Yönetim Şekli Tartışmaları
Başkumandan’ın Yetkilerinin Sınırlandırılması: Harp Encümeni Fevkalâdesi
Mustafa Kemal Paşa’ya 5 Ağustos 1921 tarihinde verilen Başkumandanlık yetkisinin sınırlandırılmasına ilişkin en ciddi adım, 27 Aralık 1921 tarihinde verilen Harp Encümeni Fevkalâdesi Teşkiline dair Kanun Lâyihasıdır. Saltanat makamı ve Meclis’in yetkilerinin kullanımına ve İcra Vekilleri Heyeti’nin görev, yetki ve sorumluluğunun belirlenmesine ilişkin bir yetki olduğu için, bu yetkinin sınırlandırılması da yetkinin verilişinde konu olan başlıklar açısından önemlidir. Harp Encümeni Fevkalâdesi’nin gündeme gelişi 27 Ekim 1921 tarihine kadar uzanmakla birlikte, sonuçlanması ve bu konuda bir karar alınması 1922 yılını bulduğu için konu 1922 yılı içinde incelenmiştir.
27 Ekim 1921 tarihli Meclis gizli oturumunda Lâzistan Mebusu Osman Bey ve rüfekasının ordunun ilbas ve iaşesine dair verdiği istihzah takriri Harp Encümeni Fevkalâdesi’ne kadar giden süreci başlatmıştır. Her ne kadar istizah takriri Müdafaai Milliye Vekâleti ile Maliye Vekâletine verilmiş olsa da, istizahın aslen Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’ya yöneltildiği anlaşılmaktadır.64 Çünkü 5 Ağustos 1921 tarihli Başkumandanlık Kanunu’nun 2.maddesi “ordunun maddi ve mânevi kuvvetini âzami surette tezyit ve sevk ve idare” yetkisini Başkumandana vermişti. Takrir, ordu teçhizat ve ilbasının ne derece karşılanabildiğine ve müteahhitlere ihale muamelesine dairdi. Dahası, takrirde bizzat Başkumandan emriyle başlatılan Tekâlifi Milliyenin ne kadarının toplandığı soruluyordu. Kaldı ki takrir, Başkumandanlık süresini 31 Ekim 1921 tarihinde üç ay daha uzataacak Başkumandanlık Kanunu’nun Meclis’te görüşülmesinden hemen önce verilmiştir. Bu tarihte de, Tekâlifi Milliye Emirlerinin uygulanmasında yaşanan sorunlar ve Merkez Ordusu Kumandanı Nureddin Paşa’dan dolayı Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’ya ademi itimad edildiği belirtilmiştir.
29 Ekim 1921 tarihinde Lâzistan Mebusu Ziya Hurşid Bey'in, Merkez Ordusu Kumandanı Nureddin Paşa hakkındaki istizah takriri, Osman Bey'in asayiş ve emniyeti dahili hakkındaki istizah takriri ile birleştirilmiş ve iki takririn tevhiden müzakeresine karar verilmiştir. Osman Bey'in asayiş ve emniyeti dahili hakkında Dahiliye Vekâletinden istizah takriri, zaten ordunun ilbas ve iaşesi hakkındaki istizah takriri ile birlikte görüşülmektedir. Bu iki takririn birleştirilmesi Harp Encümenine giden süreçte kumandanlar meselesinin de Harp Encümeni tartışmalarının parçası haline gelmesine neden olmuştur. Ordu kumandanları hakkında verilen istizah takrirleri, cephe gerisinin yönetiminin Meclis’e bırakılması konusundaki gerekçelerden biri olarak gösterilecektir.
Ordu'nun ilbas ve iaşesi hakkında Lâzistan Mebusu Osman Bey ve rüfekasının verdiği istizah takriri, Ekim ayı itibariyle neticelendirilmemiştir. Başkumandanlık Kanunu’nun üç ay daha uzatıldığı 31 Ekim 1921 tarihinde takrir, müzakeresinde kabul edilen iki takririn Adliye Encümenine havale edilmesiyle birlikte gündemden düşmüştür. Bir gün sonra verilen konuyla ilgili takririn de gündeme alınmaması bunun göstergesidir. 1 Kasım 1921 tarihinde mesuliyete müşterekiz denilerek, Meclis ve ordu arasında sıkı bir irtibatın büyük faidesi olduğu belirtilerek memur ve kumandanların idaresizliğine karşı Teşkilâtı Esasiye Kanunu uyarınca Garp cephesi merkez, sağ ve sol cenahları ile geri hizmetinde vazifeye yardım edecek oniki kişiden oluşan bir heyetin intihap edilmesine dair 107 imzalı bir takrir verilmiştir.65
12 Aralık 1921 tarihinde konu bir kez daha Meclis’in gündemine gelmiştir. Konunun Meclis gündemine taşınması yine gizli oturumda görüşülen bir istizah takriri ile olmuştur. Ordu levazımatına, vaziyeti harbiye ve askeriye hakkında Müdafaai Milliye Vekilinden istizah istenmiştir. İstizah takririne, Fevzi Paşa tarafından cevap verildikten sonra, yirmi iki imzalı “Harp ve siyaseti hariciyeyi fiili murakabe altında bulundurmak, Meclise mevkut ve muntazam bir surette arzı malûmat etmek üzere Meclisce on beş zattan mürekkep bir Encümen teşkiline ilişkin takrir” Encümeni Mahsusa gönderilmek üzere heyeti umumiyeye havale edilmiştir.
İstizah takririnden iki gün sonra, 14 Aralık 1921 tarihinde Ordunun ilbas ve iaşesi, malî, askerî ve siyasî vaziyet ve bunları tetkik etmek üzere bir Encümeni Mahsus teşkili müzakere edilmeye başlanmıştır. Aslen tartışılan, Başkumandana verilen yetkiler ile oluşan mevcut yapıyla mı yola devam edileceği yoksa Meclis’in daha fazla mı sorumluluk alacağıdır. Fevkalâde bir dönemden geçildiğini ve büyük bir tehlike ile karşı karşıya olunduğunu söyleyen Erzurum Mebusu Durak Bey, Meclis’in sahip olduğu mesuliyeti kullanmak için adım atması gerektiğini belirtmiştir. Meclis’in, Heyeti Vekile’ye kendisini işlevsiz bırakacak kadar çok yetki verdiğini ve bu nedenle asıl mesuliyetin kendisinde olduğunu unuttuğunu ilave etmiştir. Mersin Mebusu Salâhaddin Bey, Meclis'in Encümenler vasıtasıyla daha aktif çalışmasını önermiş; bunun için Meclis'in ya doğrudan icrai salâhiyeti ifa etmesi ya da daha önceden önerdikleri kanun teklifinde olduğu gibi murakebe ve istişare ile Heyeti Vekile'nin görevlerine iştirak etmesi gerektiğini dile getirmiştir. Yozgad Mebusu Süleyman Sırrı Bey'in takriri kabul edilerek, mevcut durumu her bakımdan tetkik ve bir karara bağlayarak Heyeti Umumiyeye arz etmek üzere bir Encümeni Mahsus kurulmasına ve verilen takrirlerin bu Encümene havalesine karar verilmiştir. 19 Aralık ve 26 Aralık’ta konuyla ilgili ek takrirler verilmiştir. Harp Encümeni Fevkalâdesi teşkiline dair kanun lâyihası, Heyeti Umumiyeye gelen bu takrirlerle şekillendirilmiştir.
Harp Encümeni Fevkalâdesi teşkiline dair kanun lâyihası, Müdafaai Milliye, Dahiliye ve Hariciye Encümenlerinden oluşan bir Encümeni Mahsus tarafından tetkik olunarak 27 Ekim 1921 tarihinde gizli oturumda Meclis’e sunulmuştur. Kanun lâyihası, geri hizmetin tedvir, takip ve murakabesine dair Harp Encümeni Fevkalâdesi kurulmasına ilişkindir. Bu Encümeni Fevkalâde, Müdafaai Milliye, Hariciye, Dahiliye, Nafıa, Sıhhiye, Muvazenei Maliye ve İktisat Encümenlerinden gösterilecek namzetler arasından Büyük Millet Meclisi Heyeti Umumiyesince her üç ayda bir yenilenmek üzere seçilen on âzadan oluşacaktır. Meclisin Reisievveli, Encümeni Fevkalâdenin de reisidir. Başkumandanlığın “5 Teşrinisani 1337 tarihli kanun mucibince birinci maddede beyan olunan esasata müteallik salâhiyeti” bu Encümeni Fevkalâde tarafından kullanılacaktır.
Lâyihanın verilmesinde temel dayanak noktası, Meclis denetiminin önünün tıkanması olarak gösterilmiştir. Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, kanun lâhiyasının hazırlanmasında Müdafaai Milliye Vekâletine verilen istizahların müphem bırakılmasının etkili olduğunu dile getirmiştir. Kanun'un, Başkumandanlık Kanunu ile tebarüz edip etmeyeceği önemli bir tartışma konusu olmuş; Adana Mebusu Zekâi Bey, Harp Encümeni'ni geri hizmetten sorumlu olduğu için böyle bir çatışmanın söz konusu olmayacağını dile getirmiştir. Ancak, Başkumandanlık Kanunu, 5 Ağustos 1921 tarihinde kabul edildiğinde böyle bir ayrıma gidilmemiş; dolayısıyla, geri hizmet de Başkumandanın yetkileri arasında yer almıştı. Kaldı ki, kanun lâyihasın gerekçesinde Encümeni Fevkalâdenin, Başkumandanlık salâhiyetiyle tebaruz etmemesi için Encümenin Başkumandanlık uhdesinde bulundurulması önerilmiştir denilmekteydi.66 Demek ki, görev alanı itibariyle de bir yetki sorunu doğabileceği kabul edilmektedir ve buna karşı bir önlem alınmak istenmiştir.
Başkumandanın yetkilerinin sınırlandırılmak istendiği, önerilen yeni yönetsel yapıyla da rahatça ortaya konabilir. Başkumandan, kendine bağlı ayrı bir teşkilât ile çalışmamaktadır. 13 Eylül 1921 tarihinde "Başkumandanlık muamelâtının daha basit bir şekilde cereyan" etmesi için Başkumandanlık kalemi ilga edilmiş; Başkumandan, Müdafaai Milliye Vekâleti ve Erkânı Harbiyei Umumiye Riyaseti ile bizzat temasta bulunarak çalışmaya başlamış ve Başkumandanca gerekli görüldüğü takdirde diğer vekâletlerden de Başkumandan nezdinde çalışmak üzere memurlar görevlendirilmesi mümkün kılınmıştı. Başkumandan, mevcut haliyle karar ve uygulama alanlarında vekâletlerle ortak çalışıyordu. Kanun lâyihası, vekâletlerin encümenler ile ikame edilmek istendiğini ortaya koymuştur.67 Lâyihanın 4.maddesine göre, gerek görüldüğü takdirde, Encümeni Fevkalâde “Vekillerin huzur ve iştirakiyle de içtimalar aktederek bu noktai nazardan [birinci maddede belirtilen gayeyi temin için] Vekâletlerin veçhei harekat ve icraatını ihzara ve bu dairede ittihazı mukarrerat ile takip ve murakabeye memur” kılınmıştı. Bu hüküm müzakere edilirken, Encümeni Mahsus’ta yapılan görüşmelerde Encümeni Fevkalâdenin yeni bir İcra Vekilleri Heyeti mi olacağı da tartışılmıştı. Tartışmaların odak noktasını, Harp Encümeni Fevkalâdesi’nin, İcra Vekilleri Heyeti’nden ayrı mı yoksa onunla birlikte mi toplanacağı oluşturmuştu. Encümeni Mahsus’taki tartışmalar sonunda, icra ve murakabe vekilleri olarak vekillerin ayrıldığı belirtilmiş; Harp Encümeni Fevkalâdesini oluşturanlar murakabe vekili olarak adlandırılmıştı.68 6.maddeye göre, Harp Encümeni Fevkalâdesi ile Vekâletler arasındaki ihtilâf da Meclis Heyeti Umumiyesince halledilecekti. Vekâletlerin taşra örgütlenmesinin murakabesi de 7.madde ile Harp Encümeni Fevkalâdesine veriliyordu. Harp Encümeni Fevkâlesi, “memleket dahilinde lüzum göreceği manatıkda müdafaai memleketin istilzam ettiği umur ve muamelâtı gerek kendi arasından aza göndermek, gerek Meclisten aza talep etmek suretiyle takip ve murakabe ettirebilecek”ti. Böylelikle, uzun tartışmalara konu olan Umumi Müfettişlik mekanizmasına alternatif bir teftiş yöntem ve yönetimi de önerilmiş oluyordu.
Harp Encümeni Fevkalâdesi’nin kuruluş özellikleri itibariyle lâyiha, doğrudan İcra Vekilleri Heyeti’ni de tartışmalı hale getirmiştir. Dahası, lâyihanın, Harp Encümeni Fevkalâdesine verdiği yetkiler, İcra Vekilleri Heyeti’ne eş ikinci bir organın tesis edilmek istendiğini göstermektedir. Yani, lâyiha sadece mevcut organları sınırlandırmak istememekte, onları ikame edecek bir organ önermektedir. Meclis içindeki iktidar mücadelesi, yönetsel mekanizma üzerinden görünür hale gelmektedir. 7 Ocak’taki Meclis gizli oturumunda Konya Mebusu Vehbi Efendi, kanunun Harp Encümeni'ni doğuran koşullardan saptığını; bu haliyle Harp Encümeni kurulduğu takdirde Heyeti Vekile'nin mülga olacağını iddia etmiş ve birinci maddenin tayyedilmesini, Heyeti Vekile'nin mülga olduğuna dair bir maddenin konulmasını teklif etmiştir.
Lâyihanın mimarlarından Mersin Mebusu Salâhaddin Bey, 9 Ocak’taki gizli oturumda Başkumandan’ın birlikte çalıştığı Erkânı Harbiye Riyaseti ve Müdafaai Milliye Vekâletlerine ilişkin önerilerde bulunmuştur. Salâhaddin Bey, mevcut halde aynı elde toplanmış olan İcra Vekilleri Riyaseti ile Erkânı Harbiye Riyasetinin ayrılması, Erkânı Harbiye Riyaseti ile Müdafaai Milliye Vekâletinin tevhidi, geri hizmetinin idaresinin Meclis adına Müdafaai Milliye Vekâleti ve Harp Encümenine verilmesi, Divanı Riyaset'le birlikte çalışacak bir Encümen Rüesası oluşturulması, Vekillerin fevkâlade işlerin idaresi için bir vekil muavini bulundurması gerektiğini söylemiştir. Buna karşın, Müdafaai Milliye Vekili Refet Paşa da, kumandayı olabildiğince bir elde toplamak, vazifeyi ise taksim etmek gerektiğini, harbin ancak böyle yürütülebileceğini söylemiştir. Refet Paşa, Erkânı Harbiye Riyaseti'nin, Başkumandan etrafında daha geniş salâhiyetle teşkil edilecek Müdafaai Milliye Vekâletiyle tevhid edilmesi, ona bağlı olmasını savunmuş; dahası, sürekli Ankara'da bulunabilecek bir Müdafaai Milliye Vekâleti müsteşarı ile Erkânı Harbiye Riyaseti muavinine ihtiyaç olduğunu söylemiştir. İcra Vekilleri Heyeti Riyaseti'nin de müstakilen ve kendine bir vekâlet bağlı olmaksızın idaresine taraftar olmuştur. Amasya Mebusu Ömer Lütfi Bey, iki ordu karargâhı olduğunu ve bunun karışıklığa yol açtığını söylemiştir. Bu öneriler, Genelkurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması düşüncesinin öncülü olmuştur denilebilir.
Mustafa Kemal Paşa ise, 9 Ocak’ta bu önerilere karşı çıkmış ve gerekçeleri geçersiz kılmaya çalışmıştır. Başkumandanlık Kanunu'nun çıkarılması ile fiilen Müdafaai Milliye Vekâleti ile Erkânı Harbiye Riyasetinin birleştirilmiş olduğunu, cephede iki ayrı ordu olmadığını, fevkalâde encümenin kendilerinden daha fevkalâde işler yapabileceğine inanmadığını belirtmiştir. Meclis Reisi'nin, mevcut rüesanın reisi tabiisi ve Başkumandanlığın Meclis Riyasetinde olmasından dolayı harp karargâhının Ankara olduğunu ve kendisine cephede ayrı bir karargâh tesis edilmesinin isabetli olmayacağını söylemiştir. Bu önerilerin doğrudan kendisine ademi itaat olduğunu söyleyen Mustafa Kemal Paşa, istifasının kabulünü gündeme getirmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın Riyaset ve Başkumandanlıktan istifası Meclisce reddedilmiştir.
9 Ocak’ta Konya Mebusu Vehbi Efendi’nin 7 Ocak’taki önerisi üzerine verdiği tay teklifi ekseriyeti azîme ile kabul edilerek, birinci madde tay olunmuş ve muhtelif esasata ait takrirlerle birlikte lâyihanın bütünü Kanunu Esasi Encümenine havale edilmiştir.
Lâyihanın yarattığı tartışmalar 7 Ocak’ta Nafıa Vekili Rauf Bey’in, 10 Ocak’ta da Milli Müdafaa Vekili Refet Bey’in istifasına neden olmuştur.
Harp Encümeni Fevkalâdesi, 16 Ocak’ta Meclis by-pass edilerek kurulmuştur. Karar, 19 Ocak’ta Büyük Millet Meclisi’ne Büyük Millet Meclisi Reisliği ve Başkumandanlık Tezkeresi ile tebliğ edilecektir. Tezkerede, 16 Kânunusani 1338 tarihinde, Başkumandan riyasetinde Meclis Reisisanisi, Maliye ve Müdafaai Milliye Vekilleri, Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi, Müdafaai Milliye ve Muvazenei Maliye encümeni reislerinden oluşan bir Harb Encümeni kurulduğu ve ilk içtimaının 22 Kânunusani 1338 tarihinde yapılacağı bildirilecektir. Harp Encümeni Fevkalâdesi’nin, Başkumandan riyasetinde kurulmasıyla birlikte, lâyihada önerilen teşkilâta taban tabana zıt bir teşkilât kurulmuş ve Başkumandanın statüsü pekişmiştir. Bu haliyle, Harp Encümeni Fevkalâdesi, Milli Güvenlik Kurulu’na benzeyen bir yapıya kavuşmuştur.
Başkumandanlık Kanunu’nun Temdidi Sorunu
Başkumandanlık Kanunu, 1922 yılı içinde üç kez uzatılmıştır. 5 Ağustos 1921 tarihinde kabul edilen Kanun’da zaman sınırı olması, Kanun’un üç ayda bir temdidini gündeme getirmiş ve temdid teklifi her seferinde Meclis’te önemli tartışmalara neden olmuştur.
İlk olarak 4 Şubat’ta 189 sayılı Başkumandanlık Müddetinin 5 Şubat 1338 Tarihinden İtibaren Üç Mah (Ay) Daha Temdidine dair Kanun kabul edilerek, Başkumandanlık müddeti uzatılmıştır. Bu tarihte gündeme gelen temdid kanunuyla, 5 Ağustos 1921 tarihinde kabul edilen Başkumandanlık Kanunu değiştirilmek istenmiştir. Kanunun temdidi için biri Çorum Mebusu Ferid Bey’e, diğeri Karahisarı Şarki Mebusu Mustafa Bey’e ait olan iki ayrı kanun teklifi verilmiştir. Mustafa Bey’in kanun teklifi, “Devlet ve milletin mukadderatına vâzıulyed olan Büyük Millet Meclisi ordusunun emri kumandası Reis Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri memur edilmiştir” diyerek, Başkumandanlık yetkisini ordu kumandası ile sınırlamayı amaçlamıştır. Hatta Mustafa Bey'in teklifinin oylamaya konulmasını isteyenler, Ferid Bey'in teklifinin "Meclisi Âlinin salâhiyeti maliye, salâhiyeti kazaiye, salâhiyeti icraiyesine taallûk ve onu takyidedici [kayıd ve şarta bağlayan] bir kanun" olduğunu savunmuşlardır. Başkumandanlık müddeti, Ferid Bey’in teklifi veçhiyle kabul edilmiştir.
Başkumandanlık Kanunu'nun 4 Mayıs 1922 gecesi bitecek olması nedeniyle kanunun temdidi 4 Mayıs’ta bir kez daha gündeme gelmiştir. 4 Mayıs’taki gizli oturumda, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Lâzistan Mebusu Ziya Hurşit Bey, Mersin Mebusu Salâhaddin Bey ve Karahisarı Sahib Mebusu Mehmet Şükrü Bey kanun aleyhinde konuşmuşlardır. Meclis'in ve aynı anlama gelmek üzere kendi hukuku teşriyelerinden bir kısmının Başkumandana verilmesine, salâhiyetin devredilmesine itiraz ettiklerini söyleyerek ikinci madde esas olmak üzere kanunun temdidine karşı çıkmış ve müzakerenin aleni celsede olmasını ve kanunun usulen Lâyiha Encümeni'ne gönderilmesini istemişlerdir. Sivas Mebusu Vasıf Bey, cephe otoritesinin Başkumandanlıkla onun karargâhını teşkil eden Erkânı Harbiye tarafından kurulması; dahili otoriteyi teşkil eden Müdafaai Milliye Vekâleti'ne de Başkumandanlık tarafından karışılmaması gerektiğini belirtmiştir. Mali konularda, Müdafaai Milliye Vekâleti başta olmak üzere Meclis'in tahdid edildiği belirtilmiştir. Kanun'un aynen kabul edilmesi gerektiğini söyleyen İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Bey, salâhiyetin tenkisinin Başkumandana ademi itimat olacağını belirtmiştir. Kanunun ikinci maddesinin tayyı hakkındaki onbeş imzalı takrire karşın, Kanun teklif edildiği haliyle kabul edilmiştir. Ancak, bu tarihte kanunun kabul edilmesi için gerekli çoğunluk sağlanamamıştır.
4 Mayıs’ta Meclis’te Başkumandanlık Kanunu’nun kabul edilmesi için gerekli çoğunluğun sağlanamaması üzerine İcra Vekilleri Heyeti üyesi vekillerin bir kısmı, 5 Mayıs’ta Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret ederek, kendilerinin de istifa etmek istediğini söylemişlerdir. İstifasını vermek isteyen vekiller, Fevzi Paşa, Kâzım Paşa, Rauf Bey, Fethi Bey ve Yusuf Kemal Bey’dir. Yapılan gizli toplantıda Mustafa Kemal Paşa, vekillere 24 saat daha beklemelerini tavsiye etmiştir. Toplantıda, Meclis'in kapatılması konusu da görüşülmüştür. Mustafa Kemal Paşa, 5 Mayıs’ta Şark Ordusu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Paşa ile Garp Ordusu Kumandanı İsmet Paşa'ya durumu bir telgraf ile izah etmiştir. Kendisinin cephede bulunduğu ve Meclis'e iştirak edemediği iki aylık müddette Meclis'teki muhalefetin arttığını belirtmiş; bunun vekâletler için gösterilen namzedlere oy vermeme ve orduya aid vezaife müdahale etme şeklinde tezahür ettiğini anlatmıştır. Söz konusu muhalefetin Meclis dışından beslendiğini söyleyen Mustafa Kemal Paşa, 5 Mayıs 1922 tarihinde dolacak Başkumandanlık Kanunu'nun yürürlüğünün uzatılması ile ilgili kanun görüşmeleri ile ilgili de bilgi vermiş ve Kâzım Karabekir Paşa Paşa'nın düşüncesini sormuştur. Kâzım Karabekir Paşa Paşa, aynı günkü cevabında Şark Ordusu'nun Ankara Hükümeti'nin yanında olduğunu söylemiş; Garp Ordusu'nun yekpareliğinin muhafaza olunmasını vurgulamıştır.
Başkumandanlık Kanunu, 229 sayılı Başkumandanlık Müddetinin 5 Mayıs 1338 Tarihinden İtibaren Üç Mah Daha Temdidine dair Kanun’un kabulüyle ancak 6 Mayıs’ta uzatılabilmiştir. Başkumandanlık Kanunu’nun süresinin, 5 Mayıs 1922 günü dolması ve ancak 6 Mayıs’ta uzatılabilmesi nedeniyle, Mustafa Kemal Paşa, iki gün kanunsuz olarak Başkumandanlık vazifesini devam ettirmiştir. 6 Mayıs’taki gizli oturumda vazifesini bırakmamak adına buna mecbur kaldığını söyleyen Mustafa Kemal Paşa, diğer idare şekillerinden farklı olarak Başkumandanlık sıfat ve salâhiyetinin Meclis'in şahsiyeti maneviyesine mefhum olduğunu söylemiş ve kendi uhdelerinde Başkumandanlık salâhiyetini bulunduran Çarlardan, Padişahlardan, Krallardan ve Reisicumhurlardan farklı olarak bu göreve tayin edildiğini belirtmiş; bunun da ancak Meclis'in ifadesi olan bir kanunla olabileceğini ifade etmiştir. Aksi halde, kendi iradesine dayanan bir Başkumandanlığın diktatörlük olacağını dile getirmiştir. Cephe gerisi hidematının Başkumandanın salâhiyetinde olamayacağına ilişkin ikinci maddenin tayyı üzerine yoğunlaşan eleştirilere ise, cephenin ihtiyacının bir bütün olduğunu söyleyerek karşılık vermiştir. Konunun sadece Başkumandanlık Kanunu'na muhalefet olmadığını, kendisine karşı bir muhalefetin geliştiğini açıklamıştır. Bu durumda yapılması gereken şeyin, Hükümet'i çalışamaz hale getirmek değil; kendisini ıskat etmek olduğunu ileri sürmüştür.
20 Temmuz’da 245 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Başkumandanlık Tevcihi hakkında Kanun kabul edilerek Başkumandanlık Kanunu süresiz olarak uzatılmıştır. Başkumandanlık müddetinin 5 Ağustos 1922 tarihinden itibaren üç mah daha temdidine dair Kanun teklifinin verilmesinin ardından, Gazi Mustafa Kemal Paşa, "Ordumuzun kuvvei maddiyesi dahi fevkalâde hiçbir tedbire ihtiyaç messetmeksizin âmâli milliyei kemali emniyetle istihsal edecek mertebeye vâsıl olmuştur. Bu sebeple artık böyle bir salâhiyeti idame etmeye lüzum ve ihtiyaç kalmadığı kanaatindeyim." diyerek Büyük Millet Meclisi'nin şahsiyeti maneviyesinde bulunan ve kendisine tevdii edilen Başkumandanlık sıfat ve salâhiyetinin merfu kılınmasını talep etmiştir. Mustafa Kemal Paşa'dan sonra söz alan mebusların Başkumandanlık müddetinin nihai zaferle mukayyet olduğuna ilişkin sözlerinin ardından, "Başkumandanlık vazifei fiiliyesine muvakkaten kendi Reisi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini memur eden" kanun kabul edilmiştir. Böylelikle, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yetkileri süresiz olarak uzatılmıştır. Ancak, Başkumandanlık Kanunu, süre kısıtı olmadan uzatılırken Mustafa Kemal Paşa’nın elinden kimi yetkiler de alınmıştır. Çünkü 5 Ağustos 1921 tarihli Kanun doğrudan uzatılmamış; İstanbul Mebusu Ali Rıza Bey’in verdiği yeni kanun lâyihası uyarınca Kanun’un ikinci maddesi Kanun’dan çıkarılmıştır.69 Ali Rıza Bey, yeni Kanun’un gerekçesinde Mustafa Kemal Paşa’nın beyanatına istinaden ikinci maddeye ihtiyaç kalmadığını belirtmiştir. Bu nokta göz önünde bulundurulmadığı takdirde, Başkumandanlık Kanunu’nun mevcut haliyle uzatıldığı anlaşılabilir. Ancak bu doğru değildir. Dahası, ikinci madde Başkumandanlık Kanunu’nun ruhunu oluşturan ve eleştirilerin üzerinde yoğunlaştığı maddedir. Çünkü ikinci madde ile Mustafa Kemal Paşa’ya, Büyük Millet Meclisi fevkinde teşrii, idari ve adli yetkiler verilmişti. İkinci madde ile, Başkumandan ordunun maddi ve mânevi kuvvetini âzami surette tezyit ve sevk ve idaresini bir kat daha tarsin hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin buna mütaallik salâhiyetini Meclis namına fiilen istimale mezun kılınmıştı. Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerinin daraltıldığına ilişkin ilk işaret, aynı gün İstiklâl Mahkemeleri hakkında alınan Heyeti Umumiye Kararı olmuştur. 271 sayılı Kararla, Başkumandanlık Kanunu’nun yeni şekline istinaden üyeleri Başkumandanca atanan üç İstiklâl Mahkemesinin görevine son verilmiştir. Bu da göstermektedir ki, Başkumandanlık Kanunu’nun da parçası olduğu merkezileşme süreci lineer bir gelişim süreci izlememiş; süreç siyasal mücadelelerde değişen ağırlık noktaları tarafından belirlenmiş ve Başkumandanlık makamı süreç içinde farklı biçimler almıştır. Yine de Mustafa Kemal Paşa, 20/21 Temmuz 1922 gecesi, Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Paşa'ya çektiği telgrafta, Başkumandanlık Kanunu'nun "başkumandanlık vezaifine lüzum kalmadığı zaman, meclis kararı ile lâğvedilmek üzre gayr-i muvakkat bir mahiyet"le kabul edilmiş olmasının, "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu nizamname-i dahilisini tecdid ve daha kuvvetli bir şekle ifrağ eylemiş" olunmasının, İcra Vekilleri Heyeti'nin vazife ve mesuliyetine dair kanunun kısa zamanda tamamlanması ihtimalinin "uzunca bir zaman için Ankara'daki aheng-i umumî"yi tanzim edeceğini düşündüğünü belirtmiştir.
