Çevre ceza hukuku ders notlari



Yüklə 104,27 Kb.
tarix03.11.2017
ölçüsü104,27 Kb.
#29870

ÇEVRE CEZA HUKUKU DERS NOTLARI1

İnsanoğlu, ortaya çıkışından itibaren içinde yaşadığı ortam olan çevresel öğelerle yoğun bir ilişkiye sahip olmuştur. Başlangıçta bu ilişki eşit bir düzlemde gerçekleşmekteyken; ekonomi, sanayi ve bilimsel alanda bilhassa son birkaç yüzyılda elde edilen ilerlemeler, insan-çevre ilişkisini içinden çıkılamaz karmaşık bir yapıya sokmuştur. Çevre bileşenleri hangi perspektiften tanımlanırsa tanımlansın ortaya çıkan bu yapı beraberinde, insanoğlunun kendi yaşam alanını yine bizzat kendi hareketleriyle ortadan kaldırması tehlikesini getirmektedir. Bu tehlikeyi bertaraf etmek yahut daha gerçekçi bir yaklaşımla “sürdürülebilir(!)” kılmak ise ancak hukuki düzenlemeler aracılığıyla alınacak tedbirlerin sürece dahil edilebilmesiyle mümkün olmaktadır. Bu çerçevede dikkat edilmesi gereken husus, çevresel öğelerin korunması amaçlı bahse konu hukuki düzenlemelerin tanzim ve uygulamasında azami hassasiyetin gerekli olduğu bir değerler tartımı yapılması gerekliliğidir. Şöyle ki çevresel öğeler, terazinin bir kolunda insanoğlunun varlığını ve refahını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu “kaynaklar” olarak yer almaktayken, terazinin öteki kolunda bu öğeler aynı insanoğlunun yaşam alanını meydana getiren “çevresel değerler” olmaktadır. İşte bu “kaynak-değer” çatışması/çıkmazı çevre hukukunun sınırlarının ve müdahale yoğunluğunun belirlenmesi bakımından temel ölçüt olarak kabul edilmektedir. Hukuk kurallarıyla etkin ve makul bir çevre korumasından bahsedilebilmesi yukarıda ifade edilen sorunsal nedeniyle, ekonomik ve endüstriyel ilerleme ile çevresel öğelerin korunması arasında bir dengeye ulaşılması halinde mümkün olacaktır. Çevresel öğelerin korunması amaçlı hukuki tedbirler, bu nedenle karmaşık bir yapının üzerine inşa edilmek durumundadır.

Yukarıda da kısaca ifade edildiği gibi, hakkaniyete uygun tedbirlerin alınması suretiyle ideal bir çevre koruma-kullanma dengesine ulaşılmasında, çevrenin korunmasına yönelik ihtiyaç ile ekonomik-endüstriyel yaşamın yürütülebilmesi adına gerekli koşulların sağlanılması şeklindeki menfaatler, arasında yapılacak kıyaslama&değerleme çevre korunmasına yönelik tedbirlerin özsel nitelikleri bakımından belirleyici olacaktır. İşte bu nedenledir ki, çevrenin korunmasına ilişkin ceza hukuku düzenlemelerinin hukuki çerçevesinden alman literatüründe bahsedilirken, sıklıkla çevrenin „yönetiliyor“ olmasına vurgu yapılmaktadır. Alman ceza hukukundaki bu yaklaşımın temelinde, ilgi hukuk düzenine hakim olan genel prensip olan, çevrenin korunmasında ceza hukuku kaynaklı tedbirlerin ikincil&tamamlayıcı role sahip olması ilkesi yatmaktadır. Buna göre ceza hukuku, çevrenin korunmasında tali bir rol oynar; çünkü ilke olarak ceza hukukunun fonksiyonu çevresel bileşenlerin durumlarının düzeltilmesi değil; sadece bunların halihazırdaki durumlarının daha kötüye gitmesinin önüne geçilmesidir. Mesele çevrenin korunması ve çevresel öğelerin durumlarının düzeltilmesi olduğunda devreye girmesi gereken çevre ceza hukuku düzenlemeleri değil; idare hukukunun bir bölümü olan idari çevre hukuku düzenlemeleridir.

Çevrenin korunması konusunda ceza hukukuna başvurulmasındaki en önemli neden, idare hukuku ve özel hukukun çevrenin korunmasın konusunda sunduğu olanakların yetersiz kalmasıdır. Özel hukukunun bireyci olması ve bireysel menfaatleri ön planda tutması, tüm insanlığı ilgilendiren ve evrensel bir değer olan çevrenin korunması konusunda yetersiz kalması sonucunu doğurmuştur. İdare hukukundaki yaptırımların ceza hukukunda öngörülen yaptırımların aksine caydırıcı olmayıp daha ziyade onarıcı olması ve çevreye zarar veren veya onu tehlikeye sokan fiillerin soruşturulması ve kovuşturulmasını yürüten idari makamların politik ve ekonomik güçlerin baskısı altında bulunması, idare hukukunun başlıca yetersizlik nedenleridir. Bu açıdan bakıldığında, çevrenin korunmasında ceza hukukuna başvurulması gerekliliğinin nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz:



a) İnsan yaşamının önkoşulu olarak görülen çevrenin korunması gereken ortak bir değer seviyesine yükselmesi, bu temel değerin ceza normu ile korunmasını zorunlu kılmıştır.

b) Özellikle idare hukuku ve özel hukukun sunduğu olanakların çevrenin korunmasında günümüzde yetersiz kalması, diğer hukuk dallarının yanı sıra çevrenin korunmasında ceza hukukunun da devreye sokulmasını gerekli kılmıştır.

c) Ceza hukukunun caydırıcılık özelliği, failin daha baştan başına gelecek ağır neticeleri öngörüp çevreye karşı suçları gerçekleştirmekten vazgeçmesini sağlayacak ve bu şekilde ceza hukukunun önleme fonksiyonu hayata geçirilecektir.

  1. Cevre Ceza Hukukuna Hâkim Olan Temel İlkeler ve Sorunsallar

Bu başlık altında çevre ceza hukuku disiplinine yön veren temel ilkeler kısaca açıklanılacak ve bu bağlamda ilgi alanda karşı karşıya kalınan temel sorunsallar olan çevrenin korunmasında ceza hukukunun fonksiyonu, çevre ceza hukukunun idare hukukuna bağlılığı, çevre ceza hukuku eliyle korunan hukuksal değerin ceza normlarının uygulama alanına etkileri ele alınacaktır. İnceleme konusu her üç konu bakımından ortaya konulacak yaklaşımlar, mevzuatımızdaki çevreyi korumaya amaçlı cezai düzenlemelerin kapsamının belirlenmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.

  1. Çevrenin Korunmasında Ceza Hukukunun Fonksiyonu

Çevre unsurlarının korunması ve idaresi bakımından asli fonksiyonu olan hukuki düzenlemeler, idare hukuku alanında yer alan özel mevzuatta kendisini bulmaktadır. Çevreye ilişkin her neviden eylemin koşul ve sınırları buradan olmak üzere idare hukuku düzenlemelerinde gösterilmektedir. İdare, toplumu meydana getiren bireylerin ve toplumsal grupların menfaat ve ihtiyaçlarını koruyup-kollama işlevini gerçekleştirebilmek adına, gerekli hallerde çevresel bileşenlere etki edecek faaliyetlerde bulunulması için yasal düzenlemeleri oluşturarak; bu yasal düzenlemelerde gösterilen koşul ve imkanların somut olaylara aktarılabilmesi için kendi idari yapılanması bünyesinde, çevresel bileşenlere yönelik faaliyette bulunacak idari organları meydana getirmektedir. Başka bir ifadeyle kamu otoritesi bir yandan çevresel öğeleri korumaya yönelik amaç doğrultusunda hareket ederken; öte yandan bu öğelerin “kullanılması” süreçlerinin koşul ve sınırlarını belirleyen faaliyetlerde bulunmaktadır. Bundan ötürü, günümüz koşullarında çevrenin idari organlarca „idare ediliyor-yönetiliyor“ olduğunu ifade etmek hiç de hatalı olmayacaktır.

Ancak bu noktada hemen dile getirilmesi gereken bir husus, bu yönetme faaliyetinin nevi şahsına münhasır özellikler arz ettiğidir. Çevreye ilişkin hak ve yetkilere sahip idari birimlerin, çevresel bileşenlere olumsuz yönde etki eden faaliyetlerin tamamını yasaklama şeklinde bir yaklaşım sergilemelerini beklemek gerçekçi olmayacaktır. İşin doğası gereği, çevreyi yönetmekle görevlendirilmiş ve yetkilendirilmiş idari birim ve personelin, çevre bileşenlerine etki eden faaliyetlere ne ölçüde ve hangi sınırlar dahilinde izin verileceğini tayin etmek gibi bir işlevleri vardır. İşte bu işlevin yerine getirilmesi sürecindeki faaliyetler, ilke olarak ceza hukukunun uygulama alanının dışında yer almaktadır. Buradan olmak üzere kamu otoritesinin gerek merkez teşkilatında ve gerekse taşra teşkilatındaki birimler, çevrenin kullanılması ve korunması bakımından gerekli tedbirleri planlar ve uygularlar. Çevrenin korunması bakımından asli fonksiyon açıklanan bu nedenlerle idare hukuku alanında bulunan birimlerce yerine getirilmektedir. Oysa çeşitli nedenlerle (ekonomik, politik, bürokratik vb.) bu birimlerin, kendilerine yüklenen bu temel ödevi layığınca yerine getiremedikleri sadece Türkiye için değil; dünyanın hemen hemen tüm ülkeleri için kabul edilmesi gereken bir gerçekliktir. Bilhassa çevre yönetimi ile mükellef ve yetkili idari birimler ile endüstri kuruluşları arasındaki ilişkinin sıklıkla çevresel öğelerin değil de, bu sanayi kuruluşlarının lehine olarak evrilmesi olgusu, idarenin ekonomik menfaatler karşısında çevrenin korunması amacını gözetmemesine ve bunlardan ödün verilmesine göz yummasına neden olmaktadır. Kullanma-koruma dengesinde meydana gelebilecek aksaklık ve suistimallerin sonuçları hem çok geniş kapsamlı olabilmekte ve hem de geriye döndürülemez yapısı itibariyle uzun vadeli olumsuzlukları beraberinde getirebilmektedir. İşte bu nedenle çevrenin korunmasında, ceza hukukuna da önemli bir rol düşmektedir. Ceza hukuku düzenlemeleri, çevrenin korunması bakımından kendilerinden vazgeçilemez niteliktedirler. Etkin bir çevre koruması, çevresel öğelerin ceza hukuku düzenlemelerinin sürece dahil edilmeleri ile mümkün olabilir. Bu konudaki temel sorunsal, ceza hukuku kurallarının ilgili sürece dahil olacakları noktanın belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır. Yani çevrenin korunmasına yönelik ceza hukuku düzenlemeleri, çevreye ilişkin faaliyetlerin ulaştığı hangi noktadan itibaren devreye girmelidir? Bu soruya verilecek cevap, hem çevre korumanın sınırlarının ve hem de çevre koruma amaçlı cezai düzenlemelerin yapısal niteliklerinin belirlenmesinde önem arz edecektir. Örneğin çevrenin korunmasına yönelik ceza hukuku kurallarının tehlike suçları olarak düzenlenmeleri, çevresel öğelerin kendilerine yönelen müdahalelere karşı korunması alanını arttırarak, çevrenin korunması-kullanılması kıyaslamasında ibrenin koruma yönüne doğru kaydığını gösterir. Aksi bir durumda yani çevreye ilişkin suç tiplerinin zarar suçu olarak kabullerindeyse, çevresel öğelerin korunma alanları daralmaktayken; ekonomik ve endüstriyel menfaatler daha geniş ölçüde dikkate alınmış olmaktadır. Bu çalışmanın girişinde de ifade edildiği gibi, ceza hukukunun çevrenin korunması bakımından sahip olduğu fonksiyon çevresel öğelerin mevcut durumlarının korunması olup; kötüye gidiş olasılıklarını önlemektir. Çevrenin korunmasında ve çevresel öğelerin durumlarının iyileştirilmesinde asli görev idare hukuku kural ve uygulayıcılarına düşmektedir. Ancak bunların yetersiz kaldığı yahut idare hukukunda belirlenen düzenlemelerin ihlal edildiği durumlarda, ceza hukuku kuralları devreye girmeli ve bireysel özgürlükleri kısıtlayabilmelidir. Bu da çevreye yönelmiş ağır müdahalelerin vuku bulması, yahut bu yönde ciddi bir tehlikenin ortaya çıkmasıyla birlikte gündeme gelmelidir. Ceza hukukuna hâkim olan „ultima ratio-son çare“ niteliği de bu yaklaşımı desteklemektedir. Bir başka deyişle, ceza hukuku çevrenin korunmasında bağımsız bir araç gibi düşünülmemeli; idare hukukunu tamamlayan, onu bütünleyen yardımcı bir işleve sahip olmalıdır.

Yukarda dile getirilen hususlar Türk ceza hukuku öğretisinde de genel kabul gören yaklaşımla uyumludur. Her ne kadar çevrenin korunmasında ceza hukukunun rolüne ilişkin ülkemizde yapılan çalışmalar nitelik ve nicelik açısından yeterli olmasa da; bu minvalde yapılmış çalışmalarda ceza hukukunun çevrenin korunmasında tamamlayıcı-tâli bir role sahip olması gerektiğine sıklıkla vurgu yapılmıştır. Çevre ceza hukukunun bu yapısal özelliği aşağıda inceleme konusu yapılacak, idare hukuku kural ve uygulamalarına bağlılığında karşımıza çıkmaktadır.



  1. Cevre Ceza Hukukunun İdare Hukukuna Bağlılığı

Çevrenin korunmasına yönelik cezai düzenlemelerin çıkış noktasında, idare hukuku uygulamalarıyla kendisine izin verilen çevresel öğelere etki eden (kirletme) faaliyetleri ile ceza hukuku ile tehdit altına alınması gereken çevre kirletme eylemleri arasında en uygun ayrımlandırmanın yapılması yatmaktadır. Bu ayrımlama beraberinde bir çifte kontrol mekanizmasını getirmektedir: Buradan olmak üzere ilk kontrol aşamasını idari organlar gerçekleştirmek durumundayken; bunu takiben etkin başka bir kontrol aşaması ceza hukuku eliyle gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde gelecek nesillerin de yaşam alanını meydana getiren çevrenin korunması etkin biçimde hayata geçirilemeyecektir. Buradan çevrenin korunmasına ilişkin cezai düzenlemelerin ikincilliği ortaya çıkmaktadır. Ancak ceza hukukunun çevrenin korunması bakımından tali nitelikli oluşu bununla sınırlı kalmamakta ve ilgili normların somut olaya uygulanabilmesi bakımından da, aynı konuya ilişkin idare hukuku kural ve işlemlerinin dikkate alınması gerekmektedir. Çevre ceza hukuku düzenlemelerinin, idare hukuku kural ve işlemlerine bağlılık derecesi öğretide tartışmalı bir hususu meydana getirmektedir.

2. 1. İdare Hukukuna Bağlılığın Gerekliliği

Çevresel öğelere dair idare hukuku düzenlemeleri gerek bu alanda yer alan mevzuatının esasını teşkil etmektedir. Çevrenin kullanılması amaçlı insan faaliyetlerinin sınır ve koşulları bu mevzuatta düzenlenmektedir. Kamu menfaatinin temsilcisi statüsündeki devlet, gerekli hallerde kendi bünyesindeki idari organlarca somut olaya uyarlanacak yasal düzenlemeleri gerçekleştirerek, çevresel unsurların yönetimi ve korunmasını gerçekleştirmektedir. Bu düzenlemelerin çevrenin korunmasına yönelik ceza hukuku düzenlemelerine etkisi Alman hukukunda temel sorunsalı meydana getirmektedir. Çünkü çevre ceza hukuku normları büyük ölçüde bu alana bağlılık arz etmektedir. Hukuk terminolojisi bakımından “bağlılık=akzessorietät” bir tali hukuk disiplininin, mündemiç olduğu temel hukuk disiplinine olan bağımlı oluşunu ifade eder. Bu şekildeki ilişki kural olarak tali hukukun, dahil olduğu asli hukuk kuralları gözönüne alınmaksızın uygulama alanı bulamamasını beraberinde getirir. Çevre ceza hukuku bakımından ise “idare hukukuna bağlılık” kavramından anlaşılması gereken, açık veya zımni ifadelerle ceza hukukunun uygulanmasında idare hukukunun sürece dahil edilmesi ve çevre ceza hukuku normlarının idare hukukunda belirlenmiş öncül kurallara bağlı olması şeklindeki karmaşık bir yapıdır. Peki bu şekildeki bir hukuk yapım tekniği çevre ceza hukuku düzenlemeleri bakımından niçin tercih edilmektedir? Bu sorunun yanıtını, içinde bulunulan düzenleme alanının sahip olduğu yapıda aramak gerekir. Çevre ceza hukuku normlarıyla yasaklanan eylemler, kategorik olarak bir eylemin yasaklandığı suç tiplerine benzerlik göstermezler. Örneğin çevresel öğelerin tüketiminde hukuka aykırılık sınırının belirlenmesinde, insan öldürme suçundaki gibi “Kimseyi öldürmemelisin!” şeklinde mutlak bir yasaktan hareket edilemez. Çevreye ilişkin bir eylemin hangi noktadan itibaren hukuka aykırı hale geleceğinin belirlenmesinde, idari birimler ve bunların personelinin kanuna uygun bir biçimde somut olaya uygulanacak koşulları belirlemesi anahtar role sahiptir. Yasakoyucu konuya ilişkin yaptığı ceza hukuku düzenlemelerinde suçun tipiklik koşullarını ve yasaklanmış eylemi soyut olarak ortaya koyarken; idarenin personeli tarafından gerçekleştirilen bu soyut hukuka aykırılık halini somut olay bakımından belirlemektir. Böylelikle ceza hukuku eliyle yasaklanmış eylemin, idare hukukunda belirlenmiş sınır ve koşulların ihlaline bağlı tutulması sonucu ortaya çıkar.

Çevreye ilişkin idare hukuku düzenlemelerinde, çevre unsurlarına zarar verecek veya bunları tehlikeye düşürecek her türden hareketin yasaklanması söz konusu olmaz. Bu durumun arkasında yatan neden, insan yaşamının devamlılığının ve endüstriyel faaliyetlerin çevre ceza hukukuyla korunan hukuksal değerler üzerinde zararlı etkilerde yahut kısıtlamalarda bulunmaksızın gerçekleştirilememesi yatmaktadır. Bu biçimdeki zararlı etkilerin ulaşabileceği azami sınırların belirlenmesi, ceza hukukunun dışında kalacak kararlara bağlıdır. Bu kararın ortaya çıkaracağı çevre yönetim sisteminin, ceza hukukunda da karşılık bulması hukuk düzeninin tekliği&tutarlılığının doğal bir sonucudur. Bundan ötürü ceza hukuku normları çevreye ilişkin idare hukuku düzenlemelerinin karşısında ikincil bir nitelik taşımak durumundadırlar. Çevre idare hukuku nizamında izin verilen bir hareketin, çevre ceza hukuku eliyle yaptırım tehdidi altına alınması isabetli olmayacaktır. Her ne kadar ceza hukuku öğretisinde çevre ceza hukuku normlarının idare hukukuna bağlılığının, bu hukuk disiplininin etkinliğini engelleyen bir sonucu beraberinde getirdiği yoğun biçimde iddia edilmişse de; idare hukuku kural ve işlemlerine bağlı olmayan çevre ceza hukuku düzenlemelerinin, sadece (soyut) tehlike suçu biçiminde düzenlenmiş suç tipleriyle mümkün olabilmesi bu yaklaşımın gerçekçi bulunmamasına neden olmuştur. Şöyle ki, tehlike suçu olarak düzenlenecek suç tipleri bir yandan somut olay kurguları bakımından faaliyetin sınırlarının bu faaliyette bulunan kişi ve kurumlarca belirlenmesinde güçlük arz ederken; öte yandan hem anayasa hukuku anlamında ve hem de ceza hukuku temel öğretisi bakımından birçok çekinceyi beraberinde getirecektir. Çevre ceza hukukunun idare hukuku düzeninden bağımsızlaştırılması, çevreye ilişkin faaliyette bulunan birey ve kuruluşların girişimlerinin sadece idari birimlerden alacakları izin/onay işlemleriyle sınırlı kalmaması ve bunların aynı zamanda elde edecekleri iznin varlığına rağmen bir de yapacakları faaliyetin ceza hukuku kurallarıyla uyumluluğunu araştırmalarını beraberinde getirecektir. İçinde bulunulan alanın karmaşık yapısı hatıra getirildiğinde, alanında uzman idari birim personelince verilmiş bu yöndeki izne rağmen kişilerden bu yönde fazladan bir incelemede bulunmalarını beklemek gerçekçi olmayacağı gibi, hakkaniyete de uygun olmayacaktır.

Çevre ceza hukukunun, idare hukukundan bağımsız yapıya kavuşturulması aynı zamanda yasakoyucunun ceza hukuku düzenlemelerinde içeriği somut olarak netliğe kavuşturulmamış birçok kavram ve teknik düzenlemesine yer verilmesine neden olacaktır. Bu nevi’den bir yaklaşımın isabetli olmadığı da aşikardır. Esasen yapılması gereken yasakoyucunun çevre ceza hukuku kurallarında, suç tipinin esaslı unsurlarını göstermesi ve ayrıntıların düzenlenmesini idari birimlere bırakması olacaktır.



2. 2. İdare Hukukuna Bağlılığın Türleri

Çevre ceza hukuku düzenlemelerinin idare hukuku kural ve işlemlerine bağlılığının bir gereklilik olduğunu dile getirdikten sonra, bu bağlılığın ortaya çıkış biçimlerini incelemekte fayda vardır. Konuya ilişkin ceza hukuku kurallarına bakıldığında, bağlılığın birçok biçimde gerçekleştiği görülmektedir. Bunlardan bir kısmında bağlılığın derecesi ve ceza hukuku kurallarına etkisi zayıfken; bir kısmında bağlılığın ceza hukuku kurallarının uygulanmasına yansıması daha yoğun olmaktadır.



a) İdare Hukuku Kavramlarına Bağlılık: Kavramsal bağlılık, idare hukukunda kullanılan çevreye ilişkin kavram tanımlamalarına çevre ceza hukuku normları bakımından da geçerlilik tanınmasıdır. Buradan olmak üzere hukukumuz bakımından örneğin TCK mad. 181/1’de yer alan “çevre” kavramının içeriği ancak Çevre Kanununun 2’nci maddesinde kavrama ilişkin yapılan tanımlama kabul edilmek suretiyle doldurulabilir. Bu şekildeki bir bağlılık, düzenleme konusu kavramların teknik ve uzmanlık gerektiren boyutu nedeniyle isabetli bir tercihi de yansıtmış olacaktır. Buna karşın TCK mad. 183’de yer alan “gürültü” kavramı bakımından aynı tespitte bulunmak mümkün olmamaktadır. Ceza Kanununda çevrenin korunmasına ilişkin bir çok kavramın temel açıklamalarına Çevre Kanununda ulaşmak mümkünken; “gürültü” kavramının içeriğinin belirlenmesi için “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği”nin 4-m maddesine bakmak gerekecektir. Dolayısıyla burada kavram içeriğinin belirlenmesinde yasakoyucunun bir tercihi değil; idarenin tercihleri bağlayıcı olacaktır. Her ne kadar bu durum kanunilik ilkesi bakımından büyük sıkıntı yaratmasa da; ilgili kavramın içeriğinin de temel unsurları itibariyle Çevre Kanununda belirlenmesi hukuk güvenliği bakımından tercihe şayan olurdu.

Kavramsal bağlılık açısından öğretide tartışma konusu olan yegane husus, idare hukuku kurallarında yapılan tanımlamaların, ceza hukuku kuralları bakımından uygunluk arz etmediği hallerdir. İdare hukuku düzenlemeleri ile ceza hukuku düzenlemeleriyle ulaşılmak istenilen amaç, birbirinden farklılık arz edebileceği gibi, bunların örtüştüğü hallerde dahi düzenleme alanlarının sahip olduğu kendine has özellikler nedeniyle içeriksel bağlılığın kabulü isabetli olmayabilir. Bu duruma örnek olarak Alman ceza hukukunda “atık” kavramının içeriğinin belirlenmesinde, kavrama ilişkin idare hukuku düzenlemelerindeki yaklaşımın temel alınması; ancak idare hukukundaki kavram tanımlamasından ayrı bir içerik belirlenmesi yapılmasının gerekliliği verilebilinir.



b) İdare Hukuku Düzenlemelerine Bağlılık: Bağlılığın bu türünde, çevre ceza hukuku düzenlemelerinin uygulanması bakımından çevre idare hukuku düzenlemelerinin belirleyici olması söz konusu olmaktadır. Bu çerçevede suç tipindeki unsurların içeriklerinin belirlenmesi doğrudan bu suç tiplerinden anlaşılamamakta; fakat meseleye ilişkin idare hukuku düzenlemelerinde unsurların içeriğinin tespiti gerçekleştirilmektedir. Bu belirleme, ceza hukuku normu metninde ifadesini bulan şekli ya da maddi bağlantı suretiyle kendisini göstermektedir.

İdare hukuku düzenlemelerine bağlılık arz eden suç tipleri bakımından, failin cezalandırılması konuya ilişkin düzenlemeler içeren idari kanunların yahut bu kanunlara dayanılarak çıkarılmış idare hukuku yönetmeliklerinin ihlaline bağlıdır. Bu şekildeki çerçeve hükümlere başvurulmasıyla amaçlanılan kazanç, çok hızlı bir biçimde değişim gösteren ticari yaşam, teknik yenilikler ve bilimsel verilerden kaynaklanacak gerekliliklere cevap verebilecek esnek ve gerçekçi bir yapının oluşturulmasıdır. İşte bu nedenle, çevre ceza hukuku düzenlemelerinin, idare hukuku düzenlemelerine bağlı olmaları ceza hukuku öğretisi bakımından isabetlidir. Aksi takdirde çevresel öğelerin korunma alanlarının belirlenmesinde asli belirleyici olarak kabul edilen çevre idare hukukunun, bu niteliği göz ardı edilmiş olur.

TCK’da yer alan çevrenin korunmasına yönelik suç tipleri bakımından da, idare hukuku kurallarına bağlılık büyük önem arz etmektedir. Bilhassa çevrenin kasten kirletilmesini konu edinmesi itibariyle temel düzenleme olan 181/1’inci maddede yer alan “ilgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak” ve gürültü kirliliğine yönelik 183’üncü maddedeki “ilgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak” ifadeleri bu düzenlemeleri idare hukuku düzenlemelerine bağlı ceza hukuku normları haline getirmektedir. Bu düzenlemelerde dikkati çeken bir husus, Alman ceza hukuku düzenlemelerinden farklı olarak bir Kanuna aykırı durumun cezalandırılabilirlik bakımından şart koşulmasıdır. Oysa Alman Ceza Kanununda esasen idare hukukundan kaynaklı yükümlülüklere aykırılık cezalandırılabilirliğin ana koşulu olarak karşımıza çıkmaktadır. İlgili düzenlemelerde yer alan “kanun” ibaresi lafzi anlamıyla yasakoyucu tarafından gerçekleştirilen yasama faaliyeti sonucu olarak tanımlandığında, bu suç tiplerinin hemen hemen hiç uygulama alanı bulmayacağı aşikardır.

Her ne kadar öğretide çerçeve kanun yapma tekniğine yönelik bilhassa kanunilik ilkesi bakımından eleştiriler dile getirilmişse de; bu şekildeki kanun yapma tekniği Anayasa Mahkemesince de Anayasaya aykırı bulunmamıştır.



c) İdari İşlemlere Bağlılık: Çevre ceza hukuku düzenlemelerinin, idare hukukuna bağlılığının bu şeklinde cezai normların uygulanmasında, idari işlemlerin etkisi görülmektedir. Yasakoyucunun çevre ceza hukuku normlarını düzenlerken, cezalandırılabilirliği bir iznin yokluğuna yahut bir yasağın ihlaline bağlı kıldığı hallerde ceza normunun uygulanırlığı idarenin işlemlerine bağlı kılınmış olur. Nitekim TCK’da çevreye ilişkin suç tiplerinde de idari işlemlere bu yönde yer verilen düzenlemelere rastlamak mümkündür. Buradan olmak üzere örneğin TCK mad. 181/2’ de yer alan suç bakımından failin cezalandırılabilirliği ancak atıkları “izinsiz” olarak ülke sınırları içerisine sokması halinde kabul edilmektedir. Buradaki izin unsuru, bu neviden izni vermeye yetkili olan idari organların (Çevre Kanunun 12 ve 13’üncü maddelerine göre yetkilendirilmiş idari birimler) yapacağı idari işleme yollama yapmaktadır. Benzer bir biçimde TCK mad. 184’de yer alan imar kirliliğine neden olma suçu bakımından da “yapı ruhsatiyesi olmaksızın” yahut “ yapı ruhsatiyesine aykırı olarak” bina yapma faaliyeti cezai tehdit altına alınmıştır.

Ne kadar açık düzenlenmiş olursa olsun çevreye ilişkin normların somut olaylara uygulanmasında, idarenin ruhsat-onay-izin gibi işlemleri gereklidir. Bu gerekliliğin bir sonucu olarak idarenin personeline, ilgili işlem süreçlerinde bir takdir yetkisi alanı tanınmaktadır. Bu takdir yetkisinin içerisine yukarıda zikredilen idari işlemlere karar vermek de girmektedir. Kamu görevlilerine bu neviden bir takdir yetkisinin tanınmasının arka planında ise bilhassa çevreye ilişkin önemli faaliyetlerin kompleks yapısı ve uzun yıllara dayanan tecrübe nedeniyle, faaliyete ilişkin adil bir kararın ancak ilgili yöredeki kamu görevlileri tarafından alınabilecek olmasına dair kabul yatmaktadır. İdari işlemlere bağlılık bakımından temel sorun bu yetki alanı içinde kalan kamu görevlisinin, vermiş olduğu kararın her ne kadar şekli hukuka uygun olsa da; maddi hukuka uygun olmaması halinde karşımıza çıkmaktadır.

