellikleri olan ve hepsi suların akmasıyla yeniden toparlanan şehre ulaştılar. Kalabalık, Yukarı Krallık'ta rastladıklarından daha yoğun ve daha gürültücüydü. Kent kapılarından yığınlar halinde geliyorlar ve havada davul gümbürtüler, borazan sesleri, bağırışlar çınlıyordu.

Kraliyet rıhtımında, rahiplerden, asillerden ve ordu generallerinden oluşan bir hoş geldin komitesi beklemekteydi. Hepsi de resmi kıyafetlerini giymişlerdi ve yanlarında neredeyse onlar kadar gösterişli maiyetleri bulunuyordu.

Meren ve Tinat kıyıya adım atar atmaz, borular var gücüyle öttü ve kalabalıktan alkışlar yükseldi. Başvezir, onları bir çift görkemli savaş ara-

617
Wilbur Smith

basına götürdü. Her iki araç da altın yapraklar ve kıymetli taşlarla süslü olduğu için güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu. Arabalara, Firavun'un ahırlarından seçilmiş, biri süt beyazı, biri abanoz karası iki muhteşem at koşulmuştu.

Meren ve Tinat, arabaların basamaklarına atlayıp hayvanları kamçıladılar. Kraliyet yolunda, taş sfenkslerin, savaş zırhlarına bürünmüş kahraman heykellerinin arasından tekerlek tekerleğe ilerliyorlardı. Önlerinde bir süvari birliği gidiyor, arkalanndan da Kraliyet Muhafız Birliği askerleri koşuyordu. Kalabalıktan yükselen sesler bir kasırga gibi esmekteydi.

Çok uzaktan, Taita ile Fenn de kılık değiştirmiş olarak saray kapısına kadar yürüdüler. Orada durup el ele tutuştular ve gizlenme büyüsü yaparak saray muhafızlarının arasından geçip, büyük kraliyet salonuna girdiler. Saraylılar ve seçkinlerden oluşan kalabalığın uzağında durdular. Karşıdaki yükseltilmiş platformda, Firavun Nefer Seti ile kraliçesi fıldişinden yapılmış tahtlarında yan yana oturmaktaydılar. Firavun, mavi savaş tacını, yani Khepresh'i takmıştı. Bu, yanları saf altın disklerle süslü yüksek bir taçtı; alın kısmında Aşağı ve Yukarı krallığın simgesi olan birbirine sarılmış kobra ile akbaba başlan bulunuyordu. Firavun makyaj yapmamıştı ve üst kısmı çıplaktı, katıldığı elli savaştan kalan yara izleri görünüyordu, fakat göğüs ile kol kaslan hâlâ düzgün ve sıkıydı. Taita onun aurasını inceledi ve çabalannda güçlü, görevine sadık olduğunu gördü. Yanındaki Kraliçe Min-taka da aynı taçtan takmıştı ama onunki gümüş süslüydü ve yüzünde ço-cuklan için çektiği acılann izleri vardı. Aurası da karmaşık ve mahzundu, kuşku ve suçluluk duygulanyla oluşmuş çatlaklar vardı. Istırabı derindi ve tek başına çekiyordu.

Albay Meren Cambyses ve Albay Tinat Ankut, kollan iki yana açık olarak taçlann önünde eğilmişlerdi. Firavun ayağa kalktı ve elini kaldırdı.

618
11. Yazıt

Salona derin bir sessizlik hâkim oldu. Firavun konuşmaya başlayınca, sesi, kaidelerinden yüksek, boyalı tavana doğru uzanan kumtaşı sütunların arasında yankılandı.

"Her iki krallığımda ve bütün yabancı dominyonlarımda bilinsin ki, Meren Cambyses ile Tinat Ankut gözümde büyük değer kazanmıştır." Durdu ve Başveziri Tentek önünde diz çöküp gümüş bir tepsi uzattı, tepside rulo halinde duran bir papirüs vardı. Firavun papirüsü alıp açtı. Parşömenden çınlayan bir sesle okumaya başladı. "Bu hediyelerle, herkes bilsin ki Lord Tinat Ankut'u asilliğe yükselttim ve ona Esna'nın altındaki Nil kıyılarında bir nehir birimi bereketli toprak bağışladım." Bir nehir birimi on fersah kareye denkti, yani muazzam bir tanm alanıydı. Tek hareketle Tinat zengin bir adam olmuştu ama dahası da vardı. Nefer Seti okumaya devam etti. "Şu andan itibaren, Lord Tinat Ankut Yukarı Krallık'ımdaki ordumda generalliğe yükselmiştir. Phat Lejyonu'nun komutanı olacaktır. Bütün bunlar benim lütufum ve ihsanımdır."

Kalabalık hep bir ağızdan, "Firavun bağışlayıcıdır," diye bağırdı.

"Kalk Lord Tinat Ankut ve gelip beni kucakla." Tinat kalkıp Fira-vun'un çıplak sağ omzunu öptü ve Nefer Seti de yeni mülkünün senetlerini onun sağ eline koydu.

Sonra, hâlâ önünde yere kapanmış olarak bekleyen Meren'e döndü. Tentek ikinci bir gümüş tepsi uzattı. Firavun tepsiden başka bir papirüs alıp okumaya başladı. "Burada hazır bulunanlar, bütün halkıma söyleyin ki, Lord Meren Cambyses'i asilliğe yükselttim ve kendisine, Assuit'in üstünde, Nil kıyısında üç nehir birimi bereketli toprak bağışladım. Şu andan itibaren, Lord Meren, Aşağı Krallık ordumda mareşalliğe yükselmiştir. Dahası, ona özel bir lütuf olarak Altın Şükran ve Altın Kahramanlık nişanlarını bağışlıyorum. Kalk Lord Meren."

619
Wilbur Smith

Meren gelip önünde durunca, Firavun omzuna ağır altından Şükran ve Kahramanlık nişanlarını astı. "Kucakla beni Lord Mareşal Meren Camby-ses," dedi ve Meren'i yanağından öptü.

Meren, hazır ağzı Firavun'un kulağına yakınken, "Size Taita'dan haberlerim var, ama yalnız sizin kulaklarınız için," diye fısıldadı.

Firavun'un Meren'in omzunu tutan eli bir anda kasıldı ve hafif bir sesle, "Tentek, seni doğrudan huzuruma çıkarır," dedi.

Bütün salon önlerine kapanmışken, Firavun kraliçesini elinden tutarak salondan çıkardı. Taita ile Fenn'in görünmeden durdukları yerin birkaç adım ötesinden geçtiler. Meren, Tentek yeniden görünüp, alçak sesle konuşana kadar bekledi. "Firavun sizi huzuruna kabul edecek. Beni takip edin lordum." Meren geçerken, Taita, Fenn'in elini tuttu ve peşinden onlar da gittiler.

Tentek, Meren'i huzura aldı ama Meren yeniden reverans yaparken Nefer Seti yanına gelip sıcak bir şekilde ona sarıldı. "Sevgili dostum ve Kızıl Yol yoldaşım, döndüğünü görmek ne güzel. Keşke bana büyücüyü de getırebilseydin. Onun ölümü beni yüreğimden vurdu." Sonra Meren'i bir kol boyu uzakta tutup yüzüne baktı. "Duygularını gizlemekte hiç başarılı değilsindir. Seni rahatsız eden ne, söyle bana."

Meren, "Gözleriniz her zamanki gibi keskin. Hiçbir şey kaçmıyor. Size verilecek haberlerim var," dedi. "Ama önce kendinizi büyük bir şoka hazırlamalısınız. Söyleyeceğim şey öyle garip ve harika ki, ilk duyduğumda aklım almamıştı."

"Hadi artık lordum." Nefer Seti, Meren'in kürek kemiklerinin arasına onu sersemleten bir darbe indirdi. "Konuş!"

Meren derin bir nefes aldı ve baklayı ağzından çıkardı: "Taita yaşıyor."

620
11. Yazıt

Nefer Seti gülmeyi kesip hayretle Meren'e baktı. Sonra yüzü karardı, kaşları çatıldı. "Benimle şakalaşmak tehlikeli olur, lordum," dedi soğuk bir tavırla.

"Doğruyu söylüyorum, yüce Krallar Kralı." Şu haliyle Nefer Seti en cesur yüreği bile titretirdi.

"Eğer bu doğruysa ve senin ruhunun iyiliği için umarım doğrudur Meren Cambyses, o zaman söyle bana, şimdi nerede Taita?"

"Tek bir şey daha söylemek zorundayım yüce, bağışlayıcı efendim. Taita'nın görünümü çok değişti. İlk görüşte tanıyamayabilîfsiniz."

"Yeter!" Nefer Seti'nin sesi yükselmişti. "Nerede o?"

Meren çatlak bir sesle, "Bu odada," dedi. "Yakınımızda duruyor." Sonra daha da zayıf bir sesle, "En azından öyle olduğunu umuyorum," diye ekledi.

Nefer Seti sağ elini hançerinin kabzasına götürmüştü. "Beni kötülüğe teşvik ediyorsun Meren Cambyses."

Meren deli gibi boş odaya bakındı ve zavallı bir sesle, "Büyücü, yüce Büyücü! Kendini göster, yalvarıyorum sana. Firavun'un gazabına uğramak üzereyim!" Sonra rahatlayarak bir çığlık attı. "Bakın Majeste!" Siyah granitten oyulmuş uzun bir heykeli gösteriyordu.

Nefer Seti öfkeyle, "O Taita'nın heykeli, Başheykeltıraş Osh tarafından yapıldı," dedi. "Bana Büvücü'yü anımsatsın diye oraya koydum ama o sadece bir taş, sevgili Taita'm gibi etten kemikten değil."

"Hayır Firavun. Heykele değil, onun sağ tarafına bakın."

Meren'in gösterdiği yerde, çöldeki seraplar gibi titrek ve saydam bir bulut ortaya çıkmıştı. Firavun gözlerini kırpıştırdı. "Orada hiçbir şey yok. Sadece hava var. Ne bu, cin mi? Hayalet mi?"

Serap giderek yoğunlaştı ve katı bir şekil aldı. Nefer Seti heyecanla, "Bu bir adam!" diye haykırdı. 'Gerçek bir insan!" Hayretle bakıyordu. "Ama

621

Wilbur Smith



Taita değil. Bu güzel genç adam benim Taita'm değil. Belli ki onun da kendini gizleme büyüsü var."

Meren, "Evet büyü," dedi. "Ama en ak ve asil türünden. Taita tarafından yapılmış bir büyü. Bu Taita."

"Hayır!" Nefer Seti başını sallıyordu. "Bu adamı tanımıyorum, canlı mı değil mi onu bile bilmiyorum."

"Lütfunuzla bu büyücü gençleşti ve yenilendi."

Nefer Seti'nin bile nutku tutulmuştu. Tek yapabildiği kafasını sallamaktı. Taita yüzünde sıcak, sevgi dolu bir tebessümle ona bakarak hareketsiz durmaktaydı.

Meren, Firavun'a, "Heykele bakın," diye yalvardı. "Osh o heykeli yaptığında Büyücü yaşlı bir adam olmuştu ama şimdi genç haliyle bile ona ne kadar benziyor. Alnının derinliğine ve genişliğine, burnunun, kulaklarının şekline, ama hepsinden çok da gözlerine bakın."

Nefer Seti kuşku içinde, "Evet... belki de onun hayalidir gördüğüm," diye söylendi. "Hey, hayalet! Gerçekten Taita isen, sadece ikimizin bildiği bir şeyler söyleyebilirsin bana."

Taita, "Evet öyleyim Firavun," dedi. "Size böyle bir sürü şey söyleyebilirim ama aklıma hemen gelen bir tane var. Hatırlar mısınız, daha İki Krallık'ın Firavun'u değilken, hâlâ Prens Nefer Memnon'ken, benim öğ-rencimdiniz ve size taktığım isim Mem'di?"

Firavun başını salladı. "Gayet iyi hatırlıyorum." Sesi boğuk bir fısıltıya dönüşmüş ve bakışları yumuşamıştı. "Ama böyle bir şeyi bir sürü kişi bilebilir."

"Danasını da söyleyebilirim Mem. Hani siz çocukken, Gebel Nagara Gölü'nün kıyısına güvercin tuzakları kurmuştuk, sonra da kutsal kuşunuz şahin gelsin diye yirmi gün beklemiştik?"

622
11. Yazıt

Nefer Seti, "Benim kutsal kuşum asla tuzaklara gelmez," dedi ve Ta-ita aurasındaki titreşimden onun bir tuzak kurmak üzere olduğunu gördü.

"Şahininiz gelmişti," diye itiraz etti. "Mısır'ın çifte tacında hakkınız olduğunu kanıtlayan güzel bir şahindi hem de."


Yüklə 2,28 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   39   40   41   42   43   44   45   46   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin