Yazılmıştır arzuhal Rabbim vermesin zeval Her işin bulsun kemal Dünyada ve ukbada



Yüklə 2,25 Mb.
səhifə26/57
tarix02.11.2017
ölçüsü2,25 Mb.
#27167
növüYazı
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   57

Mesaj


Sn Özcan YÜKSEL in Tarih içerisinde ki felsefi yolculuğu dikkat çekicidir. Dinin siyaset ve devlet yönetimi ile temellendirilmesi yanlışlığı başka türlü anlatılamaz. "Din elden gidiyor"bahanesi ile kaos yaratanlar bilmelidirler ki dine ve islama enbüyük darbeyi yapmaktadır. Yazının en önemli vurgusu budur. Devlet yönetimi Akla , bilime,üretime,istihtama,eğitime ve ilerlemeye yönelik olmalıdır. Sn YÜKSEL i tebrik ediyorum.
Ad: Özcan Yüksek
ePosta: -
  1. Mesaj


Din, iktidarla kimyasal bir ilişkiye girdiğinde, bütün saf, insana huzur veren içeriğini yitirir. İnsanlara hükmetmeye dayalı iktidar, Tanrı’nın gücüyle ilişkilendirildiğinde, iktidarın yapısı da eskisinden daha farklı olur. Aslında İslam’ın tarihi, iktidar-din ilişkisinin kanlı tarihine dönüşür çoğu zaman. Eski dervişler şöyle derdi ki; imamlara medrese, şeyhlere hankâh, emirlere saray, tüccarlara han, başıboşlara zaviye, gezgin dervişlere kervansaraylar münasiptir. Çağlayan mitinginde “Halk ayıldı imam bayıldı” sloganı atılırken eski dervişlerin bu anlayışını düşündüm. İmam bayıldı diyen gösterici halk, bu sloganla imamları mı aşağılıyordu yoksa imamı yalnızca camide mi görmek istiyordu. İmam hatip okulunun amacını mı vurguluyorlardı. İmamın yeri neresidir? Bu soruyu İran’da sorsam yanıtı bellidir. Bu soruyu Türkiye’de soruyorum, umarım borsayı sarsmam. Sorular soruları yaratır: Bir ülkeyi, din adamı yönetebilir mi, yönetmeli midir? Din adamı bunu isteyebilir, dindar halkın bir bölümü siyasi propagandanın etkisiyle, uhrevi olanla dünyevi olanı karıştırabilir ve bunu isteyebilir, ama din bunu ister mi? Asıl sormak istediğim soru da bu sonuncusu: Din, iktidarı ister mi? Bu hususta, önemli bir din adamını ve düşünürü referans göstermek istiyorum Referans okuruna. Bu ülkenin son bin yıl boyunca evrensel kültüre, dünyaya mal ettiği en önemli düşünür Mevlana Celalettin Rumi’dir. Bir ikincisini söylemekte güçlük çekeriz. Rumi’nin şiirleri Amerika Birleşik Devletleri’nde Türkiye’den bile daha çok satılır. Hatta en çok satılan şiir kitabı bile olmuştur orada. Rumi’nin babası Bahaeddin’in kitabı Maarif, Türkiye’de henüz yayınlanmamıştır ama İngilizcesi basılmıştır. Bahaeddin’in tahminen 1220 yılında, oğlu küçük Celalettin’i, ailesini ve dostlarını alarak Horasan’ın Belh vilayetini terk etmesi sırasında ve yol boyunca sergilediği duruş, din ve iktidar ilişkisini anlamamızda bize ışık tutacaktır. * DÖRT SULTAN RIVAYETI * Bahaeddin göç boyunca, dört sultanla karşılaşma yaşar, her karşılaşmada da aynı tavrı sergiler. Bu tavır din ile devleti ayırma tavrıdır. Mevlana ve babasının hayatını yazan Eflaki bu karşılaşmaları ayrıntılarıyla anlatır. Anlattığı aslında rivayettir ama önemli olan bunun doğru kabul edilmesidir. İlk sultan, Belh’i terk etmesine neden olan Harezmşah Padişahı Muhammed’dir. Bu Türk sultanı, zamanının belki de en büyük imparatorluğunun başındaydı ve bu yüzden Cengiz Han’a dahi meydan okudu. Bu meydan okumanın, Cengiz’i Pekin’den çıkartıp nelere yol açtığını herkes biliyor. Rivayetçi der ki, Harezmşah Muhammed, sultanlığı kendi eli ve sözüyle Bahaeddin’e sunar. Ulemalar Sultanı namıyla anılan Bahaeddin, bunu geri çevirir, üstelik küçümseyerek geri çevirir ve "bu dünyanın sultanlığı sana kalsın biz öbür dünyanın sultanıyız" der. Benzer bir teklifi, Bağdat’ta, Halife Sultan Nasır Li-dinillah da yapar; üstelik üç bin altınlık bir kese de gönderir Ulemalar Sultanı’na. Bahaeddin’in yanıtı aynı olur. Bu dünyanın sultanlığını ona bırakır, gönderdiği parayı da “haram” deyip geri çevirir, daha başka hakaretler de eder. Aslında menkıbedeki bu hakaretleri şöyle yorumlayabiliriz ki, Ulemalar Sultanı, dünyevi iktidarı din adına elinde tutanları dinden çıkmakla suçlamaktadır. * ÖBÜR DÜNYANIN SULTANI * Kervan ilerler, Mengücekoğulları Sultanı Fahreddin, Erzincan yakınından geçmekte olan Bahaeddin’i başkentine davet eder. Sarayında kalmasını ister. Sultan’ın karısı İsmet Hatun da ısrar eder. Bahaeddin, “Bize saray değil medrese yaraşır” der ve bu teklifi geri çevirir. Bunun üzerine Mengücekler, Akşehir’de bir medrese inşa ederler ve Veled Ailesi dört yıl orada kalır. Kervan, yedi yıl da Aksaray (O günkü Larende’de bir medresede kalır.) Konya’da Selçuklu Sultanı Alaeddin’in daveti üzerine göçe devam eder. Sultan, Bahaeddin’e sultanlığını vermek ister. Tabii ki, bütün bu anlatılanlar rivayettir, ama bu rivayeti Mevlana’nın oğlu ve torunları da okumuştur. Sultan’ın bu önerisine Bahaeddin aynı cevabı verir: Biz öbür dünyanın sultanıyız, bu dünyanın sultanı sizsiniz. Hatta Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykûbad’a, tıpkı Halife’ye yaptığı gibi, İslami yaşama uygun yaşamadığı için çıkışır. Şehrin en büyük medresesi Altun-Abâ hazırlanarak Veled Ailesi oraya misafir edilir. Ulemalar Sultanı Bahaeddin ile Selçuklu Sultanı arasında şöyle bir konuşma geçtiği rivayet edilir: - Ey din padişahı! Düşündüm ve karar verdim. Bugünden itibaren dedelerimden bana miras kalan bu tahtı size terk ediyorum. Siz sultan, ben kul. - Ey melek huylu, mülk sahibi hükümdar! Dünya ve âhiret mülkünü kendine mal ettin. Bunda şek ve şüphe yok... Tahtında rahatça otur. Biz dünya malına gözlerimizi çoktan kapamışız. Şimdi Allah'a kulluk ediyor, O'nun emirlerini yerine getirmeye çalışıyoruz. * DIN-IKTIDAR ILISKISI * Din, Tanrı ile insan arasındadır, insan ile insan arasında değil. Tasavvuf, dini bu şekilde yaşar. Onların camisi dahi kalbidir. Tanrı ile bedensel ve ruhsal olarak buluşur sufi. Din, iktidarla kimyasal bir ilişkiye girdiğinde, bütün saf, insana huzur veren içeriğini yitirir. İnsanlara hükmetmeye dayalı iktidar, Tanrı’nın gücüyle ilişkilendirildiğinde, iktidarın yapısı da eskisinden daha farklı olur. Aslında İslam’ın tarihi, iktidar-din ilişkisinin kanlı tarihine dönüşür çoğu zaman. Üçüncü Halife Osman’ın katledilmesi, İslam’da ilk dünyevi iktidarın kurulma sürecini başlatmıştır. Osman öncesinde de, Müslüman Araplar, peygamberin müminler arasında barışı şart koşan emirlerine rağmen çok eskiye dayanan çarpışmalarına devam ediyorlardı. Bir aşiret önderinin yandaşlarına şöyle seslendiğini anlatır tarihçiler: “Size cehennem ile şerefsizlik arasında seçim yapmanızı emrediyorum.” Burada peygamberin emrine rağmen savaşmanın cehennemi tercih etmek olduğu besbellidir. Osman’ın kendi Kureyşli akrabalarını üst düzey görevlere getirmesi, aşiretler arası eski husumeti, öfke ve kıskançlıkları yeniden çoğaltacaktır. Rakip soylu Müslümanlar Medine’ye yürür ve herkesin gözü önünde Hz. Osman’ı öldürürler. Osman’ın öldürülmesiyle İslam’da fitne (kaos, kargaşa) dönemi başlamış oldu. Bundan sonra bir daha İslam’da birlik olmayacaktır. Sonra Ali-Muaviye çatışması başladı ve Muaviye galip geldi. Artık ilk dünyevi İslam iktidarı tesis edilmiştir (661). Artık Mekke değil Şam’dır önemli olan. Emevi hanedanlığıyla birlikte, İslam’ın ilk zamanlarındaki karizmatik cemaat döneminin yerini, güçlü ordu ve iktidar düşkünlüğü almıştır. * CENNET IKTIDARI * Dünyevi iktidarın dinle birleşmesi, hiyerarşinin güçlenmesi, buna iktisadi servetin katılmasına Müslümanların tepkisi gecikmedi. Aslında, çok fazla bilinmeyen bazı İslami akımlar, din-iktidar ilişkisinin Emeviler zamanında ve sonrasında aldığı şekle duyulan derin itirazların sonucu ortaya çıkmıştır. Bu akımların bazılarında, kadın-erkek eşitliği, mülkiyet ortaklığı gibi kuralların ortaya konması da, din-iktidar ilişkisine karşı doğal karşı çıkışın sonucu olarak okunabilir. Bu akımların ilki Hariciler’di. Eşitlikçi ilkeler ortaya koydular ve kendilerini, “cehennem halkı”na karşı savaşan “cennet halkı” olarak ilan ettiler. Yalnızca en dindarlar yönetici olabiliyor ve beğenilmediğinde derhal görevden alınabiliyor hatta öldürülüyordu. Ama yapıları, büyük bir iktidar kurmalarına imkan vermediği için uzun ömürlü olamadılar. Ama seçkinciliğe karşı olan eşitlikçi fikirleri ve gelenekleri, Kuzey Afrika’da küçük gruplar arasında yüzyıllarca devam etti. Mürcie (Erteleyenler) akımı, insanların diğer Müslümanları yargılayamayacakları ilkesini ortaya koydular, bu yargılamayı Tanrı'ya bırakmak gerektiğini söylüyorlardı. Görünenin arkasındaki niyeti yalnızca Tanrı bilebilirdi, insanlar Tanrı adına kimseyi yargılayamazdı. Bu da eşitlikçi bireycilik geleneğinin bir devamıydı. Emevi sultanı Muaviye seçim yapmak yerine oğlu Yezid’i cemaate dayatmak isteyince, İslam’daki en büyük yarılma, çatışma ve iktidar savaşı başladı. Ali’nin oğlu Hüseyin’in taraftarları en büyük muhalefeti gösteren taraftı. Kerbela hadisesiyle sonuçlandı. Peygamberin karısı Ayşe’nin desteklediği İbnül Zübeyir’in isyanı da başarısızlıkla sonuçlandı. * ANTI MATERYALIST MÜSLÜMANLAR * Daha sonraki yüzyıllarda halifeye karşı en büyük ayaklanmayı Karmatiler başlattı. Bu akım, İslam tarihinin en tuhaf hareketlerinden biriydi. Dokuzuncu ve onuncu yüzyıla damgalarını vuran Karmatiler, Kabe’ye dahi saldırdılar. Kabe’yi çalıp kaçtılar hatta. Mekke’yi yozlaşmış, hac yolculuğunu ticarileşmiş görüyor, hacı konvoylarına dahi saldırıyorlardı. Bütün bunlar, din-iktidar ilişkisindeki paradoksun bizzat İslam tarihinde ortaya çıkan doğal, toplumsal sonuçlar olarak okunmalıdır. Din-iktidar ilişkisinin en korkunç pratiğini, Engizisyon, endülijans (papanın günahların affedildiğine dair verdiği belge), cadı avı ve Avrupa nüfusunun üçte birinin öldürülmesiyle sonuçlanan din savaşlarında da görebiliriz. Bütün Orta Amerikan uygarlıklarda, din ve iktidar ilişkileri, korkunç öldürüm, kurban etme kültürü yaratmıştır. Hatta Amerika’nın işgali, Aztek ve İnka İmaparatorlukları’nın yıkılması tarihi, Katolik katliamlarla, Güneş’e kurban veren arkaik din uygarlıklarının karlı bir savaşıdır. Milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanmıştır. İsyanyollar, İsa’nın geri dönmesi için dünyadaki bütün “Şeytan Krallıkları”nı yıkma misyonunu yerine getiriyordu. Aztek’i ele geçirdikten sonra bir milyondan fazla insanı katlettiler, başkent Mehico’yu yıktılar. Onlar gelmeden önce de Aztek imparatorları, yalnızca yalnızca, güneş doğsun ve yağmur yağsın diye piramitlerin tepesinde binlerce insanı kurban ediyorlardı. * DININ VE IKTIDARIN ÖZÜ * Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli olayı, cumhuriyetin kurulması ve devrimlerdi. Ne var, bu devrimler tepeden inmeydi. Şimdi cumhuriyet tarihinin en büyük mitingleri yapılıyor. Tepelerinde kimsenin olmadığı kitleler, tepeden devrimlere sahip çıkıyor. Devrim, eksik olan halkasını, o çok sevdiği uzayında, şehir meydanlarında tamamlıyor. Ülkemizde kimi entelektüellerin anlayamadığı süreç budur. Aynı kişilerin anlamadığı bir diğer olgu da, dinin özünün iktidarın özüyle bir araya gelmezliğidir. Tanrı ile insan arasında olması gereken din, bugün, siyasi ve ekonomik iktidarın, dünyevi kudretin ve dünyevi arzuların peşinden sürüklenmektedir. Bu ikisinin bir araya gelmesiyle nasıl bir gazabın meydana geldiğini, gelmekte olduğunu ve geleceğini göremeyenler vardır. Din, iktidar savaşına, bütün tarih boyunca ve tarihin her noktasında, din elden gidiyor bayrağıyla yürür. Oysa din, tam da bu bayrakla yürüyenlerin ayakları altında yok edilmektedir.
Ad: Fatih Inan
ePosta: fatih.inan@web.de

  1. Yüklə 2,25 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   57




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin