Tahterevalli
(Bir Türk milliyetçisi olarak 05)
Türkiye'deki sistem, Batı Anadolu ve büyük şehirlerin altmışlı ve yetmişli yıllarda dinamizmini yaşayan modern işçi sınıfının ve şehir orta sınıflarının ve Anadolu'daki Alevilerin sol eğilimlerine karşı; yüzyılın başında Hıristiyan Rum ve Ermeni kapitalizminin katliam ve sürgünlerle tasfiyesiyle, onun yerine geçen kasaba tefeci bezirganlığına, ağalara ve aşiret reislerine dayandı. Bir bakıma Batı'ya ve büyük şehirlere karşı; köylülük ve Kürdistan çıkarılıyordu. Hatta 12 Eylül rejimi, sol ve liberal Batı'nın demografik üstünlüğüne karşı seçim sistemini bile değiştirmişti bu dengeyi sürdürebilmek için.
Bu günkü Türkiye'ye baktığımızda durumun tam tersine döndüğü görülür. Kürdistan bugün demokrasinin kalesi; Batı'nın şehirleri ve orta sınıflar tam tersi konumda. Türkiye'nin önünü tıkayan işte bu tersine dönüştür. Nasıl oldu da bu dönüş böylesine gerçekleşti ve Batı son seçimlerdeki gibi yüzde doksanıyla inkar politikalarının bir destekçisine dönüştü.
Elbette Türk ordusunun ve egemen sınıflarının; medyanın, terörün, toplumsal çürümenin bunda bir payı var. Ama bizi onların yaptıkları değil, bizim yapmamız gerekenler ve yapamadıklarımız ilgilendirir. Bu nedenle, Kürt ulusal hareketinin bu durumun oluşmasındaki etkisini, bütün diğer faktörleri bir yana atarak kısaca ele alalım.
Kürt hareketi, Türk ezilen sınıflarını kazanmadan veya onların en azından hayırhah bir tarafsızlığını sağlamadan bir başarı elde edemeyeceğinin her zaman farkındaydı ve bütün stratejisini bir gün onların harekete geçeceği beklentisine dayandırıyordu. Bu uğurda elinden geleni yaptığı su götürmez. Ama Batı'nın işçi ve orta sınıflarını kazanmayı bir programatik ve stratejik bir sorun olarak değil, taktik, örgütsel tedbirlerle, propagandayla başarılabilecek bir sorun olarak gördü.
Buna bağlı olarak, Batı'ya göçmüş Kürtler bile, yani Kürt ulusal hareketinin Batı'da gerek ulusal, gerek toplumsal konumuyla en kolay kazanabileceği ve örgütleyebileceği güçler bile, Kürdistan'daki ve dağlardaki mücadelenin bir dolaylı yedeği, insan kaynağı ve lojistik desteği olarak görülüyordu. Dolayısıyla da Batı'daki bu en yakın güç bile kazanılıp örgütlenemedi. Ama bunun, Batı'daki Kürt'leri bile aşan çok olumsuz sonuçları oldu.
1) Kürtlerin batıdaki şehirlere göçü, bir yandan, buralarda önceden bulunan işçilerin konumlarında bir yükselişe yol açtığı gibi; diğer yandan Kürdistan'dan gelen taze iş gücü, yükselmeyen eski işçilerin Kürtlerden oluşan bu işgücünün rekabeti karşısında Türklüğe sarılmalarına yol açtı. Yani işçi sınıfı içindeki rekabet ve zümre bölünmeleri; 12 Eylül ve Duvar'ın yıkılmasıyla da beslenen bir ideolojik atmosferde, Batıdaki işçilerin en örgütlü kesimlerini iyice sağa itti ve işçiler adeta faşist partinin kontrolüne girdi. Bu da şehirlerdeki sol güçlerin bütün nefes borularını tıkadı.
2) Göç eden Kürtlerin çoğu, Batı'nın yerlisi Türk işverenlerin iş yerlerinde çalıştığından, Kürt Türk bölünmesi bir bakıma işçi sınıfı ve burjuvazi ve orta sınıflar bölünmesi olarak da ortaya çıktı. Özellikle Turizmin geliştiği bölgelerde bu çok net biçimde görülebiliyordu. Bu da Türk işverenleri için, işçileri Kürtlük noktasından tecrit ve terörize etme olanağı yarattı.
3) Bunlar karşısında Batı'da böylesine bir parya rolüne düşen Kürtler, din paradigmasıyla ulusal baskı konusunda nispeten belli bir esnekliği bulunan; hem de toplumsal eşitsizlikleri ve modernitenin olumsuzluklarını işleyen politik İslam'a kaydılar. Bu kayış sonucu politik İslam'ın güçlenmesi ise, sola eğilimli şehir orta sınıflarını ve Alevileri tümüyle Genel Kurmayın arkasına itti.
Bu mekanizmayla, Kürt ulusal hareketinin Batıda dolaylı da olsa ittifaka girebileceği hiç bir güç kalmadı. Bu değişimin tepe noktasını da son seçimler belgeledi. Böylece Kürt ulusal hareketinin Batı'nın ezilenlerini kazanmayı bir program sorunu olarak görememesinin sonuçları adeta yuvarlanan bir kartopu gibi büyüdü ve onun karşısına en büyük engel olarak çıktı.
Öcalan'ın İmralı'da ortaya attığı "Demokratik Cumhuriyet" projesinin özü bu yanlışın düzeltilmesidir. Hemen belirtelim ki, İmralı'da oluşturulan stratejik çizginin bütün elemanları PKK ve Öcalan'ın önceki çizgilerinde ve konuşmalarında vardır ama İmralı'da bunlar bambaşka bir sistem içinde yerlerine otururlar ve bir nitelik değişikliğine tekabül ederler. (İmralı'daki Demokratik Cumhuriyet projesi, güç ilişkilerindeki bu muazzam orantısızlığa ve alınmış darbelere bağlı olarak elbette minimuma çekilmiş talepler olmakla birlikte onun özgül niteliğini bu minimuma çekilişten öte, yerleştikleri bağlantı belirler ve ilerde daha ileri talepleri dışlamaz onun olanaklarını yaratabilir.)
Bu fark en iyi şöyle görülebilir. İmralı öncesinde, Kürt ulusal hareketinin güçlenmesi ve başarılarının sonucu olarak bir demokratikleşme bir yan ürün olarak düşünülür; Türk ulusunun çoğunluğunu oluşturanlar dolaylı bir yedektir.
Hiç bir toplumsal grup, kendisini doğrudan ilgilendirmeyen bir sorundan dolayı bir toplumsal hareket oluşturmaz. Batı'nın ezilenlerinin bu anlamda Kürt hareketi için aktif destek vermeleri düşünülemez. Dolayısıyla Kürt Ulusal Hareketinin başarısını ve bunun için de Kürtlere dayanmayı temel alan bir hareket için, onların ancak dolaylı bir desteği beklenebilirdi ve onlara biçilen rol bu oluyordu. Aynı durum elbette Batı'daki Kürtler için de geçerli oluyordu. Ama yukarıda anlatılan mekanizmayla, bu dolaylı yedek oluş fiilen karşı oluşla sonuçlanıyordu.
Bu çıkmazı aşabilmenin ve güç ilişkilerinde toplu bir dönüşümü açabilmenin tek yolu ancak Batı'dakilerin de doğrudan çıkarlarına yönelik bir program olabilirdi. Böyle bir programın bir ulusal hareket tarafından önerilmesi ise, fiilen o ulusal hareketin bir ulusal hareket olmaktan çıkıp, bir sosyal hareket olması demek olurdu.
Bunu dünyada hiç bir ulusal hareket ne bir sorun olarak önüne koydu ne de başarabildi. Bir Filistin Hareketi İsrail'i, bir İrlanda hareketi İngilizleri, bir Bask hareketi İspanyolları kurtarmaya ve onlar için bir program geliştirmeye kalkmadı. Buna en çok yaklaşan hareket, yine yoksullara dayanan ve ama aynı zamanda bir ulusal hareket özelliği taşıyan Zapatista hareketi oldu.
Böyle bir problem koyuşunu ve stratejik dönüşümü Kürt ulusal hareketi başarmış görünüyor. Bu dünyada ilktir ve Ulusal hareketlerin potansiyellerinin ve sınırlarının hiç de öyle küçük olmadığını gösterir. PKK, gerek yoksullara dayanan plebiyen niteliği, gerek kökenindeki sosyalist ideolojisi nedeniyle ve daha baştan bağımsız bir Kürdistan gibi bir hedefe fazla büyük bir değer vermediğinden, belki benzeri olmayan bir şekilde istisnai olarak, biraz da içine düştüğü şartların zorlamasıyla bunu başarabildi.
İşte Kürt Ulusal Hareketi'nin yaptığının özgül niteliği buradadır. Şöyle formüle edelim. Eskiden Kürtlerin kurtuluşu, Türklerin de kurtuluşuna yol açarken, yeni politikada Türklerin Kurtuluşu Kürtlerin Kurtuluşuna yol açmaktadır. Hedef, yani Kürtlerin üzerindeki ulusal baskının ortadan kalkması değişmemiştir, bu hedefe giden yol ve güçler değişmiştir.
Elbette bu değişiklik bağımsız bir Kürt devletini kendi başına bir hedef olarak koyan ve buna ulaşmak için PKK'yı en önemli güç olarak gördüklerinden onun etrafında bulunan veya sesini çıkarmayan kesimlerin PKK'nın yeni stratejisi karşısında yer almalarına ve onu ihanetle suçlamalarına yol açtı ama, politikada bir güç kaybedilmeden başka bir güç kazanılamaz.
Yeni "Demokratik Cumhuriyet" program ve stratejisinde Kürt-Türk ve Doğu-Batı denklemdeki değerler ve yerler değişmiş bulunmaktadır. Eskisinde demokrasi, ulusal kurtuluşun yan ürünü olarak görülürken, şimdikinde, ulusal kurtuluş demokrasinin yan ürünü olarak ele alınmaktadır. Eskisinde öz gücü Kürt ulusu oluştururken, yenisinde Kürt ve Türklerin büyük kesimleri oluşturmaktadır.
Demokratik Cumhuriyet için pek ala Türkler de tıpkı bir kürdün bağımsız bir Kürdistan için gösterdiği angajmanı gösterebilir. İmralı'da geliştirilen çizginin özü budur.
Fakat bu çizgi stratejik bir plan ve programdır, bir taslaktır, onun içinin doldurulması gerekir. Temel sağlanmıştır ama bu potansiyelin somut bir güç haline dönüşmesi sorunu ortada durmaktadır. Bu dönüşümün en büyük riski, Kürt hareketinde bir bölünme olması ve büyük güçlerin bu programa kazanılamaması olabilirdi. Şimdilik bu tehlike yok gibi görünüyor. Pek az bir fireyle, Kürt hareketi birliğini koruyarak bu programı benimsemiş bulunuyor. En büyük iki Kürt örgütü PKK ve HADEP bu programı destekliyor ve savunuyor.
Sorun Türk tarafının, daha doğrusu Türkiye tarafının nasıl örgütlenebileceğinde. Seçimlerden bu yana Batı'daki eğilimlerin değiştiği görülüyor. Bir kere, PKK'nın silahlı mücadeleyi durdurması ve demokratik cumhuriyet programı, bu kesimde belli bir destek sağlamış bulunuyor. Bu kitleyi aralarında parsellemiş partiler, bu hava dönüşümüne onu kontrol altında tutarak ayak uydurmaya çalışıyorlar. Ama ne olursa olsun, Türk tarafının bu gettodan çıkması ve Demokratik bir program etrafında bir toplumsal hareket oluşturması şart. Ama bunu yapabilecek Türk örgütü yok ortada. Gerçekten, küçük bir sosyalist parti bile yok böyle bir mayalanmaya tohum olabilecek.
Bu zorluk aşılabilirse, devleti kontrollü olarak modernleştirme çabalarının çatlaklarından yararlanılarak bir toplumsal hareket ve bir demokratikleşme sağlanabilir. Yılanların gömlek değiştirdikleri zamanlar en zayıf anlarıdır.
Bu zorluğu çözebilecek düğüm de, yine Batı'nın Kürt işçi ve yoksullarından geçiyor. Kürt ulusal hareketi, Batı'nın şimdiye kadar örgütleyemediği Kürtlerini; yani batıdaki işçilerin henüz parsellenmemiş ve en alt tabakalarını harekete geçirebilir ve örgütleyebilirse, bu sefer de demokratikleşme yönünde yuvarlanan bir kartopu etkisi yaratabilir. Kürt işçiler, Türk işçileri ve Şehir orta sınıflarının muhalefeti için bir maya rolü oynayabilir. Türkiye Tarihinde ilk defa, Doğuda da Batıda da aynı demokratikleşme eğilimi güç kazanıp, iç Anadolu ve Karadeniz’in, katliamlarla palazlanmış taşra ve bezirgân gericiliğine ağır bir darbe vurabilir. Bu şans şimdi hiç bir zaman olmadığı kadar var.
demir@comlink.de
07 Ocak 2000 Cuma
(Bu yazı Özgür Politika’nın 10.01.2000 tarihli sayısında yayınlandı.)
Dostları ilə paylaş: |