MUSAHİPLİK
Musahiplik Yol kardeşliğidir. Bazı Aleviler musahipliğin Hz. Ali ile Hz. Peygamberden kaldığına inanırlar. Bir çok konuda olduğu gibi,Aleviliğin esaslarında ana kaynak olarak baş vurulan İmam Caferi Sadık Buyruğu’nda Musahiplik konusu oldukça geniş yer almaktadır.
Hz. Peygamber,Deve Palanlarından kurdurduğu minberin üzerine çıkarak halka seslenir. Tanrı kendisinden (Peygamberden) sonra yerine Ali’yi vekil tayin ettiğini, herkesin buna uymasını söyler ve devamla; “Ali ile ben ikimiz bir ağacın meyvesiyiz,ey inananlar,her iki kişi birbirinizin kardeşliğini kabul edin.” Peygamberi dinleyen halk ikişer ikişer musahip olurlar ancak Hz. Ali yalınız kalır ve “Ben kiminle kardeş olayım ya Muhammed”der. Hz. Muhammed’de “Ey Ali sen benimle kardeş oldun. İkimizde bir kardeşiz. Tıpkı Musa ve Harun gibi.” Bundan sonra ikisi musahip olurlar.
Burada sözü edilen yol kardeşliğinin oluşumu belki de oldu bittiye gelmiş gibi gözükebilir ama günümüz Aleviliğinde Yol kardeşliği son derece önem taşımakta ve Musahip (Yol Kardeşi) olacak insanlar biri birlerini iyice tanıyana kadar biribirlerini denerler, Aileleri ile görüşerek onların müsaadelerini alırlar, Rehber aracılığıyla Köylülerin rızalığını aldıktan sonra Pir huzuruna çıkarlar. Çünkü Musahiplik; paylaşımcılığı, ortak üretimi,adaleti sağlamanın yolunu, namusa olan sadakatı gösterir.
Alevilikte yola girmenin şartlarından biride Musahip tutmaktır. Musahip tutulurken herkesin izninin alınmasında asıl gerekçe, Musahiplik kardeşten daha önde gelir.
İki kardeş çocukları biri birleri ile evlenebilirler ama Musahip çocukları evlenemezler, sadece iki Musahip çocukları değil, musahiplerin kardeşlerinin çocukları da evlenemezler, onlar artık kardeştirler.
Birinin varken diğerinin evinde yoksa müşterek kullanırlar, olmayanın olmama sebebi tembellikse musahip onu tembellikten kurtarmak için en az anne ve baba kadar sorumluluk üstlenerek bunu aşması için mücadele verir. Bu yüzden Musahip olacaklar biri birlerini çok iyi tanımak isterler,yaşam biçimleri,gelir seviyeleri, eğitim seviyeleri bile biri birlerine uymalı ki bu tip olumsuzluklar karşısında müdahale sırasında tepki göstermesin.
Dede ile talip musahip olmazlar,çünkü yaşam tarzları ve konumları itibariyle zaman zaman farklı yerlerde bulunmak zorunda kalırlar.
Tamamen,inceliklere dayanan musahip seçimi, yaşamda vazgeçilmeyecek bir akrabalığı oluşturduğu için önemlidir. Musahiplerden birisi suç işlediğinde Cemlerde birlikte sorgulanırlar, dara birlikte dururlar. Musahip olmanın kesinleşmesi Ceme bağlanır.
Bazı bölgelerde Aleviler Musahip törenleri düzenlerler.
Musahip olacaklar Cemde huzura gelir ve Rehber,Mürşide iki çiftin biribirleriyle Musahip olmak istediklerini bildirir. Musahip olmanın özellikleri Mürşid tarafından iyice anlatılır ve bir yıl deneme süresi verilir. bir yılın sonunda yapılan cemde diğer görgüler yani oniki hizmet yerine getirilir.
Çerağ uyandırılır,kurban duası verilir ve Rehberin öncülüğünde Musahip olacak çiftler huzura gelirler. Dara dururlar. Rehber:
“Aşk ola!...” der.meydana niyaz olurlar.
Rehber:
“Hû tarikat erenler” deyince Mürşid devamla
“Hû şeriat yolcuları,nereden gelip nereye gidiyorsunuz”
Rehber:
“Şeriattan gelip Tarikata gidiyoruz” der.
Mürşid:
“Hû Tarikat yolcuları,nereden gelip nereye gidiyorsunuz?”
Rehber:
“Tarikattan gelip marifete gidiyoruz.”
Mürşid:
“Hû marifet yolcuları,nereden gelip nereye gidiyorsunuz?” der ve
Dehber:
Marifetten gelip sırrı hakikata gidiyoruz” der. Mürşid ise:
“Gidemezsiniz! Kış var,aşılmaz yüksek dağlar ver,geçitsiz ırmaklar var. Bu belleri aşamazsınız,bu selleri geçemezsiniz. Çok zor bir ortama gireceksiniz,çok büyük engeller var, bunlar demirden leblebidir yenilmez,ateşten gömlektir giyilmez. Gelme gelme!gelirsen dönme! Gelenin malı gider, dönenin canı gider. Öl ama ikrar verme. Öl ikrarından dönme. Hal böyledir;bu halleri ben size söylemiş ve duyurmuş olayım”der. Bunun üzerine
Rehber:
“Pirim cemaatın varlığına,Tanrının birliğine inanarak Muhammed-Ali’nin yoluna,Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin katarına girerek, Muhammede ümmet,Allaha kul,Hüseyine talip olmak için adlarını andığımız kişilere inanarak, güvenerek geldik. Ölümümüz olur dönümümüz olmaz. Önünüzde başımız açık,ayağımız yalındır. Özümüz darda yüzümüz yerdedir. Pirden ne gelirse “Allah Allah eyvallah” dedik durduk dar’ına. Boynumuz kıldan ince,yolumuz kılıçtan keskin. İnandık iman getirdik. Huzurunuzda birliğe yettik.”. rehberin sözünden sonra mürşit(dede):
“Eyvallah talip,ikrarın,imanın yoldaş olsun. hak,Şahı Merdan tümümüzü doğru yoldan ayırmasın,diz çökün”der.
“Evladım,siz musahip oldunuz. En başta musahip, musahipten evini ayırmayacak,mallarını ayırmayacak. Biri birinin evinde olanı izinsiz alıp gidecek. Aranızda bir tartışma çıkması durumunda,Allah korusun,bu dargınlığın, temmuz sıcağında bir tülbent kuruyuncaya kadar sürdürürseniz,derdinize derman bulunmaz..
bu topluma ve bu yola layık olmak için;yalan söylemeyin, haram yemeyin,zina yapmayın,dedikodu etmeyin,elinizle koymadığınızı almayın, gözünle görmediğini gördüm demeyin,kimseyi incitmeyin.
Bütün bu dediklerimi yapacaksınız. Büyükleri sayacaksınız, küçükleri seveceksiniz.
Sonuçta Ulu Tanrının buyurduklarını tutup,yasak dediğini yasak,gerçek dediğini gerçek bileceksiniz. Tanrının yolundan ayrılmayacaksınız. İşittiniz mi evlatlarım”
Musahipler karşılık verirler:
“Eyvallah” mürşid devamla:
“Ey talip,benim bu sözleri sana söylediğime bu cemaat şahit olsun mu? Vaktin İmamı şahit olsun mu? Ay,güneş,yer,gök şahit olsun mu? Ölünceye kadar ikrarınızdan dönmeyeceğinize, elinizden geldiğince, gücünüz yettiğince Allah’a kul, Muhammed’e ümmet,Ali’ye talip olacağınıza,Hüseyin’in yolundan ayrılmayacağınıza söz veriyor musunuz?” der.
Musahiplar:
“Eyvallah pirim!...” derler ve dara dururlar. Dede devamla:
“ Allah Allah,Allah... geldiğiniz yoldan,durduğunuz dardan, çağırdığınız pirden,şefaat göresiniz. Cenab-ı Hak,Hünkar Hacı Bektaş-i Veli sultan ikrarınızda ber karar eyleye.Hünkar Hacı Bektaş-i Veli Allaha kul,Muhammed’e ümmet, Ali’ye talip eyleye. Bu yoldan, bu pirden,bu dardan ayırmaya. Cedd-i cemalim yaramaza, uğursuza, pirsize duş getirmeye. Şeytanın şerrinden,gafil gadadan,görünmez beladan koruya.
Cenabı Allah hayırlı evlat,hayırlı devlet,gökten hayırlı rahmet yerden hayırlı bereket nasip eyleye. Dar’ının, niyazınız kabul ola. Gerçeğin demine hû”.
Dedenin gülbangından sonra musahipler secdeye varırlar. Dede:
“Ey talip,girdiğin hak kapısı,durduğun Mansur Dar’ı; ne gördün,ne işittin?” Rehber;
“İkrar,iman” dede:
“İkrarın imanına yoldaş olsun. dar’a gel doğru söyle. Dost gönlünü incitme. Doğrulun”deyince secdeden başlarını kaldırırlar.
Dede cemdekilere sorar:
“Ey erenler,nicesiniz? Bu canların dostu olanlar bunların ayıbını, yanlışını söylesinler”.
Suçları var ise bilenler söyler ve helallık alırlar. Sorunsuz oluna önce Rehberin elini öperler sonra biribirleriyle niyaz olurlar. Deden başlamak üzere bütün cemdekilerle görüşürler.(Büyüklerin ellerinden,küçüklerin gözlerinden öperler).
Hak Muhammed Ali üçü de nurdur
Birini alma sen üçüde birdir
Onların koyduğu bir doğru yoldur
Danıştı Muhammed böyle der Ali
Musahib musahibe bulsa bahane
Onları atalar bir ıssız hana
Nice yüz bin sene odlara yana
Danıştı Muhammed böyle der Ali
Musahib musahipten meylin ayıra
Gönül evlerinde temel devire
Yedi tamu odu bir bir görüne
Danıştı Muhammed böyle der Ali
Musahib musahipten nice soğuya
Anın aslı Maviye’dir Maviye
Onlar kail olmaz böyle davaya
Danıştı Muhammed böyle der Ali
Musahip musahipten saklasa sözü
Hakk’ın divanında ayrolur özü
Cehenneme gider karadır yüzü
Danıştı Muhammed böyle der Ali
Mağripten maşrıkın yolu enl’olur
İhlas sofu ikrarından bell’olur
Hınzır sofi an’ki imam kanl’olur
Danıştı Muhammed böyle der Ali
Erenler nefesi taştan katıdır
Onun ötesi var ondan öte dur
Küsüp gezen cehennemin itidir
Danıştı Muhammed böyle der Ali
Hakk’ın bir kuluna eylerse nazar
Neylesin kalemi kendisi yazar
Hatayi’m oturmuş cevherin düzer
Danıştı Muhammed böyle der Ali.
Müsahiplik tescil edilmiş oldu. Bundan böyle bu iki Musahiplerin anne ve babaları bunları öz evlatları olarak görürler. Onlar da anne ve babaları gibi kabul ederler.
Alevi-Bektaşi inanç ve geleneğinde yerleşmiş Musahiplik oldukça önem taşımaktadır. Varlığın,birliğin, beraberliğin en bariz örneğidir musahiplik.
ALEVİLİKTE MEZAR TÖRENLERİ
Hz.Hüseyin ve taraftarları Kerbelada katledildikten sonra uzunca bir süre mezarları ziyaret edilemedi. İmam Zeynel Abidin ve yakınları Beşir isimli biri aracılığı ile Kerbela’yı ziyaret ederler ve Mezarları düzeltirler,bakım ve onarım yaparlar. Üç gün boyunca mezarların başında kalırlar. Yirmi üç Mayıs, On üç Haziran tarihleri arasına rast gelen bu ziyareti bazı Aleviler (Dımıli, Koçgiri, Hemkan, Kumreşli.. gibi bazı Alevi kollarının bir kısmı) her yıl kendi mezarlıklarını ziyarete dönüştürmüşler.
Mayıs ayından bir sonraki yılın Mayıs ayına kadar ki dönem içerisinde ölenlerin mezarları bu bir aylık süre içerisinde yaptırılır. Bazı aileler ölümün üzerinden bir kış geçmesini beklerler bazıları bir yıl geçtikten sonra mezara kazma vururlar. Kazma vurmak o günkü geleneğe göre mezar yapımına başlama idi.
Dualar okunarak mezarın etrafı düzeltilir daha sonra herkes yakınlarının mezarını taşla yaptırırlardı. Günümüzde Mezarlar Mermerden,yontu taşlardan veya Betondan yapılmakta ve bunu meslek edinmiş ustalar vardır. kendi atölyelerinde hazırlayıp getiriyor ve monta ediyor o yüzden mezarlar önceden yapılır, Çiçekler ekilir etrafları yeşertilir Mezat taşları motiflerle süslenir. Maniler yazılır. Bahsedilen bir aylık süre içerisinde bir gün tesbit edilir dost ve akrabalara ,civar köylere haber verilir.
Belirtilen günde yemekler yapılır ,tatlılar hazırlanır. un ve tere yağından un helvası yapılır. Lokumlar, Bisküviler alınır,Oğlak veya kuzular kesilir parçalanmadan haşlama olarak pişirilir mezarlığa götürülür.Mezarlığa götürülen yemekler kesinlikle sulu yemek olmaz.
Bunun gerekçesi ise; Kerbela’da Hz. Hüseyin ve yakınları susuz kaldılar,Kerbela da yaşadıkları sürece susuz yiyecekler yedikleri için onu yaşama ve yaşatma maksadıyla yiyecekler susuz olmaktadır.
Herkes kendi aile mezarlığını ziyaret ederler. Ağıtlar yakılır, ağlanır, dualar okunur ve mezarlığın müsait bir yerinde toplanır. Getirilen yemekler yenir,dualar edilir ve mezarlıktan ayrılıp köyde hazırlanan yemekler yenilmeye gidilir.
Mezara gidilirken herkes yiyecek götürür ama evlerde sadece o yıl ölenlerin yada mezarı yapılanların evlerinde yemekler pişirilir. Birden çok yerde yemek hazırlandığı için herkes istediği eve gider orada yemekler yenilir,
Dualar okunur başsağlığı dilendikten sonra o evden ayrılır diğer evlere gidilir. Sırasıyla bütün yemeklerden tadılmış olunur ve herkese başsağlığı dilenir.
Mezar törenlerine gidilirken genellikle yiyecekler götürülür yada yemekler için katkıda bulunulur. Koyun, kuzu getirilerek ölü sahiplerinin yemek masraflarına katkıda bulunulacağı gibi çay, şeker, yağ..gibi yiyeceklerde götürülür.
Burada güzel bir yardımlaşma örneği sergilenir. Yemekleri komşular yardım ederek hazırlarlar,bütün gençler yemek servisinde yardımcı olurlar.
Son dönemlerde köylerde yemekleri ayrı ayrı değil de hep beraber yapmaya başladılar. Bir köyde üç beş yerde yemekler pişirilirken şimdi bir yerde toplu olarak bir arada bulunulduğu gibi daha da ekonomik olmaktadır.
Törenlere katılmak için uzak yakın demeden bütün yakınları toplanırlar. Günümüzde yurt dışında bulunanlar izinlerini bu törenlere göre ayarlarlar.
Alevilerde ölünün defnedildiği gün verilen yemekten sonra kırk yemeği diye bir yemek verilir ve ölü sahipleri artık işlerine dönerler ama yaslı günleri henüz bitmiş değildir.
Mezar törenleri bitene kadar düğün ve eğlencelere pek katılmazlar. Önceden programlanmış olsa dahi düğün,nişan gibi törenler ertelenir. Bayramlarda yakınları bu evlerde toplanarak Bayramlaşma burada başlar ama Mezar törenlerinden sonra her şey normale dönmüş olur.
ALEVİLİKTE KÜLTÜR VE SANAT
Kültür ve sanat bir toplumun görüntüsü ve gerçek özüdür. Toplumlar sınıfsal mücadele verirken kültürleri ve sanatları da o mücadele içerisinde taraf olur. Ezen ve ezilen sınıfların mücadele verdikleri bir dönemde yaşatılan sanat elbette etkilenecek ve etkisini de kendi içerisinde yaşatacaktır.
Hangi aşamada nasıl bir mücadele olacaktır. Sömüren sınıfla sömürülen,gerici ile ilerici,tutucu ile devrimci her zaman çatışacak ve bu çatışma elbette kültürün bir parçası olacaktır. Sanat ise kültürden nasibini alacaktır. Sanat ve kültür,insanın ruhuna işler ve yol gösterir. buda büyük bir silahtır. Sanat öyle bir silahtır ki vurduğunun bedenini yok etmez,cismi öldürmez ama beyinin içerisine işlediği vakit etkiler ve de başkalarını da etkilemeye yön verir yoksa silahtan çıkan bir kurşun isabet ettiği insanı yaralar yada öldürür.
Sanatın özelliği de budur. Fiziki olarak değil düşünce olarak kabul görür. Bu yüzden Devleti yönetenler alt tabakanın kültür ve sanatlarını yok etmeye yada kontrol altında tutmaya çalışmışlardır.
On beşinci yüzyılın sonlarında Osmanlı baskısı ve zulmü karşısında Safevi Devleti ve onun başındaki Şah İsmail
( Hatai )Aleviler için bir kurtarıcı gibi görülmeye başlanmıştır.
Geçmişten gelen ezilmişliğin, horlanmanın neticenin de kırsal alana çekilmiş Aleviler Osmanlı zulmüne karşı mücadelelerini sürdürmüşler ve zamanın Hızır Paşası, halk şiirleriyle örgütleyen Pir Sultan Abdal ı bu düşüncesinden vazgeçirmeye çalışmış şiirlerinde Safevi lideri Şah İsmail’den bahsetmemesini istemiş. aksi halde cezalandırılacağını söylemiş. bunun üzerine,
Pir Sultan Abdal:
Hızır paşa bizi berdar etmeden
Açılın kapılar şaha gidelim
Siyaset günleri gelip çatmadan
Açılın kapılar şaha gidelim
diyerek gerçek sanatsal düşüncesini ortaya koymuştur. Hızır paşa niye Pir Sultan Abdalın şiirlerinden bu kadar korkuyordu dersiniz. Alevi Kültür ve sanatında şiirin yeri oldukça fazladır. Tüm Aleviler bu şiirlerden sonsuz derecede etkilenecek ve Hızır Paşanın sonu da bu şiirlere bağlanacaktı. Bu yüzdende Pir Sultan Abdalı astıracaktı.
Tarih boyunca incelendiği vakit Aleviler kültürlerinden ve Sanatlarından mümkün olduğu kadar taviz vermemişlerdir. Bundan rahatsızlık duyan Selçuklu sonrada Osmanlı yöneticileri Alevilerin Şiirsel sanatlarını ortadan kaldırmak istemişler. Çeşitli yollar denemişler, bazılarını sürmüşler, ezmişler, bazılarını satın almışlar saraylarda beslemişler ama yinede başarılı olamamışlar.
Hallacı Mansur’dan Nesimi’den,Hacı Bektaş-ı Veli den Pir Sultan Abdal a,Yunus Emre ye günümüzde yaşayan ve yeri kolay kolay doldurulamayacak Aşık Veysel ve halen yaşayan ve hayatta olan Mahzuni Şerif ve diğer tüm Alevi şairleri ve ozanları sömürüye, zulme ve baskıya karşı şiirlerini silah olarak kullanmışlar ve de kullanmaya devam etmektedirler.
Alevi şairleri şiirlerinde ezilen halklardan ve onun mücadelesinden bahseder. Toplumun aydınlanması adına mesajlar verirken Aleviliğin dışında bir başkası çıkıyor
Manda yuva yapmış söğüt dalına
Yavrusunu sinek kapmış gördün mü
diyerek kendisine göre şiirler yazıyor.
İşte Alevilerdeki sanat ve kültür ün farklılığı ve verdiği mesajlar ortadadır.
Bu Şiirli başkaldırı elbette Selçuklu ve Osmanlı döneminde başlamamıştır. Bu başkaldırı Hz.Ali ye yapılan haksızlığa Hz. Hüseyin e ve ehlibeyt e yapılan acımasız işkence,katliam ve zulme karşı bir başkaldırı olarak başlatılmış daima şiirlerinde deyişlerinde bunu dile getirmişlerdir.
Alevilikte Kültürle sanatı birleştiren bir başka konu ise Bağlama ( Saz ) dır. Çok sesliliğe, eşitliğe önem veren Alevi-Bektaşilerde bağlama bunu sembolize eder .Bam telinden tiz teline kadar farklı tellerin çıkarttığı ortak ses birdir. Hem de öyle bir seski bu ses acı gününde söylediği deyişlerde,cemde söylediği Düvaz da ve neşelendiği vakit söylediği aşk türkülerinde ortak ve tek bir sestir. Beş telin çıkarttığı ortak ses Alevi-Bektaşilerin ortak sesidir.
Üzerinde durmağa değer ve Alevilerin önem verdiği sanatsal yön Mezar taşlarındadır. Gezip görüldüğünde Alevi mezarlıklarındaki süslemeler, motifler oldukça farklıdır. Günümüzde bu tamamen değişmiş olmasına rağmen eski mezarlarda her motif bir inceliktir. Çok büyük emek verilmiş bu mezarlıklar Alevi köylerdekilerle Sünni köylerde göreceğiniz mezarlarda çok bariz şekilde ortaya çıkar.
Osmanlı döneminde ve on dördüncü yüzyıl başlarında Osmanlı - Aleviler ayrımı Edebiyat dalında çok ciddi bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Osmanlıdaki Divan Edebiyatına karşılık Alevilerde Halk Edebiyatı geliştirilmeye başladı.
Divan Edebiyatında devlet düzenini öven bir yapı vardı. Halk edebiyatında ise tam tersi Osmanlı devlet düzeninin halkın üzerindeki baskı ve sömürüsüne karşı halkı mücadeleye çağırması, özgürlükçü, eşitliği, dostluğu ve kardeşliği anlatmasıdır.
Sanatçıların halkın diliyle anlatması önem kazanmıştır. Halbuki Osmanlının Arapça-Farsça anlatmaya çalıştığı Divan Edebiyatından Osmanlı başka konuşur başka anlar, halk başka konuşur ama konuştuğunu anlar
İki farklı edebiyat türü biri birine benzerliği olmamasından ortaya çıkmıştır.
Alevi-Bektaşi edebiyatında şiirin ayrı bir yeri vardır. Bu şiirlerin işlediği ana konuları İsmet Zeki Eyuboğlu üçe ayırıyor.
1 ) Tarikat inançları,bu inançlarla ilgili olaylar.
2 ) Kerbela olayı,bu olaya karışanlar.
3 ) İnsan-Tanrı,Ali sevgisi
Rıza Algül bunlara dördüncü olarak Doğa Sevgisi ekliyor.
Rıza Zelyut Şiirlerin işlediği ana konuları dokuz çeşide ayırıyor.
1 ) Deyiş.
2 ) Hefes.
3 ) Düvazimam
4 ) Mersiye ( Ağıt )
5 ) Naat ( Övgü ).
6 ) Zülfikarname.
7 ) Miraçname (Miraciye ).
8 ) Devriye,
9 ) Semah.
Asım Bezirci ise on bir çeşide ayırıyor. 1 ) Sevgi Şiirleri,2 ) Bağlılık şiirleri,3 ) Yergi şiirleri,4)Töre şiirleri,5) Doğa üzerine şiirler,6)İnsan üzerine şiirler, 7)Aşk şiirleri.8)Ölüm ile yaşam üzerine şiirler. 9)Ayrılık ile özlem. 10)Toplum üzerine şiirler. 11)Kavga ve umut üzerine şiirler.(Rıza Algül-Aleviliğin Sosyal mücadeledeki yeri S.37)
Görüldüğü gibi birçok yazar ve araştırmacılar Alevi-Bektaşi şiirlerindeki zenginliği işlerken bütün şiirlerde duygunun yüklü olduğu görülmüştür.
ALEVİ OZANLAR
Alevi-Bektaşi öğretisi içerisinde yer almış ve Alevilerce oldukça farklı bir yere oturtulmuş yedi büyük ozan vardır. Bunlar :
1.Nesimi,
2.Fuzuli,
3.Hatâyî,
4.Pir Sultan Abdal,
5.Kul Himmet,
6.Yemini,
7.Virânî.
Bu yedi halk aşığı,Alevi-Bektaşilere şiirleriyle, deyişleriyle ve özgürlük mücadelesinde verdikleri çaba ve gayretleriyle yerleri doldurulamaz olmuşlardır. Hiç bir zaman ellerinde silah olmamış,saz olmuştur. Halk aşığı yedi Ozanlar yeri gelmiş Bilim Adamı gibi davranmışlar,yeri gelmiş Avukat gibi halkı savunmuşlar,yeri geldikçe de Hakim gibi karar vermesini bilmişlerdir.
Yaşamları ile ilgili bilgilerin birçoğu yüzde yüz gerçeği yansıtmamaktadır. Bazı şiirler bu yedi Ulu çınarın ağzından çıkmış gibi yazılmıştır ama dikkatle incelendiğinde bunlar hiçbir zaman kendilerini
övmemişler ama halk onlara olan sevgilerinden dolayı neler yazmamışlar ki,
NESİMİ
Alevi şairleri arasında ilk sırayı alan Nesîmî’nin doğum ve ölümü hakkında kesin bir tarih yok ancak XV. Yüzyıl başlarında yaşadığı bilinmektedir.
