Yazı bu yaz herkesin rahati kaçacak! • Manşet özgürlüğün tehdit altında olduğu



Yüklə 295,36 Kb.
səhifə4/6
tarix02.08.2018
ölçüsü295,36 Kb.
#66102
növüYazı
1   2   3   4   5   6

1 MAYIS’IN VE DÖNEMİN ARDINDAN
İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs bu yıl tüm dünyada ve Türkiye'de farklı biçimlerle fakat aynı coşkuyla kutlandı, İstanbul'da son yılların en kalabalık 1 Mayıs'ı yaşanırken, 50 bini aşan katılımla gelecek dönem toplumsal muhalefeti için umut vadeden bir tablo ortaya çıktı. Yaklaşık 18 bin kişilik katılımla alanın üçte birini oluşturan HADEP, renkli görüntüsüyle en göze çarpan siyası gruptu. 1 Mayısa solun katılımı geleneksel biçiminde nitelik ya da nicelik olarak çok büyük farklılıklar barındırmıyordu. Bütün sene boyunca etkisini sürdüren krizin kamu emekçileri ve işçi sınıfı üzerinde yarattığı yıkımlara rağmen sendikaların 1 Mayıs katılımı 12 bin kişi sınırında kalarak sendikal örgütlenmelerdeki çözülme eğilimini açıkça ortaya çıkardı. Bu sene İstanbul'da 1 Mayıs alanında bulunan bir diğer önemli bileşen de yeni işçi kitlesiydi.

Ankara ve İzmir'de ise 1 Mayıs katılımı son yıllara göre düşüş içindeydi. Ankara'da yaklaşık 5500'ü sendikalı olan eylemci sayısı 12 bin civarındayken, İzmir'de katılım 17 bin civarındaydı.

Tüm Türkiye'de düzenlenen 1 Mayıs eylemleri geleneksel katılımcıları ve yeni özneleriyle, geleneksel katılım biçimleri ve yeni biçimleriyle toplumsal muhalefetin yapısal bir yenilenmenin eşiğinde olduğunun habercisiydi.

Öğrenci Hareketinin Bir Döneminin Arkasından 1 Mayısa Bakış

Türkiye'nin birçok kentinde üniversiteliler de paralı eğitime, üniversitelerdeki sermaye egemenliğine, soruşturmalara, savaşa ve sömürgeciliğe karşı 1 Mayıs alanlarını doldurdu. 1 Mayıs'ın demokratik öğrenci hareketi açısından ortaya çıkardığı en önemli sonuçlardan biri özellikle Anadolu üniversitelilerinin 1 Mayıs alanlarına yaptıkları anlamlı katılımdı. Yıl boyunca çeşitli gündemlerle sokağa çıkan üniversiteliler 1 Mayıs'a tam anlamıyla olmasa bile tüm yılın mücadele birikimini alana aktarma noktasında başarılı oldular. Yıl içerisinde, öğrenci hareketinin öne çıkarttığı taleplerin, 1 Mayıs alanında toplumsal muhalefetin diğer unsurlarının talepleriyle (kendiliğinden bir süreç olarak gelişse de) ortaklaşma eğilimi, öğrenci hareketinin bu yi I Ki mücadelesinin ortaya çıkardığı diğer olumlu sonuç. Fakat bu ortaklaşmanın hali hazırda örgütlü ve bilinçli bir şekilde olmadığı, üniversitelilerin senenin en politik eylemine katılımının yıl içindeki üniversite eylemlerinin (bu eylemlerin değişken eylemci sayısı göz önünde bulundurulduğunda) kitleselliğini yakalayamamasıyla ortaya çıkmıştır. Bu durum en somut örneğini İstanbul üniversite muhalefeti açısından yıl içinde yapılan üniversite eylemlerinin potansiyel kitlesinin 1 Mayıs alanına taşınamamasıyla sergiledi. Yıl içerisinde üniversite eylemlerine katılan sayısı 3000-4000 arasında değişen eylemci üniversite öğrencisi kitlesi Öğrenci Koordinasyonu'nun 200 kişilik katılım sergilediği bir tabloda 1000 kişilik toplamıyla kendisini toplumsal muhalefetin en politik alanında ifade edemedi. Benzer bir tablo kamu emekçilerinin 1 Aralık gibi sömürgecilik siyasetinin ekonomik ve toplumsal yıkımlarına karşı gerçekleştirdikleri eylemde de ortaya çıkmıştı. Ülkede yaşanan sorunlar nesnel olarak demokratik öğrenci hareketinin toplumsal muhalefetin diğer unsurlarıyla 'politik-pratik' ortak hareket etme alanlarını genişletirken öğrenci hareketinin bütünsel bir mücadele perspektifinden hala uzak olması eşiğinde olduğu politikleşme sorununun somut göstergesidir. Öğrenci hareketinin şu anki haliyle fazlasıyla 'alanından politik' olmasını, kurumsal bir hareket yaratabilmek için, bir kırılma noktası olarak değerlendirmek gerekmektedir.

 

1 Mayıs alanındaki üniversite muhalefeti katılımının sorunlarını tek başına politikleşme sorunu çerçevesinde ele almak tartışmayı eksik bırakmak anlamına gelecektir.



Yürütülen mücadelenin en geniş üniversiteli eylemci kitlesiyle örgütlü bir temelde buluşamamış olması 1 Mayıs alanından çıkartılabilecek bir diğer tartışma noktasıdır. Demokratik öğrenci hareketinin bir yılı boyunca da rahatlıkla gözlemlenebilen temel sorunlarından biri üniversite muhalefetini kapsayabilecek kurumsal bir örgütlenmenin yaratılamamış olmasıydı. Üniversiteliler polis terörü, soruşturmalar gibi birçok baskı unsuruna rağmen demokratik üniversite talepleri için gençlik örgütlenmelerinin politikalarının öncülüğünde kendilerini eylem alanlarında ifade ettiler. Fakat aynı üniversiteli toplam var olan gençlik örgütlerinin hiçbirinin öznesi olmadı. Bu noktanın öğrenci hareketinin öznelerinin çizmiş olduğu sorunlar çerçevesinde (en geniş kitle faaliyeti çalışması, üniversitenin birleşik mücadelesi, ideolojik netlik ve bütünlük eşikleri) tartışılması anlamlıdır.

Öğrenci Muhalefetinin Gelecek Dönemi

Üniversitenin temel sorunu, başka bir deyişle üniversitelerde yaşanan temel politik çatışma dinamiği üniversiteli güçlerle, üniversitelerde egemenlik kurmaya çalışan, bu süreçte önüne engel olarak çıkabilecek tüm kesimlere, kurumlara ve örgütlülüklere karşı baskı mekanizmalarını işlevlendiren, yarattığı çok yönlü kontrol ve denetin mekanizmalarıyla tüm üniversitelileri disiplin altına almaya çalışan sermaye ve YÖK düzeni araşır da yaşanırken, demokratik öğrenci hareketinin de bu çatışma etrafında şekillenip, politikleşebileceği aşikardır. Bir yıl boyunca üniversitelerde yürütülen mücadele surecinde öğrenci hareketinin sermaye karşıtı refleksleri henüz ideal ölçüler ulaşamayıp. kendi özgün hareketini yaratamasa da, öğrenci muhalefeti gençliğin muhalif eğilimlerini kavrama noktasında önemli bir yol kat e mistir ve gelecek dönem hareketi için politik olarak somut bir çıkış noktası yaratmıştı Demokratik üniversite mücadelesinin talepleri sahiplenen ve bu talepler etrafında saflaşabilen üniversite gençliği, gelecek dönem için kurumsal ve örgütlü bir öğrenci hareketinin temel dayanağıdır. Sorun politik olarak saflaşan bu kitlenin örgütlü bir mücadele sürecine katılmasıdır. Üniversiteliler kendilerini demokratik üniversite mücadelesinde örgüt bir şekilde ifade edebilmelerinin olanakları yaratıldığı an demokratik üniversite mücadelesinin yeni döneminde kurumsal t hareketin en önemli adımı atılmış demektir.

1 Mayıs alanları her yıl olduğu gibi bu sene de öğrenci muhalefeti açısından turnusol işlevi görmüş tüm Türkiye'de bir dönem boyunca demokratik üniversite mücadelesi sürecinde sergilen pratikleri, öğrenci muhalefetinin sorunlarını, geldiği aşamayı göz önüne sermiştir. Şimdi gerekli olan bütün bir mücadele döneminden ayrı somut olarak 1 Mayıs alanından açığa çıkan tartışmalar etrafında yeni dönem üniversite mücadelesinin üzerinde yükseleceği dinamikleri kavramak, ihtiyaçlarını belirlemektir. Çünkü egemenlerle ezilenler arasındaki dengelerin bu kadar bozulduğu bir dönemde halkın yolunu aydınlatacak gençlik eylemlerine ihtiyaç var. Ve bu her zamankinden daha mümkün.



CADI KAZANI KAYNIYOR! HALK KENDİ SAFINA!
Egemenler cephesinin siyasi temsil alanında sular günden güne ısınıyor. Ecevit'in hastalığıyla hükümet içindeki dengeleyici rolünün sarsılması, bir erken seçimde veya yeni bir seçim hükümetinde giden olan bir süreci tetiklerken yaşanan gelişmeler son MGK toplantısında ve Sezer'in çağrısıyla yapılan liderler zirvesinde görüldüğü üzere gerilimlere yol açacak gibi görünüyor. Devletin AB politikasının netleştirildiği bir dönemde başta MHP olmak üzere temsil alanından çıkan çatlak sesler 'ekonomik ve siyasi istikrarın hükümetinin geleceği konusunda sorular oluşturuyor.

2.5 yıl önce girdiği krizle ciddi bir şekilde alt üst olan ekonomi, emperyalist işbölümüne uygun bir biçimde IMF-DB gözetiminde ve denetiminde yürütülen bir program ile yeniden yapılandırılıyor. Geçen sürede defalarca değişikliğe uğrayan ve biri cumhuriyet tarihinin en derin krizi olmak üzere iki krizi tetikleyen 'istikrar programı' kararlı bir biçimde halkı yoksullaştırmaya ve işçileştirmeye devam ediyor. Ucuz işgücünün yaratacağı avantajı kullanmak üzerine kurulu yeni ekonomik model kabaca oluşmaya başladıkça modele paralel ve sermaye için daha 'kullanışlı' bir siyaset alanı yaratma noktasında atılan adımlar hızlanıyor.

Yeniden yapılandırılan ekonominin dayandığı temellerden birini küresel sermayenin geniş ölçekte ülkeye girişi oluşturuyor: Kitleler halinde yoksullaştırılan halk böylece küresel sermayenin kölelik koşullarında emek sömürüsünün kaynağı olacak.

Ancak Türkiye kapitalizminin siyasi istikrarını sağlama konusundaki zaafları, egemenlerin tüm krizden çıkış balonlarını 'patlatacak' kadar önemli bir sorun yaratıyor. Siyasi istikrarı sağlamanın egemen cephe için anlamı ise bir önceki döneme göre oluşturulmuş ve kurumsallaştırılmış siyaset alanını ekonomik alanın güncel ve uzun vadeli ihtiyaçlarına göre düzenlemek! Bu durumun açığa çıkartacağı yeni politik atmosfer ise egemenlerin kendi politika alanlarını düzenledikleri bir ortamda devrimci politikanın halkla buluşması için olanak yaratacak.

Düzenleme sürecini etkileyen faktörlerin başında Türkiye'nin AB üyeliği buna bağlı olarak Kopenhag Kriterleri ve Amerikan emperyalizminin Avrasya-Ortadoğu bölgesine dair stratejik planları geliyor. Bu durum ülke politikasındaki aktörlerin aslında hiçbir zaman birbirlerinin alternatifi olmayan iki uç arasında çeşitli biçimlerde konumlanmalarına yol açıyor. Hükümet içi gerilimlerin (özellikle ANAP-MHP gerilimi), Kıbrıs sorununda yaşanan tartışmaların, AB uyum süreci ve 'AB'ye onurlu giriş' tartışmalarının kökeninde bu konumlanışın yarattığı beklenti ve çıkar farklılaşmaları var. Son MGK toplantısı ile çizilen devletin resmi AB politikası ile hareket alanı iyice daralan MHP gerek meclis içinde gerekse de (175 STÖ’ nün imzaladığı AB deklarasyonu ile) 'resmi sivil toplum' tarafından yıpratılıyor. Bu durumun açığa çıkardığı gibi MHP önümüzdeki dönemde de sermayenin genel çıkarlarını savunabilecek bir merkez partisi olamayacak ve varlık nedeni olan muhalefeti engelleme ve halkı gericileştirme misyonuna devam edecektir.

Kuşkusuz siyaset alanının yeniden yapılandırılmasının odağında rejimin temsil mekanizmalarını düzenlemek yer almaktadır. Bu ise kriz ve ardından yeni ekonomik modelin kurumsallaştırılması sürecinde sermaye sınıfının değişen profilinin ve bu süreçte öne çıkan kesimlerinin taleplerini siyasi alanda daha net ve doğrudan ifade edilmesini sağlamak anlamına geliyor.

Ancak temsil alanının hiçbir aktörü değişimi ve egemenlerin temsil beklentilerini yerine getirme dolayısıyla seçim sürecine girme noktasında kendi eline yeteri kadar güvenemiyor. Bu yüzden tüm aktörler bu süreçte elini güçlendirmek için hareketlenmiş durumda. Bir yandan Ecevit ölüm döşeğinden kalkamamasına rağmen başbakanlığı bırakmazken, ANAP özellikle AB'ye üyelik konusunda kimi zaman resmi devlet politikasıyla çelişen oldukça sivri çıkışlar yapabiliyor. Bugüne değin IMF-DB dahil küresel sermayenin her isteğini bir şekilde yerine getiren MHP ise IMF programına rağmen tarıma taban fiyatlarının yükseltilmesi gibi manevralarla ‘tribünlere oynuyor’. Ayrıca idam, anadilde eğitim-yayın gibi AB’ye uyum tartışmalarında gerginliğin dozunu hükümeti bozmayı göze almayacak kadar arttırarak sınırlandırıyor.

Seçim sürecinin siyasi yeniden yapılanmadan doğrudan etkilendiği bir dönemden geçerken egemenler temsil alanına çıkan/çıkarılan yeni yüzleri operasyonel müdahalelerde işlevlendiriyorlar: Tayyip Erdoğan gibi siyasal islam kökenli alternatifler MGK merkezli yıpratma ve tasfiye operasyonlarına hedef olurken, AB'ci söylemleri-Amerika’nın Avrasya stratejileriyle harmanlayabilen Mehmet Ali Bayar; liberal ekonomiyi sosyal makyajla 'yumuşatmaya' çalışan böylece egemen sınıfların toplumsal patlama kabuslarına ilaç olması beklenen Kemal Derviş gibi aktörler egemen siyasetin temsilci tipolojisi olarak öne çıkartılıyorlar. Tecrübesizlikleri nedeniyle siyasi-temsil mekanizmalarında etkin ve belirleyici bir rol oynama şansları düşük olmasına rağmen bu kişiler şahsında yaratılan atmosfer, mevcut temsil alanını yeniden biçimlendirmede belirleyici rol oynuyor.

Bu operasyonel müdahalelerle düzenden umudunu kesen yoksul ve emekçi halk medya aracılığıyla yoğun bir şekilde pompalanan sahte umutlarla düzene kanalize edilmeye çalışılıyor ve şimdilik sürece örgütlü müdahale kanalları olmadığı için bu kitleler siyaset sahnesinin nesnesi olarak kalmaya devam ediyor.

Siyasi İktidarın Kriz Maskesi: Seçim

Egemen cephenin girdiği kısır döngü ezilenlerin siyaset alanına etkin müdahalede bulunamadığı koşullarda seçim-erken seçim tartışmaları etrafında düğümleniyor. Tarihi, ancak egemenlerin hazırlıklarını tamamladıklarını düşündükleri veya erteleyebilme olanaklarının kalmadığı koşullarda kesinleşecek olan ancak fiilen başlatılan seçim süreci artık bir gerçek olarak ortada duruyor.

Ecevit'in fiziksel tükenişinin gündeme getirdiği ve egemenlerin politik açmazlarına yani temsil alanındaki yenilenme ihtiyaçlarına verilen refleks olarak başlayan seçim süreci, kısa vadede egemenlerin ideolojik hegemonyalarını yeniden kurmaya çalışacakları bir süreç olarak belirecek. Bu da süreci başlatanların niyetlerinden bağımsız olarak toplumsal muhalefet için kendisini ve taleplerini ifade edebileceği bir alan açacak.

2002 1 Mayısı'nın da gösterdiği gibi emek hareketindeki çözülme sürerken gelişen toplumsal dinamikler hala kendilerini doğrudan ifade edebilen sol politik-örgütsel bir alternatifle buluşamıyorlar. Egemenlerin politika alanlarını yeniden yapılandırmalarının belirleyeceği önümüzdeki süreç ise ezilenlerin devrimci iktidarının çağrısının güçlü bir şekilde ifade edilebilmesinin ve sermaye ile ideolojik hesaplaşmanın olanaklarını sunuyor.

Toplumsal muhalefetin, egemenlerin politik yeniden yapılanma sürecinde ve bu sürecin en işlevsel adımlarından birini oluşturacak olan seçim döneminde yoğunlaşan sömürü, işsizlik ve sermaye politikalarının sonucu olan toplumsal yıkımın hesabını sormak üzere yürüteceği örgütlü ve sistematik bir pratik, halkın mevcut politikleşme olanaklarını değerlendirme noktasında atılacak en somut adımı ifade edecek.



GENÇLİK VE IRKÇILIK
Burjuvazinin büyük hesaplaşmalara yeni yalanlarla hazırlandığı şu günlerde, dünya ırkçı/faşist bir dalganın yükselişine sahne oluyor. Gençlikse faşizmin yükseliş sürecinde etkin bir toplumsal güç olarak kendini bir kez daha gösteriyor. Faşist hareketlerin tabanında önemli bir yer işgal eden gençlik, aynı zamanda Fransa'da ırkçı Le Pen'in yükselişine karşı, halkı ardından sürükleyerek, tepkisini sokağa taşıdı. Gençlik, faşist ve anti-faşist hareketler içinde kitlesel, militan ve öncü bir özne olarak yer alıyor. Salonları değil sokakları, bulanık merkezi değil net uçları tercih ediyor. Şimdi şu soruya yanıt aramak gerekiyor: Gençlik hangi nedenlerle faşist ve anti-faşist hareketlerin her ikisinin de en önemli dinamiği olabiliyor?

Gençliğin toplumsallaşması, içinde bulunduğu ortamla eski bağlarını koparıp yenilerini kurması, kendini ifade edebileceği bir kimlik/ideoloji kazanması sürecidir. Bu sürecinde muazzam bir enerjinin sahibi olan gençliğin hangi kimlikle hareket edeceği düzen açısından temel sorunlaradan biridir. Toplumla kurduğu eski ilişki biçimlerini reddeden ve ulaşabildiği yeni düşünce ve değerler kanalıyla yeniden toplumsallaşan gençlik için bu yeni düşünce ve değerler onun düzenle hesaplaşmasında ele geçirdiği silahlarıdır. Bu silahları ona daha geniş bir çevreye ve düşünme biçimine işaret eden medya, okul, arkadaş grupları (sempati, hayranlık, taraftarlık birliktelikleri) ve politik örgütlülükler sunar. Özellikle soyut ve sistemli düşünebilme ve evrensel bilgi birikimine, farklı düşüncelere ulaşabilme olanağı sunan üniversite, ve içinden doğan gençlik örgütlenmeleri, gençliği egemenler için bir numaralı potansiyel düşmana çevirir. Gençlik gelecektir ama düzenin geleceği olması için toplumsal düzen ve değerlerle hesaplaşırken kullanacağı silahların düzenin temel çelişkilerini hedef almayan cinsten olması gerekir! İşte işe yaramaz ilan edilen gençliğe yönelen baskıların altında bu gerçek yatmaktadır. Gençliğin dışa dönük duyarlılıklarını ve düşünsel beslenme kanallarını ortadan kaldırmayı ve yerine bu düzenin devamına uygun değer ve düşünceler yerleştirmeyi hedefleyen iktidarların bu hedefleri doğrultusunda hayata geçirdikleri en etkili saldırı araçlarından biri gençliği ırkçı, faşist akımların etkisi altına sokmaktır.

