Çok yönlü biri olması onu daha da mükemmel kılardı. Örneğin futbol oynamaya bayılırdı. Onu futbol oynarken görmek insana haz verirdi. Futbolu tekniğiyle bilmez, ama tıpkı mücadelede olduğu gibi korkunç bir hırsla oynardı. Çoğu zaman hızını alamaz, ayaklarıyla duvara tırmanırdı. O an herkes kahkayı basardı. Oyunda asla sinirlenmez, bunun yapılmasından nefret ederdi. Devrimcilerin basit bir oyun için birbirlerine öfkelenmelerine tepki duyduğu için bir ara futbol oynamaya ara vermişti.
Koğuşta oturmuş sohbet ettiğimiz bir anda koğuş mazgalı açılmış ve gardiyanların “Habip Gül tahliye”(237)sözleri duyulmuştu. O an kalbimden vurulmuş gibi olmuştum. Onsuz cezaevi yatmak düşüncesi çok acı geliyordu ve içimi tarifsiz bir yalnızlık duygusu kaplayıvermişti. Dalından koparılmış bir meyve gibi çaresiz hissediyordum kendimi. Bir yandan da onun özgürlüğüne kavuşmasının sevinci içindeydim. Ancak birincisi daha ağır basıyor, “sırası mıydı şimdi bunun” diyorum. Hüzün bütün hücrelerimi esir alıyor adeta. Ağlamak, boşalmak istiyorum. Fakat yapamıyorum. Onun geride çaresiz insanlar bıraktığı düşüncesine kapılmasını istemiyorum. Veda anı birbirimize sarılıyoruz. Boğazım düğümleniyor, bütün bedenim kasılıyor. Hep öyle kalsın, hiç ayrılmayalım istiyorum. Bu karışık duygular içerisinde ondan ayrılacak ve bir daha onu göremeyecektim.