İnancı ve davası uğruna diri diri derisi yüzülen Nesimi ENEL HAK dediğinden hiç pişmanlık duymamıştır.
Ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime
Arü namus şişesini taşa çaldım kime ne
Gah çıkarım gök yüzüne seyrederim alemi
Gâh inerim yer yüzüne yar severim kime ne
Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim kime ne
Gâh giderim öz bağıma gül dererim yar için
Ben yetirdim o yar içim ben toplarım kime ne
Sofular haram demişler bu aşkın şarabını
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne
Sofular secde ederler mescidin mihrabına
Yar eşiği secdegahım yüz sürerim kime ne
Kelp rakip böyle diyormuş güzel sevmek pek günah
Ben severim sevdiğimi günah benim kime ne
Ey Nesimi sorsalar yarin ile hoşmusun
Hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne
FUZULİ
Asıl adı Mehmet olan Fuzuli’nin babası Süleyman’dır. Yaşamının tamamı Kerbela bölgesinde geçmiştir. 1504 yılında Kerkük’te doğduğunu yazan kaynaklar Bayat aşiretinin Karyağdı soyundan olduğunu,bazı kaynakların ise 1480 yılında Musul’da doğduğunu,İsmail Özmen’in Alevi-Bektaşi şiirleri Antolojisi cilt.2.de Fuzuli Bağdat’lıdır (1495-1556),orada doğdu,orada öğrenim gördü, orada büyük bir üne kavuştu.
Şiirlerinde Hz. Ali’ye,çocuklarına,Oniki İmam’a olan bağlılığını, Kerbela olaylarını anlattığı,ağıtlarında da işlediğini belirtmektedir.
“Zer nist si nist,güer nist,lâ’l nist
Hak est şi’r-i bende veli hâk-i Kerbelâst”
(Benim şiirlerim altın değil,gümüş değil,elmas değil,lâ’l değil topraktır fakat Kerbela toprağıdır)diyor.
Fuzuli’nin eserleri :
Türkçe Divanı
Farsça Divanı
Arapça Divanı
Hadikatü-s-Suada
Beng-ü Bade
Heft câm
Rind ü Zâhid
Hüsn ü Aşk
Şikayetname
Terceme-i Hadis-i Erbâin,
Matlau-l İtikad,
Enüsü-l Kalb,
Leyli vü Mecnun
Beni candan usandırdı
Cefadan yar usanmaz mı
Felekler yandı ahımdan
Muradım şem’i yanmaz mı
Kamu bimarına canan
Devayı dert eder ihsan
Niçin kılmaz bana derman
Beni bimarı sanmaz mı
Güli ruhsarına karşu
Gözümden kanlı akar su
Habibim faslı güldür bu
Akar sular bulanmaz mı
Gamım pinhan tutardım ben
Dediler yare kıl ruşen
Desen ol bivefa bilmem
İnanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mail
Sen ettin aklımı zail
Bana ta’neyleyen gafil
Seni görgeç utanmaz mı
Fuzuli rindi şeydadır
Hemişe halka rüsvadır
Sorun kim bu ne sevdadır
Bu sevdadan usanmaz mı.
Fuzuli içkiyi sever ve içkinin yasak edilmesine de tepkisini açıkça şiirlerinde dile getirir.
Ramazanda içkili yerler kapatılınca Fuzuli dayanamamış.
Ramazan ayı gerek açıla cennet kapusu
Ne reva kim ola meyhane kapusu bağlu
Feth-i meyhane içün okuyalım fâtihalar
Ola kim yüzümüze açıla bir bağlu kapu
Arifitab-i kadeh etmez Ramazan ayı tutû
Ne beladır bize ya Rab ne kara gündür bu
İntizar-i mey-i gül-reng ile bayram ayına
Baka baka inecekdir gözümüze kara su
Ramazan oldu budur vehmi Fuzuli’nin kim
Nice gün içmeye mey zühd ile na-geh duta hû
(Ramazan ayında cennet kapısının açılması gerek
Meyhane kapısının bağlı kalması doğru mu?
Meyhanenin açılması için Kur’anın“Fatiha”suresini okuyalım
ola ki bu kapalı kapı,yüzümüze açılıverir.
Ramazan ayında kadeh güneşi doğmuyor,ey Tanrım
Bizim için bu ne beladır,bu ne kara gündür
Gül renkli şarabı bayram ayına değin bekleye bekleye
Neredeyse gözümüze kara su inecek
Ramazan geldi,Fuzuli’nin kaygısı şudur
Nice gün şarap içmeyip hû çeksin kaba,anlayışsız softalar gibi).
HATAYİ (ŞAH İSMAİL)
Alevi-Bektaşi kültüründe ve yaşadığı dönemde oldukça büyük ve doldurulamaz yeri olan Şah İsmail genç yaşta verdiği mücadele ile ismini Alevilik yaşadığı sürece yaşatacaktır.
1486 veya 87 yıllarında doğan Şah İsmail (Hatayî) Osmanlı zulmüne karşı Alevilere verdiği destekle Anadoluya girmiştir. 1502 yılında Tebriz’de Taç giydi. II.Beyazid ve Yavuz Selimle verdiği mücadelelerden sonra büyük bir çöküntüye uğradı ve yönetimi oğlu Tahmasb’a bıraktı. 1524’de Erdebil şehrinde öldü.
Alevi-Bektaşi edebiyatına aruz vezniyle yazdığı şiirler günümüzde örnek olarak kullanılmaktadır. Şiirlerinde Hatahî mahlasını kullanmıştır.
Sadettin Nüzhet,Hatayi’nin şiirlerini dörde ayırıyor.
1.Tasavvufi düşüncelerini içerir.
2.Aleviliği dile getirenler,
3.Hurufiliğin ilkelerini yansıtanlar,
4.Aşıkane olanlar.
(Alevi-Bektaşi şiirleri Antolojisi cilt 2.s.136)
Gel gönül pirlerin nasihatını
Biz tutalım tutmıyanda nemiz var
Canımıza dostun mahabbetini
Biz katalım katmıyan da nemiz var
Bize diyen bunu böyle demiştir
Bir lokmayı bin can ile yemiştir
Erler bize bir doğru yol komuştur
Biz gidelim gitmeyende nemiz var
Yine hak sendedir sen sana baka
Sen sana bakıp da sen senden korka
İhlas ile niyazımızı Hakk’a
Biz edelim etmeyende nemiz var
Gel Hatayî ıkrarımız güdelim
Biz bizi görelim ili nidelim
Harap gönülleri mamur edelim
Biz edelin etmeyende nemiz var
Bir başka deyişinde sevginin sınırını çizmeye çalışmaktadır. Bu sevgi kırmadan,dökmeden olmalı gülü koparmadan sevmeli.
Aman hey erenler mürüvvet sizden
Öksüzem garibem ihsana geldim
Bu yetim halime merhamet eylen
Ağlayu ağlayu meydana geldim
Şah’ın bahçesinde bir garip bülbül
Efkarım artmakta halim pek müşkül
Koparmadım asla kokladım bir gül
Kafir oldum ise imana geldim
İkilik perdesi yoktur özümde
Birliktir muradım özüm sözümde
Gece gündüz daim Hak niyazında
Kıblegahım Şah-ı Merdan’a geldim
Gönül şahidini saldım havaya
Akıl sefinesin vermişem zaya
Yüzüm süregeldim ben hak-i paya
Server Muhammed’e Selman’a geldim
Muhammed Ali’nin kullarındanım
Al-i Aba nesl-i Hayderidenim
İmam-ı Cafer’in mezhebindenim
Derdimend Hatayi ihsana geldim.
Hatayi şiirlerinde oniki imamları hiç ihmal etmemiş ve onları hep içerisinde yaşatmış.
Muhammed Ali’yi candan sevenler
Yorulup yollarda kalmaz inşallah
İmam Hasan’ın yüzün görenler
Hüseyin’den mahrum olmaz inşallah
İmam Zeynel’den bir dolu içtim
İmam Bâkır’da kaynayıp coştum
İmam Cafer’e vardım ulaştım
Bundan özge yola sapmaz inşallah
İmam Musa’dan gelen erenler
Can baş feda edip cemler görenler
İmam Rıza’ya zehir verenler
Divanda şefaat bulmaz inşallah
Bir gün olur okuturlar defteri
Şah oğlunun belindedir teberi
Uyanırsa Taki Naki Askeri
Açılan gülümüz solmaz inşallah
Hatayi der bu iş bizi bitire
Özünü kata gör ulu katara
Mehdi şevki bu cihanı tutar a
Şah oğluna sitem olmaz inşallah.
KUL HİMMET
Onyedinci yüzyılda yaşayan Kul Himmetin şiirlerinden Pir Sultan Abdal’a yakınlığını görmekteyiz. Bazı kaynaklar Kul Himmet’in Pir Sultan’la aynı dönemde yaşadıpını ve Müridi olduğunu kaydederler. Yedi ululardan olan Kul Himmet iyi bir tekke eğitimi gördüğü şiirlerinden anlaşılmaktadır.
Şiirlerinde Pir Sultanı över ve Allah-Muhammed-Aliyi dile getirir.
Divane gönlümüz geçmez güzelden
Mihri yar eyledik senden ya Ali
Menim arzumanım senden ezelden
Gitmez mahabbetin candan ya Ali
Sen mürşitsin mürvet eyle şaşkına
Çağırınca imdat eyle düşküne
Kerbela’da yatan İmam aşkına
İnayet umarız senden ay Ali
Can ü dilden sevenlerin canısın
Aşıkların medhetmede şanısın
Noksana kalmasın mürvet kanısın
Geçersin günahtan kandan ya Ali
Nice yüzbin yıllar kandilde durdun
Atanın belinden anadan geldin
Anınçün bu halkı gümana saldın
Binbir dondan baş gösterdin ya Ali
Tarikat içinde görünür yolun
Hakıykat içinde söylenir halin
İstemem cenneti göster cemalin
Kul Himmet geçince candan ya Ali
YEMİNİ
Asıl adının Fazlı oğlu Mehmet Yemini olduğu tahmin edilen Yemini 15. Yüzyıl sonlarıyla 16. Yüzyıl başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir. Tuna nehri kenarında yaşayan Yemini ,
Akyazılı Sultanın ardalarındandır. Betova’da büyük bir dergahı vardır.
Demir Baba velayetnamesinde adı “Hafız Kelam Yemini”olarak geçmektedir. Bundan da anlaşılıyor ki Kur’anı Kerimi ezbere okuyabilen bir bilgiye sahiptir.
Bazı kaynaklar asıl adının Ali olduğunu,Akyazılı İbrahim Dede zaviyesinde hizmet ettiğini,“Yemini” maslahını burada
hece ölçüsü ile yazdığı şiirlerinde kullandığını yazmaktadır.
İnsan-Tanrı birliğinin harflerle açıklanabileceğine inanır.
Gazel tarzında da şiirleri vardır.
Nebiler serveri çünkim Muhammed Mustafa geldi
Velayet rehberi sultan Ali-yel-Murteza geldi
Emineyn ü Saideyn ü Şehideyn ü şeh-i evlad
Hasan hulk-i Rızâ ile Hüseyn-i Kerbela geldi
Çü Zeynelabidin oldu atası al ü evladın
Muhammed Bakır u Cafer kamuya rehnüma geldi
İmam-ı heftümin oldu oldu yakın bil Musi-i Kazım
İmam-ı heştimun ba’de Ali musa Rıza geldi
Taki tavka-yi dinin bil esası hem binasıdır
Naki devran-ı alemde kamu derde deva geldi
İmam-ı Askeri oldu perder Mehdi-i devrana
Hüda’nın fazlı erişti şükür sahib liva geldi
Yemini ehl-i din oldur Ali’yi etmeye inkar
Velayet ehline imam-ı piyüva geldi.
(Emineyn,saideyn,şehideyn : İki emin,Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin)
VİRANİ
Virani hakkında çok fazla bilgiye sahip değiliz. Abdulbâki Gölpınarlı Alevi-Bektaşi Nefesleri adlı yapıtında s.20.
Necef’teki Bektaşi tekkesinde babalık etmiş ve Şah Abbas’la görüşmüştür(1587-1628).
Doğum ve ölüm tarihleri belli değil. 16.y.y.yaşamıştır. eğriboz adasında doğmuştur. Balım Sultan’dan el almıştır. Necef-i Eşref’te Hz.Ali’nin türbedarlığını yapmıştır. Yedi Ululardan olan Virani şiirlerinde Viran Baba,Viran Abdal mahlaslarını kullanmıştır. Karlıova’da Hafız Zeden Tekkesin de ölmüş ve Avlu kapısı önüne gömülmüştür.
(İsmail Özmen,Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi.s.451
Bektaşi geleneğine göre Viranî ölmemiş,sırolmuştur.
Necef,Bektaşi dergahında,üstünde tacı bulunan bir sütun onun sırolduğu yer olarak ziyaret edilmektedir. Şiirlerinde Ali’nin Tanrılığını anlatır.
Risalesi “Nazm ü nesr-i Viranî Baba” olarak yayınlanmıştır.
İstemem alemde gayrı meyvayı
Dadına doyulmaz balımdır Ali
İstemem eşyayı verseler dahi
Kokmazam sünbülü gülümdür Ali
Ali’mdir kadehim Ali’mdir şişe
Ali’m sahralarda morlu menekşe
Ali’m dolu yedi iklim dört köşe
Ali’m saki-Kevser dolumdur Ali
Ali vahid şah-ı Rasul kibriya
İmam Hasan Hüseyn Şah-ı Kerbela
İmam Zeynel-Aba ol sahib-liva
Büküldü kametim dalımdır Ali
Muhammed Bakır’dır tendeki canım
Ca’ferüs-Sadık’tır dinim imanım
Musi-i Kazım’dır derde dermanım
Varlığım kalmadı malımdır Ali
Aliyyür-Rıza’dır Şah-ı Horasan
Taki ile Naki gösterdi burhan
Hasanül-Askeri mah-ı dırahşan
Yokladım taliim falımdır Ali
Muhammed Mehdi’dir sahibüz-zaman
Oniki İmam’a kul oldum heman
Ma’sum-ı pakandır enver-ı cihan
Esrar-ı Huda’ya alimdir Ali
Virani’yem düştüm şimdi derdine
Vücudum garkoldu çile bendine
Gönül sormaz oldu kendi kendine
Söyler dehanımdan dilimdir Ali
&
Zahida bu dünyede bir köhne şalım var benim
Fahr evinde baş açık Sultan Balım var benim
Bab-ı tak-ı tomtırak neyleyim alemde ben
Fariğim fahrım ferağım böyle halim var benim
Mülk ü emvali niderem dünyede bir an içün
Şükr Hak’ka Âl-i Ahmed gibi âlim var benim
Mülk ü mansıb cay-i kesret râh-ı Hak’dan dur eder
Geçtik andan Al-i Hayder gibi Ali’m var benim
Men Virani dervişem did-are müştak olmuşam
Dünyede ancak bu denlü kil ü kalim var benim
Dostları ilə paylaş: |