Yukarıda sorun olarak ortaya konulan mesele Türk ceza hukuku öğretisinde yeterince irdelenmemiş olup; genel kabul hukuka aykırı bir idari işleme ceza hukuku kuralları bakımından geçerlilik tanınmaması şeklindedir. Dolayısıyla çevreye ilişkin faaliyette bulunan kişi ya da kuruluş, meşru bir biçimde elde ettiği idari izin-onay-ruhsat içerik olarak maddi hukuka aykırıysa artık buradan kaynaklı bir hakkın varlığını iddia edemeyecek ve eylemi hukuka uygun hale gelmeyecektir.

3. Ceza Hukukuyla Korunan Hukuksal Değer ve Çevre Ceza Hukuku Düzenlemeleri

Çevre hukukunda kabul edilecek hukuksal değere dair tartışmalar, aynı zamanda çevreye yönelik suç tiplerinin geçerlilik alanlarının belirlenmesi bakımından büyük önem arz edecektir. TCK’da yer alan bazı çevre suçları bakımından bu korunan hukuksal değer oldukça açıkken (örneğin TCK mad. 184’de yer alan gürültü kirliliğine neden olma suçu bakımından insan sağlığı); temel suç tipi olan TCK mad. 181/1’de yer alan çevrenin kasten kirletilmesi suçu bakımından bu türden bir açıklıktan bahsetmek mümkün değildir. Oysa bu yönde verilecek karar ilgi suç tipinin uygulama alanı bakımından oldukça belirleyicidir. Örneğin ekonsentrik bir hukuksal değer yaklaşımının tercihi halinde çevresel öğelerin karşı karşıya kaldıkları tehlike ya da zarar durumlarında, bunların insan sağlığı bakımından da tehlike ya da zarar vermeye elverişliliği aranmayacak; sadece çevresel bileşenler bakımından bir tehlikenin varlığı cezalandırma için yeterli kabul edilecektir. Aksi kabulde ise çevresel öğelerin herhangi bir biçimde zarar görmesi yahut tehlikeye uğraması değil; insan yaşamı ve menfaati bakımından bir riskin ortaya çıkması ceza normunun uygulanması açısından şart koşulacaktır. Gerek madde gerekçesinde ve gerekse buradan hareket eden öğretideki hakim görüş bu suç tipi bakımından insanın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkından bahisle antropsentrik bir hukuksal değer yaklaşımını kabul etmekte ve örneğin suların kirletilmesi bakımından herhangi bir kirletmeyi değil; balıkların ölümüne neden olacak bir kirletmeyi düzenlemenin uygulama alanına dahil etmektedir.



II. Türk Ceza Kanununda Yer Alan Çevre Suçları

Eski TCK’da çevre suçlarına yer verilmemiş iken, 5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitabının Toplum Karşı Suçlar başlıklı üçüncü kısmında Çevreye Karşı Suçlar başlığı altında ilk defa çevre suçlarına yer verilmiştir. Bu bağlamda, 181. maddede çevrenin kasten kirletilmesi suçu, 182. maddede çevrenin taksirle kirletilmesi suçu, 183. maddede gürültüye neden olma suçu ve 184. maddede imar kirliliğine neden olma suçu düzenlenmiştir. Çevre suçlarının kendine özgü bir bölüm altında düzenlenmesi, korunan hukuksal yarar açısından çevrenin kirletilmesini başlı başına bir haksızlık değerine kavuşturmaktadır. Ayrıca, yeni TCK’nın 1. maddesinde çevrenin korunması bu kanunun amaçları arasında sayılmıştır.

TCK’nın Topluma Karşı Suçlar başlığını taşıyan üçüncü kısmının Genel Tehlike Yaratan Suçlar başlıklı birinci bölümünde ise, çevrenin korunması ile belli bir ilgiye sahip bazı suçlara yer verilmiştir. Bunlar, radyasyon yayma(md. 172), atom enerjisi ile patlamaya sebebiyet verme(md. 173) ve tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi(md. 174) suçlarıdır.

1. Çevrenin Kasten Kirletilmesi Suçu

TCK’nın 181. maddesinde çevrenin kasten kirletilmesi başlığı altında şu hükme yer verilmiştir:

(1) İlgili kanunlarla belirlenen teknik usullere aykırı olarak ve çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten veren kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Atık veya artıkları izinsiz olarak ülkeye sokan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Atık veya artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza iki katı kadar artırılır.

(4) Bir ve ikinci fıkralarda tanımlanan fiillerin, insan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işlenmesi hâlinde, beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına ve bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.

(5) Bu maddenin iki, üç ve dördüncü fıkrasındaki fiillerden dolayı tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.”

Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere çevrenin kasten kirletilmesi suçu 181. maddede beş fıkra altında düzenlenmiştir. Maddenin 1. fıkrasında atık ve artıkların toprağa, suya ve havaya kasten verilmesi suçuna, 2. fıkrada ülkeye izinsiz olarak atık veya artıkların sokulması suçuna, 3. fıkrada atık ve artıkların toprağa, suya ve havaya kasten verilmesi suçunun nitelikli haline yer verilmiş, 4. fıkrada 1 ve 2. fıkralarda tanımlanan suçların konusunu oluşturan atık veya artıkların sahip olacağı bazı özelliklerin bu suçlar açısından daha ağır cezayı gerektiren ayrı bir nitelikli hal olarak kabul edilmiştir. Son olarak 5. fıkrada, tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbirlerinin uygulanacağına yer verilmiştir.



1. 1. Atık veya Artıkların Toprağa, Suya ve Havaya Kasten Verilmesi Suçu (TCK mad. 181/1)

a) Suçun maddi unsurları

i) Suçun konusu: Bu suçun konusunu oluşturan çevre kavramı, çevre kanunun 2. maddesinde Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam olarak tanımlanmıştır. Atık kavramı ise, herhangi bir faaliyet sonucunda oluşan, çevreye atılan veya bırakılan her türlü madde olarak tanımlanmıştır. Bu düzenlemede kullanılan hava, su ve toprak kavramlarının geniş yorumlanması gerekmektedir. Örneğin, su kavramının kapsamına yalnızca akarsuların ve göllerin değil, aynı zamanda denizlerin ve yer altı sularının da alınması gerekmektedir.

ii) Fiil: Fiil, atık veya artıkların toprağa, suya ve havaya verilmesinden ibarettir. Verme, atık veya artığın toprağa, suya veya havaya temas etmesini sağlayan her türlü eylem olarak geniş yorumlanmalıdır. Dolayısıyla toprak, hava veya su ile atık veya artığın temas edebileceği şekilde bırakma, atma, salıverme, gömme gibi her türlü eylem “verme” fiilinin kapsamı içindedir. Ancak atık veya artıkların toprağa, suya ve havaya verilmesi fiilinin suç oluşturması için eylemin ilgili kanunlarda belirlenen teknik usullere aykırı olması ve çevreye zarar verecek şekilde gerçekleşmesi gerekir. Öğreti ve uygulamada genel kabul gören yaklaşıma göre, eylemin tanımında ortaya çıkması gerekli bir neticeye yer verilmemiş olması nedeniyle burada bir (somut) tehlike suçu söz konusudur.

Atık veya artıkların ilgili kanunlarla belirlenen teknik usullere uygun olarak doğal ortama bırakılması halinde hukuka aykırı bir eylem olmayacağı için, çevrenin kasten kirletilmesi suçundan söz edilemez.



iii) Fail: TCK’nın 181 ve 182. maddelerinde tarif edilen çevrenin atık ve artıklarla kirletilmesi suçlarında fail bakımından belli bir sıfat veya nitelik aramamaktadır. Bu suçların faili herkes olabilir.

iv) Mağdur: TCK’nın 181 ve 182. maddelerinde düzenlenmiş olan çevrenin kasten veya taksirle kirletilmesi suçlarının mağduru herkes olabilir. Esasen bu suçlar sonucu çevrede meydana gelen kirlenmeden tüm canlılar ve insanlar olumsuz etkilendiğinden toplumu oluşturan herkes, geniş anlamda mağdur edilmektedir,

b) Suçun manevi unsuru: Suçun manevi unsuru ise kasttır. TCK md. 21’de kast, suçun kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi şeklinde tanımlanmıştır. Buna göre fail, atık ve artıkları alıcı ortamlar olan toprak, su veya havaya verme fiilini bilerek ve isteyerek icra etmeli, ayrıca fiilinin bu konuyla ilgili kanunlarda belirlenen teknik usullere aykırı olduğunu ve çevreye zarar verecek nitelikte olduğunu bilmelidir. Ancak failin çevreye zarar verme amacıyla hareket etmiş olması aranmaz. Bu suç doğrudan kastla işlenebileceği gibi olası kastla da işlenebilir. Olası kast, kişinin suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halidir

c) Suçun nitelikli unsurları: 181. maddenin 1. fıkrasında belirlenen suçun cezayı ağırlaştırıcı nitelikli unsuru maddenin 3. fıkrasında yer almaktadır. Buna göre, atık ve artıkların toprakta, suda veya havada kalıcı özellik göstermesi halinde 1 ve 2. fıkrada öngörülen cezalar iki kat artırılır. 181. maddenin 4. fıkrasında ise, 1 ve 2. fıkralarda öngörülen fiillerin, insan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıklarla ilgili olarak işlenmesi halinde beş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına ve bin güne kadar adlî para cezasına hüküm olunacağı ifade edilmiştir. 181. maddenin 3 ve 4. fıkralarında öngörülen nitelikli unsurların uygulanması için ilgili atık veya artıkların bu maddelerde öngörülen neticeleri doğurmaya elverişli olması yeterlidir. Yani, bu tür bir netice ortaya çıkmamış olsa dahi atık veya artığın bu tür bir neticeyi doğurmaya elverişli olması cezanın artırılması için kâfidir.

1. 2. Atık veya Artıkların İzinsiz Olarak Ülkeye Sokulma Suçu (TCK mad. 181/2)

TCK’nin 181. maddesinin 2. fıkrasına göre, atık veya artıkları izinsiz olarak ülkeye sokan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Çevre Kanunu’nun 13. maddesinde Tehlikeli Kimyasallar Ve Atıklar başlığı altında bu hükmün uygulama alanı ile yakından alakalı oldukça ayrıntılı bir düzenlemeye yer verilmiştir. 13. maddede, Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın bazı yakıtların, maddelerin, atıkların, tehlikeli kimyasallar ile bu kimyasalları içeren eşyaların ithalini, Bakanlığın görüşünü alarak yasaklayabileceği veya kontrole tâbi tutabileceği belirtilerek, tehlikeli atıkların ithalatının yasak olduğu ifade edilmiştir.



a) Suçun maddi unsuru: 181. maddenin 2. fıkrasında, suçun konusunu oluşturan atık veya artıkların niteliği belirtilmemiştir. Buradan hareketle, 181. maddenin 2. fıkrasının tüm atık ve artıklar üzerinde uygulama olanağına sahip olduğunun kabulü gerekir. Bununla birlikte, yalnızca tehlikeli atıkların uluslararası mevzuata göre izin ve bildirim sistemine tabi olduğunun ve Çevre Kanunu’nun da net ve açık bir biçimde yalnızca tehlikeli atıkların ithalatını yasakladığının göz önünde bulundurulmasında fayda vardır.

Fiil, atık veya artıkların izinsiz olarak yurda sokulmasıdır. Suçun tamamlanması için bu bağlamda atık veya artıkların izinsiz olarak yurda sokulması yeterli olup, ayrıca bir zararın doğmuş olması şart değildir. TCK m. 181 f. 2 ile atık ve artıkların izinsiz olarak ülkeye sokulması fiili bir soyut tehlike suçu olarak tanımlanmaktadır. Buna göre atık ve artıkların izinsiz olarak ülkeye sokulması ile çevre açısından tehlike gerçekleşmiş kabul edilmekte ve suç oluşmaktadır. Ülke deyiminden ise, devletin kara, hava ve deniz ülkesinin bütünü anlaşılmalıdır.

181. maddenin 2. fıkrasında ilgili mevzuat hükümlerine göre ülkeye izinsiz veya hukuka aykırı atık veya artık sokulması söz konusu olduğundan, ilgili mevzuata uygun veya izin alınarak ülkeye atık sokulması halinde bu hüküm uygulama olanağı bulamayacaktır.

c) Suçun manevi unsuru: Suçun manevi unsuru kasttır. TCK m. 181 f. 2’de düzenlenen atık ve atıkların izinsiz olarak ülkeye sokulması suçu da, doğrudan veya olası kastla işlenebilir.

1. 3. Tüzel Kişiler Hakkında Güvenlik Tedbirleri (TCK mad. 181/5)

181. maddenin son fıkrasında ise, 2, 3 ve 4. fıkralarda tanımlanan suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmedileceği kabul edilmiştir. Tüzel kişiler hakkındaki güvenlik tedbirleri TCK’nın 60. maddesinde düzenlenmiştir. TCK’nın 60. maddesinin metni şu şekildedir:

(1) Bir kamu kurumunun verdiği izne dayalı olarak faaliyette bulunan özel hukuk tüzel kişisinin organ veya temsilcilerinin iştirakiyle ve bu iznin verdiği yetkinin kötüye kullanılması suretiyle tüzel kişi yararına işlenen kasıtlı suçlardan mahkûmiyet hâlinde, iznin iptaline karar verilir. (2) Müsadere hükümleri, yararına işlenen suçlarda özel hukuk tüzel kişileri hakkında da uygulanır. (3) Yukarıdaki fıkralar hükümlerinin uygulanmasının işlenen fiile nazaran daha ağır sonuçlar ortaya çıkarabileceği durumlarda, hâkim bu tedbirlere hükmetmeyebilir. (4) Bu madde hükümleri kanunun ayrıca belirttiği hâllerde uygulanır.”

Çevre suçlarının büyük bir kısmı tüzel kişiler tarafından işlenmektedir. Dünyada ve Avrupa düzeyinde geçerli olan genel eğilim de tüzel kişilerin ceza sorumluluğunun kabulü yönündedir. Öte yandan, tüzel kişilerce işlenen suç dolayısıyla cezalara hükmedilmesi Anayasa’nın 38. maddesinde yer alan ceza sorumluluğunun şahsiliği ilkesine aykırı bir durum ortaya çıkaracaktır. Bu durumu göz önünde bulunduran yasa koyucu TCK’de tüzel kişiler hakkında güvenlik tedbiri niteliğinde yaptırımlara hükmedileceğini belirtmiştir. 60. maddede öngörülen ilk güvenlik tedbiri faaliyet izninin iptalidir. Bunun için bir iznin verilmiş olması şarttır. Bu izin, bir özel hukuk tüzel kişisine belirli bir faaliyette bulunabilmesine yönelik olarak verilmiş olmalıdır. İkinci koşul ise, bu iznin sağladığı yetkinin kötüye kullanılması suretiyle tüzel kişi yararına kasıtlı bir suçun işlenmesidir. Özel hukuk tüzel kişileri için öngörülen diğer bir güvenlik tedbiri ise müsaderedir. Müsadere TCK 54 ve 55. maddelerinde eşya müsaderesi ve kazanç müsaderesi başlıkları altında ele alınmıştır. Tüzel kişilere ilişkin olarak müsadere hükümlerine başvurulabilmesi için, TCK md. 55 veya 54’de belirtilen şartların gerçekleşmesi haricinde suçun tüzel kişi yararına işlenmiş olması gerekmektedir.



2. Çevrenin Taksirle Kirletilmesi Suçu

Çevrenin taksirle kirletilmesi suçunun düzenlendiği TCK’nin 182. maddesinde iki fıkra altında şu hükme yer verilmiştir:

1) Çevreye zarar verecek şekilde, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesine taksirle neden olan kişi, adlî para cezası ile cezalandırılır. Bu atık veya artıkların, toprakta, suda veya havada kalıcı etki bırakması hâlinde, iki aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. (2) İnsan veya hayvanlar açısından tedavisi zor hastalıkların ortaya çıkmasına, üreme yeteneğinin körelmesine, hayvanların veya bitkilerin doğal özelliklerini değiştirmeye neden olabilecek niteliklere sahip olan atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya taksirle verilmesine neden olan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

182. maddenin metninden de anlaşılacağı üzere, 1. fıkranın 1. cümlesinde çevrenin taksirle kirletilmesi suçu düzenlenmiş iken, 1. fıkranın 2. cümlesi ve 2. fıkrada suçun nitelikli haline yer verilmiştir.

Bunun haricinde, taksirli sorumluluğun kapsam ve unsurlarını belirleyen TCK md. 22’de ise şu düzenlemeye yer verilmiştir:

(1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır. (2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir. (3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır. (4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir. (5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir. (6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir.”

Çevrenin taksirle kirletilmesi suçunun maddi unsuru, çevreye zarar verecek şekilde atık veya artıkların suya, havaya veya toprağa verilmesi ile gerçekleşmekte olup ayrıca bir zararın çıkmasına gerek yoktur (somut tehlike suçu).

Suçun manevi unsuru ise taksirdir. Taksirden ne anlaşılması konusunda 22. maddede yer alan ifadeye başvurmak gerekir. Failin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir söz konusu olacaktır. Bu durumda faile verilecek ceza üçte birden yarısına kadar arttırılır.

Çevrenin taksirle kirletilmesi suçunun nitelikli hali ise, 182. maddenin 1. fıkrasının 2. cümlesinde ve 2. fıkrada düzenlenmiştir. Buna göre, 1. fıkranın 2. cümlesinde dile getirilen nitelikli halin söz konusu olması halinde iki aydan bir yıla kadar hapis cezasına, 2. fıkrada belirtilen nitelikli halin uygulama alanı bulması durumunda ise bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmedilecektir.

3. Gürültüye Neden Olma Suçu

Gürültüye neden olma başlıklı TCK’nin 183. maddesinde şu hükme yer verilmiştir: “İlgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olan kişi, iki aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”

Madde metni dikkate alındığında, 183. maddede insan sağlığının gürültü kirliliğine karşı korunmasının temel kaygıyı oluşturduğu görülür. 183. madde bu bağlama, gürültü kirliliğinin önlenmesi amacına yönelik olarak mevzuat hükümlerine aykırı biçimde bireylerin sağlığını bozmaya elverişli yükseklikte gürültü yayanların cezalandırılmasını öngörmektedir.

Suçun maddi unsurlarından olan fiilin oluşması için iki koşulun gerçekleşmesi şarttır. Bunlardan ilki, ilgili mevzuattaki yükümlülüklere aykırılık ve başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli olmadır. Gürültü ile ilgili yükümlülükler, Çevre Kanunu ve ona istinaden çıkarılmış olan “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği”nde yer almaktadır. Suçun tamamlanabilmesi için belli bir kimsenin veya kimselerin sağlığının zarara uğraması gerekli değildir. Önemli olan sağlığı bozmaya elverişli düzeyde gürültü yapılmasıdır. Bu nedenle, zarar gerçekleşmezse dahi ilgili fiilin cezalandırılması yoluna gidilecektir. Bu bakımdan gürültüye neden olma suçu, kanunda bir somut tehlike suçu olarak düzenlenmiştir. Gürültüye neden olma suçunun faili, herkes olabilir.

Aynı şekilde anılan faaliyetler nedeniyle sağlığının zarar görmesine elverişli gürültüye maruz kalan herkes mağdur olabilir.

TCK’nin 183. maddesinde öngörülen bu suç, kasten işlenebilen bir suçtur. Burada fail neden olduğu gürültünün bu konuda ilgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklere aykırı olduğunu bilmelidir. Ayrıca, fail, ilgili kanunlarla belirlenen yükümlülüklerine aykırı olarak neden olduğu gürültü sonucunda başkalarının sağlığının zarar görebileceğini de bilmelidir. Belirtilen bu hususlara ilişkin kast, doğrudan kast olabileceği gibi, olası kast da olabilir.

4. İmar Kirliliğine Neden Olma Suçu

TCK’nin 184. maddesinde İmar kirliliğine neden olma başlığı atında şu hükme yer verilmiştir:

(1) Yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıran kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır. (3) Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(4) Üçüncü fıkra hariç, bu madde hükümleri ancak belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tâbi yerlerde uygulanır. (5) Kişinin, ruhsatsız ya da ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, bir ve ikinci fıkra hükümleri gereğince kamu davası açılmaz, açılmış olan kamu davası düşer, mahkum olunan ceza bütün sonuçlarıyla ortadan kalkar.”

184. maddenin metni göz önünde bulundurulduğunda, 1. fıkrada ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapma suçuna, 2. fıkrada ruhsatsız inşaatlara elektrik, su ve telefon bağlantısı yapma suçuna, 3. fıkrada yapı kullanma izni alınmamış binalarda sınai faaliyete izin verme suçuna yer verilmiş iken, 4. fıkrada 1 ve 2. fıkra hükümlerinin yalnızca belediye sınırları içinde veya özel imar rejimine tâbi yerlerde uygulanacağı, 5. fıkrada ise bir etkin pişmanlık halinin düzenlendiği görülür. Madde gerekçesinde, imar mevzuatında belirlenen usul ve koşullara aykırı olarak inşa faaliyetinde bulunma eylemlerinin suç olarak düzenlendiğinden bahsedilmiştir.

184. maddenin 4. fıkrasında, 184. maddenin 3. fıkra dışındaki hükümlerinin belediye sınırları içinde ve özel imar rejimine tabi yerlerde uygulanacağı belirtilmiştir. Özel imar rejimine tabi yerlerden kasıt, belediyeler dışında imar planı yapma yetkisine sahip kamu kurumlarının planlama yetkileri dâhilinde bulunan yerlerdir. Organize sanayi bölgeleri, turizm alanları, özel çevre koruma bölgeleri ve GAP bölgesi özel imar rejimine tabi yerlere örnektir. Ancak endüstri tesisleri açısından bu sınırlama kabul edilmediğinden, köy sınırları dahilinde inşa edilen sınai ürünlerin üretiminin yapıldığı tesisler bakımından bu madde hükümleri uygulanamayacaktır.

4. 1. Ruhsatsız veya ruhsata aykırı bina yapma Suçu

184. maddenin 1. fıkrası, yapı ruhsatiyesi olmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapan veya yaptıranların cezalandırılacağı öngörülmektedir.

Suçun konusu bina yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı yapılan binadır. İmar mevzuatında bina kavramının tanımı yapılmamıştır. Yapı kavramı ise, İmar Kanunu’nun 5. maddesinde karada ve suda, daimi veya muvakkat, resmi ve hususi yeraltı ve yerüstü inşaatı ile bunların ilave, değişiklik ve tamirlerini içine alan sabit ve hareketli tesisler olarak tanımlanmıştır. Bina ise, kendi başına kullanılabilen, üstü örtülü ve insanların içine girebilecekleri ve insanların oturma, çalışma, eğlenme ve dinlenmelerine veya ibadet etmelerine, hayvanların ve eşyaların korunmasına yarayan yapılar olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda, yapı binayı da kapsayan bir kavramdır. Yapı ruhsatiyesi ise, imar mevzuatı açısından yapılması izne bağlı bir yapıya başlanabilmesi için yetkili idareden izin verildiğini gösteren belgedir.

Suçu oluşturan fiil ise binanın yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak yapılması veya yaptırılması ile gerçekleşmiş olur. Buna göre, yalnızca yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak binayı inşa eden, yapan, müteahhit, taşeron, usta veya kalfa değil, inşaat sahibinin yaptıran olarak da bu suçtan fail olarak sorumlu tutulması gerekecektir. Madde gerekçesinde ayrıca, bu tür inşaat faaliyetlerine kontrol ve denetim hizmeti veren teknik kişilerin de bu suçtan dolayı fail sıfatıyla cezalandırılacağı ifade edilmiştir. 184. madde ile düzenlenen suçların mağduru ise toplum ve toplumu oluşturan tüm bireylerdir. Ruhsat alınmış yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması da yeniden ruhsat alınmasına bağlı olduğu için böyle bir durumda yine suç oluşacaktır. Bununla birlikte derz, iç ve dış sıva, boya, badana, olur, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilen taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratların yapılması ruhsata tabi değildir (İmar Kanunu madç 21). Dolayısıyla bu faaliyetlerde bulunulması halinde suç oluşmayacaktır.

Suçun manevi unsuru, kasıttır. Buna göre suçun konusu olan binanın yapımında yer alan fail, inşa faaliyetinin yapı ruhsatı olmadan veya ruhsata aykırı olarak yürütüldüğünü bilmelidir.

4. 2. Ruhsatsız inşaatlara elektrik, su ve telefon bağlantısı yapma suçu

184. maddenin 2. fıkrasında, yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişilerin cezalandırılması düzenlenmiştir. Buna göre, yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına izin veren kişiler birinci maddede belirtilen ceza ile cezalandırılacaktır. Bağlantı yapılmasına izin vermekten anlaşılması gereken yetkili kişinin bağlantıya göz yumma veya bağlantı yapılmasına rıza gösterme eylemidir. Bu nedenle burada cezalandırılan eylem, yetkili kişinin ruhsatsız inşaat şantiyesine yapılan bağlantıya göz yumma, engel olmama ve rıza gösterme hareketidir. Bu suç, ruhsatsız inşaatın şantiyesine elektrik, su veya telefon bağlanması ile tamamlanır. 184. maddenin 2. fıkrasında tanımlanan bu suçun faili ise, yapı ruhsatiyesi olmadan başlatılan inşaatlar dolayısıyla kurulan şantiyelere elektrik, su veya telefon bağlantısı yapılmasına müsaade eden kişidir. Burada fail kamu görevlisi olabileceği gibi, özel hukuk tüzel kişilerinin bu hizmetlerle ilgili işlemlerde imza, onay ve kontrol yetkisine sahip çalışanları da olabilir. Bu suçun manevi unsuru ise kasıttır. Burada, elektrik, su veya telefon bağlantısına izin veren failin, şantiyenin yapı ruhsatı alınmadan başlatılan bir inşaata ait olduğunu bilerek ve isteyerek izin vermesi gereklidir.



4. 3. Yapı kullanma izni alınmamış binalarda sınai faaliyete izin verme suçu

184. maddenin 3. fıkrasında yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir endüstriyel faaliyetlerin yürütülmesine müsaade eden kişilerin cezalandırılacağı öngörülmektedir. İmar Kanunu’nun 30. maddesinde yapı kullanma ruhsatı ile ilgili olarak şu hükme yer verilmiştir:

Yapı tamamen bittiği takdirde tamamının, kısmen kullanılması mümkün kısımları tamamlandığı takdirde bu kısımlarının kullanılabilmesi için inşaat ruhsatını veren belediye, valilik (...) bürolarından; 27. maddeye göre ruhsata tabi olmayan yapıların tamamen veya kısmen kullanılabilmesi için ise ilgili belediye ve valilikten izin alınması mecburidir.” İmar Kanunun 27. maddesinde ise, belediye ve mücavir alanlar dışında köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli oturanların köy yerleşik alaları ve civarında ve mezralarda yaptıracağı konut, hayvancılık ve tarımsal amaçlı yapılar için inşaat ve iskan izninin aranmayacağı belirtilmiştir. Sınai faaliyetlerden ne anlaşılması konusunda ise, Sanayi Sicil Kanunu’nun 1. maddesinde yer alan ifadeden faydalanmak mümkün görünmektedir. Bir kimsenin bu suçun faili olabilmesi için ise, izin verdiği sınai faaliyete ilişkin yetki ve görevinin bulunması gerekir. Bu bakımdan fail, bu konuda görevi, sorumluluğu ve yetkisi bulunan ilgili kişidir. Suçun manevi unsuru kasıttır. Yapı kullanma izni alınmamış binalarda sınaî faaliyet icrasına müsaade etmek suçu yönünden kastın varlığı için, failin sınaî faaliyet icra edilecek binanın yapı kullanma izni olmadığını bilmesi gerekir.

4. 4. Etkin Pişmanlık Hali

İmar kirliliğine ilişkin 184. maddenin 5. fıkrasında, kişilerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hale getirmesi halinde, 1 ve 2. fıkra hükümleri gereğince kamu davasının açılmayacağı, açılmış olan kamu davasının düşeceği ve mahkum olunan cezanın bütün sonuçları ile ortadan kalkacağına yer verilerek bir etkin pişmanlık haline yer verilmiştir. Burada öngörülen etkin pişmanlığın amacı, imar planına veya ruhsata aykırılıkların ivedilikle giderilmesi için kişileri doğru hareketi yapmaya sevk etmektir. Bu hükmün uygulanmasına zamansal açıdan bir sınırlama getirilmediğinden, kişi yaptığı veya yaptırdığı bina ile ilgili olarak imar planına veya ruhsata aykırılık nedeniyle 184. maddeye göre cezaya mahkum edilmiş olsa bile yaptığı veya yaptırdığı binayı imar plânına ve ruhsatına uygun hale getirerek etkin pişmanlıktan faydalanabilecektir.



1 Ders notu şeklinde hazırlanan bu çalışmada Dr. R. Barış Atladı’ya ait “Amtstraegerstrafbarkeit im Umweltstrafrecht” ve Dr. Murat Balcı’nın editörlüğünü yaptığı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi ve Çevreye Karşı Suçlar Paneli” isimli çalışmada bulunan bölümlerden faydalanılmıştır. İşbu çalışmanın ders notu olmasından dolayı bilimsel atıf kurallarına riayet edilmemiştir. Konulara ilişkin ayrıntılı açıklamalar için ilgili eserlere bakılmalıdır.


Yüklə 104,27 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin