MUHAMMED SALİH'İN ŞİİR DÜNYASI
Rusça, Fransızca'dan başka Türkçe'nin bütün şivelerini bilen Muhammed Salih'in kendine özgü "şiir dünyası" vardır.
Muhammed Salih, şiir ve nesir sahalarında telif, Türkiye Türkçesinden aktarma ve tercüme eserler vermiştir. Kitap halinde neşrolunan eserleri şunlardır:
1- Telif Eserleri:
5. Fasıl (1977, felsefi şiirler), Ak Köylekler (Ak Gömlekler, 1980, felsefi şiirler), Kutugdagı Ay (Kuyudaki Ay, 1980, felsefi şiirler), Şeffaf Uy (Şeffaf Ev, 1985, felsefi şiirler), Alıs Tebessüm Sayesi (Uzaktaki Tebessümün Gölgesi, 1986, felsefi şiirler), Tünggı Teşbehler (Gece Teşbihleri, 1987, felsefi şiirler), Arzu Fukarası (1989, felsefi şiirler), Közi Tiyren Derd (Gözü Acıyla Uyandıran Dert, 1990, siyasi makaleler), Devlet sırları (1992, siyasi hicivler).
2- Türkiye Türkçesinden aktardığı eserleri:
Türkçülük Esasları (Ziya Gökalp'ten 1986), Dede Korkut'un Kitabı (1987), Yunus Emre'nin Divanı (1992).
3-Tercüme Eserleri:
Muassır Fransız Şeriatından Örnekler (1981), Franz Kafka Hikayeleri (1982).
Muhammed Salih, şiir dünyasına nasıl girdiğini kendi ifadeleriyle şöyle anlatıyor:
"Üçüncü sınıfı bitirip, Enstitü sınavlarına hazırlanmaktaydık. Sınıf arkadaşımın ‘Ramiz Babacan’ isimli bir şairin ‘Rubailer’ini okuduğunu gördüm. O rubaileri övdü. Kitabı öylesine karıştırıp, böyle dizeleri benim de yazabileceğimi söyledim. Arkadaşım sinirlendi, kibirlenme dedi. Ben kibirlenmeye devam ettim ve hemen oracıkta bir kaç tane "rubai" yazıp, ona hediye ettim. Dostum saf bir yiğitti, hayret etti ve bana "sen şairsin" dedi. Ben dostumdan da saf olduğum için onun bu sözüne hemen inandım ve yirmi yıl bıkmadan şiir yazdım. Tasavvur edin, saflık neticesinde on kadar kitap yazdım. Hepsi rubai..."
Evet, tesadüfen şiir dünyasına giren Muhammed Salih, "dünyada Erk bardır, şe'riyat değen" yani "dünyada hürriyet vardır, şiir denilen" mısralarıyla şiir sanatının, kendi hayal dünyasını ve fikir dağarcığını dolduran duygu ve düşünceleri için yegane ifade vasıtası olduğunu bildirir. Fakat, Salih'e göre şiir, Tanrının bir lütfudur.
Muhammed Salih'in şiirlerinde, hayata dair çizgilere çokça tesadüf ediyoruz. Şiirde akisler bulan hayat, elbette Özbeklerin hayatıdır. Özbeklerin hayatı ise, bazen ölülerle dirilerin koyun koyuna yaşadığı uzun bir rüyaya (Ba'zen), bazen de insanların birbirinden kaçtığı saklambaç oyununa (Oyın) benzer. Fakat bu, daima meşakkatleri bulunan, ölümün hemen yanı başında ölümü bile kendine hayran eden tehlikeli bir oyundur. (Hayat Zevkı) Hayat, insanların gece gündüz durmadan çalıştığı, çalışmaktan ve itaat etmekten başka bir şey düşünmediği, vücudun bütün azalarıyla (el, ayak, yüz, göz, kulak) hizmet için var olduğu tahammül edilmez bir işkencedir. Bu hayat Dehkan Kolları adlı şiirde, işlerin üstesinden gelmekten başka düşüncesi olmayan bir çiftçinin ağzından şöyle tarif edilir:
Bir kolım köksimde turer muntazam,
Bir kolım reisge selamlar berer,
İşge songıp keten kalgen ontesi
Kalgen onte kolım pehteni terer.
Koldan ibaretdir mening vücudım,
Közim-kol, yüzim-kol, ayağım hem-kol,
Neki Türtib çıkkan bolsa içimden,
Beri, kol, hattaki... kulagım hem-kol!
(Dehkan Kolları)
Bir elim göğsümde durur muntazam,
Bir elim reise selamlar verir,
İşe dalıp gider kalan on tanesi,
Kalan on elim pamuğu derer.
Elden ibarettir benim vücudum,
Gözüm el, yüzüm el, ayağım a el,
Ne varsa çıkıntı halinde vücudumda,
Hepsi el, hatta ki... kulağım da el!
(çiftçi Elleri)
Fakat buna rağmen işlerin üstesinden gelmek ne mümkün!.. Bunun için daha fazla ele ihtiyaç vardır. Sonunda çiftçi çareyi, evinin ihtiyaçlarını temin için kendisine tahsis edilen küçücük arazi parçası (tamarka)na baştan başa el ekmekte bulur.
Bu bir tarım ülkesi olan Özbekistan'daki hayatın genel bir tarifidir. Hatta bu, daha geniş manasıyla, bütün Rus İmparatorluğu'ndaki hayattır. Fakat, hizmet için baştan ayağa el kesilen insanlara bu hayatın sunduğu yegane nimet ise açlıktır:
Zera, açlık, açlık hem hatta
Bu dünyaning ne'meti fakat!
(Üyge Vazife)
Zira açlık, açlık hem hatta
Bu dünyanın nimeti fakat!
(Eve Vazife)
Türkiye Türkçesindeki mukabili "ırgatlık" olan bu hayat, insanları yaşanabilir bir evden de mahrum bırakır. Mesela "Mo'cize Yüz berse" adlı manzumede, Ahmet Yesevi mucize kabilinden bugün Özbekistan'da tekrar yaşayacak olsaydı, İcra Komitesinin,
"Uning şairligin hisabge alıb"
ona, bir odalı bir ev verebileceği zikredilir. Bir eve sahip olabilmek ise, bir Özbek için en büyük mutluluktur. Banyosuna girip, şelale altında yıkanan ilkel bir insan gibi keyifle haykırabilmek, istediği duvarına kendine ait istediği bir resmini asabilmek, şairin en büyük sevincidir. Evin duvarlarını şefkatle okşar, kapılarını kucaklar.
Şu mısralar, mülkiyet duygusunun şaire verdiği sevinci doruk noktasına çıkarır:
Bu mening öz üyim,
egerde ölsem,
cesedimge heç kim oşkıralmeydi
“Çıkıb ket bu yerden, çıkıb ket!” deye
Bu benim kendi evim,
eğer ölürsem,
cesedime hiç kimse bağıramaz
“Çıkıp git buradan, çıkıp git!” diye.
İyi ile kötünün, çirkin ile güzelin, fazilet ile faziletsizliğin, yalan ile doğrunun birbirine karıştığı, korku ile endişenin hakim olduğu bir hayatı tercih ve tasvip etmek, elbette mümkün değildir. Böyle bir toplumda insanlar birbirlerine hürmet, sevgi ve şefkat izleriyle yaklaşmak yerine, birbirlerinden şüphe ederek uzaklaşırlar. Toplum ayrı ayrı fertlerden müteşekkil bir sürü haline gelir. İnsanlar, en basit ihtiyaçlarını bile temin edebilmek için yukarıdan verilecek her türlü emre amade mankurtlar haline gelir. Hakikatte Sovyet Rus İmparatorluğu, baştan başa düşünmeyen, düşünemeyen, hayatı ne şekilde olursa olsun, bir lokma ekmeğin temin edilmesinden ibaret sayan, tefrik kabiliyetini kaybetmiş çağdaş mankurtlar imparatorluğudur. Bu da, “hoceyin”lerin, yani toplumu tahakkümleri altına alan komünist efendilerin bilerek ve isteyerek meydana getirdikleri bir durumdur. Sistem, ayakta durabilmesini mankurtizme, köleliğe borçludur. Şair, bu manzara karşısında ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemeyen bir şaşkın gibidir:
Kim üçün kettemen?
Kim üçün kulmen?
Kimlerden yüz burıb, kimge men küley?
Tüşüntir: man kaysı yakdan vekilmen?
Nimeden şa boley, nimeden hursend,
Sen menge körset.
Mümkinmi men şundey külsem,
Şu yerde kılt etmey türsem
(Kim Üçün)
Kim için büyüğüm ben?
Kim için kulum ben?
Kimlerden yüz çevirip, kime güleyim?
Anlat: ben hangi taraftan vekilim?
Neden şad olayım, neden memnun,
Sen bana göster.
Mümkün mü ban şöyle gülsem,
Şurada hareketsiz dursam?
Yalnızlık köşesinde duvarlarla konuşan, derdini duvarlara anlatan şair, ruhu inkar ederek insanı taştan da katı bir madde, mankurt haline getiren bu sistemden şikayetçidir:
Devarlar,
Mening aziz tinglavçılarım,
Emdi nevbet sizge,
Gepiring, gepiring, gepirevering,
Korkmengiz, heç kaçan yarılmazmen men.
Biling, kattık erür sizden hem insan,
İnsan kattık erür taşdan hem,
Devarning derdiden yarılmas insan.
(Emdi Sizge Nevbet)
Duvarlar,
Benim aziz dinleyicilerim,
Şimdi sıra sizde,
Konuşun, konuşun, konuşuverin,
Korkmayın, hiçbir zaman yarılmam ben.
Bilin, katıdır sizden de insan,
İnsan katıdır taştan da,
Duvarın derdinden yarılmaz insan
(Şimdi Sizde Sıra)
Özbekistan’da hayat, düşünen ve yazan insan için son derece dar sınırlarla çevrilmiştir. Bir kalem sahibinin, bir şairin yazacağı, terennüm edeceği konular, partinin dikte ettirdiklerinden ibarettir. Aslında, üzerinde en fazla durulması gereken, en fazla yazılması ve terennüm edilmesi gereken konu hürriyettir. Fakat dar kalıplar içerisine oturtulan şair, ömür boyu aynı yere mahkum edilen ağaç gibidir:
DERAHT ŞAIR BOLSA
Deraht Şair bolsa
Nime hakda yazgen bolardı
Azgine kuşlar hakda
Asman
Kuyaş
Keyin seyahat hakıda.
Seyahat, seyahat, seyahat
Hakda tinmey yazgen bolardı.
AĞAÇ ŞAİR OLSA
Ağaç şair olsa
Ne hakkında yazardı
Biraz kuşlar hakkında
Gökyüzü
Güneş
Nihayet seyahat hakkında.
Seyahat, seyahat, seyahat
Hakkında durmadan yazardı.
Şairin bugünden beklediği hemen hiçbir şey yoktur. Bugün Özbekler için hayat, bir yangından ibarettir.
BEN HİÇ KİMSEYE BOYUN EĞMEM
Ben hiç kimseye boyun eğmem,
Belki bana boyun eğer kısmet.
Ben sizin ektiğiniz yerde bitmem,
Sadece ruha ederim hizmet.
Ben sizlere merhamet etmem,
Yani hiç kimseye acımam asla.
‘Ak-Kara!’ diye vehme düşmem
Hayır, saçımı boyamam asla.
Bükülmem kıvanç ve gamdan,
Dilenmem yani nafaka,
Yani ben bu maddi alemde,
Hür ruh için yaşarım ancak!..
Hatırımda değil, bu yüce sözleri
Hangi kitapta, ne zaman okudum.
Belki, yalnız kaldığım zamanlar
Can sıkıntısından kendim dokudum...
1981
ÖLDÜRÜLEMEZ
Gülü koklamak için
Eğilen başı
Kesmek mümkün değil hiçbir zaman.
Nişancının en büyüğü bile
Koşuk söyleyen insanın
Göğsünü hedef alamaz.
Dünya zulmetinde sevgilisinden
Buse alan kimsenin
Omzuna bıçak vurulamaz.
Öldürmak olmaz,
Öldürülemez.
İbadete oturan adam asla.
1980
FARKLI OLARAK
Sizden farklı olarak, her çeşit
Yollarını biliyorum avunmanın ben
Sizden farklı olarak beni,
Zengin yapabilir yoksulluk.
Uzakta titrek yanan nefret mumu
Daha çok aydınlatır yolumu
Şefkat güneşine göre dostların.
Eğer hiç kimse beni yere vurmazsa,
Ben göğe nasıl sıçrardım?..
Basit bir bitkiyim ben, sadece:
Ne kadar çok su koysalar da dibime (*),
Ben o kadar çok yeşillenir, açılırım...
1983
(*) Tegige suv kuymak (Dibine su koymak): Öldürmek, çürütmek üzere suya boğmak.
USÜLLERDEN BİRİ
Yalgan,
Yaşeş usülleriden biridir.
Mekr-yaşamakning yene bir yolı.
Hiyle hem şunaka.
Demek, togrı sözni aytış hem
Yaşeş usülige kirer, şübhesiz.
USULLERDEN BİRİ
Yalan,
Yaşama usullerinden biridir.
Desise, yaşamanın yine bir yolu.
Hile de onun gibi.
Demek, doğru sözü söylemek de
Yaşama usulüne girer, şüphesiz.
1981
İT
Dümi kesik beçare it,
Men senge eçinemem, halas,
Halingge yıglamak üçün
Maymun kerek.
Lekin u yok-ku...
Hemmesi hayvanat bagide.
Dümi kesik beçare it,
Hoceyinning aidide
Nimeni likilletesen endi.
KÖPEK
Kuyruğu kesik biçare köpek,
Ben sana acıyorum, sadece.
Haline ağlamak için
Maymun gerek.
Lakin o yok ki...
Hepsi hayvanat bahçesinde.
Kuyruğu kesik biçare köpek,
Sahibinin önünde
Neyini sallayacaksın şimdi?
1980
SÖZLERNİ YARATIB
Sözlerni yaratıb,
Ulerge boysunemiz bir küni.
Her kimning boynıda asılıb turer
Ma’lum harflerden teşkillengen söz,
Deylik, “Ahmed!” dese uyganmeymen men,
Uyganmeymen “Taşmat!” deb bakırsalar hem.
İsmimni bilmese mamakaldırak
Uygata almeydi meni heç kaçan.
Oyleb köring endi, kançalar kıyın
Bütün halknı uygatmakçı bolgen dehage.
SÖZLERİ YARATIP
Sözleri yaratıp,
Onlara boyun eğeriz bir gün.
Herkesin boynunda asılı durur
Malum harflerden şekillenen söz.
Mesela, “Ahmet!” dense uyanmam ben,
Uyanmam “Taşmat!” diye bağırsalar da.
İsmimi bilmezse gök gürlemesi
Asla, uyandıramaz beni.
Tasavvur edin şimdi: ne kadar müşkil
Bütün halkı uyandırmak isteyen deha’ya.
1980
TÜRKİSTAN
Her bir saniyede yüz kez aranan
Sorguya çekilen avuç gibi ülke
Sen misin göklere bakarak yaşayan
Sen mi karanlıktan ziya arayan?
Bu güzel yaşam şükür etmeyip de
Nan değil, özgürlük isteyen sen mi?
Herkesin yanında rezil olup da
Yine de herkesi düşünen sen mi?
Sen misin henüz boyun eğmeyen boyun
Kuruyan dudakların al kahrı sen mi?
Köleler çölünde başlayıp kuyun (*)
Bir şey görmedim diyen lal dehri sen mi?
Bekçi uykudadır, habersiz diye
Kaçmak mı istedin payu-piyade (**)
Bu ağır zinciri şıkırdatmaya
Cüret eden sen mi sessiz dünyada?
(*) kuyun: fırtına, (**) payu-piyade: yürüyerek gitme
BÖYLE BİR VATANIN VAR İKEN
Böyle bir durumda iken vatanın
Sen yıldızlar hakkında yazarsın;
Çirağan gündüzler hakkında
Kışları kunduzlar hakkında.
Böyle bir vatanın var iken
Sen güller hakkında söylersin
Annenin de göz yaşını sen
Şebnem diye zannedersin.
Böyle bir vatanın dururken
Kainat’a Uzay’a bakıyorsun
Taşa vurman gereken kelleni
Gülçember için hazırlıyorsun.
Böyle bir vatanın var iken
Sadece kalem var elinde.
Böyle bir vatanın dururken
Korkmaktasın ölümden!..
1986
EKİM İHTİLALİ SLOGANLARI
“Yok olsun zulüm” dedik,
Zulüm hemen yok oldu.
“Yaşasın hürriyet” dedik
Hürriyet yaşadı.
“Yok olsun zenginler” dedik,
Zenginler yok oldu.
“Yaşasın yoksullar” dedik,
Yoksullar yaşıyorlar, işte!
1987
GARİP AĞAÇ
Şairler gibi ben bu dünyayı gezip
Yazamadım ki şiir ve türküler
Çünkü atayurttan çıktığım sezip
Terk ederler beni hica, rükünler.
Çünkü dolaşması için gözlerde yaş
Zahir olması için yürekte ilham
Bana lazım olur acı bir güneş
Keskin kara iklim gerekir bana.
Bana, güzel deniz kenarlarından
Yeşil ormanlardan bahsetme bacım.
Ben yalnız Türkistan topraklarında
Yaşayabilecek garip ağacım...
15 Ekim 1994
TÜRKÇE’DE
Türkçe’de sözler var, hançer gibi ötkürdür
Bir hata yapsan bes, dil hemen kesilir.
Adeta söylemek istersen birer sır
Veya haykırmak istersen bilinir.
Türkçe’de sözler var, sivridir...
Ama ben biliyorum “işimin gözünü”.
Sabahtan dilime, bir ilaç misali
Koyarım İngiliz’in on-on beş sözünü.
On-on beş söz ile biterken bu yara
Yeniden dilimi hançere atarım
En keskin sözlere dilimi koyarak
En yumuşak, en kolay sözleri söylerim.
Ben şimdi biliyorum en eski abide
“Özgürlük” dil için en sert bir kelime.
Ve lakin hiçbir söz yumuşaklık yönünde
Hiçbir dilde denk gelmez bu Türkçe “ölüm”e.
1987
BÖLÜM IV
MUHAMMED SALİH'DEN SEÇMELER
"HALK HEM AZAD OLMALI HEM KARNI TOK OLMALI"
"Halk belki ekmek yemek istiyor ama, sözünü de özgürce söylemek istiyor... Belki halkta cismani açlık yok ama, ruhi bir açlık var... Yani halk hem azad olmalı hem de karnı tok olmalı..."
"TOPRAKLAR KÖYLÜLERE DAĞITILMALI"
"Her yerin bir adamın elinde olduğu hakimiyet anlayışına karşıyız... Toprakların köylülere aşama aşama dağıtılması gerekir... Birinci etapta rantbl olmayan solhozlar'ın topraklarını, ikinci etapta eski Sovyet'in Türkistan Ordusu'na tahsis edilmiş yerlerini köylülere-çiftçilere eşit şekilde vermek gerekir... Üçüncü etapta kolhozlar'ın yerlerini özelleştirmek gerekir... Ve nihayet köylü-çiftçi, bu topraklardan elde ettiği ürünün % 50'sini kendisi satabilmeli, kalan % 50 miktarını da bir sözleşme ile devlete satabilmelidir... Aksi halde 'ekonomik buhran' ülkeyi dışa karşı bağımlı hale getirir..."
"HALKA İMKAN VERİLMELİ"
"İnsanların eline 'yer' vermezseniz, toprağı ve çıkardığı ürünü işleyen 'teknoloji' vermezseniz, onlara yardım elini uzatamazsanız, 'sermaye' ve 'ekipman' desteğinde bulunamazsanız, Ne halk kalkınır, ne de ülke..."
"ÖZGÜRLÜK VE REFORM BÜTÜNDÜR"
"İnsanlara 'özgürlük' vermek gerekir. 'Özgürlük' ve 'Reform' bir bütün hadisedir. İktisadi ve siyasi sahada reformları gerçekleştirmek gerekir. Aksi halde cemiyetin bölünmesi mümkündür. Memnuniyetsizlikler artacaktır... Özgür ve demokratik bir ortam, halk ile devleti bütünleştirir... İnsan haklarına saygılı, demokratik bir ortamda yapılacak reformlar ancak amacına ulaşabilir."
"TEK ADAM ZİHNİYETİNE KARŞIYIZ..."
"Yalnızca kendi hakimiyetlerini pekiştirmeyi düşünen 'tek adam' zihniyetine karşıyız... İktidarlar yalnız kendi hakimiyetlerini değil, halkı ve ülkesini düşünmelidir... İktidarlar kendi koltuklarını kurtarmaktan çok, halkını ve ülkesini kurtarmayı düşünmelidir..."
"DEĞERLERİ KORUYARAK DIŞA AÇILACAĞIZ..."
"Genel olarak Özbekistan'ın bütün dünyaya açık bir devlet olması gerekir. Ekonomide, siyasette umumen medeni alakalara açık ilişkilerimizi sürdürebilmeliyiz. Bu arada milli örf adet ve geleneklerimizi de korumamız icap eder. Bu nedenle milli geleneklerimizi koruyarak ilerleme kaydetmiş ülkelerin tecrübelerinden faydalanmalıyız..."
"ÖZBEKİSTAN'IN KENDİ MODELİ OLMALI"
"Doğu ve batı medeniyetlerinin ortak bir ilacı, bir simbiozu olmalı. Her iki medeniyetin ortak değerlerini içine alan bir 'reçete' bulunmalıdır. Mecburi bir geçişe asla gerek yoktur... Özbekistan'ın kendi modelini bulması gerekir. Sadece bir ülke modelini aynen kopya etmek doğru değildir. Mesela Türkiye modeli bizim için örnek bir model olabilir. Türkiye bizim kardeşimizdir. Türkler birbirine yardımcı olmazsa, başka hiçbir ülke menfaati olmadan yardımcı olmaz. Ama sadece Türkiye modelini aynen kopya etmek yerine, başka ülkelerin de tecrübelerinden yararlanmak zorundayız..."
"SADECE TÜRKİYE MODELİ YETMEZ"
"Aslında model üzerinde konuşmak o kadar kolay bir olay değildir. Çünkü, biz müstemlekeden çıkan bir memleketiz. Model olarak düşünülen Türkiye ise İmparatorluğun merkezi. Etrafını, periferisini kaybetti, Metropolün merkezi olarak kendini korudu. Biz ise, metropolden çıkan bir memleket sıfatı ile şekilleniyoruz... Yani 'tarihi başlangıç' farklı, 'tarihi sonuç' farklı... Bu bakımdan sadece 'Türkiye modeli' hakkında konuşursak bu biraz gayri ciddi olur, gerçekçi olmaz... Türkiye'nin İstiklal harbinden sonraki ahvali ile bizim o zamanki ve şimdiki durumumuz çok farklı. Onun için sadece ve fakat sadece 'Türkiye modeli' gerçekçi olmaz. Başka tecrübelerden de yararlanmalıyız..."
"MİLLİ ŞUURA İHTİYACIMIZ VAR"
"Geçmişte Türk halkları içinde yegane müstakil devlet olan Türkiye, bizler için bir 'ülkü' idi. Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi, Türk halklarının bir arzusudur. Şu anda 'bağımsızlık', 'özgürlük' ve dinine bağlı 'Türk olarak kalmak' bizim en büyük hedefimiz olmalıdır... Bunun için kendi dilini, kendi dinini, tarihi ve medeniyetini ve en önemlisi milli birliğini koruyan Türkiye modelinden çok istifade edeceğimize inanıyorum. Bir asırdır halkımızın uzaklaştırıldığı 'milli şuur' bize gereklidir..."
"İBADET HÜRRİYETİ DEVLETİN TEMİNATIDIR"
"Din hakkında görüşümüz kesindir... Dini değerlere kesinlikle saygılı laik bir düzen kurmak bizim hedefimizdir... Laiklik anlayışımız, dini değerlerin bir tarafa itilmesi değildir. Kuran'ın amacı olan 'İslamiyet' bizim için rehberdir. Din ve ibadet hürriyeti devletin teminatı altında olacaktır..."
"DİNİ POLİTİKAYA KARIŞTIRMAMAK LAZIM"
"İslam bizim mukaddes dinimizdir. Onun önemi çok büyüktür, bizim için. Ve bu gayret de gayet doğaldır. Bize göre onu (dini) politikaya karıştırmamak lazım. O, her şeyden büyüktür. O'nu aşağılamak Allah'a karşı gelmektir..."
"DİLDE, İŞDE, FİKİRDE BİRLİK"
"Bizim rehberimiz, İsmail Gaspıralı'dır... Dil'de birlik dedi, biz 'alfabe birliği'ni sağlayacağız. Fikir'de birlik dedi, Türk, Azeri, Özbek, Kazak vs. ayrımını kaldıracağız ve onları Türklük şemsiyesi altında her sahada birleştireceğiz... İş'de birlik dedi, Avrupalılar nasıl bir iktisadi entegrasyona gidiyorsa, biz de böyle bir entegrasyona gideceğiz..."
"TÜRKİSTAN BİRLİĞİ"
"Orta Asya (Türkistan) bölgesinin iktisadi ve medeni bakımdan tarihi bir birliği var idi. Suni olarak parçalanan bu bölgeyi bugün gene aynen birleştirme imkanı vardır... İçinde bulunduğumuz ekonomik buhrandan, ancak birleşerek çıkabiliriz... Bu, bizi ileride 'siyasi birliğe' de götürebilir. Elbette 'üniter bir devlet' şeklinde olmasına gerek yok. Bu siyasi birliği 'Türkistan Federasyonu' veya 'Türkistan Konfederasyonu' şeklinde kurmak mümkündür."
"ÖZBEKİSTAN, TÜRKİSTAN'IN PARÇASIDIR..."
"Biz, daima bugünü düşünmeye alışmış, bir parça ekmeğini ve yerimizi korumayı amaçlamış insanlar, şimdi vatan geleceğini düşünmeye mecburuz. Bizim şanlı geçmişimiz ve sınırsız Türkistan, sınırsız Turan bozkırlarında rüzgar gibi uçan babalarımız ve uçan ruhları da bugün Avrupa gibi bölünmüş bir bütün olan eski topraklarımıza dönmeye mecburdurlar. Özbekistan adı verilen bu hilkat garibesinin 447 bin km2 lik bir alanı var. Bu alan, eski Türkistan sahasından suni şekilde ayrılmış bir parçadır..."
"HEYKELLERİ ANCAK İNKILAP BORANI UÇURABİLİR"
"Heykeller size dönüp bakamaz... Çünkü heykellerin boynu çok serttir... Dönmek için onlara, belki en az yüz yıl gerek... Sizi ve bizi uçurabilen basit bir rüzgar da heykelleri asla uçuramaz... Onları ancak çok büyük içtimai vakalar, en azından 'inkılap boranı' uçurabilir... İleriyi göremeyen heykeltıraşın yaptığı heykeller, bir gün üzerinde durdukları kürsülerden iner ve diledikleri yere giderler. Bizler de belki bunlar için yeni müzeler açarız..."
"RUH YOKSA İNSANDA TAŞTAN FARKSIZ OLUR"
"Tanrı, insanı sonsuz bir güçle yaratmıştır. Fakat bu gücü elde etmek için içindeki ruhu uyandırmak gerekir... Eğer ruh yoksa o insan kör, sağır bir taştan farksız olur."
"SEYAHAT'E HAZIRLANAN İNSAN"
"Uzun bir seyahate hazırlanan bir insanın her şeyden önce kendine ait bir evinin olması gerekir. Evinde büyük bir bavul, onun içinde zaruri eşyalarıyla birlikte, para dolu birkaç cüzdan bulunursa iyi olur. Seyahatten dönerken, evinde ayrılığa dayanıklı kadını ve ondan hediye sormayacak kadar akıllı çocuklarının olması gerekir. Nihayet uzun geziye hazırlanan insanın saçlarına ak düşmemiş olması lazım. Bunların hepsini düşünerek ben 'seyahat fikrinden' vazgeçtim."
"Sadece Özgürlük ve Demokrasi İstemiştim."
Muhammed Salih
SON SÖZ
Özgürlük bağımsızlığın aydınlığıdır, 'demokrasi' ise aydınlanmanın ışığı...
Özgürlük olmadan bağımsızlığı, demokrasi olmadan ise özgürlüğü düşünmek, karanlık bir dehlizde ışık aramaya, dipsiz bir kuyuya taş atmaya benzer.
İnsan, özgür doğmuştur. Özgürce yaşamak da onun en tabii hakkı olmalıdır. Hür iradenin şekillenmesi ise, demokrasinin ta kendisidir.
Demokrasinin bir yeryüzü yönetimi olmaya doğru gittiği bir dönemde, baskıcı bir denetim altında halkın hür iradesini zincirleyen idarelerin ömrü uzun değildir.
Gücünü halkın içinden almayan, yani halk egemenliğinin yansımadığı tüm yönetim biçimleri yıkılmaya mahkumdurlar. Tarih bunun canlı şahididir.
Halktan uzak olan birçok saltanat, halk isyanıyla yok edilmiştir. Halkın içinde olmadığı birçok tac-u tahtlar, yine halkın zincir vurulamayan yürekleri karşısında yıkılmıştır...
Öyleyse tüm yönetim biçimleri ve iktidarlar; demokrasi ve özgürlük ilkelerini temel alarak, halkın egemenliğine dayanan bir sistemi seçmelidirler. Aksi halde Özbekistan örneğinde görüleceği gibi, keyfi idareler yani Kerimov gibi diktatörler ortaya çıkar ve ülke bataklığa sürüklenmekten kurtulamaz.
Profesyonelliğe göre değil, dalkavukluk ve kulluk derecesinde sadakat temeline dayanan böyle bir dikta rejiminde ise, halkın yönetime karşı ayaklanması doğal ve kaçınılmaz bir gerçektir.
Ama, eğer halk ayaklanırsa onu durduracak güç yoktur. Özbek Şair Çolpan'ın dediği gibi: Hiçbir kuvvet yok ki, halkın isteklerini yok etsin. Çünkü;
Halk denizdir, halk dalgadır, halk güçtür...
Halk isyandır, halk alevdir, halk öçtür...
İSMAİL CENGİZ
16 Ekim 1994
-Demokrasi için mücadele etmek, onurların en büyüklerinden biridir... Ve bir avuç Özbek, ülkelerini kurtarmak için böyle onurlu bir mücadele içine girdiler... Özbekistan'ı içinde bulunduğu DİKTA REJİMİNDEN kurtarıp demokrasi kayığına bindirmek çabasındaki bu insanların lideri Muhammed Salih...
SEDAT SERTOĞLU
-Bir politikacı olarak Muhammed Salih ve onunla birlikte Özbekistan'da demokratikleşme hareketine öncülük eden arkadaşları bugün hala, bir bakıma, yerden yere vuruluyorlar. Ama Muhammed Salih bu baskılara kendi şiir dilinde;
"Eğer hiç kimse beni yere vurmasa idi
Ben göğe nasıl sıçrardım?.."
diye (diktatörlüğe) meydan okuyabilen bir politikacı ozandır...
BÜLENT ECEVİT
-Elinizdeki bu kitap; Özbekistan'da yaşanan "insanlık dramı"nı dile getirmektedir...
Elinizdeki bu kitap; bir insanın hayat hikayesini anlatmaktan çok, bir halkın özgürlük ve demokrasi savaşını dile getirmektedir.
Ne yazık ki şimdi bu mücadele yurt dışından yönetilmekte. Mücadelenin lideri Muhammed Salih'in eli-kolu bağlanmak istenmekte... Gelin Muhammed Salih'lere sahip çıkalım.
Dostları ilə paylaş: |