Milliyetçilik, sermayenin yıkımının yarattığı tepkilerin yönünü sermayeden uzak tuttuğu ve toplumun her kesimini sınıfsal varoluşundan soyutlayarak devlet ve millet ikileminin öznesi olarak biraraya getirdiği için egemenlerin özellikle tıpkı bugün tüm dünyada olduğu gibi ekonomik ve toplumsal krizlerin yaşandığı dönemlerde sarıldığı bir "etkisizleştirme" aracıdır. Toplumların yaşamlarında herhangi bir iyileşmeye neden olmayacak bu akım ekonomik, kültürel ve düşünsel sefalet ortamında geniş halk kesimlerini etkisi altına alabilmektedir. Türkiye'de ise milliyetçilik Avrupa'dakinin aksine sivil faşizmin boyunu aşarak yukardan aşağıya örgütlenen bir yönetim biçimini almıştır. Sürekli iç ve dış düşmanların varlığından söz ederek halkı baskı altında tutan "çarpık bir milli çıkar" anlayışı toplumsallaştırmaya çalışan egemenler halkın sömürü ilişkilerinin içeriğini kavramasını engellemeye çalışmaktadır. Bu koşullarda tüm toplum, özellikle de ülkenin geleceği/potansiyel tehlike gençlik, ırkçı/faşist propagandanın doğal olarak en önemli nesnesi oluyor.

Eğitim gençlerin kendilerini var etme süreçlerinde egemen ideolojinin toplumsallaştırılmasının en önemli araçlarından biri olarak işlevlendirilmektedir. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitim sisteminin bilimsel niteliği tam bir sefalet içinde iken, derslerin içeriği bilimsel yaklaşımlardan uzak olan gerici faşist düşüncelerle doldurulmuştur. Bilimsel üretimin en yoğun olduğu alanlardan biri olan üniversitelerde dahi “ulusal çıkarlar” bilimsel araştırmaları engelleyebilmektedir. Bütün bunlar eğitim içinde ve dışında düşünsel beslenme kanalları tıkanan gençliğin, ardından gidebileceği ilerici düşün akımlarının da yeterince güçlü olmamasından kaynaklı gerici fikirlerin etkisi altında kalmasına yol açmaktadır.

Egemenlerin demokratik gençlik örgütlenmelerine açtığı savaş sonucu yalnızlaşan ve aidiyet güdüsüyle yozlaşmış/gericileşmiş taraftar örgütlenmelerine ya da hayran gruplarına katılan gençler, medyanın da üstün çabalarıyla en gerici yanlarının kışkırtıldğı bir yaşamın içinde buluyorlar kendilerini. Futbol maçlarının ertesinde ellerinde içkileri, küfürlü tezahüratlarıyla kampuslerde turlayan üniversitelilerin milli takım için her fedakarlığa katlanabilecekleri gerçeği büyüklerimizin gözlerini yaşartıyor olsa gerek. "Ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz futbolcu" bu sloganın benimsetildiği gençler uyuşturuldukları, sürüleştirildikleri konusunda yapılan tartışmalar doğru olamakla beraber başka bir doğru daha var, sloganları reddetse de aynı zamanda bal gibi sağcılar!

Yine de egemenlerin sevinmeleri için yeterli nedenleri yok. Çünkü gençlik denen o muazzam enerji bir yolunu bulup örgütleniyor, sokaklara çıkıyor, ulaştığı en ufak fikir kırıntısını düşünsel olgunluğu ve enerjisiyle yeniden üretiyor.

Emek-sermaye çelişkisinin iyice derinleştiği ve sermayenin hala ayakta da olsa tökezlemeye başladığı günümüzde, bir yandan da faşizm yükseliyorsa; yüz binlerin katıldığı sermaye karşıtı gösteriler devrimci hareket olmaktan çok uzaksa; kapitalizm bunu proletaryayı ve gençliği düşünsel silahlarından koparmış olmasına borçludur. Zor dönemlerinde kapitalizmin imdadına yetişen faşizm, düşünsel anlamda da sefil olan kitleleri etkileyebiliyor ve şimdilik kalelerini korumaya devam ediyor; ancak gençliğin oyun bozanlığı da hesaba katılmalı. Gençliğin düşüncesinin milliyetçi, gerici kalıplar içine hapsedilemeyeceği açık. Bugünün gençliği onu küçük hücrelere hapsetmeye, gerici faşist saldırıların öznesi yapmaya çalışan, özgürlüğe uzanan her adımının önüne engeller çıkaran tüm saldırılara rağmen hala yüzünü topluma dönüyor, düşünsel ideallerinde ısrar ediyor ve egemenlerin hala yeterince korkmadıkları ancak kontrol de edemedikleri bir tehdit olarak varlığını sürdürüyor. Şimdi bu oyunbozanlığı, tüm gençliğin ve proletaryanın katıldığı bir oyuna çevirmenin vaktidir. Kozu emek, kuralları gençliğin düşünsel idealleri ve hedefi devrim olan bir oyuna...

BAYRAK YERİNE TOP*
1916 yazında, Dünya Savaşının ortasında bir İngiliz yüzbaşısı, top sürerek kalkmıştır hücuma. Yüzbaşı Nevill, onu koruyan siperden çıkarak ve topunun peşinde olduğu halde Alman siperlerine karşı yapılan bir hücuma önderlik etmiştir. O anda duraksamış olan alayı da onu bu hareketinde izlemiştir. Yüzbaşı bu hücum sırasında bir top mermisi marifetiyle ölmüştür; ama İngiltere ortada bulunan bu toprak parçasını alarak savaş meydanlarında ilk futbol zaferini kazanmıştır.

Uzun yıllar sonra, yüzyılın sonlarında, Milan Kulünün sahibi İtalya'daki seçimleri büyük bir fakla kazandı. 'Forza İtalia!' Bu söz stadyumların tribünlerinden geliyordu. Silvio Berlusconi, şampiyon süper ekip Milan'ı kurtardığı gibi İtalya'yı da kurtaracağına söz verdi ve seçmenler bazı şirketlerin iflasın eşiğinde olduğunu unuttular. Futbol ve vatan ayrılmaz bir bütündür ve politikacılar ile diktatörler bu bütünlük ve özdeşlik üzerine spekülasyon yapıyorlar.

İtalyan takımı 1934 ve 1938 Dünya Kupalarını vatanları ve liderleri Mussolini adına kazandılar. Oyuncular maçlara, 'Yaşasın İtalya!' nidalarıyla, halkı ileriye uzattıkları ellerinin ayalarıyla selamlayarak başlıyor ve bitiriyorlardı.

Naziler için de futbol bir memleket sorunuydu. Ukrayna'daki bir anıt Dinamo Kiev'in 1942'deki oyuncuları anısına dikilmiştir. Alman işgali altında onlar, yerel stadyumda Hitler'in takımını bozguna uğratma deliliğini göstermişlerdi.



"Kazanırlarsa ölürler!"

Oraya kaybetmeye razı olarak, korkudan ve açlıktan titreyerek girdiler, ama saygın olma içgüdülerine daha fazla karşı koyamadılar. On biri de üzerlerindeki formalarla, maçın bitiminde derin bir çukurun dibinde kurşuna dizildiler.

Futbol ve vatan, futbol ve halk: 1934'te Bolivya ve Paraguay, Chaco savaşında haritadaki bir çöl parçası için birbirlerini yok etmeye çalışırken, Paraguay Kızılhaçı bir futbol takımı kurdu, takım Arjantin'in ve Uruguay'ın değişik kentlerinde oynadı ve toplanan büyük miktardaki para iki tarafın yaralılarının tedavisinde kullanıldı.

Üç yıl sonra, İspanya İç Savaşı boyunca, iki gezgin takım, demokratik direnişin sembolü oldu. General Franco, Hitler ve Mussolini ile kol kola İspanya Cumhuriyetini bombardıman ederken, bir Basklı ekip Avrupa'yı dolaşıyordu; Barselona Kulübü ise Birleşik Devletler'de ve Meksika'da top oynuyordu. Bask Hükümeti Euzkadi takımını, propaganda yapma ve savunma için kaynak yaratma amacıyla Fransa'ya ve öbür ülkelere gönderdi. Barselona takımı ise aynı anda Amerika'ya doğru yola çıktı. 1937 yılında Barselona Kulübü başkanı Franco, yandaşlarının kurşunlarıyla can verdi. İki takım da futbol sahasında ve saha dışında tehlikedeki demokrasi için birleşti.

Savaş boyunca İspanya'ya yalnızca dört Katalan futbolcu döndü. Basklılardan ise yalnızca biri. Cumhuriyetçiler yenildiğinde FIFA ülke dışındaki futbolcuları asi ilan etti ve lisanlarını daimi olarak iptal etmekle tehdit etti, buna karşın bazıları Latin Amerika'da futbol yaşamlarına devam etmeyi başardılar. Birkaç Basklı tarafından Meksika'da İspanya Kulübü kuruldu ve bu takım ilk zamanlar yenilmez bir takım haline geldi. Euzkadi'nin santraforu Isidro Langara Arjantin'deki futbol hayatına 1939'da başladı. İlk karşılaşmasında dört gol attı. Euzkadi'nin orta sahasında oynamış olan Angel Zubieta'nın yıldızının parladığı takım ise San Lorenzo idi. Sonra, Meksika'da Langar 1945'de yerel şampiyonada gol kralı oldu.

Franco İspanya'sının örnek kulübü Real Madrid 1956 ve 1960 yılları arasında bütün dünyaya hükmetti. Bu göz kamaştırıcı takım, aralıksız olarak İspanya liginde dört, Avrupa'da ve kıtalararası şampiyonalarda ise beş kupa kazandı. Real Madrid birçok yeri dolaşıyor ve insanları hayretler içinde bırakıyordu. Franco diktatörlüğü kendisine benzersiz bir gezgin elçi bulmuştu. Radyonun naklettiği goller ise ulusal marş olan Cara al Sol'den daha etkili zafer çanlarıydı. 1959'da rejimin yöneticilerinden Jose Salis, oyunculara minnettarlığını belirtmek için bir konuşma yaptı ve şöyle dedi: "Daha önce bizden nefret edenler sizin sayenizde şimdi bizi anlıyorlar." Her ne kadar ünlü hücum hatları yabancı lejyona benzese de, Real Madrid de Cid Campeador gibi, ırkının gücünü temsil ediyordu. Bu hücum hattında Fransız Kopa ve iki Arjantinli, Di Stefano ve Rial, Uruguaylı Santamaria ve Macar Puşkaş yıldız gibi parlıyorlardı.

Aynı zamanda bir eldiven görevi görebilen sol ayağının müthiş gücü nedeniyle Ferenc Puşkaş'a seyyar top adını veriyorlardı. O yıllarda Barselona Kulübünde öbür Macar futbolcular Ladisloa, Kubala, Zoltan Czibor ve Sandor Kocsis kendilerini gösteriyorlardı. 1954'te Kubala'da inşa edilen büyük stat Camp Nou'nun ilk taşı yerleştirildi. Kalabalık bir halk kitlesi, onların oyununu, milimetrik paslarını, şiddetli şutlarını seyretmeye gidiyordu, bütün bunlar eski stadyuma sığmıyordu. Bu arada Czibor ayağından kıvılcımlar çıkarıyordu. Barselona'nın öbür Macar futbolcusu Kocsis ise, çok iyi kafa vuruşları yapıyordu. Ona 'altın kafa' adını vermişlerdi ve gollerini birlerce mendil sallayarak kutluyorlardı. Kocsis'in Churcil'den sonra Avrupa'nın en iyi kafasına sahip olduğu söyleniyordu.

1950 yılında Kubala, daha sonra FIFA tarafından iki yıllığına sahalardan uzaklaştırılmasına mal olacak, sürgünde bir Macar takımı kurdu. Daha sonra 1956 yılında Rus işgali, çıkan halk isyanını bastırdığında, yine bir sürgün takımda oynamış olan Puşkaş, Czibor, Kocsis ve öbür Macar oyuncular FIFA tarafından bir yıldan fazla cezaya çarptırıldılar. 1958’de bağımsızlık savaşı sırasında Cezayir ulusal renklerde forma giyerken ilk futbol takımını kurdu. Bu takımı Makhloufi, Ben Tifour ve aynı onlar gibi Fransız liginde profesyonelce top koşturan başka Cezayirliler oluşturdu. Sömürgecilerin baskısıyla kuşatılan Cezayir, ancak benzer nedenlerden dolayı FIFA tarafından birkaz yıl dışlanmış olan Fas ile maç yapabildi. Bunun dışında birkaç maç da, bazı Doğu Avrupa ülkeleri ve bazı Arap ülkelerinin spor sendikaları tarafından organize edilen takımlarla yapıldı. FIFA, Cezayir takımına tüm kapılarını kapattı. Fransız futbolu da bu oyuncularla tüm bağlarını keserek onları ölüme mahkum etti. Sözleşmeleriyle bağlı bu oyuncular, bir daha asla profesyonel futbola dönemeyeceklerdi.

Cezayir, bağımsızlığını elde ettikten sonra Fransız futbolu, tribünlerinin çok özlediği bu oyuncuları tekrar çağırmaktan başka çıkar yol bulamadı.

* Bu yazı Eduardo Galeano’nun “Gölgede ve Güneşte Futbol” kitabından alınmıştır.



Yüklə 295,36 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin