"Galiba bir kez daha birbirimizi gayet iyi bildiğimizi söyleyebiliriz- j Bunu, kız onu temizlerken söylemişti.
190
11. Yazıt
Sonra kendi göğsüne dokunup, "Taita!" dedi. Kız ciddi bir tavırla ona vajclyordu. "Taita." Aynı hareketi tekrar yaptı.
Kız anlamıştı. "Taita!" Parmağıyla onu dürttü, sonra bir kahkaha at-„. "Taita!"
Fenn bu oyundan hoşlanmıştı. Başını hızla sallayıp kendi sıska göğsüne vurdu. "Khona Manzi!" dedi.
Taita itiraz etti. "Hayır! Fenn!"
"Fenn?" Kararsız bir şekilde tekrarladı. "Fenn?" Doğuştan Mısır dilini konuşuyormuş gibi mükemmel bir aksanı vardı. Bir an bunu düşündü, sonra gülümseyerek kabul etti. "Fenn!"
"Akıllı kız, Fenn!"
Fenn yeniden göğsüne vurdu. "Akıllı kız Fenn." Ondaki bu hızlı gelişim Taita'yı bir kez daha mest etti.
Kampa döndüklerinde, bunu yapmamaları için uyarılmış oldukları halde Meren ve bütün diğer adamlar şaşkınlık içinde Fenn'e baktılar.
Meren, "Tatlı İsis, o bizden biri olmuş," diye bağırdı. "Öyle davran-sa bile artık bir vahşi değil. Mısırlı." Koşup eyer çantasına baktı ve bulduğu tuniği Taita'ya getirdi.
"Temiz sayılır," dedi. "Bununla daha iyi görünür."
Fenn giysiye zehirli bir yılanmış gibi bakıyordu. Çıplaklığa alışıktı ve Taita tuniği başından aşağı geçirirken kaçmaya çalıştı. Bayağı sabır gerekti ama sonunda Taita, onu giydirmeyi başardı. Tunik çok büyüktü ve neredeyse ayak bileklerine kadar iniyordu ama adamlar etrafına toplanıp hayranlıklarını ve onaylarını dile getirince küçük kız biraz keyiflendi.
"Ne de olsa özünde kadın," diyen Taita gülümsüyordu.
191
Wilbur Smith
Meren, "Sahiden de öyle," deyip tekrar eyer çantasına gitti. Güze] renkli bir kurdele bulup getirdi ve Fenn'e verdi. Kadınları seven Meren her zaman yanında böyle şeyler taşırdı. Bunlar, yollarda tanıştığı karşı cins üyeleriyle çabuk yakınlaşmasını sağlardı. Tuniğin yerlere sürünmemesi için kurdeleyi kemer niyetine Fenn'in beline bağladı. Fenn başım eğip kurdelenin yarattığı etkiyi görmeye çalıştı.
"Şu haline de bakın." Herkes gülümsüyordu. "Bu kadar çirkin olması ne yazık."
Taita, "O değişecek," diye söz verdi ve onun diğer yaşamında ne kadar güzel olduğunu düşündü.
Ertesi sabah öğlene kadar ölü Luoların cesetleri çürümüş ve şişmişti. Koku uzaktan bile o kadar rahatsız ediciydi ki, kamplarının yerini değiştirmek zorunda kaldılar. Kampı sökmeden önce Taita, Nontu'yu orada bıraktıkları atları ve adamları getirmek üzere papirüslere yolladı. Sonra Meren ile ikisi yakaladıkları Luo kadınlarını görmeye gittiler. Kadınlar hâlâ köyün ortasında çıplak ve perişan bir şekilde iplerle birbirlerine bağlı tutuluyordu.
"Onları yanımıza alamayız," diye belirtti Meren. "Artık işimize yaramazlar. Erkeklere hizmet bile edemez bu hayvanlar. Onlardan kurtulmamız gerek. Yardım için gidip adamlarımdan bazılarını alayım mı? Fazla uzun sürmez." Kılıcını çekti.
Taita, "Bırakın gitsinler," diye emretti.
Meren hayretle ona baktı. "Bu akıllıca olmaz Büyücü. Bataklıkların arasında başka adamlannı bulup yine atlarımızı çalabilirler."
Taita, "Bırakın gitsinler," diye tekrarladı.
192
11. Yazıt
El ve ayak bileklerindeki bağlar kesilince kadınlar kaçma girişiminde bulunmadı. Nakonto korkunç tehditlerle dolu bir konuşma yapmak zorunda kaldı, sonra da ağlayıp zırlayan kadınları mızrağıyla dürtüp artlarından savaş çığlıkları atarak çocuklanyla birlikte ormana doğru sürdü.
Atlan yedeklerine alıp bataklığın iki fersah ötesine gittiler ve ağaçlann gölgesinde yeniden kamp kurdular. Karanlık çöker çökmez uçuşmaya başlayan sinekler de, hiç merhamet göstermeden onlara eziyet etmeye başladı.
Bir gün sonra, Nontu kurtulan diğer adamlar ve geri kalan atlarla bataklıktan çıkageldi. Nöbette olan Shabako, Taita ile Meren'e rapor vermeye geldi. Haber pek iyi değildi: ayrıldıklarından bu yana beş asker daha ölmüştü ve bütün diğerleri, Shabako da dahil, o kadar hasta ve güçsüzdü ki yardım almadan atlarına bile zor biniyorlardı. Atların da daha iyi durumda olduğu söylenemezdi. Bataklık otlan ve su bitkileri besin değeri olarak yararsızdı ve bazı adamlar sulardan bağırsak paraziti kapmışlardı. Dışkılarında kıvranan beyaz kurtçuklar ve asalak larvaları oluyordu.
"Bu berbat yerde kalırsak çok daha fazla adam ve at kaybedeceğimizden korkuyorum," diye dertlendi Taita. "Otlar ekşi ve keskin, atlar bunları yemeğe devam ederse düzelemezler. Karabuğday stoğumuz da neredeyse tükenmek üzere, hayvanları bırak insanlara bile zor yeter. Hastaların iyileşmesi için daha verimli bir çevre bulmalıyız." Nakonto'yu yanına çağırıp, "Yakınlarda daha yüksek bir yer var mı?" diye sordu.
Nakonto cevap vermeden önce kuzenine de danıştı. "Doğuya doğru birçok gün gidilirse orada bir dizi tepeler var. Otları tatlıdır, akşamları da dağlardan güzel bir meltem eser. Sıcak mevsimde biz sığırlarımızı burada otlatmayız," dedi.
"Bize yolu gösterin," dedi Taita.
Ertesi sabah erkenden yola çıktılar. Taita, Duman Yeli'nin sırtına bindikten sonra uzanıp Fenn'in kolunu tuttu ve kızı da terkisine aldı. Duruşundan, bu deneyimin onu dehşete düşürdüğü belliydi, ama iki koluyla Ta-
193
F: 13
Wilbur Smith
ita'nın beline sarılıp yüzünü de sırtına gömdü ve küçük bir kene gibi yapıştı. Taita yatıştırıcı bir sesle onunla konuşmaya başladı ve daha bir fersah gitmeden küçük kız kollarını gevşetip bulunduğu yüksek yerden etrafı seyreder hale geldi. Bir fersah daha gittikten sonra neşe ve ilgiyle cıvıldamaya başlamıştı. Eğer Taita hemen cevap vermezse minik yumruğuyla sırtına vuruyor ve "Taita! Taita!" diye bağırmaya başlıyordu. Sonra da ilgisini çeken her neyse onu gösterip, "Ne?" diye soruyordu.
Taita, "Ağaç," diye yanıt veriyordu veya, "At," veya, "Kuş. Koca kuş."
Kız da, "Koca kuş," diye tekrarlıyordu. Çabuk öğreniyordu ve kulağı iyiydi. Aynı sesi ve vurguyu yapması için bir, iki tekrar yetiyordu. Bir kez öğrendiğini de bir daha unutmuyordu. Üçüncü gün kelimeleri basit cümleler haline sokmaya başlamıştı. "Koca kuş uçar. Koca kuş hızlı uçar."
"Evet, evet. Çok zekisin Fenn," dedi Taita. "Sanki eskiden bildiğin ama unuttuğun şeyleri hatırlıyor gibisin." Sonra dönüp kısrağın peşinden gelen taya, yani Kasırga'ya baktı. "Küçük at hızlı gidiyor!"
Tay, Fenn'i büyülüyordu. Kasırga adı ona zor geldiği için ona Minik At diyordu. Kamp kurmak üzere hayvanlardan indikleri anda, "Gel Küçük At," diye bağırıyordu. Tay da onun arkadaşlığından hoşnut gibiydi. Koşarak geliyor ve Fenn'in bir kolunu boynuna dolayıp dölyatağında yatan ikizler gibi ona yapışmasına ses çıkarmıyordu. Fenn, adamların öteki atlara karabuğday verdiğini görünce biraz aşırıp o da taya uzatmış ve yemeyince de sinirlenmişti. "Kötü at," diye payladı tayı. "Kötü Küçük At."
Ona kurdeleyi veren ve gözünde değeri yükselen Meren'den başlayarak bütün adamların adlarını öğrenmişti. Ötekiler de onun dikkatini çekmek için yarışıyordu. Mütevazı tayınlarının en iyi yerlerini ona ayırıyor, yürürken söyledikleri marşların sözlerini öğretiyorlardı. İşin içine açık saçık sözler de girmeye başlayınca Taita buna son verdi. Ona küçük hediyeler, mesela parlak tüyler, kirpi dikenleri, geçtikleri nehir yataklarından topladıkları güzel taşlar veriyorlardı.
194
11. Yazıt
Fakat birlik ağır ilerliyordu. Ne adamlar ne de atlar bütün bir günü yürüyerek geçiremiyordu. Geç çıkıyor, erken duruyorlar, sık sık mola veriyorlardı. Bataklık hastalığından üç asker daha ölmüştü ve diğerleri arkadaşlarının mezarlarını bile zor kazımışlardı. Atlar arasında en iyi durumda olan Duman Yeli ile tayıydı. Kısrağın arka bacağındaki mızrak yaralan tamamen iyileşmişti ve sütü de kesilmediği için hâlâ Kasırga'yı emzirebiliyordu.
Bir öğleden sonra, sıcaktan ve tozdan oluşan pustan ufuk görünmez olunca kamp kurdular, şafakta gecenin soğuğu havayı temizlemişti ve uzaktaki tepelerin alçak mavi çizgisi görülebiliyordu. O tarafa doğru gittikçe tepeler büyüdü ve ayrıntılar çok daha çekici görünmeye başladı. Bataklıktan ayrılışlarının sekizinci gününde büyük bir dağ kitlesinin eteklerine ulaşmışlardı. Yamaçlar seyrek ormanlarla kaplıydı ve aralarındaki yarıklardan çağlayanlar dökülüyordu. Bir suyun kenanndan güçlükle tırmandılar ve sonunda muazzam bir platoya eriştiler.
Burada hava daha taze ve serindi. Ciğerlerine zevkle bu havayı doldurup etraflarına bakındılar. Yemyeşil savanalarda yer alan güzel korular gördüler. Otlaklarda antilop ve zebra sürüleri otlanıyordu. Ortada insana varlığına dair bir iz yoktu. Büyüleyici ve davetkâr bir doğa kesitiydi.
Taita her konuyu titizlikle hesaba katarak bir kamp yeri seçti: rüzgârın ve güneşin yönünü, akarsuyun yakınlığını, atların otlanacağı yeri ince ince tarttı. Direkler ve çatı olarak kullanacakları otlar kesip rahat kulübeler inşa ettiler. Ucu sivriltilmiş iri kazıklarla yaşam alanlarının çevresine bir çit diktiler, alanın ucunda da atlar ve katırlar için ayrı bir bölme oluşturdular. Gündüz otlattıkları hayvanları, geceleri avlanan aslanlardan ve vahşi insanlardan korumak için buraya alıyorlardı.
Akarsuyun kıyısındaki verimli ve zengin toprağı bitkilerden temizleyip kabarttılar. Otlanan hayvanlardan korumak için etrafını yine çalılarla ve direklerle çevirdiler. Taita bütün çuvalları tek tek elden geçirip aurala-r"ia bakarak sağlıklı karabuğday tohumlarını ayırdı, ölmüş veya bozulmuş
195
Wilbur Smith
olanları attı. Sonra kabarttıkları toprağa bunları ektiler ve Taita tohum yataklarını nehir suyuyla sulamak için bir su dolabı imal etti. Birkaç gün içinde topraktan ilk yeşil fideler çıkmaya başladı, birkaç aya kadar da ilk ürünü alabileceklerdi. Meren ekili alanların başında sürekli bir nöbet düzeni oluşturdu, trampetlerle silahlanan askerler atları ve vahşi maymunları kovmak üzere nöbet tutacaklardı. Dış çitin etrafında gece gündüz yanar vaziyette tuttukları ateşler vardı. Her sabah atlarla katırlar bereketli otlaklarda otlatılıyordu. Hayvanlar kısa sürede eski güçlerini kazanmışlardı.
Platoda eğlence de boldu. Meren birkaç günde bir yanına avcılarını alarak ava çıkıyor ve bol bol antilop ve yabani kuşla dönüyordu. Sazdan ördükleri balık tuzaklarını da nehir göletlerinin başına yerleştirmişlerdi. Balık boldu ve adamlar her gece taze et ve balık ziyafeti yapıyorlardı. Fenn'in ete karşı iştahı hepsini şaşırtmaktaydı.
Taita platoda yetişen ağaçların, fundaların ve bitkilerin çoğuna aşinaydı. Bunlarla Etiyopya yaylalarında geçirdiği yıllarda karşılaşmıştı. Besleyici olanları yiyecek aramaya giden gruplara gösteriyordu ve onun rehberliğinde nehir kıyı'-înndan ıspanak topluyorlardı. Ayrıca bol bol yetişen sütleğen bitkilerinin köklerini de çıkarıyor ve karabuğday yerine kaynatıyorlardı.
Her sabah serin ve güzel bir havada Taita ile Fenn ormana gidip sepetler dolusu yaprak, böğürtlen, kök ve ilaç olarak işe yarayan yaş ağaç kabukları topluyorlardı. Hava fazla sıcak olunca kampa dönüp topladıklarının bazılarını kaynatıyor, bazılarını güneşte kurumaya bırakıyor, bazılarını da dövüp macun ya da toz haline getiriyorlardı. Hazırladıkları ilaçlarla Taita adamların ve atların hastalıklarını tedavi ediyordu.
Özellikle dikenli çalılardan birini kaynatınca öyle acı bir öz ortaya çıkıyordu ki, insanın gözü yanıyor, nefesi kesiliyordu. Taita hâlâ bataklık hastalığından kıvranmakta olanlara bu ilaçtan bol bol veriyordu. Fenn de hastaların başında durup acıdan kıvranırken cesaret vermeye çalışıyordu. "İyi Shabako. Akıllı Shabako." Kimse, onun tatlı sözlerine direnemiyordu.
196
11. Yazıt
*cı ilacı itiraz etmeten yutuyorlardı. Tedavi hem çabuk hem de kesin sonuç veriyordu.
Taita dövülüp toz haline getirilmiş ağaç kabuklarıyla ne olduğu bilinmeyen küçük bir fundalığın tohumlarını karıştırıp öyle güçlü bir müs-nil yaptı ki, bağırsakları taş gibi görünen Nakonto ilacı kullandıktan sonra büyük bir mutluluk yaşadı. Her gün gelip ilaç istemeye başlayınca, Taita üç günde birle sınırlamak zorunda kaldı.
İştahlı olmasına rağmen Fenn kilo alamıyordu karnı şiş ve gergin duruyordu. Taita, ona da kaynatılmış köklerden bir ilaç hazırladı, Fenn de hazırlıklara yardım etti. Sonra içmesi için uzatınca küçük kız bir yudum alıp kaçmaya çalıştı. Hızlıydı ama Taita da hazırlıklıydı. Aralarındaki mücadele neredeyse iki gün sürdü. Adamlar kimin kazanacağına dair iddiaya girmişlerdi. Sonunda Taita kazandı ve Fenn, Taita'nın psişik müdahalesine gerek kalmadan ilacını içti, Taita, ona bunu yapmak istemiyordu zaten. Küçük kız ertesi güne kadar somurtmaya devam etti ama dışkısında neredeyse kafası kadar bir bağırsak kurdu topağı görünce hayretler içinde kaldı. Bu yaptığından çok gururlandı ve başta Taita olmak üzere herkese gösterdi. Hepsi uygun bir şekilde etkilenmiş gibi davranıp yüksek sesle Fenn'in aslında ne kadar akıllı ve cesur bir kız olduğunu söylediler. Birkaç gün içinde karnı normal haline döndü ve kollarıyla, bacakları tombul-laştı. Fiziksel gelişimi şaşırtıcıydı; birkaç ay içinde yaşıtı olan kızların birkaç yılda göstereceği gelişmeyi göstermişti. Taita, onun gözünün önünde büyüyüp çiçek açtığını düşünüyordu.
"O normal bir çocuk değil," diye kendine açıkladı. "Bir tanrıçanın ve kraliçenin yeniden doğmuş hali." Eğer bu konuda en küçük bir kuşkuya kapılmış olsa, İç Göz'ünü açıp onun aurasına bakması yeterdi. İlahi bir görkemi vardı.
Taita, "O güzelim tebessümün atları irkiltecek artık," dedi ve Fenn letuş bir gülümsemeyle bir zamanlar kara olan dişlerini gösterdi. Sonun-
197
Wilbur Smith
da boya solmuş ve dişleri bembeyaz olmuştu. Taita, ona yeşil bir dal seçip lifli ucunu çiğneyerek yeni dişlerini fırçalamayı ve nefesini tatlılaştırmayı öğretti. Küçük kız bu tadı sevdi ve günlük fırçalama işini asla ihmal etmez oldu.
Dile hâkimiyeti berbattan idare edere, sonra iyiye ve sonunda mükemmel oldu. Kelime bilgisi arttı: duygularını ifade etmek veya bir nesneyi tam olarak tarif etmek için en uygun kelimeleri seçebiliyordu. Kısa süre sonra Taita'yla kelime oyunları oynayabilir duruma geldi, yarattığı kafiyeler, bilmeceler ve cinaslar Taita'yi büyülüyordu.
Fenn öğrenmeye açtı. Zihnini meşgul edecek bir şey olmayınca sıkılıp huysuzlaşıyordu. Taita ona bir görev verdiği zaman tatlı ve uysal oluyordu. Neredeyse her gün Taita'nın ona yeni uğraşlar bulması gerekmekteydi.
Nehir kıyısından sağladığı kille yazı tabletleri yaptı ve ona hiyeroglif öğretmeye başladı. Kulübelerinin önündeki sert kile de bir bao tahtası çizmiş ve piyon olarak renkli taşlar bulmuştu. Birkaç gün içinde Fenn oyunun temel kurallarını öğrendi ve daha ileri oyunlar olan Yedi Kuralı ile Kale Yapma oyunlarına geçti. Unutulmaz bir günde, dört parti düz oyundan üçünde Meren'i yenerek onu seyredenler arasında olay konusu yaptı.
Taita dikenli çöven otunun külleriyle avcıların getirdiği hayvanların yağından bir tür sabun elde etmişti. Düzenli olarak kullandıkları bu sabun, Fenn'in bedenindeki son boya kalıntılarını ve onu evlat edinen Luo annesinin güzelleşsin diye uyguladığı diğer inatçı lekeleri de çıkardı.
Taita'nın etkili merhemi ve ısrarlı mücadelesi ile son haşaratların da kökü kazınmıştı. Isırıkları da zamanla tamamdn iyileşti ve yerleri kayboldu. Fenn'in cildi ipeksi ve lekesiz bir hal aldı, güneş vurduğu zaman amber gibi parlıyordu. Saçı uzayıp kulaklarım örttü ve parlak bir taca dönüştü. Hâlâ koyu yeşil ve kocaman olan gözleri artık diğer hatlarının önüne çıkmıyor, onları tamamlayıp zenginleştiriyordu. Fenn, Taita'nın gözünün önünde öteki hayatındaki kadar güzelleşmekteydi.
198
11. Yazıt
Ona bakarken veya geceleri yanındaki şilteden yumuşak nefeslerini Cinlerken duyduğu mutluluğu geleceğin neler getireceği korkusu gölgeliyordu. Önlerindeki birkaç yıl içinde onun bir kadın olacağını ve içgüdülerinin kendisinin veremeyeceği bazı şeyler isteyeceğini biliyordu. Kadınsı ihtiyaçlarını karşılayacak bir erkek bulmak için başka yerlere gidecekti. Taita da hayatında ikinci kez onun başka birinin kollarına gidişini izlemek zorunda kalacak ve kayıp aşkının acısını yaşayacaktı.
Kendi kendine, "Gelecek kendi başının çaresine bakar. Bugün için o yanımda. Bununla yetinmeliyim," diyor ve korkularını bir kenara atıyordu.
Etrafındaki herkes onun yeni yeni filizlenen güzelliğine hayran olduğu halde Fenn bunun farkında değildi. Onların övgülerine ince bir zarafet ve dostlukla karşılık veriyor ama bağımsız bir ruh olmayı sürdürüyordu. Sevgisini Taita'ya saklıyordu.
Duman Yeli de Fenn'in büyüsüne kapılanlardan biriydi. Taita kimyevi işlemlerle veya meditasyonla uğraşırken Fenn de otlağa onu bulmaya gidiyordu. Kısrak, Fenn'in yelesine tutunup sırtına çıkmasına ses çıkarmıyor, sonra da ona binicilik dersleri veriyordu. Başlangıçta ancak sakin bir yürüyüşe razı oluyordu. Fenn, onu tırısa kaldırmak için ne kadar zorlarsa zorlasın, binicisinin doğru ve dengeli biçimde oturduğundan emin olmadıkça Duman Yeli buna razı olmuyordu. Birkaç hafta içinde Fenn'i rahat bir eşkinle tanıştırdı. Onun minik ayaklarıyla böğrüne vurmasına, "Haydi! Haydi!" diye bağırmasına hiç aldırmadı. Derken bir öğle sonrasında, Taita kulübelerinin kapısının önündeki gölgede şekerleme yaparken Fenn atların durduğu bölmeye gitti ve gri kısrağın sırtına atladı. Duman Yeli yürümeye başladı. Çitin kapısına gelince Fenn hayvanı omzundan ayak par-
199
Wilbur Smith
mağının ucuyla dürtükledi ve Duman Yeli düzgün, yüksek adımlı bir tırısa kalktı. Savanaların altın rengi düzlüğüne ulaşınca, Fenn kısrağı eşkine geçirdi. Ağırlığını gayet iyi dengelemiş bir şekilde oturuyordu, dizlerini o kadar iyi sıkmıştı ki, hayvanın her hareketine uyum sağlayabiliyordu. Sonra, hayvanın işbirliği yapacağını beklemekten ziyade ümit ederek yelesinden bir tutamı kavrayıp, "Hadi gel sevgilim, koşalım," diye bağırdı. Duman Yeli bütün gücü ve hızıyla koşmaya başladı, Kasırga da peşlerinden geliyordu. Açık alanda büyük bir zevkle koştular.
Taita, adamların bağınşlarıyla uyandı. "Koş Duman Yeli, koş!" ve "Sür Fenn, sür!"
Kapıya koştu ve üçlüyü tam ufukta gözden kaybolurken görebildi. Öfkesini önce kime boşaltacağından emin olamadı.
Meren de, "Seth'in osuruklarının gürlemesi aşkına, tam bir asker gibi at biniyor!" diye bağırmak için tam o anı seçmiş ve kendini hedef haline getirmişti.
Duman Yeli sırtında heyecanla haykıran Fenn ve arkasında Kasırga ile ortaya çıktığında, Taita hâlâ nutuk atıyordu. Kısrak gelip Taita'nın önünde durdu ve Fenn hayvanın sırtından kayıp ona doğru koştu. "Ah, Taita, bizi gördün mü? Harikaydı değil mi? Benimle gurur duymadın mı?"
Taita, kıza baktı. "Bir daha asla böyle tehlikeli ve aptalca bir şey yapmayacaksın, asla." Fenn üzülmüştü. Omuzları düştü ve gözüne yaşlar doldu. Taita hemen geri adım attı. "Ama gayet güzel biniyorsun. Seninle gurur duyuyorum."
Meren, "Büyücü, senin bir asker gibi at bindiğini söylüyor, ama hepimiz senin için korktuk," diye açıkladı. "Ama endişelenmemize gerek yokmuş." Fenn anında yine parıldamaya başladı ve elinin tersiyle gözündeki yaşlan sildi.
"Sahiden öyle mi demek istedin Taita?" diye sordu.
Taita aksi aksi, "Sanırım öyle," diyerek kabullendi.
200
11. Yazıt
O gece Fenn şiltesine bağdaş kurup oturdu ve yağ kandilinin ışığında, sırtüstü uzanıp sakalını yana doğru yatırmış ve ellerini göğsünde kavuşturup uyumaya hazırlanmış olan Taita'ya ciddi bir tavırla baktı. "Asla uzaklara gidip beni terk etmeyeceksin, hep yanımda kalacaksın değil mi Taita?" dedi.
Taita, ona gülümsedi. "Evet, hep seninle olacağım."
"Çok sevindim." Öne eğildi ve yüzünü Taita'nın gümüş rengi sakalına gömdü. "Ne kadar yumuşak," diye fısıldadı. "Bulut gibi." Sonra günün heyecanı ağır bastı ve Taita'nın göğsünde uy uy akaidi.
Taita bir süre onun soluklarını dinleyerek yattı. Böyle bir mutluluk daimi olamaz diye düşündü. Fazla yoğundu.
Ertesi sabah erkenden uyandılar. Karabuğday lapasıyla kısrak sütünden oluşan kahvaltılarını yaptıktan sonra ormana bitki toplamaya gittiler. Yiyecek sepetleri ağzına kadar dolunca, Taita nehirdeki en sevdikleri gö-lete yöneldi. Yüksek kıyıya yan yana oturdular, aşağıdaki suya akisleri yansıyordu.
Taita, "Kendine baksana Fenn," dedi. "Ne kadar güzelleştiğini gör." Kız ilgisiz bir tavırla baktı ve sudan kendisine bakan yüzü görünce öylece kalakaldı. Diz çöküp suya doğru uzandı ve baktıkça baktı. Nihayet, "Benim kulaklarım kocaman değil mi?" diye fısıldadı.
"Kulakların bir çiçeğin yaprakları gibi," dedi Taita.
"Dişlerimden biri çarpık."
"Çok hafif ve bu da gülümsemeni daha gizemli yapıyor."
"Ya burnum?"
"Hayatımda gördüğüm en mükemmel minik burun."
"Sahi mi?"
201
Wilbur Smith
"Sahi!"
Fenn dönüp Taita'ya gülümsedi ve o da, "Tebessümün ormanı aydınlatıyor," dedi.
Küçük kız, ona sarıldı ve bedeni ılıktı, ama Taita aniden yanağında bir soğukluk hissetti, oysa dallan üzerlerine sarkan ağaçta yaprak bile kıpırdamamıştı. Taita ürperdi ve nabzı yine hafiften kulaklarında atmaya başladı. Artık yalnız değildiler.
Fenn'e koruyucu bir tavırla iyice sarıldı ve onun omzunun üstünden suya baktı.
Sanki dev bir yaymbahğı suyun dibini karıştırmış gibi bir dalgalanma oluşmuştu. Fakat Taita'nın kulaklarında atan nabız güçleniyordu ve bunun bir balık olmadığını anlamıştı. Bakışlarını yoğunlaştırdı ve nehrin derinliklerindeki girdapta nilüfer yaprağı gibi dalgalanan ince bir gölge fark etti. Gölge ağır ağır insan biçimine dönüştü, pelerinli bir hayaldi ve başında kat kat dolanmış bir rahip başlığı vardı. Taita katmanların arasını görmeye çalıştı, ama gölgeden başka bir şey göremedi.
Fenn onun kasıldığını hissetti ve başını kaldırıp yüzüne baktı, sonra da onun bakışlarını takip ederek suya döndü. Gölete bakıp korkuyla, "Orada bir şey var," diye fısıldadı. O konuşurken gölge kayboldu ve suyun yüzeyi yeniden hareketsiz kaldı. "Neydi o Taita?" diye sordu.
"Sen ne gördün?"
"Suyun altında biri vardı."
Taita şaşırmamıştı: Onda da bu yeteneğin olduğunu başından beri biliyordu. Bunu ilk kez kanıtlamıyordu.
"İyice gördün mü?" Onun aklına belli bir şey sokmak istemiyordu.
"Suyun altında tepeden tırnağa siyahlar giymiş birini gördüm... ama yüzü yoktu." Sadece parçaları değil, hayalin tümünü görmüştü. Ona bahşedilen psişik zekâ belki de kendisininki kadar güçlüydü. Onunla, Me-ren'le asla çalışamadığı şekilde çalışabilirdi. Bu yeteneğini geliştirmesine ve kendi dilediği biçimde kullanmasına yardım edecekti.
202
11. Yazıt
"Peki sana ne hissettirdi?"
Fenn, "Soğuk," diye fısıldadı.
"Herhangi bir koku aldın mı?"
"Kedi... hayır, yılan kokusu. Emin değilim. Ama kötü olduğunu biliyorum." Ona sarıldı. "Neydi o?"
"Aldığın koku cadının kokuşuydu." Ondan hiçbir şeyi saklamaya-caktı. Bedeni çocuk bedeniydi ama içinde aklı ve ruhu güçlü, sağlam bir kadını barındırıyordu. Taita'mn ona siper olmasına gerek yoktu. Yeteneğinin yanı sıra, öteki hayatında biriktirdiği güç ve deneyirne de sahipti. Sadece zihninde hazinelerini sakladığı deponun anahtarını bulmasına yardım etmesi lazımdı.
"Gördüğün şey cadının gölgesiydi. Kokladığın da onun kokusu."
"Cadı kimdir?"
"Yakında bir gün anlatacağım sana, ama şimdi kampa dönmek zorundayız. İlgilenmemiz gereken konular var."
Cadı onlan bulmuştu ve Taita bu güzelim yerde fazla oyalandığını anlıyordu. Yaşam gücü bir dalga gibi yükselmiş ve cadı da bunu hissetmiş, sonra da kokusunu almıştı. Harekete geçmeliydiler, hem de hemen.
Neyse ki, adamlar dinlenmiş ve tamamen iyileşmişti. Moralleri yüksekti. Atları güçlüydü. Karabuğday çuvalları dolmuştu. Kılıçlar bilenmiş ve tüm ekipmanlar onarılmıştı. Cadı onları bulmuşsa, Taita da onu bulmuştu, ininin hangi yönde olduğunu biliyordu.
Meren, adamlarının başına geçti. Bataklıkta verdikleri kayıp ağır olmuştu. Yaklaşık bir buçuk yıl önce Qebui'deki kaleden doksan üç subay Ve asker ayrılmıştı. Şimdi ise yoklamaya cevap veren altmış üç kişi vardı.
203
Wilbur Smith
At ve katırların durumu biraz daha iyiydi. İlk baştaki üç yüz artı beş hediye katırdan yüz seksen altısı kurtulmuştu.
Birlik kamp yerinden ayrılıp yamaçtan aşağı inerek tekrar nehre yönelirken kimse dönüp arkasına bakmadı. Fenn artık Duman Yeli'nin sırtında Taita'nın terkisinde değildi. At idare etmekteki becerilerini ortaya koyduktan sonra o da kendi hayvanı olmasını istemiş ve Taita da ona gürbüz, iğdiş edilmiş, iyi huylu bir doru at seçmişti.
Dostları ilə paylaş: |