İkinci Meclis Tartışması
İkinci Meclis tartışmaları Heyeti Umumiye içtima süresinin sınırlandırılması tartışmalarında da gündeme gelmiştir. İçtima süresinin dört ay ile sınırlandırılmasıyla ilgili ve 26 Ocak’ta Heyeti Umumiyeye gelen kanun teklifi, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey ve 75 refikine aittir. Kanun, Mebusların işleri nedeniyle Meclis toplantılarını aksatacak kadar çok mezuniyet almalarının önüne geçme ve bütçede 150.000 liralık tasarruf etme gerekçesiyle teklif edilmiştir. Müstemirren toplanan mevcut Meclis'in yerine, dört ay eksiksiz toplanacak bir daimi meclis ile dört ayın sonunda her dairei intihabiyeden seçilecek ikişer mebusun oluşturacağı sınırlandırılmış bir daimi meclis önerilmiştir. Heyeti daimenin, içtima süresi, mebdei içtiması 1 Ocak olmak, gerektiğinde uzatılmak kaydıyla dört ay olacaktır. Dört ayın sonunda heyeti daime seçilecek mebuslar tarafından sağlanacak, diğer mebuslar terhis edilecektir. Her mebusa devrei daimei içtimaiye zarfında maktuen 1.500 lira ve daimi heyette bulunacaklara şehri 80 lira tazminat ita edilecektir. Meclisin müstemirren toplanmasına gerek kalmayacağı ve mebusların zararlarını karşılamak için mebuslukla memurluğun birleştirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Lâyiha Encümeni, teklifi, Teşkilâtı Esasiye Kanunu'na aykırı olması, geçici de olsa hiçbir mebusun vatana hizmetten mahrum bırakılamayacağı, tefrik edilen iki mebusa rüçhan hakkı verildiği gerekçesiyle ekseriyetle reddetmiştir.
Kâzım Karabekir Paşa Paşa, 18 Şubat’ta Mustafa Kemal Paşa'ya Hükümetin şekli ve İkinci Meclise ilişkin bir teklifte bulunmuştur.70 Sözkonusu teklif, Senato ve Parlamento alanında çok ciddi tartışmaların yürütülmekte olduğunu göstermektedir. Kâzım Karabekir Paşa, bir takım muhafazakârların toplanarak fikr-i teceddüdü engellemelerine ve lâyihaların gerektiği gibi tartışılmadan reddedilmesine karşı mütehassıslardan ikinci bir meclis oluşturulmasını önermiş; adının ise eski devrin köhne hayatını çağrıştırmaması için Âyan Meclisi değil Büyük Mütehassıslar Meclisi olmasını önermiştir. Kâzım Karabekir Paşa, açılmasını önerdiği İkinci Meclis'le daha sağlıklı karar alınacağını dile getirmiştir. Bu meclisin de millet tarafından seçilebileceğini; ancak, meclise âza seçiminde ihtisasın öne çıkması gerektiğini savunmuştur. Bu nedenle, âzalığın Türkiye Hükümetinin vekâlet, valilik veya ordu kumandanlığında bulunma şartıyla sınırlandırılabileceğini belirtmiştir. Mütehassıslar Meclisi'nin kendi içinden nafıa şûrası, askeri şûra gibi vekâletlerin görev alanlarına denk gelecek birer de şûra çıkarması gerektiğini vurgulamış; aksi halde vekiller değiştikçe programların da değişeceğini ifade etmiştir. Mustafa Kemal Paşa, 4 Mart’taki cevabında, "milletin bütün hukuk ve selâhiyetini haiz olarak intihab edilmiş ve edilecek olan Büyük Millet Meclisinin mukarreratı esasiyesini diğer bir heyetin kararıyle takyid eyleme[nin] idare-i umumiyede takip eylediğimiz esasatın ruhuyla" bağdaşmayacağını; vaziyeti hukukiye ve ameliyede bir ikiliğin ortaya çıkacağını; İkinci Meclis yerine, Meclis'e üye seçiminde dikkatli olunmasını ve Encümenlere uzman kişiler seçilmesini uygun gördüğünü bildirecektir.
Dostları ilə paylaş: |