HACI BEKTAŞI VELİ
Birçok kaynak Hacı Bektaş-ı Veli hakkında değişik bilgiler vermektedir. Bazı kaynaklar Hünkarı bir Türk-İslam sentezi oluşturmak üzere görevlendirilmiş gibi lanse etmeye çalışmaktadırlar ama bu tamamen gerçek dışı ve bir uydurmadan ibarettir.
Horasan erlerinden olan Hacı Bektaşi Velinin asıl adının Muhammet olduğu söylenmekte, mahlası Bektaş tır. Babası İbrahim,annesi Hatem veya Hatme hatun. 1209 yılında Horasan’ın Nişabur kentinde doğduğu 1270 veya 71 yıllarında öldüğü tahmin edilmektedir. Bazı araştırmacılar 1248-1337 yılları arasında yaşadığını söylemektedirler ancak bazı olaylar birinci ihtimali daha yakın görmektedirler.
Hacı Bektaşi Veli nin,Ahmet Yesevi’nin öğrencisi olduğu iddiaları bir çok Alevi tarafından pek kabul edilmemektedir, çünkü Ahmet Yesevi’nin 1166 yılında öldüğü bir çok kaynak tarafından iddia edilmektedir. Böyle olunca tarihler biri birine denk düşmemektedir.
Hacı Bektaşi Veli’nin Lokman Perende tarafından yetiştirildiği rivayetleri daya yaygın bir kanıdır. Hacı lakabı, Lokman Perende tarafından verilmiş olduğu da yazılanlar arasındadır. Soy Şeceresi incelendiğinde; Hacı Bektaşi Veli,Seyyid Muhammed İbrahim-el-sani, Seyyid Musa-i Sani,İbrahim-el-Sani, İbrahim Mükerrem-el-Mucab, İmam Musa-i Kazım, İmam Cafer-el Sadık, İmam Muhammed-el-Bakır, İmam Zeyn-el Abidin,İmam Hüseyin-el Şahid, İmam Ali. olarak kayıtlarda geçmesine rağmen bunun pek doğru olması düşünülemez.
Çünkü,Hz. Ali ile arasında bu kadar az kuşak belirtilen tarihe sığdırılamaz. Ancak G.Ü. Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırma merkezi uzmanlarından Derya Öcal, Hacı Bektaşi Veli’nin Hz. İmam Musa-i Kazım’ın soyundan on sekizinci torunu olduğunu yazmaktadır.(Yaz ‘99/10)
Birçok yerleri gezdikten sonra Elbistan-Afşin bölgesindeki Ashab-ı Keyf i ziyaret etmiştir.
Kayseri ve Ürgüp’te kaldıktan sonra bugün Hacıbektaş olarak bilinen Suluca Karahöyük’e yerleşmiştir.
Bir başka kaynağa göre Kardeşi Menteş ile seyahat etmekteler. Sırayla Sivas,Amasya’da Baba İlyas’a , Kırşehir’e, Kayseri’ye gelen Pir buradan Suluca Karahöyük kasabasına geçerek oraya yerleşir Bu seyahat sırasında Kardeşi Menteş’i kaybeder.
Sulucakarahöyük (Hacıbektaş) yerleştikten sonra hedefi olan insan sevgisini bu bölgedeki insanlara yaşayarak anlatmak olan Hacı Bektaş-ı Veli bölgenin ekonomik ve coğrafi yapısını tespit ederek çalışmalarına başlamıştır.
Her ne kadar Hacı Bektaş’ı Veli,Suluca Karahöyüke yerleştikten sonra Tekke kurarak halkı eğitmeye başladı denilmekte ise de biraz gerçekçi gelmiyor. Zorluklar ve sıkıntıların olduğu ve bölge insanlarının çok yakın tanımadığı ve ne olduğu bilinmeyen bir insanın böyle bir faaliyete hemen başlaması zor olsa gerek. Bir çok araştırma ve çalışmalardan sonra söylendiği gibi eğitime önem vererek icraatlara başlamıştır .
*****
Velayetnameye göre Hacı Bektaş-ı Veli öğretisine gönül vermiş Otuzaltı bin insan vardı. Bunların 360 ‘ı fiilen görev almış ve Halifelik unvanı verilmiştir. Horasandan birlikte Anadolu’ya gelen Sarı Saltuk Rumeli’ne,Karaca Ahmet Sultan İstanbul ve Akhisar’a, Abdal Musa Sultan Elmalı’da,
Akça Koca Akyazı’ya, Geyik Baba Bursa’ya,
Taptuk Emre Sakarya’ya, Hacım Sultan Uşak’a,
Barak Baba Bigadiç’e, Hızır Samut Yozgat, Bozok’a, Sultan Şüca Eskişehir’e, yerleşerek düşüncelerini anlatmaya, Dünyaya dostluk ve barış gelmesine, insanlar arasında hoşgörünün yaşatılmasına önderlik etmişlerdir.
Hacı Bektaş’ı Veli, Türk-İslam sentezi oluşturmaya gelmişti denilmektedir. Halbuki kalbi insan sevgisi ile dolu olan ve Hümanist düşünce mücadelecisi olan bir insan insanlar arasında ayrım yapması mümkün değildir. Onun için bütün insanlar birdir.Din,dil,ırk ve mezhep ayırımı yapmayan bir düşüncede olumsuzluklara yer yoktur.
Erzurum’lu Mehmet Ballı bir şiirinde Hacı Bektaşi Veli’yi nasıl anlatıyor.
Fakiri yedirip,doyuran.
Mürşidimiz,Hacı Bektaş,
Her yönüyle rehber olan.
Mürşidimiz Hacı Bektaş.
Anadolu,senin yurdun,
Eşitlikti,tüm hizmetin.
İnsanlığa hizmet oldun,
Mürşidimiz,Hacı Bektaş.
Yolunda yoktu ayrıcalık,
Hizmetiyle,halka dönük.
Ülkün idi, “dirlik,birlik..”
Mürşidimiz Hacı Bektaş.
Üç ilkede,karar kıldın,
“Ele,Dile,Bele” sadık kaldın,
Ordulara gülbang çektin,
Mürşidimiz,Hacı Bektaş.
Hacı Bektaş-ı Veli,bulunduğu bölge insanını çok yakından tanıyarak onların sorunlarına yine kendi imkanları ile nasıl cevap verebileceklerini öğretmiştir.
Geliş amacı farklı sayılan Pir; çiftçilik, hayvancılık, çobanlık..gibi işlerle uğraşmış bölge insanından farklı yaşamamıştır. Zaten öyle bir farkı aramış olsaydı bugün adına rastlamak mümkün olmazdı.
Eğitime verdiği önem,yanında yetiştirdiği ve hala onunla birlikte anılan dervişlerden de anlaşılmaktadır. Bütün bunlar yapılırken bir şey hiç elden bırakılmamış oda insan sevgisi. Hiç bir zaman insanları üzmemiş,ayrım gözetmemiş, Anadolu insanının yaşayış biçimine uygun inançsal kavramları da kültürün içerisine sokarak kabullendirmiştir.
Yapılan bu uygulama daha sonra önemini artırmış,hatta Osmanlının baskı ve zulmü karşısında Dedeler ve Babalar marifetiyle öğreti hayata geçirilmiştir.
Alevi-Bektaşilikteki sevgi,büyüğe saygı,kurallara uyma noktasında bugün dahi kabul gören bu kültür yada yaşam biçimi hatta inançsal kavramlar ne kadar önemlidir.
Gerçi her fırsatta bu geleneği yıkmak, bozmak,ortadan kaldırmak için büyük uğraşılar olmuşsa da ne yazık ki başarılı olamamışlar.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya gelişi hakkında oldukça fazla ve farklı görüş,bilgi ve yazmalar mevcuttur, ancak bunun iki boyutu ağırlık kazanmaktadır.
Olayın bir mistik yanı birde siyasi yanı vardır.
Hacı Bektaş-ı Veli iki farklı düşünce sahipleri tarafından araştırılmaktadır. Bunlardan biri gerçek Hacı Bektaş-ı Veli’yi ve onun felsefesini araştırıp bulmak ve bu felsefeyi günün şartlarına uygun bir şekilde yaşatmaktır. Bunlar Anadolu Alevileri yada o doğrultuda düşünenlerdir.
Bir başka araştırma yapanlar yada Hacı Bektaş-ı Veli’yi gerçek kimliğinden uzaklaştırarak bir nevi Sünnileştirmek bu vesileyle de Aleviliği asimile etmektir.
Buna örnek vermek hiç de zor değil,işte Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi.
Bu merkezin bu güne kadar çalıştırdığı,görev verdiği araştırmacılar Hacı Bektaş-ı Veli’yi iyi bir sünni etmişlerdir. Onun beş vakit namaz kıldığını, ibadetlerini Sünni İslam usullerine göre yaptığını yazıp çizmeye başladılar. Sorulmalı bu merkeze,Hacı Bektaş-ı Veli namaz kılıyordu da neden bu kadar imkanlara rağmen bulunduğu kasabada, bugünkü İlçede bir cami yaptırtmamış.
Ülkeyi gezdiğimizde bir çok yerde o dönemlerde yapılmış ve hala dim dik ayakta duran yüzlerce, binlerce Cami varken Hacı Bektaş-ı Veli’nin bulunduğu ve dünyalarca insanın gelip kendisiyle görüştüğü yerde cami yoktur. Sadece ilçede değil o bölgede yaşayan Alevi-Bektaşi köylerinden hiç birinde Cami yoktu.
Elbette Cami yoktur,olmaması kadar doğal bir şey yoktur, çünkü Hacı Bektaş-ı Veli’nin Küllüyesi içerisinde Cem evi vardı. O ibadetini her yerde yaparken Cemler o küçücük Cem evinde yapılıyordu. (Murat Sertoğlu,Evliyalar Evliyası Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli.s.254,259)
Bu günde bu cem evi ziyaretçilerin görüşüne açıktır, on iki postnişinin postları serili durmaktadır,hiç kimse gidip Hacı Bektaş-ı Veli’yi Camilerde aramasın,
Hacı Bektaş-ı Veli “insanların yaşamalarını ibadet olarak kabul etmiş”,ne şekilde yaşadığını çok iyi örneklerle de göstermiş. Bundan rahatsızlık duyan Osmanlı 1800 lü yıllarda Hacı Bektaş-ı Veli küllüyesine camiyi nasıl ve ne amaçla yerleştirdiği aşikardır. II. Mahmut,yeniçeri ocağını kaldırdıktan sonra Alevi-Bektaşilerin merkezi olan Hacıbektaş Dergahını yürütmek üzere 1827 yılında Nakşibendi Tarikatı kurallarına göre Veliyüddin Efendiyi görevlendirmişti.
Postnişin olarak da Nakşibendi şeyhlerinden Mehmet Sait efendiyi görevlendirmişti. Güya Postnişin olan bu şahıs kendisi için ve asıl amacı asimilasyon politikasının başlatılması adına Külliye içerisine bir Camii yaptırdı.
Bu gün bu camii Alevilere karşı kullanılmaktadır. Hacı Bektaşi Veli beş vakit namaz kılmaktaydı. Hatta Hacı Bektaş-i Veli ile ilgili çeşitli bilgiler de halka yayılmaya başlatıldı,hünerleri ile örnekler verilirken hep namaz kıldığı sırada veya namazdan sonra diye başlayan bu bilgiler tamamen asılsız ve yalanlarla doludur.
Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya gelince kendi bölgesinde sünneti ve şeriatı kaldırmış,
Türkçeyi ibadet dili yapmıştır. Dünyada ibadet dili Arapça iken,o bulunduğu bölgenin kullandığı dili geçerli kılması, insanların anlayarak bilerek inanması gerekliliğini savunmuştur. 1200.lü yıllarda Hacı Bektaş-ı Veli’nin savunduklarını ve uyguladıklarını bu gün insanlar hala tartışmaya korkmaktadırlar.
Hacı Bektaşi Velinin çalışmalarından ve halk dilini kullanmasından rahatsız olanlar onun mücadelesini kırmak için neler yazıyorlardı.
Arab-î,Farisi dilin olmazsa,
Bülbüle münasip,gülün olmazsa,
Elbette bir meslekte,elin olmazsa,
Dava ile Sultan olsa’ne fayda.
Bu yüzdende onu Türkçülükle suçlamaktadırlar. Aslında Hacı Bektaşı Veli Türkçeyi değil herkesin ana dilini kullanmasını istemiştir.
Pirin getirdiği yenilikler halk tarafından kabul gördü. Bunlar ;
1-İbadet dili olarak ana dilin kullanılması
2-Cem
3-Şeriatsız yaşam(zorunlu ibadet yok,cinsiyet ayrımı yok,içki yasağı yok..gibi)
Hacı Bektaş-ı Veli insana verdiği değeri her fırsatta dile getirmiştir. Sünni inanışa göre hacca gidenlere bakınız nasıl bir çağrıda bulunuyor.
Hararet nardadır sacda değildir
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de hacda değildir.
Hünkarın söyledikleri hiç bir zaman unutulmayacak ve her geçen gün daha önem kazanacak sözlerdir. Sanki bu sözleri bu gün için söylemiştir.
Hacı Bektaş-i Veli Türbesinin etrafında elli civarında mezar bulunmaktadır. Bu mezarların bir kısmının kimler olduğu tam olarak bilinmemektedir ama bilinenler ve ölüm tarihleri;
Dergah Pir türbedarı Seyyid Mehmet baba (1781)
Dergah Postnişini Hasan Dede (1797)
Haki Ali Baba (1801)
Ali Baba (At evi babası) (1847)
Aşçıbaşı Ahmet Baba (1948)
Dergah Postnişini Saatçi Ali Dede (1849)
Türbedar Boşnak Hacı Mustafa Baba (1852)
Sofyalı Derviş Mahmut (1853)
Aşçı İbrahim Baba (1857)
Hacı Tahir Baba (1866)
Aşçı Mehmet Baba (1869)
Ekmekçi İbrahim Baba (1869)
Ekmekçi Hacı Mehmet Baba (1877)
Ekmek evi Babası Melik Baba ( 1880)
Aşçı Mustafa Baba (1881)
Perişan Hafız Ali Baba (1883)
Hızır Abdal soyundan Haydar (1885)
Düriye Hanım (1893)
Mihmandar Ali Baba (1897)
Kahveci Derviş Ali (1899)
Atacı Mehmet Baba ( 1900)
Ekmek evi postnişini Abdullah Fahri Baba (1920)
Deli Topuk Baba
Hilmi Mehmet Baba
Ara bul.
İncinsen de incitme
Benim kâbem insandır.
Kadınlarınızı okutunuz
Eline,diline,beline sahip ol.
Her ne ararsan kendinde ara.
Arifler hem arıdır hem arıtıcı
İnsanın cemali sözünün güzelliğidir
Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız
Nefsine ağır geleni başkasına tatbik etme
İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır
Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu
Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.
Hacı Bektaş-i Veli,bazı öğütleri ile hep gündemde kalacaktır
“Tanrı’ya karşı doğruluk,
Halka karşı insaf,
Büyüklere hizmet,
El altındakilere sevecenlik,
Düşmanlara yumuşaklık,
Dostlara sevgi,
Nefsine düzen,
Dervişlere cömertlik,
Bilginlere alçakgönüllülük,
Cahillere suskunlukla görün.”
Hacı Bektaşi Veliyi Anadolu Alevileri her fırsatta hatırlar ve hiç dillerinden düşürmezler. Ona olan bağlılıklarını şiirlerinde dile getirir.
İşte bunlardan Kayseri,Karaözü,Karpınar’lı Aşık Kulsofu, Hacı Bektaşi Veliyi böyle sevdiğini söylüyor.
Ali sensin Veli sensin
Peteklerde arı sensin
Cümle alemin yari sensin
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Güvercin donunda uçtun
İdirise hülle biçtin
Kerbelada şehit düştün
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Kuru Kösayı güverttin
Tur dağında koyun güttün
Kâhi geldin kâhi gettin
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Cansız duvarı yürüttün
Balığın gönünde yattın
Kırklarınan semah ettin
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Kul sofuyum sana geldim
Eşiğine yüzüm sürdüm
Ver muradım koyma mahrum
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Hacı Bektaş ilçesinde bulunan, Hacı Bektaş-ı Veli Türbesi’ne yedi kapıdan girilir. Kapılar küçükten büyüğe doğru sıralanır. Bu sıralama alçak gönüllülüğü ve mütevaziliği sembolize eder.
Yedi kapı, Hacı Bektaş-ı Veli’nin İmam Musa-i Kazım’ ın soyundan gelmesi ve (İmam Musa-i Kazım yedinci imam), Merdivenlerin on sekiz basamaklı olması Hacı Bektaş-Veli’nin yedinci imamdan on sekizinci torun olmasıdır. Ölümünden uzun süre sonra yapılan Türbede bu sayılar tesadüfü değil özellikle yukarıdaki gerekçelerle yapılmıştır.
Hacı Bektaşi Veli öğretisini her araştırmacı veya yazar ayrı ayrı değerlendirmektedir. Rıza Zelyut,Hacı Bektaşi Veli düşüncesinin özelliklerini sıralarken:
1.Temel,insandır.
2.İnsani eşitlik,
3.Kadınla birliktelik,
4.Halkın düşüncesi önemlidir,
5.İbadet toplumsaldır,
6.Cem töreni,
7.İslamiyetin samimi bir yorumu,
8.Kardeşlik(musahiplik) düzeni,
9.Eline,diline,beline;aşına,işine,eşine sahip olmak,
10.Dünyacılık,
11.Dinli-dinsiz ayırımı yoktur,
12.Verici olmak temeldir,
13.Aşk ve muhabbet önde gelir.
14.Bütün görüşlere açık olmak,
15.Sivil toplum yaratmak,
16.Güzelliğe açık olmak.
Hacı Bektaşi Veli’ye ait Eserler.
Pir Hacı Bektaşi Veli hakkında yazılmış ve kendisi tarafından kaleme alınmış bir çok eser, Osmanlı Padişahlarından II. Murat döneminde yol edilmeye başlanmış. O dönemlerde Tekkelere Sünni veya Nakşibendi Şeyhleri atanarak hedefe ulaşmak istenmiş. Ne yazık ki o dönemde bazı Şeyhler de gerçekleri görerek Bektaşiliği kabul etmişler ama amaç Alevi-Bektaşi düşüncesini ortadan kaldırmaktı. ve bir çok düşünceleri de yerine gelmiş.
Öyle bir mantıkla hareket edilmiş ki; elde ne kadar kitap ve belge varsa ortadan kaldırılmış,hatta Mezarları dahi yok edilmiş yıkılmış ve taşları kırılmıştır. Bu yetmiyormuş gibi, Cumhuriyet döneminde Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasıyla ilgili yasa gereğince toplatılan kitapların bir çoğunun ortadan kaybolduğu bilinmektedir.
(HasanGülşan,Pir Hacı Bektaş Veli ve Alevi-Bektaşiliğin Esasları adlı yapıt s.48)
Prof. Fuat, Köprülü’nün bilimsel inceleme yapmak üzere aldığı belgeler ortada yoktur.
Hacı Bektaşi Veli tarafından kaleme alındığı kabul edilen, şimdiki günlerde dahi dikkatle okunan eserler olarak kabul edilenler
1.Menakipname(Vilayetname-i Hacı Bektaş Veli veya Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli) ; Hacı Bektaşi Veli’nin, Horasandan kalkıp Sulucakarahöyük’e gelişi,bu süre içerisinde geçirdikleri,Sarı Saltık, Seyyid Mahmud Hayrani, Ahi Evren...vb.gibi din ve tasavvuf büyükleri ile yaptığı görüşmeler anlatılır.
2.Velayetname ; Hacı Bektaşi Veli nin yaşamını anlatan Dinî-Destani niteliği olan bir eserdir.
3.Makalat ; Tamamen eğitim amaçlı hazırlanmış bu eser, Aleviliği tam anlamı ile açıklamaktadır, Dört kapı,kırk makam teferruatlı bir şekilde açıklanmıştır.
Tevella ve Teberra,
Ehli beyti sevenleri dost, düşmanlarını düşman olarak görmek,
İnsana insanca değer verilmesi,Ele-bele-dile ilkesiyle hareket edilmesi anlatılmaktadır.
4.Şathîye ; Hacı Bektaşi Veli’nin yaşadığı 13.yüzyılın özellikleri anlatılmaktadır. Risale niteliği taşımaktadır.
5.Fevaide (Kitabü’l-Fevaid) ; Ahlak kuralları ile Tasavvufu birleştirerek değerlendirilen bir eserdir. Bazı araştırmacılar Fevaid’in Hacı Bektaş-i Veli’ye ait olmadığını söylerler. Prof Fığlalı,kitabın tamamen Pire ait olduğunu yazmaktadır.
Kitabın kopyası İstanbul Üniversitesi elyazma bölümünde 75 sayfada kayıtlıdır.
6.Hurdâname ; Çok anlamlı bir eserdir. Bütün düşündüklerini bir cümle ile anlatmıştır.
“Şeriatta,bu senin,bu benim.
Tarikatta;ne senin,ne benimdir.
Marifette;Cümle varlık hem senin,hem benim.
Hakikatte; ne senin,ne benimdir,cümle varlık Hakkındır.”
7.Şerh-i Besmele;Kitabın Hacı Bektaş-i Veli’ye ait olmadığı bütün yazarlar tarafından iddia edilmektedir.
PİR SULTAN ABDAL
Pir Sultan’ın asıl adı Haydar’dır. Pir Sultan Sivas’ta Banaz Köyünde doğup büyümüştür. Soyu Yemen’dedir, İmam Zeynel Abidin soyundan Karadonlu Can Baba kolundan (Ağuçan) kolundandır. Onurlu ve dürüst mücadelesi ile simgeleştirilmiştir, hatta efsaneleştirilmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman dönemine rastlayan yaşantısında, Alevi-Bektaşi öğretisi gereği haksızlığa karşı sazıyla, sözüyle sonuna kadar haklı mücadelesini sürdürmüş diğer halk aşığı,Alevi dedeleri ve bir çok Anadolu dervişlerinden farklı bir misyon üstlenmiştir.
Prof. Fuat Köprülü, yaptığı araştırmalarda net bir tarih belirleyememiştir. yaptığı çalışmalar 15.yüzyıl başlarında yaşadığını tahmin etmektedir.
Pir Sultan Abdal; Sosyal,Kültürel ve İnançsal anlamda Aleviliğe çok şeyler katmıştır. Şiirsel ve sanatsal alanda belirleyici bir özelliğe sahipti.
Yunus Emre,Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi bu konuda büyük uğraşı vermiş Derviş yada Halk ozanlarından Pir Sultan Abdal’ın farklılığı bir taraftan düzene karşı mücadele verirken diğer taraftan Alevi-Bektaşi öğretisine bulunduğu katkılarıdır. Pir Sultan hakkında çok fazla bilgi yoktur.
Var olan onun şiirleri ve efsaneleşmiş hayat hikayeleridir. Şiirlerine hayran kalan bir çok halk ve hak aşıkları onun şiirlerine benzetme yapmışlar,
Hatta onun ağzından şiirler okumuşlar. Bu yüzdende bir çok şiirin Pir Sultan’a ait olup olmadığı bile tartışma konusu olmuştur.
Buradan şu çıkmaktadır. İnsanlar ikinci bir Pir Sultan yaratmışlardır,onu her zaman yaşaması için ayrı bir yere oturtmaya çalışmışlardır. Bunda da haklılık payları yok değildir.
Elimizde var olan bir dörtlüğü incelediğimizde
Eşinden m’ayrıldın nedir firkatın
Çık Yıldız Dağına bir sema tutun
Orda Pir Sultan var ervah-ı zatın
O geçirir sizi coşkun sellerden.
Bu dörtlük Pir Sultan’a ait olduğu söylenemez. Pir Sultan hiç bir şiirinde kendisini yüce tutmamış ve öylede yaşamamış.
Pir Sultan’ın ;
“Pir Sultan Abdal’ım destim,damende
Neslim Koca Haydar,aslım Yemen’de
Pir Sultan’ın hayatı yazılıp çizilmekle bitmeyecek kadar uzun ve önemlidir. Herkes tarafından bilinen yaşanının sonu kara bir tablodur.
Rivayetlere göre Pir Sultan’ın müritlerinden Sofular Köyü halkından Hızır isimli biri Pir Sultan’dan okuması için izin ve yardım ister. Pir Sultan, “git oku ama yarın gelip beni asarsın” deyince ayaklarına kapanır, öyle şey olur mu der ve izin alıp İstanbul’a gider, okur Paşa ve Beylerbeyi olur.
Pir Sultan devlet düzenine karşı ayaklanmış ve halkı bilinçlendirip haksızlığa karşı mücadele vermeye başlayınca ayaklanmayı durdurmak ve bastırmak için Hızır Paşa görevlendirilir. Sivas’ta bir Kara Kadı birde Sarı Kadı vardır. Bu iki kadı son derece zalim acımasız ve haram yiyenlerdir. Pir Sultan iki köpeğine bu iki kadının adlarını koyar.
Bunu duyan kadılar Pir Sultan Abdal’ı huzura çağırır ve sorgularlar.
“Benim köpeklerim sizden iyidir,siz haram yersiniz ama benim köpeklerim haram yemezler.”der.
“Nereden biliyorsun,ispat et.”derler.
“İsterseniz ispat ederim ama tahammül edemezsiniz.” der.
Şehrin bütün ileri gelenleri,hacıları,hocaları toplanırlar. Gizlice bir miktar haram yemek,bir miktarda helal yemek hazırlatırlar.
Kadılar oturup haram yemeği yerler. Bu defa köpekler getirilir ve aynı yemeği sunarlar fakat köpekler haram yemeği yemezler,helal olan yemeğe yönelir ve başlarlar yemeye.
Toplanan şehrin ileri gelen hacı ve hocaları “İyi köpek kötü kadıdan iyidir.” derler. Pir Sultan Abdal bunun üzerine bir deyiş söyler.
Koca başlı koca kadı
Sende hiç din iman var mı
Haramı helalı yedi
Sende hiç din iman var mı
Fetva verir yalan yulan
Domuz gibi dağı dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı
İman eder amel etmez
Hakkın buyruğuna gitmez
Kadılar yaş yere yatmaz
Hiç böyle kör şeytan var mı
Pir Sultan’ım zatlarınız
Gerçektir şöhretleriniz
Haram yemez itlerimiz
Bu sözümde ziyan var mı
Olayların bu şekilde gelişmesi Hızır Paşayı rahatsız eder. hızır paşanın talimatları doğrultusunda Kör Müftü, Şah’ın adını kullanmayı yasaklar,hemde öyle bir karar ki Şah kelimesi kullananın dili kesilerek öldürülecektir.
Kör Müftünün bu fetvası üzerini Pir Sultan Abdal gittiği her yerde Şah’ı daha güçlü bir şekilde anmaya başlar. Bunu duyan Hızır Paşa,Pir Sultan Abdal’ı huzura çağırır.
Şeyhi olduğu için gerekli ilgi ve alakayı gösterir,önünde saygı ile eğilir ve hürmette kusur etmemeye çalışır yada öyle gözükür. Şeyhine yemekler hazırlatır ama Pir Sultan bu yemekleri yemez,Hızır Paşa sebebini sorar :
“Sen yoldan çıktın,yetimlerin hakkını aldın, haram yedin o yüzden senin yemeğini yiyemem,hatta ben değil köpeklerim dahi yemez.” der. Hızır Paşa bunun doğruluğunu görmek ister ama bir şey diyemez,bunu anlayan Pir Sultan Abdal,pencereden köpeklerini çağırır. Köpekler Banaz’dan çıkıp gelirler ama onlarda yemekleri yemezler. Buna son derece bozulan Hızır Paşa, Pir Sultan Abdal’ı Sivas’ta Toprakkale denilen yerde hapseder. Gerek içerisindeki sıkıntı gerekse daha sonra başına gelebileceklerden olmalı ki Pir Sultan Abdalı tekrar huzuruna getirtir ve içerisinde ŞAH sözcüğü geçmeyen üç şiir okumasını ister,Şah sözü geçmezse af edeceğini söyler.
Pir Sultan önce şu nefesi okur.
Hızır Paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Siyaset günleri gelip çatmadan
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne
Can boyanmak ister Ali müşküne
Pirim Ali,Oniki İmam aşkına
Açılım kapılar şaha gidelim
Pir Sultan’ım eydür mürvetli Şhh’ım
Yaram baş verdi sızlar ciğerim
Arşa direk diker olmuştur ahım
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Arkasından
“ Kul olayım kalem tutan eline
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz
Şekerler ezeyim şirin diline
Katip ahvalimi Şahâ böyle yaz.
Allahı seversen katip böyle yaz
Dünü gün ol Şah’a eylerim niyaz
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas
Katip ahvalimi Şah’a böyle yaz...”
Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydun bizi kavim kardaşa
Katip ahvalimi Şah’ böyle yaz.
Üçüncü deyişi ile Hızır Paşayı iyice sinirlendirmiştir.
Karşıdan görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Elâ gözlü Pirim sen himmet eyle
Bende bu yayladan Şah’a giderim...
Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz
Gitti giden ömür geri dönülmez
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şah’a giderim...
Hızır Paşa,Şah sözcüğünün kullanılmasını istememiş ama,hangi şahdan bahsettiği pek belli değil. Bu şah, Şah İsmail’mi yoksa Şah Hüseyin’mi pek bilinmemektedir. Aslı olan Pir Sultan Abdal’ın kendi öz iradesiyle söylemesi gerekene konan yasağın haklı sebeplerle nasıl delindiği ve İnsanların haklı mücadelelerinde başlarına nelerin gelebileceğidir. Hızır Paşa bu işe iyice sinirlenir,Pir Sultan Abdalın asılmasını emreder.
Pir Sultan asılmaya götürülürken:
Bize de Banaz’da Pir Sultan derler
Bizi kem kişi de bellemesinler
Paşa hademine tenbih eylesin
Kolum çekip elim bağlamasınlar
Hüseyin Gazi Sultan binsin atına
Dayanılmaz çarh-ı felek zatına
Bizden selam söylen ev külfetine
Çıkıp ile karşı ağlamasınlar
Ala gözlüm zülfün kelep eylesin
Döksün mah yüzüne nikap eylesin
Ali Baba Haktan dilek dilesin
Bizi dâr dibinde eğlemesinler
Ali Baba eğer söze uyarsa
Emir Huda’nındır Beyler kıyarsa
Ala gözlü yavrularım ağlarsa
Alım çözüp kara bağlamasınlar
Surrum işlemedi kaddim büküldü
Beyaz vucudumun bendi söküldü
Önüm sıra Kırklar Pirler çekildi
Daha beyler bizi dillemesinler
Pir Sultan Abdal’ım coşkun akarım
Akar akar dost yoluna bakarım
Pirim aldım seyrangaha çıkarım
Daha Yıldız Dağın yaylamasınlar.
Sivas’ın Keçibulan denilen semtte dar ağacı kurulur ve hazırlıklar başlar. Hızır Paşa ikinci bir emirle asılma olayını herkesin izlemesini,Pir Sultanın sokaklarda dolaştırılmasını ve bu esnada halk tarafından taşlanmasını emreder.
Halk toplanır ve Pir Sultan’ı taşlamaya başlarlar. Müsahibi Ali Baba da o kalabalığın içerisinde bulunur ama insanların taşlamasına tahammül edemez fakat yapabileceği fazla bir şey de yok, herkes onu taşlarken Ali Babada Musahibine gül atar.
Pir Sultan’ın asılması olayı farklı bir boyut kazanmakta ve insanların kimlerden neler beklediğidir. Birileri birşeyler verir ama ne anlama geldiğini belki de bilemeyebilir. Pir Sultan’ın Sivas sokaklarında taşlandığı bir sırada herkes taş atarken Müsahibinin gül atması gibi.
Alevi-Baktaşi kültüründe ve uygulamalarda Yol gereği iki Müsahip biri birlerine son derece bağlıdırlar. Biri açken diğeri tok gezemez.
Biri suçlu iken diğeri masum sayılamaz,ikisi birden yargılanır. Halbuki Pir Sultan yargılanırken ve taşlanırken Müsahibi Ali Baba halkın arasında durmakta ve kendisine göre
“Sana taş değil gül atılmalıdır. Sen taşa değil güllere layıksın ...”mesajını vermek istemiştir ama bu Pir Sultan Abdal’ın ne düşüncesine nede yaşadığı ve yaşattığı Kültüre uygun düşmemiştir. Bu yüzden de
Pir Sultan Abdal ;
Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bülbül gibi zareler beni
Yağmur gibi taşlar yağar başıma
Dostun bir tek gülü yaralar beni...
Pir Sultan Abdal asılır ama sabah kalkıp baktıklarında dar ağacında Pir Sultan yok hırkası var. Halk başlar bu konuyu tartışmaya.
Bazıları Şahı Malatya yolunda gördüğünü söyler,bazıları asıldığı günün ikincisi günü Koçhisar yolunda,bir başkaları Tavra boğazında gördüklerini söylerler ama ortalıkta yok olur gider.
Alevi-Bektaşiler bu olayı tamamen inanmışlığın, davasına olan bağlılığının bir göstergesi olduğunu söyler ve inanırlar.
Pir Sultan,verdiği mücadelede ezilen halkın yanında yer tutmasını bilmiş ve onların desteğini de almıştır. Birliğe çağrıda bakınız neler demiş :
Gelin canlar bir olalım
Münkire kılıç çalalım
Hüseyn’in kanın alalım
Tevekkeltü taâllah.
Pir Sultan Abdal,söylediği her şiirinde bir mesaj vermekte, her hareketinde bir Özgürlük figuru oluşturmaktadır. Bu yüzdende söyledikler yüz yıllarca dillerden düşmeyecektir. Dünyada gelişen olaylar her geçen gün Pir Sultan deyişleriyle olgunlaşıyor, arkasında binlerce askeri olmayan, topu,tankı,füzeleri yoktu onun. Uzay mekiği ile bir yerleri görmek için uğraşıda vermedi ama ezilen halkı,onun karşısındaki zalim idareci ve yöneticileri görüyordu.
Bir soy kırım hareketine karşı onurlu mücadelesini hep sürdürdü, sürdürebildi çünkü onun sazı vardı,sözü vardı,dahası en yürekli insanlar vardı Hınzır Paşaların karşısında.
Pir Sultan Abdal’ın üç oğlu ve bir kızı olduğu, bunlardan:
Seyid Ali, Banaz köyü yakınlarındaki çamlık alan olarak bilinen kırsalda bulunmaktadır.
Pir Mehmet,Tokat ilinin Daduk köyünde.
Er Gayıp, Dersim bölgesinde olduğu
Kızı Sanem, ile ilgili tutarlı bir karda rastlayamadım.
Dostları ilə paylaş: |