[4]
Ve Polatov, nankörlük ettiği, Salih’in sayesinde Birlik Halk Hareketi’nin başkanlığına seçilir. Muhammed Salih, Birlik Hareketi’nin genel kurul üyesi olarak kaldı. Salih, aynı zamanda Özbekistan Yazarlar Birliği yöneticisiydi. Ve Birlik Hareketi için gereken bürolar Salih’in direktifiyle Yazarlar Birliği binasından verilmişti. Neticede, Birlik Hareketi hızla güçlendi ve 4 ay içinde yüz bin üyeye sahip oldu.
BİRLİK’E DESTEK MİTİNGİ
Birlik Hareketi’nin kuruluşunun hemen ardından Pravda Mostoka ve “Sovyet Özbekistanı” adlı gazetelerde “Hakgoy Muhammed’ning Ikki Hıl Sözi” yani “Doğrucu Muhammed’in Iki Farklı Sözü” adlı Birlik’in dağılmasını tavsiye eder nitelikte ve Muhammed Salih’i karalamak amacıyla komünistler tarafından bir makale yayınlanmıştır. Fakat bu yazı, aksine sonuç vermiş, halkın Birlik Hareketi saflarında yer almasına engel olamamıştır. Hatta halk, bağımsızlık,özgürlük ve demokrasiyi kendisine şiar edinen Salih ve arkadaşlarına destek olmak amacıyla 20 Aralık 1988 günü Taşkent’in Inkab caddesinde “komünizmi protesto mitingi” düzenlemiştir.
28 Mayıs 1989’da teşkilatlanmasını tamamlayarak resmen faaliyete geçen “Birlik Halk Hareketi”, komünist idarenin başlangıcından bu yana, Özbekistan’ın siyasi hayatında şekillenen ilk “Halk Hareketi” oldu. Ayrıca Türkistan Cumhuriyetleri içerisinde kurulan ilk teşkilat olan “Birlik Hareketi”nin etkisiyle, 1988 – 1990 yıllarında Özbekistan yönetimi, birçok liberal kararlar almak zorunda bırakıldı.
Ne var ki, “Birlik Halk Hareketi”nin hızla büyümesi ve kitlesel bir teşkilat halini alması, beraberinde bazı ciddi problemleri de getirmiştir. Hareket, öncelikle halkı yönlendiren entelektüeller için bir çekim merkezi olmak özelliğini kaybediyor, giderek “sokak eylemleri”ni ön planda tutan bir yapılanmaya dönüşüyordu. Salih, yapılan bir toplantıda, söz konusu tehlikenin altını çizmişti. Fakat, Polatov gibi hareket içinde daha sonra filizlenen radikaller, kendisini “tutuculukla” suçladılar. Bu, bugün gaflet içinde yaşayan Polatov’un bir provokasyonu idi.
BİRLİK HAREKETİNİN SONU
Birlik Hareketi’ne “değişir” ümidiyle getirilen Polatov’un “dönme ve kışkırtıcı” şahsiyeti nedeniyle davanın ve halkın zarar görmesi üzerine Muhammed Salih da dahil olmak üzere 75 kişilik genel kurul üyelerinden, hareketin önde gelen 30 üyesi, örgütle olan bağlarını kopardılar.
Maalesef, daha önce Taşkent Üniversitesi Kibernetik Enstitüsü Komünist Partisi Bölge Sekreterliğini yaptığı tespit edilen Polatov’un kışkırtıcı şahsiyeti, dönekliği ve Moskova ağızlı demeçleri yüzünden bu şerefli hareket dağılmış oldu.[5]
Arkadaşlarının karşı çıkmasına rağmen, düzelir ümidiyle Polatov’u Birlik Hareketi’ne getiren Muhammed Salih, şimdi bu hatasının azabını çekiyor.[6]
Sadece altı ay güçlü bir hareket olarak yaşayan “Birlik” M. Salih’in görüşünde, “Özbekistan’ın bağımsızlığı için mücadele etmesi gereken bir grup olmalı” idi. Ama Polatov ve üç dört Rus yanlısı alim, Birlik ideolojisini; “Biz ancak Sovyetler Birliği’nde de demokrasi kurabiliriz” şeklinde, götürmeye başladılar.
Hareketin tamamen dağılmasına vesile olan en son damla 19 Ekim 1989’da Polatov tarafından oluşturulan miting olmuştu. Polatov “komünist kimliği” ile Birlik Hareketi’nde faaliyet gösterdiği için, onun parti üyeliğine son verilmişti. Komünist Parti üyelik kimliğini geri almak için, Polatov, bu mitingde kalabalığın içinde bulunan kendi yandaşlarının eline
“-Polatov’u Komünist Partiden atmaya hakkınız yok...” yazılı pankartlar verilmişti. Bu utanç verici eylemden sonra Birlik Hareketi tamamen tükendi.
SALİH, MİLLETVEKİLİ SEÇİLİYOR
1990 yılında yapılan milletvekili seçimlerinde, Muhammed Salih, Taşkent şehri Profesörler Bölgesi’nden aday olarak katıldı ve oyların %89’unu alarak “milletvekili” seçildi.
ERK PARTİSİNİN KURULUŞU
Ülkenin bağımsızlığı için parlamenter bir yolu seçen Salih, toplumun çıkarlarını temsil etmeyen dar bir entelektüelin oyuncağı haline gelen “Birlik Hareketi”nin dağılmasından doğan boşluğu doldurmak amacıyla “Demokratik Erk Partisi” ismiyle yeni bir siyasi teşkilat kurarak, örgütlenme çalışmalarını başlattı.
Meşhur Özbek şairi Çolpan’ın “Zincir giyme, boyun eğme, çünkü sen hür doğdun” cümlesini kendisine şiar edinen, 11 Nisan 1990’da kurulan ERK PARTISI’nin temel olarak ortaya koyduğu amaç; “Özbekistan’ın Sovyetler Birliği’nden ayrılması ve özgür-demokratik-milli bir yapıya kavuşturulması” idi.
Erk Partisi’nin, yapılan ilk kurultayında, komünizmi, “artık batmakta olan bir güneş”e benzeten Muhammed Salih, bölgenin ve ülkesinin içinde bulunduğu durumu şu cümlelerle özetliyordu:
“İtiraf etmek gerekir ki, komünizm güneşi batıyor. Onun batışına partilerin mani olması artık imkansızdır. Zaten komünistlerin gayreti de, komünizm gayesini gerçekleştirmek değil, iktidar mevkilerini korumaya yöneliktir... Tabiri caizse, komünizmin gayesi komünistler için bir ‘Tanrı’ ise, komünist partiler de bir ‘din’ olarak görülmekteydi. Tanrı gitti, din kaldı... İtikad söndü ‘namaz’ devam ediyor. Fakat bu namaz, akşam namazıdır...”
diyerek Muhammed Salih, komünizmin yakın günde gidici olduğunu halkına müjdeliyordu.
“ÖZBEKİSTAN BAĞIMSIZLIK DEKLARASYONU”
Demokrasinin, ancak bağımsızlığını kazanmış olan bir ülkede kurulabileceği inancını taşıyan, milli bağımsızlığın ve demokrasinin ancak milli bir zeminde kurulabileceğini savunan Erk Partisi, “Özbekistan Bağımsızlık Deklarasyonu”nu hazırladı ve Muhammed Salih’in çabalarıyla bu deklarasyon Parlamentonun gündemine sokuldu.
ÖZBEKİSTAN’IN EGEMENLİĞİ İLAN EDİLİYOR
Muhammed Salih ve arkadaşlarınca hazırlanan “Bağımsızlık Bildirimi” iki gün devam eden tartışmalardan sonra, Muhammed Salih’in çabalarıyla, büyük çoğunluğunu komünist parti milletvekillerinin oluşturduğu parlamento tarafından onaylandı. Parlamento’da yaptığı konuşmada Salih şunları söylüyordu.
“Allah’a bin kere şükür olsun ki, biz de bu mübarek güne ulaştık. Bugün biz, halkımızın yüz yıllık arzusu, milli bağımsızlık eşiğinde duruyoruz. Gündüzleri hayalimizi, geceleri düşlerimizi tedirgin eden istek, gerçeğe dönüşüyor. Bugün büyük atalarımız, Celaleddin Mengüberdi, Timur Melik, Alişir Nevai, Zihrittin Babür ve
Emir Timur’un ruhları şad olacaktır. Bugün milli istiklal savaşçıları, Madamınbek, Şir Muhammedbek, Çolpan ve Mustafa Çokay gibi şahısların dilekleri yerine geliyor. Ne mutlu, bu mukaddes anı yaşamak, siz ile bizim kısmetimize düştü. Ne saadet, onlarca kuşağın görmeden göçüp gittiği merasim, bize nasip oldu.
Biz şimdi buna layık olsak yeter. Bu bağımsızlığı desteklesek yeter... Kuşkusuz bize zor olacaktır. Unutmamalıyız: Özbekistan yıkılmış Sovyet Imparatorluğunun bir parçasıdır. Bu paryani bizim vatanımız, dünya toplulukları içinde bağımsız varlık olana kadar, bize kolay olmayacak.”
Muhammed Salih’in bu konuşmasının ardından 21 Haziran 1990 günü Özbekistan’ın bağımsızlığı oy çoğunluğu ile kabul edildi. Bir sene sonra 31 Ağustos 1991’de gururu incinmiş olacak ki Kerimov ikinci defa bağımsızlık ilan etti ve 1 Eylül tarihi Özbekistan’da “milli bağımsızlık günü” olarak belirlendi.
Bütün bu gelişmelere rağmen, Özbekistan yönetimi, “Erk Partisi”ni resmi parti olarak onaylamamakta direniyordu. Çünkü Kerimov, Salih’den çekiniyor, korkuyordu.
Partinin yasal olarak onaylanması, Moskova’da gerçekleştirilen 19 Ağustos darbesinden sonra, ancak 5 Eylül 1990’da gerçekleşebilmiştir.
DEVLET BAŞKANLIĞI SEÇIMI
Kurulduğu günden itibaren hızla büyüyen ve halk tarafından benimsenen Erk Partisi, Özbekistan yönetiminin bütün engellemelerine rağmen 1991 Aralık ayında yapılacak Devlet Başkanlığı seçimine girme kararı aldı ve aday olarak M. Salih’i gösterdi. Kerimov, dünyanın baskısından çekindiği için Salih’in adaylığı karşısında bir şey yapamamıştı. Ama Devlet Başkanlığı seçimi, diktatör Kerimov yönetiminin her türlü baskıyı ve suistimali uyguladığı, hilekarlıklarla dolu bir kampanya şeklinde devam etti. Yazılı basın ve televizyon, bütünüyle Kerimov’un yalan dolu propagandasını yürüttü. 40 günlük seçim kampanyası boyunca, Muhammed Salih’e sadece 15 dakikalık bir konuşma hakkı tanınmıştı. Bu sürenin bir kısmı da “sansür kurulu” tarafından kesilmişti.
Diktatör kalıntısı Kerimov, propaganda için Devlet’in sömürdüğü Özbek halkının bütün mali kaynaklarını kullanırken, rakibi Muhammed Salih’e hiçbir imkan tanımadı. Ayrıca Erk Partisi’nin düzenlediği bütün mitingler, toplantılar totaliter yönetim tarafından engellendi.
Tamamen yönetime bağlı seçim kurulları gözetiminde ve KGB kontrolünde yapılan oylama sırasında sandıklara çok sayıda “sahte oylar” atıldı ve “mükerre oy” kullanıldı. Bütün bu aldatmacalara rağmen Özbekistan Devlet Radyosu yayınladığı ilk “son bildiri”sinde oyların %31’inin Muhammed Salih tarafından kazanıldığını bildirmiştir. Ancak çok değil, bir saat sonra bu haberin yalan olduğu ve Muhammed Salih’in oylarının %12.6 olduğu ilan edildi. Gerçeği söyleyen radyo spikerinin başına kim bilir neler gelmiştir, düşünmek bile istemiyorum.
Böylece sahtekarlıklarla dolu bir seçim kampanyası sonucunda Komünist Parti Genel Sekreteri Kerimov, kendisini zorla “Devlet Başkanı” seçtirmiş oldu.
VE DEVLET TERÖRÜ BAŞLIYOR
İşte ne olduysa bu seçim sonuçlarından sonra oldu. İlan edilmeyen, bir yanlışlık sonucu radyodan duyurulan gerçek seçim sonuçları, Kerimov yönetiminin önünde güçlü bir muhalefetin olduğunu ortaya koymuştu.
Sansüre rağmen, baskılara rağmen, teröre rağmen, rüşvete rağmen, iptal edilen mitinglere, elinden alınan mikrofonlara rağmen %31 oranında oy alan (demokratik bir seçim olsaydı, bu oran %65 olurdu) Muhammed Salih’in bu gücünün yok edilmesi için Kerimov, açıkça Salih ve Erk Partisi yöneticilerine karşı savaş ilan etti.
Muhammed Salih’e oy çıkan tüm kolhozlar, solhozlar, köyler, kasabalar, ilçeler cezalandırıldı. O bölgelere yatırımlar durduruldu. Bölge yöneticileri, sandık görevlileri, Salih’e oy verdikleri tespit edilen tüm vatandaşlar işten atıldılar, sorguya çekildiler, birçok vatandaşlık haklarından men edildiler.
ÖĞRENCİLERİN ÖLDÜRÜLMESİ
Devlet Başkanlığı seçimlerinden 18 gün sonra, 16 Ocak 1992 tarihinde Taşkent’te, Özbekistan tarihinde “kara bir leke” olarak yer alacak korkunç bir olay oldu. O günün sabahı, Taşkent sokaklarında Kerimov’un silahlı polis birlikleri görülmüştü. Adeta bir ihtilal havası esiyordu. Ne olup bittiğini öğrenmek için Taşkent’in eski adı “Kızılmeydan” olan Müstakillik Meydanı’nın etrafında dolaşmaya başladım. Bir yürüyüş varsa, bir miting olacaksa genellikle bu meydanda başlar veya bu meydanda sona ererdi.
Polislerin şüpheli bakışları altında gezinirken, polislerde bir koşuşturma, bir hareketlenme göze çarptı. Öğrenmeye çalıştım ama “her zaman olduğu gibi” kaba bir şekilde Kerimov’un polislerince terslendim ve hemen oradan uzaklaşarak dostlarımdan telefon vasıtasıyla o acı haberi öğrendim: İKİ ÖZBEK ÖĞRENCİ ÖLDÜRÜLMÜŞ, ONLARCASI DA POLİS KURŞUNLARI VE ELEKTRİKLİ COPLARLA YARALANMIŞTI...
Taşkent üniversitesi öğrencileri, dikta rejimini protesto amacıyla yürüyüş düzenlemiş ve bu yürüyüş muhalefet güçlerince de desteklenerek, öğrencilerin halkla bütünleştikleri, Kerimov yönetimine gösterilmek istenmişti.
Özgürlük isteyen, demokrasi isteyen, insan haklarının uygulanmasını isteyen silahsız vatan evlatları Kerimov’un emri ve KGB şefinin direktifiyle kurşun yağmuruna tutulmuşlardı. Sonuç: İki şehit ve onlarca yaralı... Ve kanla sonuçlanan bu “yürüyüş”ün ardında kalan bir pankart göze çarpıyordu.[7] Pankartta Kerimov’un hain görünüşlü bıyıkla süslendiği bir resmi çizilmiş. Resmin altındaki başlık ise aynen şöyleydi:
“İŞTE KENDİ ÇOCUKLARINI YUTAN CANAVAR”...
TUTUKLAMALAR BAŞLIYOR
Kerimov'un iki öğrenciyi katliyle sonuçlanan öğrenci olaylarından sonra okullar kapatıldı.
Öğrenciler zoraki izne gönderildi. Ardından Erk Partisi'nin bölge teşkilatları çok ciddi şekilde baskı altına alındılar. Öldürülen ve yaralanan öğrencilerin ailelerine, bizzat Kerimov tarafından sus payı olarak utanmadan, para-mal-mülk ve mevkiler verileceği söylendi.
Erk Parti yöneticilerinin bir çoğu çalıştıkları işyerlerinden atıldılar, sorgulamada işkence gördüler, tutuklamalar başladı.
Erk Partisi'nin çıkardığı 5 bölge gazetesi kapatıldı. Parti lideri Muhammed Salih her zaman olduğu gibi bu defa daha sıkı tedbirlerle evinde gözaltına alındı.
Bu arada Kerimov'un yardımcısı ülkenin güçlü adamlarından Şükrullah Mirsaidov; "ülkede demokratik reformları gerçekleştirmek için atılan adımların yetersiz olduğunu" söyleyerek, Kerimov'a rağmen Cumhurbaşkanlığı yardımcılığından istifa etti.[8]
Kerimov, bu beklenmedik istifanın ardından, vazgeçemediği "komünist metotları" uygulamaya koydu ve Mirsaidov'u,[9] "örgütlü suçlarla bağlantısı olduğu ve hükümeti sarsmak için girişilen bir teşebbüste, öğrencileri gösteriler yapmak üzere kışkırttığı" şeklinde suçlamaya ve dedikodular üretmeye başladı.[10]
HÜKÜMET YENİDEN ÖRGÜTLENİYOR...
Devlet Başkanlığı seçimlerinde Muhammed Salih'in aldığı oy oranı, öğrenciler hadisesi, ardından Mirsaidov'un istifası ile Kerimov yönetimi iyice sarsılmıştı. Hükümetin yeniden örgütlenmesine karar verildi. Totaliter bir rejim kurulacaktı. Bunun için ilk olarak "bölge hakimi" yada "valisi" görevini yarattı. Bu göreve atanacaklar Kerimov tarafından seçilecekti. Her türlü yetkiye sahip bu Hakimler direkt olarak Hükümete veya Devlete değil, Kerimov'un şahsına bağlı olacaklardı. Yani, kukla bir makam oluşturulmuştu.
Diktatörlüğün temeli bu yeni düzenlemeyle atılmış oldu. Ama, "aslında bu önlem, yerel parlamentoların ve Başkan'ın etrafındaki tüm güçlerin iktidarsızlığını kurumlaştırıyordu..."[11]
ABD VE AGİK'İN GİRİŞİMLERİ
Şubat 1992'de, Kerimov ile Özbekistan'ın insan haklarına ve demokrasiye olan bağlılığını teşvik etmeye çalışan uluslararası çaptaki şahsiyetler arasında bir dizi yüksek düzeyli toplantılar yapıldı.
Bu toplantılar neticesinde 16 Şubat'ta ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Özbekistan'a geldi ve Kerimov'a, aralık ayının sonlarında yapılmış olan başkanlık seçimlerinin demokratik tabiatını vurgulama şansını elde etti.[12]
Kerimov daha sonra, Helsinki antlaşmaları olarak da bilinen, Sovyetlerdeki insan haklarını korumaya çalışan uluslararası girişimlerde en önemli gücün "üçüncü sepet"i olan AGIK Konferansını imzaladığı Helsinki'ye gitti. Ancak görüşmeler hakkında Özbek basınına bilgi verilmedi.
Mart ayı başlarında ise, Büyükelçilik uzmanı olan Ingmar Carlson'un başkanlığındaki bir Isveç Dışişleri heyeti Özbekistan'a gelerek çeşitli incelemelerde bulundular ve Kerimov'u muhalefete yönelik girişimleriyle ilgili olarak uyardılar.
ABD Dışişleri Bakanı Baker ile İsveç Dışişleri Heyeti Başkanı Carlson, Özbekistan'da bulundukları süre içerisinde, Ana Muhalefet lideri Muhammed Salih ile zor da olsa görüşerek, muhalefetin demokratik girişimlerini ve insan hakları hareketini desteklediklerini bizzat ifade ettiler ve Kerimov'u insan haklarını ihlal eden kişi olarak kara listeye aldılar.[13]
Yoğun baskılar karşısında bunalan ve kredi alamayarak köşeye sıkışan Kerimov, AGİK toplantısında imzalamak zorunda kaldığı insan hakları ile ilgili antlaşma metni hakkında haber yayınlayan kendi basın organı olan Halkın Sözü Gazetesi'nin sözünü sakınmayan editörünü işinden atınca, gazete çalışanları tarafından bir grev ile protesto edildi ve bu olay yüzünden kendi gazetesinin yayınını bir süre durdurma kararı almak zorunda kaldı.[14]
Erk Partisi'nin yasal olarak tanınmış olan ERK Gazetesi de sık sık kapatılıyor ve hatta gazete kağıdı alması engelleniyor ve satır satır sansüre tabi tutuluyordu.
Bu satırları kaleme alan batılı gazeteci Cavanaugh, Özbekistan'daki bu gelişmeleri batıya şöyle duyuruyordu:
"1991 sonunda yapılan başkanlık seçimlerinden bu yana, İslam Kerimov tarafından yönetilen Özbekistan Hükümeti, fiziksel saldırılar da dahil çeşitli
yöntemlerle "demokratik muhalefeti" bastırmak için yaptığı girişimleri yoğunlaştırdı. Aslında, iki büyük muhalefet grubu olan Birlik ve Erk'in yasal
bir siyasi hareket ve siyasi bir parti statüsünden yararlanmalarına rağmen, Kerimov'un yönetimine ve politikalarına karşı uygulanan herhangi bir gerçek
muhalefet yeraltına girmeye zorlanmaktaydı" [15]
Artık olaylar çığırından çıkmıştı. Yadgar Abid (şair) ölmemek için ülkesinden kaçtı ve Azerbaycan'a sığındı. Erk Partisi Tirmiz Sekreteri Namaz Narmuddin
ülkeden kaçtı. Bir diğer muhalefet mensubu Hamid Resulev ile Valen Rızaev Moskova'daki evlerinden çıkamaz hale geldiler. Kerimov'un KGB'si yurtdışına kaçan
muhaliflerin yakalanması için Bakü'ye, Moskova'ya silahlı adamlarını bile göndermekten çekinmedi.
MUHALEFETTE TEDİRGİNLİK ARTIYOR
Kerimov'un estirdiği devlet terörü, ülkede kan dökülmesini istemeyen muhalefeti kaygılandırmaya başlamıştı.
Kerimov yönetimine karşı demokrasi mücadelesi verenlerden Fen Bilimleri Akademisi üyesi, Fizikçi Prof. Dr. Begcan Taşmuhammedov, değerli gazeteci Nilüfer Yalçın'a ülkenin içinde bulunduğu durumu şöyle özetliyordu:
"Uzun yıllardır demokratik hareketin liderlerinden biriydim. Bağımsızlık, Özbek dili ve Ulusal ordu gibi üç önemli sorun şimdi halledildi. Geriye çok önemli bir mesele kaldı. 'demokratik hak ve özgürlüklerin tanınması'... Bu, bir- iki ayda çözümlenmez ama hızlı çalışmak lazım, ancak eski komünistler ad değiştirip gene eski yerlerinde kaldılar. Bunlar yeni sistemleri bilmiyor, başkana da yardımcı olmuyorlar. Eski Kolhoz sistemini değiştirip özel mülkiyete geçmiyorlar. Çünkü otorite ellerinden gidecek. Özbekistan çok zengin bir ülke ama biz hala fakiriz, bunların yüzünden...[16]
Muhammed Salih ise o sıkıntılı günlerde Özbekistan'ın içinde bulunduğu durumdan kurtulması için yoğun gayret sarf ediyor, gece-gündüz demeden dış dünyadan gelen misafirlerini ağırlayarak, ülkesi için onları yardıma çağırıyordu.
Taşkent'te bulunduğum süre içerisinde zaman zaman hırsız polis oyunuyla evini ziyaret ettiğim Salih, 92 yılının o bunalımlı günlerinde yaptığım bir sohbette; "bağımsızlık ilanının getirdiği güzel duyguların yerini, şimdi yeni devleti kurmak gibi ağır bir sorumluluk duygusu aldığını ancak Kerimov'un bu işi beceremediğini, gerek siyasi ve gerekse başka bakımlardan ilan edilen devlet modelinde belirtilen demokratik haklardan hiçbirinin uygulanmadığını ve on beş-yirmi yıldır Özbek halkının unuttuğu, yeni bir 'yasaklı yazarlar dönemi' başladığını" vurgulayarak şunları söylemişti:
"1937'den bu yana görülmeyen 'siyasi tutuklular'ın peydah olduğu Özbekistan'daki bu anti-demokratik şiddetli olaylar, insan hakları ihlalleri, Tacikistan, Kafkasya, Afganistan gibi bölge cumhuriyetlerinde devam eden savaşlar arasında dünya kamuoyunun gözünden kaçmakta ve bu da Kerimov idaresinin muhalefete yönelik baskısını kolaylaştırmaktadır.
Özbekistan'daki siyasi muhalefet son üç yıldır olgun bir anlayışla, sosyal ve siyasi istikrarı gözeterek sabretti. Çünkü istikrar, muhalefetin talep ettiği reformlar için en gerekli şartlardan birisiydi. Ancak muhalefetin ümidi boşa gitti. İktidar "reform yapmak" şöyle dursun, belki toplumu geriye doğru götürdü.
İstikrar reformlar için değil, eski totaliter rejimin unsurlarını diriltmek için kullanmaya başlandı." [17]
Ülkenin içinde bulunduğu bu durum karşısında, özellikle batılı gözlemcilerin, Tacikistan'daki ve Afganistan'daki iç karışıklığın tesirinde olsa gerek,
gerçekleri görmekten kaçındıklarını söyleyen Muhammed Salih, Özbekistan'daki siyasi istikrarın bir serap olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürüyordu:
"Serap'ın ardındaki gerçek, 'sosyal huzur' için, bizzat 'hürriyet'in kurban edilmesidir. Oysa Kerimov tarafından kurban edilen bu hürriyet için, Özbekistan'ın
binlerce evladı hayatını kaybetmişti..."
Bugün hürriyet ve demokrasi Özbekistan'da alenen kötülenmektedir. Komşu Tacikistan'daki olaylar, Kafkasya'daki çarpışmalar, Rusya ve Ukrayna'daki iç kargaşalar ve grevler demokrasinin akıbetine ve demokrasinin getireceği felaketlere misal olarak gösteriliyor. Kerimov rahatça "milyonlarca vatandaşın huzuru için gerekirse yüz demokratın başından vazgeçeriz" diyebilmektedir.
Aslında milyonlarca vatandaşın huzurunu teokratik düzen içerisinde boğmayı düşünen ve sadakata dayalı bürokratik bir sistem ile şahsi zevklerini tatmin eden Kerimov'un hastalıklı bir kişiliğe sahip olduğu apaçık ortadadır.
Özbekistan'ı ziyaret eden gazeteci Nilüfer Yalçın'ın ülkede yaptığı temaslar neticesinde sokaktaki adamdan, medresedeki mollaya, üniversite rektöründen
öğrencilere, işçiden yöneticiye kadar herkesin şu görüşte birleştiğini ifade ediyor:
"Bugünkü Özbekistan Cumhurbaşkanı Islam Kerimov, ülkede eski komünist sistemi olduğu gibi korumaya kararlı olanları iş başında tutmakta, gerekli reformları ve
atılımları geciktirmektedir. Kerimov, dincilerden korktuğu için latin alfabesiyle ile ilgili kararı bir türlü alamadığı gibi, Ruslardan da korkmakta ve
muhalefetin beklediği temel hak ve özgürlükleri uygulamaya yanaşmamaktadır. Bu görüşü paylaşan bir bilim adamının dediği gibi; Komünizm belki parti olarak kalmıştır,
ancak komünistler iş başındadır. Değişen tek şey bir kaç ay içinde 10-20 kat yükselen fiyatlardır..." [18]
Evet, bu ve bunun gibi yüzlerce yazı, haber, raporlarda 1992 yılındaki Özbekistan'ın kötüye giden durumu, açıkça gözler önüne serilmiştir. Ne var ki sayın Yalçın'ın da ifade ettiği gibi totaliter bir yönetim şeklini benimseyen Kerimov, muhalefete bırakın hak tanımayı, onların öldürülmesini bile normal bir olay olarak değerlendirmiş ve batı dünyasını "Tacikistan" olaylarını örnek göstererek, muhalefeti yok etme hareketini hızlandırmıştır.
MUHALEFETİN ORTAK TOPLANTISI
Kerimov'un bu hasta tavrı neticesinde, ülkenin kötü gidişatına bir çare bulmak için, Erk Partisi öncülüğünde başlatılan bir çalışma ile 23 Mart 1992 tarihinde
Özbekistan'daki tüm muhalif grup ve kişileri bir çatı altında toplamayı amaçlayan “Özbekistan Demokratik Forumu” toplandı. Muhalif Parti ve dernek ileri gelenlerinin dışında bu foruma 15 kadar bağımsız milletvekili de iştirak etti .
“Yapılmasına izin verilmeyenler” kategorisi içinde yer alan Özbek Muhalif Güçleri’nin bu toplantısı, Kerimov’ bir kez daha korkuttu. Çünkü, muhalefetin sıkı bir şekilde birleşmesi, Kerimov’un “böl-yönet” oyununu bozmuştu.
KERİMOV’UN MUHAMMED SALİH İLE GÖRÜŞMESİ
Muhalefetteki bu gelişmeler karşısında sarsılan Kerimov 1992 Nisan ayı içerisinde Demokratik Forum Başkanı ve Ana Muhalefet lideri Muhammed Salih’i Başkanlık Sarayı’na davet ederek, “bu teşkilatlanmadan vazgeçmesi konusunda” uyarıda bulundu. Ancak, üstü kapalı bu tehdide kulak asmayan Muhammed Salih’in bu toplantı sürecini devam ettirmesi üzerine bürokrasideki otoritesinin zayıfladığını anlayan Kerimov, Mayıs ayı içerisinde Muhammed Salih’i tekrar davet ederek kendisine “Başbakan Yardımcılığı” görevini önerdi. Ayrıca Erk Partisi’nin 8 yöneticisine Hükümette görev verecekti. Bütün bunların karşılığında Kerimov, Muhammed Salih’in başlattığı “Demokratik Forum Hareketi”nin sonlandırılmasını istemekteydi.
MUHALEFET REFERANDUM İSTİYOR
Nemengan şehrinde 9 Mayıs 1992’de yapılan Fergana vadisindeki “demokratik güçlerin” toplantısında, ülkenin bu günkü siyasi vaziyeti karşısında neler yapılması gerektiği hakkında görüş birliğine varan muhalefet mensupları Cumhurbaşkanı Kerimov ile Parlamento Başkanı’na hazırladıkları “ortak bildiri”yi göndererek, insan hakları ile ilgili kanunların yeniden düzenlenmesini ve parlamentodaki milletvekillerinin durumlarıyla ilgili olarak referandum yapılması gerektiğini talep ettiler.[19]
Ne var ki 1991 yılı 31 Ağustosunda, uluslar arası hukuk kurallarının üstünlüğünü itiraf ettiğini resmen açıklayan Özbekistan Parlamentosu, muhalefetin bu insani isteklerini hasır altı ettiği gibi bu talebi, “devlete isyan “olarak nitelendirmiştir.
POLİTİK TERÖR
Haziran 1992’deBirlik Hareketi’nin başkan yardımcısı olan Polatov, ellerinde metal çubuklar bulunan, çeşitli etnik kökenlerden gelen 8-10 kişilik bir grup gencin saldırısına uğramış, kafatasının kırılmasıyla hastaneye kaldırılmıştı. Cavanaugh’un bildirdiğine göre Haziran ayı sonlarında meydana gelen bu saldırı karşısında Erk Partisi, saldırıyı protesto gösterisi düzenlemeye karar verdi.
“2 Temmuzda programa konulan gösteri, Erk’in Eylül 1991’de yasal bir parti olarak tanınmasından bu yana iki büyük muhalefet grubunun ortak olarak yaptığı ilk protesto hareketiydi. O günün sabahında, İçişleri Bakanlığı’nın düzenli polis ve birlikleri, belediye otobüslerini seferden kaldırarak ve aslında planlanan gösteriyi engelleyerek şehir merkezini kuşattılar. Parlamento binasının önünde yer alan, eskiden Lenin meydanı olan, Bağımsızlık Meydanı, en sıkı şekilde korunan alandı.
Kan dökülmesinden korkan muhalefet liderleri, Taşkent’teki protesto gösterilerini iptal ettiler, fakat Semerkant’daki bir gösteri planlandığı gibi devam etti ve polis tarafından dağıtıldı. Semerkant’daki 16 Erk lideri tutuklandı.” [20]
TERÖRÜ PROTESTO TOPLANTISI
Yapılmayan bu protesto gösterisi, Erk Partisi lideri Muhammed Salih tarafından planlanmıştı. O sırada Polatov komadaydı. Gösterinin yapılacağı gün manen destek olmak gayesiyle, o günün sabahı Sayın Salih'in yanına gitmiştim. Parti merkezi hınca hınç doluydu. Yabancı gazeteciler ve elçilik görevlileri de parti merkezindeydi. Göstericilerin üzerine ateş açılacağını öğrenen Salih bu mitingden vazgeçti ve bir basın toplantısı düzenleyerek şunları söyledi:
"Özbekistan'da artık politik terör başlamıştır. Aslında iki yıldır var olan Politik terör, bu saldırı olayı ile gün ışığına çıkmıştır. Ancak meydana gelen olayların bir provokasyon olduğuna inanıyorum. Parlamento toplantısı öncesi bu olayların patlak vermesi, bu görüşümü doğrulamaktadır. Amaç, ülkede politik terörü başlatmak suretiyle "iç karışıklık" meydana getirmektir. Hükümetinde parmağı olduğunu sanmıyorum. Özbekistan İçişleri Bakanı ile Dışişleri Bakanı'nın da görüşleri bu doğrultudadır. Ancak bu tip bürokratları, provokatörleri beslemeye devam ettiği için Kerimov da suçludur.
Eğer gerekli tedbirler, bilhassa halkın karnını doyurucu, ana ihtiyaçlarını temin edici iktisadi önlemler alınmadığı takdirde yakın gelecekte Özbekistan olaylara gebe kalacaktır. Halkın sabrı taşmak üzeredir. Halkın politize olması durumunda çarelerin sokaklarda aranma ihtimali artacaktır.” [21]
SALİH'İN İSTİFASI VE TUTUKLANMASI
Muhammed Salih ve Erk Partisi yönetiminin, Kerimov'un "Bakanlık" tekliflerini reddetmesi üzerine, Parti üzerindeki baskılar daha da yoğunlaştırıldı. Tüm bakanlıklar, devlet kuruluşları, Kerimov'un oyuncağı haline gelmişti.
Kerimov'un zaten kendi adamlarıyla dolu olan Parlamentoyu, Anayasa ve Savcılık Mahkemelerini kendi diktatörlüğü için kukla olarak kullanmaya başlamasından sonra, Parlamento salonunda kimlik kartını kürsüye atarak, milletvekilliğinden istifa etti ve mücadelesini halkının arasında sürdürmeye karar verdi.
2 Temmuz 1992 günü Muhammed Salih'in Parlamento üyeliğinden istifa etmesinin ardından tüm ERK üyeleri KGB tarafından sorgulanmaya, tehdit edilmeye başlandı. Ağustos 92'de Erk Partisi Genel Sekreteri Prof. Dr. Atanazar Arif, "devlete karşı darbe teşebbüsü" gibi komik bir suçlamayla Kerimov tarafından tutuklandı. 1992 yılında yirminin üstünde muhalefet üyesi suç işlemekle itham edildi ve bir çoğu sorgulanmak üzere KGB zindanlarına götürüldü.[22]
Bu arada gelişen olaylar hakkında toplanan seçmenlerine karşı açıklamada bulunan Muhammed Salih konuşmasında;
"Kerimov yönetimi, ülkenin derin sosyal ve ekonomik problemleriyle uğraşmak yerine, muhalefette bulunan kişilere karşı savaş açmıştır. Demokrasi savaşına "Antidemokratik Komünist Yüksek Sovyet’in (Parlamentonun) dışında devam edeceğim..." diyerek yemin etti.[23]
1993: BASKILAR DORUĞA ULAŞIYOR
Tek adamla yönetilen terör destekli siyasi mekanizma ile rüşvet ve kirlilik pasıyla kaplanmış iktisadi yapının çürümeye başladığı 1993 yılı başlarında Kerimov'un muhalefete yönelik baskıları doruğa ulaştı.
Kerimov, muhalefetin etkisiz hale gelmesi için Muhammed Salih'in yok edilmesi gerektiğine karar vermişti.
Öncelikle Erk Partisi'nin 6 milletvekili Kerimov'un emriyle Parlamentodan çıkarıldı; İmam Tursun, Cihangir Mehmetoğlu, İmam Feyzi, Semender Kokanoğlu, Nasrullah Said ve Murat Cora'nın milletvekillikleri zorla eller”””””””””””””””””””inden alındı.
SALİH VE ARKADAŞLARI TUTUKLANIYOR
Yine Kerimov'un emriyle, hayali suçlamalarla başlatılan uydurma mahkemeler sonucunda; daha önce tutuklanan Erk Partisi Sekreteri Prof. Dr. Atanazar Arif 5 yıl, Erk Partisi Genel Idare Kurulu üyesi Selavat Umruzak, Erk Gazetesi baş yazarı Ibrahim hakkul ve yazar Nazar Eşankul "muhalefet yapmak suçuyla" ve "demokrasiyi-insan haklarını savundukları gerekçesiyle" 3'er yıl hapse mahkum edildiler.
Ve nihayet 6 Nisan 1993 günü Muhammed Salih, "İhtilal Komitesi Lideri" suçlamasıyla KGB tarafından evinden alınarak tutuklandı.
Ancak dış dünyadan gelen yoğun tepkiler üzerine, bilhassa Fransa ve ABD elçiliklerinin girişimleri ve merhum Turgut Özal'ın kendine has üstü kapalı müdahalesiyle Muhammed Salih 3 gün sonra 9 Nisan günü serbest bırakıldı.
Kerimov'un amacı Salih'i uzun süre hapsetmek ve bu süre içerisinde bir kaza süsüyle öldürerek yok etmekti. Ancak bu arzusu kursağında kaldı.
Salih'in şahsına yönelik girişimlerin, tüm dünyanın tepkilerini üzerine çekmeye sebep vereceğini anlayan Kerimov yeni önlemler almaya başladı. Hükümete karşı düzenlenen faaliyetlere yeni cezalar eklendi. Devlet Güvenlik Örgütü KGB ye telefonları dinlemek için daha fazla yetki tanıyan kararnameler çıkardı.
Sayın Salih hapisten çıktıktan sonra, KGB ye rağmen yine hırsız-polis oyunuyla bir dostum ile birlikte evinde kendisini ziyaret ettim. Son derece üzüntülüydü. "Evinden dışarı çıkamadığını, her gün ölüm tehditleri aldığını, halka ulaşmasının engellendiğini, gazetesinin çıkmasına dahi müsaade edilmediğini, kitaplarının yayınlanmadığını" söylüyor ve "Bu zihniyetle ülkede demokrasi nasıl gelişir, muhalefet nasıl görev yapabilir?.." diyordu.
VE SALİH ÜLKESİNİ TERK EDİYOR
"Bugünkü dünyada artık böyle şeylere baş vurulmamalıdır..." diye yakınan Muhammed Salih:
"Bu tür baskılar yüzünden, aydınların siyasi mücadeleye, demokratik bir düzen kurma çabalarına daha aktif bir şekilde katılması zorlaşmaktadır...
Ben her şeyi göze alarak, bu mücadeleyi yapıyorum ama, BEN İSTİSNA OLMALIYIM... Bu harekete benim gibi düşündüğünü bildiğim pek çok aydının, bilim adamının katılması gerekir..." demiştir.
Fakat artık Özbekistan içerisinde meşru ve demokratik bir muhalefetin sürdürülmesine imkan kalmaması sebebiyle mücadeleyi yurt dışında sürdürmek zorunlu hale gelmişti. Çünkü Salih'in hayatı artık tehlikedeydi.
Gerçi Salih ölümden korkmuyordu. Vatanı ve milleti uğruna ölmek-şehit olmak şerefli bir olaydı. Ancak mücadelenin sürmesi için yaşaması gerekirdi. Halkının dert ve davasını, ülkesinin içinde bulunduğu kötü gidişatı hür dünyaya anlatmalı, destek bulmalıydı.
Ve 1993 yılının Nisan ayı ortalarında Muhammed Salih, arkadaşlarının da baskısıyla, gizli yollardan, doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kaldı... Salih'in ülkeyi terk etmesinden sonra Partinin binasına el konuldu. Partinin malları, makam arabaları devlet tarafından talan edildi. Artık Muhammed Salih, diktatörlüğe karşı demokrasi mücadelesini yurt dışından sürdürecekti...
Evet, Salih, Özbekistan'dan zorla çıkarılmıştı.
Ülkeden kovulan "Salih" değil, ülkeden kovulan "demokrasi" idi.
Yargılanan "Muhalefet" değil, yargılanan "insan hakları" idi.
Tutuklanan "Erk üyeleri" değil, tutuklanan "Özgürlük" idi.
Artık bıçak kemiğe dayanmıştı...
Özgürlük zincire vurulmuştu... Insan Haklarının ayaklar altında çiğnenmesine izin veriliyordu. Demokrasi, Kerimov'un oyuncağı haline gelmişti... Para'nın değerinin kalmadığı ülkede, halk ise devletin kölesi haline getirilmek isteniyordu... Böylesine bir kargaşa ortamında çok şeyler yapmak mümkündü... Ama kan dökülürdü...
Salih ise "kan dökmeyi" değil, sadece "insan haklarına saygılı, özgür bir demokrasi" istiyordu...
Bu yüzden Muhammed Salih ülkesini terk etti. Dava arkadaşlarıyla birlikte Özbekistan'daki demokrasi mücadelesini yurt dışından yönetmeye, uluslararası kuruluşları devreye sokarak ülkesindeki terörü engellemeye çalıştı...
KERİMOV'UN KOMPLOSU
Muhammed Salih'in Özbekistan dışında olmasından yararlanmak isteyen Kerimov, Salih'i Erk Partisi Başkanlığı'ndan düşürmek için bir komplo düzenledi.
Erk Partisi yönetiminde görevli bir akademisyen olan "Şadi Kerimov" ile işbirliği yaptı. 25 Eylül 1993 tarihinde yapılan, Erk Partisi'nin Genel Kurul Toplantısı'nda Kerimov'a satılan belki de tehdit edilen zavallı Şadi Kerimov, Erk Partisi Başkanlığı'na adaylığını koydu. Parti kurultayında yaptığı konuşmasında başkan seçildiği takdirde Partinin tüm mal ve mülklerinin geri alınacağını, devlet kademelerinde Erk üyelerine makamlar tahsis edileceğini söyleyen Şadi Kerimov, kurultaya iştirak eden delegeler tarafından "kukla aday dışarı" sloganlarıyla kongre salonundan kovuldu ve ülke dışında sürgün hayatı yaşayan liderleri Muhammed Salih'i oy birliğiyle yeniden Genel Başkanlığa seçtiler.
Kerimov'un diktatörce baskısı altında ve Muhammed Salih'in bulunmadığı bir ortamda böylesi bir sonucun ortaya çıkması Erk Partisi'nin nasıl güçlü ve dayanıklı kadrolardan oluştuğunu açıkça göstermektedir...
ABD, KERİMOV'U PROTESTO EDİYOR
Time Dergisi Moskova Bürosundan John Kohan'la yaptığı bir röportajda[24] ülkesinde insan hakları ihlalleri olduğunu açıkça itiraf ederek Kerimov, muhalif temsilcilerin Taşkent'teki ABD büyükelçisi ile görüşmelerini de engellemeye başlamıştı. "Doğu, doğudur; batı, batıdır" diyerek batının içişlerine karışamayacağını, kendi ülkesinde istediğini yapabileceğini açıkça vurgulayan Kerimov, "Amerikalıların kendisini Saddam Hüseyin'e benzettiklerini" belirtmişti.
Taşkent'teki ABD büyükelçiliğinde görevli bir Özbek kızının Taşkent Havaalanında Kerimov’un adamlarınca dövülmesi bardağı taşıran son damla oldu. Dövülme olayının olduğu gün, resmi temas için ABD'de bulunan Özbekistan Parlamento Başkanı ve yanındakiler, resmen ülkeden kovuldular.
Bu arada ABD büyükelçisi Stobe Talbott'un Özbekistan'a yaptığı gezi sırasında "iki-dört veya daha fazla sayıda insan hakları aktivistin, alıkoyularak ya da korkutularak elçi ile görüşmesi engellenmiş" idi.[25]
CLINTON'UN RESMİ NOTASI
ABD Başkanı Clinton'un eski Sovyetler Birliği ile ilişkiler konusunda üst düzey danışmanı olan Talbott, bu olaylar karşısında konuyu Kerimov nezdinde Clinton adına protesto ederek nota verdi. Nota'da Özbek Cumhurbaşkanı Kerimov'a ülkesinde demokratik reformlar yapılmadığı sürece, Washington'un kendisine ekonomik yardım sağlamayacağını bildirdi.
Bir ABD yetkilisi konuyla ilgili şunları söylüyor:
"Biz bu ülkede demokratizasyonla ekonomik reformların birbirlerinden ayrılamayacağını, ikisinin birlikte el ele yürüdüğünü ve bizim de desteklemek istediğimiz şeyin bu olduğunu söyledik..."
Resmi bir Özbek gazetesine göre, Talbott'a kendi işiyle uğraşması gerektiğini söyleyen Kerimov, Reuter haber ajansı raporuna şu kaydı veriyordu: "Özbekistan'ın problemleri kendi tarafından, kendi ulusu, kendi halkı ve kendi liderliği içinde çözülmelidir." Yani Kerimov, bu demeciyle açıkça diktatörlüğünü ilan ederek "ülkesindeki, ihlal edilen insan haklarının başka bir ülkeyi ilgilendirmeyeceğini" söylüyordu.
İNSAN HAKLARI GRUBU'NUN PROTESTOSU
New York'ta bulunan İnsan hakları gözlem grubu Helsinki Watch Araştırma üyesi, Erik Dailey bu hafta (10-12 Eylül 1993) yapılan alıkoymalar hakkında,
"muhalif düşüncelerini özgürce ifade eden insanları susturarak, haklarını ihlal etme modelinin açıkça bir devamıdır. Muhalif kişiler, yabancı yetkililerin ya da insan hakları aktivistlerinin ülkeye yaptıkları bazı özel ziyaretler sırasında alıkoyuldular, tutuklandılar ya da dövüldüler" diyerek gerçekleri dile getiriyordu.
ÖZBEKİSTAN'DA HAYVANİ BİR BASKI VAR
Yine bir ABD yetkilisinden alınan bilgiye göre, Türkmenistan'a yaptığı ziyareti yarıda kesen ABD büyükelçisi Talbott, Özbekistan gezisini yarıda kesmeden tamamlamış, birkaç muhalif ile ABD elçiliğinde görüşmeyi başarmıştı. Ancak daha önce gereken bir kaç davetli misafir toplantıda görülmemişti.
Washington Post Gazetesi'nin yazdığına göre,
"daha sonra yapılan araştırmada; muhaliflerden biri olan Muhammed Salih'in sekreteri Atanazar Aripov, kendisini hapiste tutan kişi tarafından ziyaret edilerek toplantıya katılmaması yönünde baskı yapmıştı. Aripov, geçen Aralıktan itibaren 6 Ağustosa kadar 'hükümeti düşürme çabaları göstermekle" suçlanarak hapiste kalmıştı, ayrıca evinin önünde iki polis arabasının beklediği tespit edilmişti. Bir diğer davetli konuk toplantıya gelirken alıkoyulmuştu. Buradaki insan hakları aktivistleri, Birlik Hareketi'nin ikinci başkanı Şuhret İsmetullayev'in de alıkonulduğuna inandıklarını söylemektedirler."
diye açıklamada bulunmuştur, İnsan Hakları Grubunun sözlerine dayanarak...
Helsinki Watch Araştırma üyesi Erika Dailey, bu olaylar ile ilgili olarak sözlerini şöyle tamamlıyor:
"Özbekistan'da konuşma özgürlüğü yok... Ağır bir sansür ve insanların kafalarındakini söylemelerini engelleyen ağır (hayvani) bir baskı var...
Dostları ilə paylaş: |