İÇİNDEKİLER
1 - ÂDEM İLE HAVVA'NIN VÜCUDUMUZDAKİ YERİ
2 - ÂDEM İLE HAVVA'NIN YARADILIŞI
3 - ÂDEM İLK İNSAN VE İLK PEYGAMBERDİR
4 - ÂDEM RİSALESİ
5 - ÂDEMİN YARADILMASI
6 - ALLAH BÜTÜN İNSANLARI ZATINA DAVET EDİYOR
7 - ALLAH VE MUHAMMED'İ NASIL GÖREBİLİRİZ
8 - ALLAH'I NASIL BİLMELİ VE GÖRMELİDİR
9 - ALLAH'IN İNSANDAKİ ZUHURU
10 - ALLAH'IN İNSANI MERKEZ ÜSSÜ OLARAK SEÇMESİ
11 - ALLAH'TAN HİDAYET, PEYGAMBERDEN ŞEFAAT VE RİRANDAN HİMMET NE DEMEKTİR
12 - ALLAH'A KUL OLMANIN VASIFLARI
13 - ARIYA VAHYOLUNMASI NE DEMEKTİR
14 - ASHAB-I KEHF KISSASI
15 - AŞK ATEŞİ NEDİR
16 - ÂYETLERİN ÂDEM VE ÂLEDE ZUHURU
17 - BAKARA SÛRESİNİN HİKMETİ
18 - BERZAH NEDİR
19 - BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM NE DEMEKTİR
20 - BU KÂİNATIN ASLI BİR NOKTADIR
21 - CENAB-I HAKK'I TENZİH VE TEŞBİH NASIL YAPILMALIDIR
22 - CENAZE NAMAZINDAKİ 4 TEKBİR NEYİ İFADE EDER
23 - CENAZENİN YIKANMASI, KEFENLENMESİ, NAMAZININ KILINMASI VE GÖMÜLMESİ NEDİR
24 - CENNET VE CEHENNEM NEDİR
25 - CİN NEDİR
26 - CUMA
27 - CUMA GÜNÜ ÜÇ DEFA OKUNAN EZANIN MÂNÂSI
28 - CUMA NAMAZININ FARZININ İKİ, SÜNNETLERİNİN 8 REKAT OLMASNDAKİ HİKMET NEDİR
29 - DAVUD (A.S) VE SÜLEYMAN (A.S)'IN HÜKÜMLERİ
30 - DERVİŞ OLMAK
31 - DÖRT MELEĞİN GÖREVLERİ NELERDİR
32 - DÛHA SÛRESİNİN TE'VİLATI
33 - DÜNYA DERTLERİNDEN NASIL KURTULUNUR
34 - EHL-İ BEYT
35 - EVVEL, AHİR, ZAHİR BATIN BENİM ÂYETİNİN SÛHÛDLARI
ÂDEM İLE HAVVA’NIN VÜCÛDUMUZDAKİ YERİ
Âdem(A.S.) Cennet’te iken yalnız olarak, her nereye dönerse dönsün“Allah” diyerek, mutluluk içinde bulunuyordu. Bir gün başının ucunda bir kişi gördü. Sen kimsin diye ona sordu.O da ben sana Cenâb-ı Hakk tarafından verilmiş bir hayat arkadaşıyım dedi. Âdem’de ona senin adın Havva olsun diyerek, kabullendi. Havva hayat sahibi demektir. Cenâb-ı Hakk onlara,bu Cennet’te yiyiniz içiniz fakat şu yasak meyveye yaklaşmayınız diyerek,yasak koydu. Onlar da bir zamana kadar Cennet-i Âlâ’da yediler, içtiler, fakat o yasak meyveye yaklaşmadılar. İblis ise Cennet’ten kovulduğu için,Cenâb-ı Hakk’tan müsaade isteyerek, “Ya Rabbi senin kullarının yoluna oturarak onları doğru yollarından saptıracağım” dedi. Cenâb-ı Hakk da “Sen benim doğru kullarımı saptıramazsın, eğri kullarım için seni bir imtihan vesîlesi olarak, sana müsaade ettim”dedi.
İblis doğru Cennet’in kapısına giderek,içeriye girme formülleri aramaya başladı. Karşıdan yılan geliyordu. Ona “Beni de Cennet’e götür” diye dilekte bulundu. O da “Seni herkes Cennet’te tanır, ben seninle Cennet’e gidemem”dedi. İblis de“ Ben senin ağzının içerisine girerek, senden gerektiği şekilde oradakilere konuşurum, beni görmedikleri için, seni konuşuyor zannederler. Dolayısıyla da beni ne görürler, ne de bilirler” dedi. Yılan da “O zaman olur” diyerek kabul etti.
İşte, dünya ehli olan yılan ağzından, nefs-i emmâre olan İblis insanın vücûd ülkesinde,insanın Cennet’ine girmiş olur. İblis doğru Havva’nın yanına giderek,onu kandırmaya başladı. “Ya Havva size Cenâb-ı Allah ne için bu meyveyi yasakladı biliyor musunuz” dedi. Havva da “Hayır” dedi.İblis de,siz ebedî Cennet’te kalmayasınız diye yasak koydu.Çünkü bu meyveyi yerseniz ebedîyen Cennet’te kalmanız zuhûr edecektir diye onu kandırdı.Havva da buna kanarak, yedi fakat hiçbir şey olmadı. Havva doğru Âdem’in yanına gitti.Ona da “Bak ben yediğim halde hiçbir şey olmadım. Sen de ye” diyerek Âdem’e de yedirdi. Âdem yiyince,bütün mahrem yerleri açılıverdi.Âdem Cenâb-ı Hakk’ın Zâtının, Havva da Cenâb-ı Hakk’ın sıfâtının sembolüdür.
Âdem akl-ı küll, Havva ise nefs-i küll tecellîsidir.Aklı temsil eden Âdem nefsi temsil eden Havva’ya ve Havva’daki nefsi emârenin arzu ve isteklerine uydu.Dünya arzu ve isteklerini temsil eden yılanla beraber,nefsi emâreyi temsil eden İblis birlikte hareket ederek, nefs-i küll mazharı olan Havva’yı tesir altına alıp akl-ı küllü temsil eden Âdem’i de Havva’ya uydurdular.yılan, ki dünya arzu ve istekleridir, bu isteklerle birlikte akıl ve irâdenin,emmâre nefse meyillenmesi, Âdem’in yasak meyve olan, benlik devresine girmesine vesîle olur. Havva, yediği halde bir şey olmaması; aklın bir şeyi kabullenip,kalbin tasdik etmesi, Âdem’e yedirmesi demektir. Âdem’e yedirmeden, onda hiçbir değişiklik olması mümkün değildir. Zâhirde bile,bir kişi başka bir kişiyi öldürmek istese, onun bu isteği fiile dökülmediği müddetçe ceza görmez.Şühûd ve müşâhede olmadan bir kişi ilimle, kendi varlığını Hakk’a verdim derse, kendinde tecellî eden Allah’ın Vahdâniyyet zuhûrunu, kendine nisbet edip “Ene” diyerek şirk işleyeceğinden, Cennet’ten çıkarılır. Zira Hakk’a nisbet edebilmesi için şühûd ve müşâhedesi olması lâzım idi. Olmadığı için,Tevhîd Cennet’inden çıkarılarak, süflîyyât vâdisine geri dönmüş olur.
Cenâb-ı Allah “Ya Âdem, yasak meyveye yaklaşmayın dediğim halde ne için o yasak meyveye yaklaştınız, diye sorduğunda, Âdem hatasını anlamış ve “Nefsime zulmettim” demiştir.
Böylece, Âdem ile Havva Tevhîd Cennet’inden çıkarıldılar. Âdem Serendip adasına Havva da Cidde’ye gönderilerek yeryüzüne indirildiler. Yetmiş yıl Rablerine tövbe ettiler. Bir kişi Tevhîd zevklerinden, nefs-i emmâresiyle uzaklaşırsa, yedi sıfat-ı subûtiyesinin beş zâhir ve beş bâtın duygusu ile, 70 yıla tekâbül eder. Nedâmet duyarak tövbe ederse, eski Tevhîd zevkine dönmesiyle Allah tarafından, tövbesi kabul edilmiş olur. Yoksa, Serendip adası Hindistan’da, Cidde de Suudi Arabistan’da bir yer. Zâhir olarak, o zamanın vasıtasız ve bilgisizliği göz önünde bulundurulacak olursa gelmenin ve gitmenin mümkün olmadığı anlaşılmış olur.Âdem ile Havva’yı, Allah(C.C.)Arafat’ta birleştirdi. Yani Vahdet zevki halinde, ilimle değil şühûd ve müşâhede ile, kendilerindeki Hakk’ın zâhir oluşuna şahitlik yaptılar. Hakk’a ârif olarak Arafat’ta, kendilerinin hiçbir şeyi olmadığını ,her tecellînin Hakk’ın tecellîsi olduğunu şühûd ettiler. Oradan Müzdelife’ye indiler. Âdem ile Havva birbirlerini çok seviyorlardı.Hz. Muhammed onların nikâhını Müzdelife’de kıyarak evlendirdi.
Yani, zât ile sıfat, vücûd olan Muhammed mazharından başka bir yerde yaşantısına devam edemeyeceğine göre, onların nikâhını Hz. Muhammed kıydı denilmektedir.
Âdem ile Havva evlendikten sonra, bu vücûd ülkesinde zât ve sıfat olarak Muhammed zuhûru ile, evlilikleri devam edegelmektedir. Yeter ki bizler, Tevhîd zevki ile zevkiyâb olalım. Yoksa o gün,bu gündür. Aksi takdirde bizler de Vahdâniyyet Cennet’inden çıkarılanlardan oluruz. İkilik yeri olan bu arzda, yedi sıfatımızın (sıfât-ı subutiyye) Cenâb-ı Hakk’ın Âdem’deki tecellîlerini şühûd edesiye kadar o Tevhîd Cennet’ine girmemiz mümkün değildir. Pişmanlık ve canla başla çalışma sonunda süflîyyât vâdisi olan vehim, hayâl ve vesvese gibi bizleri Hakk ve hakîkatten uzaklaştıran her şeyden kurtulduğumuzda, bu lütfa mazhar oluruz. Yoksa, perişan bir vaziyette arzın üzerinde şaşkın şaşkın yaşantımızı tamamlamış oluruz. Burada ikilikten kurtulup mutluluğa eremeyenler,şunu iyi bilsinler ki âlem-i âhirette de, mutluluğa eremeyeceklerdir.
Âdem ile Havva sırrını gönül âleminde yaşayamayan, nasıl olur da âhirette, Âdem ile Havva’yı lâtif vücûd ile zevk edebilirler. Cenâb-ı Hakk bütün kardeşlerime bu zevkleri ihsân etsin. Âmin.
ÂDEM İLE HAVVA’NIN YARATILIŞI
Adem yok demektir. Fakirlik veya kendi varlığı olmayanlara adem denilir. Hakk’ın, ademden kemâlâtı ile Rahmâniyyet sıfatının Hüviyyet ve Eniyyet yüzünün açığa çıkmasına Âdem denilmektedir.Bütün varlıklarda Allah’ın tecellîsi vardır.Fakat nâkıstır. Âdem’de ise tecellîsi tamdır. Onun için“halifem” denmiştir. İnsan kelimesi ile Âdem kelimeleri kemâlât mertebesinde aynı anlama gelir. Tin Sûresi 4.âyetinde “Biz insanı en güzel biçimde yarattık” buyrulmuştur. “Allah Âdem’i kendi sûreti üzerine halk etti” (H.Ş.)’i bizlere Âdem’in yüceliğini sergilemektedir. Buradaki sûret, şekil değildir. Allah’ın sûreti, sıfatlarıdır. İşte kemâlât sıfatı olarak Âdem’i halk etti demektir. Onun için,Niyazi-i Mısrî Hazretleri bir ilâhisinde şöyle buyurmuşlardır:
“Hakk’ı istersen yürü insana bak
Şems-i Zât yüzünde rahşân eylemiş
Hakk yüzü insan yüzünden görünür
Zât-ı Rahmân şeklini insan eylemiş.”
Onun için bizler Allah’ın Zâtını düşünmeyiz. Fakat mukayyed olan bu âlemde bütün sıfatlarından Zâtını ilâneden ve câmi’-ül esmâ’ sahibi olan Âdem’in sırlarını öğrendiğimizde Hakk’ı ve hakîkati de zevk etmiş oluruz.
Âdem’in yaradılışı, Mekke şehrindeki Numan vâdisinden melâike-i kirâmdan Azrail (A.S.) tarafından çamuru alınarak Allah’ın cemâl ve celâl elleriyle yoğrulup insan sûretinde meydana getirilmiştir. Üç yüz sene ateşte pişirildikten sonra tam Rubûbîyyet halinde hazır olduğu görülünce“ve nefahtü fihi min rûhi”âyeti gereğince Rabbi tarafından ona rûhundan bir rûh üfürülmüş olur. Kız 9 ay, oğlan ise 9 ay 10 gün anne karnında kaldıktan sonra dünyaya ayak basmış olacaktır. Zâhirde de böyle değil midir?
Birinci 40 günde kan pıhtısı, ikinci 40 günde bir çiğnemlik et parçası,üçüncü 40 günde yani 120 gün sonra el ve ayaklar teşekkül ederek anne karnındaki çocuk nasıl hareket ettiği biliniyorsa, aynen mânâda da esfel-i sâfilîn olan bu dünya içinde hayvani bir yaşantı ile yaşarken, Azrail olan İnsan-ı Kâmil mazharından gayriyetimizi öldürerek teslimiyet ve edep toprağı ile ilim suyunu karıştırarak, dâimî zikirle bizi her nefes yoğuruyor. Ona layıkiyle kul olacağımız anlaşılınca üç yüz yıl olan ef’âl yüzü, sıfat yüzü ve zât yüzleriyle pişiriyor. “Kalbler zikirle mutmain olur.” âyeti olmadan pişirme fırınına konmaz. Bu üç yüzyıl da piştikten sonra, ilim sahibi olan Allah, ma’lûm olan bizim,kıvama geldiğimizi,emaneti kaldırabileceğimizi görünce, rûhundan bir rûh üfürecektir. İşte o zaman o sâlikte anne karnındaki çocuk gibi hareketler başlayacaktır. Çocuk kız ise 9 ay yani 9 şühûd hali ile veled-i kalbin tecellîsi, oğlan ise 9 şühûd ve 10 duygu zevkleri ile veled-i kalb yani kalbin oğlu zuhûr edecektir.Âdem ancak bu saydığımız nefs âlemi olan fenâ-i tam olmadan Âdem olarak görünmeyecektir. Fakat ilk insan, Rûhullah (Allah’ın rûhu) olarak kişide kemâlâta geldiğinde kemâlât tecellîleriyle bu sûret ve şekillerden kendini ilân edip görünmeye başlayacaktır. Onun için insanlar üç sınıftır:
1 - Sûrette insan sîrette hayvan
2 - Sûrette insan sîrette nâkıs
3 - Sûrette insan sîrette de insandır
Kemâlât ve Rahmâniyyeti ile câmi’-ül esmâ olarak Rabbimin tek göründüğü yer insan mazharıdır. Bütün âlemi kendi inhisarı altında cem etmiş olduğu için ona insan denilmiştir. İbrahim Hakkı Hazretleri “Ey kişi sen âlem-i kübrasın. Kendine dikkatle bak. Cennet de sende Cehennem de sende, Sırat da sende Mizan da sende. Sen ceseden küçük bir varlıksın ama manâda bütün 18 bin âlem sende toplanmıştır.” buyurmuşlardır.
Şu halde sûret olarak görülen bu tene Âdem denmiyor. Yok mânâsına gelen Adem mazharından, Allah’ın kemâlât ve Rahmâniyyetini sîret yönü ile zuhûra gelen ve Allah’ın Rûhullah zevkine sahip olan o Vahdâniyyet zuhûruna Âdem denilmektedir. Âdem bu sırlara sahip iken yalnızlıkta canı sıkıldığı için Allahü Teala ona hayat arkadaşı olarak Havva’yı verdi. “Sen kimsin ”diye sorduğunda“ Ben sana arkadaş ve dost olarak Allah tarafından lütfedildim” dedi.Çünkü lâtif olarak rûh sıfatlardan elbette tecellî etmek isteyecektir. Sıfatlar olmazsa rûh nasıl kendisini ispat etsin, ilân etsin. Onun için Âdem’e de sıfat olan Havva validemiz ihsân edildi .Çünkü Allah “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murâd ettim. Bu halkı yani sıfatlarımı halk ettim” demekle, Âdem’den de Havva’yı zuhûra getirerek neslin çoğalması dâimlik tecellî etmesi içindir. Allahü Teala Zât iken Muhammed sıfattı ve Muhammed aynasından kendinin her an ayrı bir şe’nde tecellîlerini seyrettiği gibi, Âdem de zât, Havva sıfat olarak Havva aynasından her türlü tecellîsini zuhûr ettirmekte ve seyretmektedir.
Şu halde Havva ile Âdem olmasa âlem de olmayacaktı. Bu âlem, sîret olan Âdem’in sûret olan yani sıfat olan Havva’dan tecellîsinden ibarettir. Allahü Teala cümlemize Âdem ile Havva’nın sırrının, zât ile sıfat sırlarının aynısı olduğunu,zerreden kürreye kadar her şeyde her an ayrı ayrı tecellîlerini, çoğalmasını şühûd ederek zevk ettirmek nasîb etsin. Âmin.
ÂDEM İLK İNSAN VE İLK PEYGAMBERDİR
Âdem(A.S.)yaratıldığında, bu günkü gibi can kavmi ve cin kavimleri de vardı. Fakat onların arasında insanlığını bulmuş Âdem yok idi. Rahmân Sûresi1,2 ve 3.âyetlerde “Rahmân olan Allah Kur’ân’ı tâlim etti ve insanı halk etti” buyrulmaktadır. İşte Rahmân olan Allah,bir Mürşîd-i Kâmil mazharından, senin ve benim gibi bu toplumların içindeki sâliklere nefis kitabını tâlim ederek, isti’dâdı olanlara insanlığını buldurdu. Yani ilk Âdem olarak yaratılmış oldu.Âdem demek insan demektir. “Allah insanı kendi sûreti üzere halk etti.” buyrulmuştur. (Allah’ın sûreti sıfatlarıdır.) İnsan da Cenâb-ı Allah’ın Hüviyyet ve Eniyyet yüzlerini kendi inhisarı altında toplayan mazhar demektir. Dolayısıyla insanın yaratılması Âdem’in yaratılması olmuş oluyor. Bir kişi bir gün denizin kenarında oturmuş, engin denizi seyrederken, arkasından bir arkadaşı gelerek ona ne yaptığını sormuş. O da “Denizdeki gelen dalgaları sayıyorum. ”demiş. Arkadaşı “Denizde ne kadar dalga varmış?” diye sorduğunda, “Evvelkileri sayma, bu gelen bir” demiş. Onun için bu güne kadar,milyonlarca bu âlemden nice Âdemler gelmiş ve geçmiştir. Fakat sîret yönünden Âdemliğini bulamadıkları için, Rahmân tarafından halk edilen Âdem ilk olur.Mısrî Niyazi Hz. leri:
Âdemliğini her kim buldu ise odur Âdem
Yoksa görünen sûret bir gölge imiş ancak
Buyuruyor.
Sûreti Âdem olup da, içi hayvan olursa o kişi bir cismin gölgesi gibidir. Güneş bâtınca gölge diye bir şey kalmaz. Onun için insan üç çeşittir.
1 - Sûrette insan sîrette hayvan
2 - Sûrette insan sîrette nâkıs (henüz insanlığını bulmamış)
3 - Sûrette insan sîrette de insan. İşte Âdem budur.
Cenâb-ı Allah Âdem’i bizlere tanıtırken, bizlerin bildiği gibi sûretteki Âdemleri değil, sûret ve sîrette Âdemliğini bulmuş, Cenâb-ı Hakk’ı Hüviyyet ve Eniyyet kemâlâtıyla zuhûra getiren Âdemden bahsetmektedir. İşte bu Âdemliğini bulmuş Âdemler de, ister vücûd ülkesinin ilk peygamberi diyelim, isterse kendine tâbi olan, inananların peygamberi diyelim, her ikisine de ilk peygamber olmuş oluyor. Tevhîd içinde de,ilk peygamber mertebesi,Âdem olduğu için ilk peygamber denmiştir.
Peygamberlerin: 1-Fetânet 2- Sıddıkiyet 3-İsmet 4-Emanet 5-Tebliğ hasletlerinin kemâlâtına sahip olmasıdır.Bu da Âdemden başlamaktadır. Ondan sonra diğer peygamberler sırası ile mertebelerde zevk edilir.Kur’ân-ı Kerîm’deki zikredilen 28 peygamber 28 Kur’ân'daki harflerin karşıtları olduğu gibi,merâtib-i İlâhiyede 28 İnsan-ı Kâmil mertebesine kadar tahsilde, Âdem olan safiullahtan,Cenâb-ı Hakk’ın‘ habibim dediği Resûlullah'a kadar 28 mertebede tahsil edilmektedir. Şu halde, bir kişinin insan-ı asliyyesini bulabilmesi için evvelâ bir İnsan-ı Kâmilden kendi Kur’ân’ını tâlim etmesi lâzımdır.Sonra Âdem olarak halk edilmiş olacaktır. Sonra, Rahmân Sûresi 4.âyette buyrulduğu gibi, ümm-ül kitâb olan insan kuranını beyan etmesi için onun canlı bir Kur’ân, yani peygamber olması demektir.Çünkü peygamberlik ikidir.
1 - Nübüvvet-i teşriye
2 - Nübüvvet-i risâlet
Nübüvvet-i teşriye demek, peygamber vârislerinin sonsuza kadar ümmet-i Muhammed'e Cenâb-ı Hakk’ın emir ve yasaklarını Hz. Muhammedin terazisiyle tebliğ ediyor demektir.
Nübüvvet-i risâlet ise Hz. Muhammed son peygamberdir ondan sonra hiçbir kitaplı risâlet peygamberi gelmeyecektir. Fakat teşriye peygamberi olan evliyalar gelip durmaktadır.Ve gelecektir de. İşte bizlerin anladığı gibi ilk Âdem ve ilk peygamber şekliyle değil, ilk insan olarak yaratılması ilk Âdem oluyor.Ve ilk peygamber de yine ilk irşâd etme yönüyle ilk peygamber olmuş oluyor.Şu halde,Rahmân Sûresinin başındaki âyetlerde ifade edildiği gibi,Rahmân olan Allah,evvelâ, şu anda da mevcut oldukları gibi, can kavmi,cin kavmi, ins olan henüz Âdemiyetini bulamamış olanlara Kur’ân’ı tâlim etti. İnsanı böylece yaratmış oldu. Âdemliğini bulan bu kişiye de sonra Kur’ân’ı beyan ederek peygamberlik ihsân edilmiş oluyor.
ÂDEM RİSALESİ
Âdem henüz Âdemliğini bulmadan hangi merhalelerden geçerek Âdemiyetini buldu. Yaratılan varlıkların en yücesi olarak, Tin Sûresi âyet 3“Biz insanı en üstün yarattık”sözünü bizlere ne zaman bildirdi. Âdemiyet sırrına her kişi ulaşabilir mi. “Kur’ân eşittir insana” (H.Ş.) gereğince, canlı Kur’ân olan Âdem kitabında:
1 - Şeriat
2 - Tarîkat
3 - Hakîkat
4 - Mârifet
Merdiven basamaklarındaki, kişinin tahsilini dilimin döndüğü kadar anlatmağa çalışacağım.
Adem demek varlığı olmayan, yok demektir.Âdem ise,işte o kendine ait varlığı olmayan mazharda, Cenâb-ı Hakk’ın Hüviyet ve Eniyetini kemâlâtıyla cem edip zuhûra çıkarma mazharıdır. Âdem kelimesi kul kökünden gelmektedir. Onun için, Âdem’de iki yön vardır:
1-Et ve kemik yönü olan Eniyyeti ki fânidir. Dâima tebdilâta tâbi olup durmaktadır.Bugün var yarın yok olur. Rûhumuzun taşıyıcısı, hammalıdır. Günü gelince, görevini tamamlayıp, bedenlerin çöplüğü olan beden kabristanlığına defnedilir.Zamanla cemâdâtta görevini bitirdiğinde, teşriye yönü ile nebâtâta geçer. Oradan hayvânâta, oradan da insan varlığına intikal ederek devr-i dâim eder. Her bir mertebeden diğerine geçerek binlerce sene kalıp, milyonlarca parçalara ayrılarak yoluna devam eder. Bu dünyanın ağırlığı yaradılışında, 1000 kg. ise, bu günde aynı ağırlıktadır. Ne bir kilo fazlalaşmış,ne de bir kilo eksilmiştir.
Cenâb-ı Hakk Âdem’i yaratacağı zaman, Cebrail’e, İsrafil’e ve Mikail’e, Mekke’nin Numan vâdisinden, bir avuç Âdem’in çamurunu getirmeleri için emir vermiştir. Onlar getirememişler. Bu sefer Azrail’e aynı emri vermiş. Azrail ise hiçbir yalvarışa aldanmadan ,bu Âdem’in çamurunu getirmiştir.Cenâb-ı Allah, celâl ve cemâl elleriyle, Âdem’in kalıbını yaratmış ve kalan çamurla da hakîkat şehrini yaratmıştır. İşte bunlar hep şifreden ibarettir. Ârif olanlar, bu ifadelerin söylendiği gibi olmadığını bilirler. Beş duygumuzla algıladığımız bu zâhir zevklerin olmadığını, ancak hiss-i müşterekimiz olan bu manevî duygularla zevk edilmesi mümkün olduğunu anlamış olurlar. Çünkü dünya âlemine, unsuriyetimizin gelmesiyle, bu âlemin âlet ve edavatı olan 5 zâhir duygumuz da, bizlere ihsân edildi. Bu beş zâhir duygu da,bu âlemden, âlem-i Âhirete intikal edilesiye kadar, görevini yapacak, ondan sonra onların da görevi bizlerde sona erecektir.
Âlem-i Âhirette ise, bâtın olan 5 duygular görev yapacaktır. Dünyada iken,ölmeden evvel ölmüş âriflerin, kuş dilini anladıklarını, fakat bu hislerden mahrum olanların,ne kuş dilini ne de bu hislerden haberdar olmadıklarını her gün görmekteyiz.
2-Rubûbîyyet yönü, Araf Sûresi âyet 172 “Âdem oğullarının zürriyetlerini arkalarından çıkartarak, nefislerini şahit tutup,biz sizin Rabbiniz değil miyiz dedik.Evet Rabbimizsin şahit olduk dediler.” İşte bu Rubûbîyyet (Terbiye ve irşad etmesi) yönü ile bir kamilden insani asliyesini öğrenir.kişi akıl baliğ olduğunda, Rabbini idrâk edip bu dünya bataklığı olan esfel-i safilinden kurtulmağa başlayacaktır. Bedenin akil baliğ olması 13-14 yaştır. Fakat insan, rûhen bu yaşlarda Rabbini idrâk edemiyorsa o kişi bedensel olarak akil baliğ olmuş, fakat rûhen daha Rabbini idrâk edebilecek bir durumda olmadığı için, akıl baliğ olmamıştır. Dolayısıyla da îmân edemez. Kişi rûhen, ister 40 ister 50 yaşlarında olsun bunu kabul edebilirse, işte onun akil baliğ olması o zamandır. Bu kişideki kabulleniş, onun artık Âdemiyetinin sırrını öğrenme yolculuğuna başlaması,bir Mürşîd-i Kâmil mazharından Rabbinin çağırması ile olacaktır.
İşte o Mürşîd-i Kâmile biat etmek için diz dize geldiği an, onun elest bezmidir. Çünkü henüz daha kendini bilmeyen bir kişi doğmamıştır ve Rabbi tarafından o andan itibaren yaratılmaya başlanacaktır.İşte zâhir olarak Araf Sûresi âyet 172 deki “Ben sizin Rabbiniz değil miyim” sözünün ispatı, bir Mürşîd-i Kâmil önünde yapılmış oluyor. İrşâd ve terbiye olmak istemeyen bir kişinin, kâmil huzurunda ne işi var. Onun hâl ve kâl lisanı ile bunu,kâmilin huzurunda göstermesi, îmânını göstermiş oluyor. Bizler Âdem deyince, yalnız sûret yönü ile herkese Âdem gözü ile bakmaktayız. Cenâb-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerîm’inde, herkese Âdem veya insan demiyor.
Mısrî Niyazi Hz. leri bir ilâhîsinde:
“Kim ki Âdemliğini buldu odur Âdem,
Âdemliğini bulmayan hayvandır ancak” demiştir.
Şu halde Kur’ân'ın tabiri ile:
1 - Nas ( insan toplumları )
2 - İns ( nâkıs olan, eksik kişiler )
3 - İnsan (sûrette de,sîrette de Âdemiyetini bulmuş, Âdemiyet sırrına vâkıf olanlar) dır.
Onun için
1 - Sûrette insan fakat sîrette hayvan olanlar
2 - Sûrette insan,sîrette nâkıs olanlar eksik kişiler
3 - Sûrette insan olduğu gibi sîrette de,insan-ı asliyesini bulan Âdemlerdir.
Âdem bu kâinatta, en son erişilmesi gerekli olan bir varlıktır. Çünkü, cemâdât, nebâtât ve hayvânâtta olmayan yüce hasletler bu insan dediğimiz Âdemde mevcuttur. Bu âleme gelesiye kadar yarım devir yapan bu insan, can kavmi, cin kavmi ve ins kavimleri gibi merhalelerden geçerek, insanlığını bulmaktadır. Bu gün can kavmi, Cin kavmi, İns kavmi kimlerdir. diye soracak olursanız;
Can kavmi:
Yiyip içen ve yalnız nefsi için yaşayan,Hakk ve hakikattan tamamen uzak inançsız toplumumuzdaki kişilerdir.
Cin kavmi:
Cin kavmi ise iki bölümde müteala edilmektedir.
1 - Süfli Cin kavmi
2 - Sünni Cin kavmi
1 - Süfli Cin kavmi:
Bunlar şeytan meşrebli, başkalarının daima kötülüklerini düşünen ve onun bunun çukurunu kazan kimselerdir. buna vücut ülkemizde Nefsi emmare kavmide diyebiliriz.
2 - Sünni Cin kavmi:
Bunlar taklidi bir iman sahibi olmaları nedeniyle her ne kadar ibadet ve taat yapsalarda, bir türlü süfliyet vadisi olan vehim, hayel, vesvese vadisinden kurtulamayan kişilerdir. yoksa zan ve hayellerimizde yarattığımız gözle görülemiyen latif ayrı birer varlık değillerdir. bu latif varlıklar tecelli ettiği mazharlarda, fiilleriyle kendilerini Arif olan kardeşlerimiz tarafından daima günümüzde görülmektedir. bunlar iman etmiş, hatta içerlerinde şeklen Hacı Hoca gibi isim almış müsliman bildiğimiz kişilerde mevcuttur.
İns kavmi:
Can ve Cin kavim mertebelerini geçerek, bir Mürşidi kamile tabii olarak, tevhid tahsiline başlamış, fakat henüz eksikliklerini tamamlayarak İnsanlığını yani Âdemliğini bulmamış tevhid yolcularıdır. Cenabı Allah siz bildiklerinizle amel edin Allah size bilmediklerinizi öğretecektir. buyurmaktadır. işte bu İns kavminden sonra İnsanı asliyesini bilenler, bundan sonra ancaksın insan olarak yaratılmış olacaklardır. Rahmân Sûresi 1. ve 2. âyetlerde “Rahmân olan Kur’ân’ı tâlim etti” buyruluyor. Peki kimlere tâlim etti? Elbette henüz daha insanlığını bulmayan,can kavmi, cin kavmi ve ins kavimleri gibi çeşitli îmân seviyesinde bulunan eksik olan kişilere tâlim etti.
Rahmâniyyet,Cenâb-ı Allah’ın kemâlât sıfatı olan Mürşîd-i Kâmillerdir.kişiler bu tahsille insanlığını bulmuş olacaktır. Yoksa,sûrette insan, sîrette hayvan kalınmış olunur. Rabbinin terbiye etmesiyle, insan-ı asliyesini öğrenen bir sâlik, nefsini tanımıştır. Nefsini bilen ise Rabbini bilir. O kişi nefsine ve Rabbına ârif olmuştur.İsra Sûresi 85.âyette: “Bir de sana rûhtan sorarlar. De ki: Rûh Rabbimin bir emridir.” buyruluyor. Peki, irşâd ve terbiye eden Mürşîd mazharından Rabbimiz bize ne emir vermektedir. Bunu kendimize sorduğumuzda, hadisât dediğimiz bu âlem ve Âdemde, Cenâb-ı Allah’ın üç tecellîsi olan, ef’alini, sıfatlarını ve Zâtının öğrenilmesini emrettiğini görmekteyiz. Şu halde kendisindeki rûh, bu üç tecellî imiş. Zaten kişinin kendi insan-ı asliyyesini tahsil etmesi demek, kendi diye bildiği, Cenâb-ı Hakk’ın varlığı olan bu tecellîleri, bilmesi, görmesi ve O’nunla O olup yaşamasından ibarettir. Hem “la havle vela kuvvete illa billahil aziym” diyoruz. Yani “kuvvetim ve kudretim yoktur. Bunların hepsi senindir ya Rabbi ”diyoruz, hem de kendimize nisbet ediyoruz. Bu şirk olmuyor mu? Elbette şirk olmaktadır. Bunu söylemek çok kolay. Fakat bu merdiven basamaklarını, teker teker çıkarak, menzile varıp Âdemiyeti bulmak çok zordur. Sabırla birlikte“mutlaka elde etmeliyim ”diye azim gereklidir.
Bu kişilerin bedeninde taat, nefsinde boyun bükmek gibi küllî teslimiyet olmalıdır. Bu kurbiyet onların kalbinde, huzur ve mutluluk meydana getirecektir. Bu huzur vâdisinde bulunanlarda, rûhanî şuhûd olacağından, daha bu âlemde iken Cennet içinde yaşama imkânına kavuşmuş olacaklardır.
Bu kâinatta, bütün varlıklar, gayriyet vâdilerinden Âdem meyvesi olabilmesi için, koşu halindedirler. Çünkü bu kâinat ağacının meyvesi Âdemdir. Kim Âdemiyetini buldu, işte onlar murâdlarına erdiler. Kimler bulamadıysa yolda dökülenler oldular. Tarlaya ekilen bir meyve çekirdeği bile meyve haline dönüşesiye kadar ne merhaleler geçirerek meyve olmaktadır. Aynen bunun gibi, bahçıvan olan Mürşîd-i Kâmilin, sâlik olan kişilerin gönül tarlasına ektiği, Âdemiyet tohumu, bir çok ibtilâ merhalelerinden geçerek, Cenâb-ı Hakk’ın kul mazharındaki üç tecellîsinin, Rûhullah haline dönüşmesidir. İşte Âdem’in yaratılma yeri burasıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara Sûresi 30.âyet-i kerimesinde “Rabbin meleklere, ‘ben yer yüzünde bir halife yaratacağım demişti. Melekler de, biz seni hamdinle tesbih ve noksanlardan tenzih etmekte olduğumuz halde, orada fesat çıkaracak ve kan dökecek kimse mi yaratacaksın demişlerdi. Allah: ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim buyurdu.” Buyruluyor. Bu hitap henüz daha Âdemiyetini bulmamış sâlik durumundaki melekleredir.
Mürşîd-i Kâmilin etrafındaki sâliklerin hepsi melek durumundadır. Ayrıca, enfüsümüzde rûh âlemi, kalb âlemi ve nefs âleminde bunların levhaları olarak sûretleri vardır. Çünkü “Her şeyin hazinesi bizim indimizdedir” buyrulmuştur. Her şeyin malûmatı nisbetinde,Cenâb-ı Hakk’ın tecellî ettiğini Hicr Sûresi 21.âyet bunu bize ispat eder. Onun için Âdem sırrı henüz zuhûra gelmeden rûh, kalb ve nefs âlemlerindeki sûretinin vücûdu, Allah’ın meleklere “Ben yer yüzünde bir halife yaratacağım” demesidir. Allah Âlim, kullar ise malûmdur. Cenâb-ı Hakk, Âlimliği ile, nefs, kalb ve rûh vâdilerindeki, sâliklerin hallerine vâkıf olduğu için, bir halife yaratacağım demiştir. Melekler bu âlemdeki bütün sırları bilemedikleri için, halifeliğe kendilerini daha uygun görmelerinden mütevellit “Biz seni tesbih ve takdis etmekteyiz” dediler. Melek durumunda olan bir sâlik de, kendisinin üstünde olan kişilerin irfâniyetinden haberdar değildir. Ama kendi mertebesinin altındakilerden haberdardır. Onun için süflîyyâttaki nefs vâdisinde, Âdem’in fesat ve kan dökeceğini bildikleri için melekler “Yer yüzünde, fesat ve kan dökecek bir kimse mi yaratacaksın” demişlerdir. Cenâb-ı Allah da “Sizin bilmediklerinizi ben bilirim” demiştir. Elbette her şeyin en iyisini bilen Allah’tır. Meleklerin Cenâb-ı Allah’a karşı böyle bir hitapta bulunmaları, onların itiraz etmeleri anlamına gelmektedir.
Nefsten münezzeh olan melekler,Cenâb-ı Hakk’ın yalnız emirlerini yaptıkları halde, bu mevzuda neden itiraz etmişlerdir?
Çünkü buradaki melekler, sâliklerin durumunu arzetmektedir. Her sâlik Rabbine karşı kurbiyet içindedir. Her ne zaman içlerinden bir halife seçildiğinde, ondaki yücelikleri değil de, sûret yönünü görmesi nedeniyle, süflîyyât vâdisi olan nefsine düşerek itiraz eder. İşte Bakara Sûresi 31.âyette “Allah Âdeme bütün isimleri öğretti. Sonra eşyayı meleklere gösterip, eğer sadıklardansanız bunların isimlerini bana haber verin buyurdu” buyruluyor. Yani Cenâb-ı Allah “allemel esmâ” olan bütün âlemlerin ismini Âdem’in kalbine ilka etti.
Âdem, bütün esmâları ihâta eder. Nûr-i Muhammedi ve esmâyı Âdem sûreti ile zâhir oldu.
Âdem dediğin el ayak baş değil.
Âdem rûha denir, sûret ile kaş değil
Ten, et ve deridir rûh onun serveridir
Hakk sırrıdır rûhsuz beden hoş değil.
Ahmet sen kendini Âdem sanma
Âdem sendeki özdür, söz değil.
Hz. Muhammed (A.S) mazharı Zâttır. Âdem ise,mazhar-ı esmâdır. Nûr-i Muhammed’in bu âleme zuhûru, Âdemle olmuştur. Onun için, allemel esmânın tâlim edilmesi, Âdem’in rûhundan zuhûra gelmiştir demektir. Resûlullah efendimiz, bir hadislerinde, (Evvelâ ma halakallahu Rûhu) “Allah evvelâ benim rûhumu yarattı” buyuruyor. Resûlullah efendimizin külli rûhu, bütün 18 bin âlemde tecellî ederek esmâlar aldı. İşte bu rûhu okuyabilenler, âlemlerin esmâlarını da okumuş olurlar.Aslında rûh birdir. Parçalanma kabul etmez. Fakat tecellî ettiği mazharlarda esmâ alır. Bakara Sûresi âyet 32 de “Melekler: seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka hiçbir ilmimiz yok. Muhakkak sen her şeyi hakkıyla bilensin.Üstün hikmet sahibisin dediler” buyruluyor. Çünkü, melek durumunda olan bütün sâliklerin, ilm-el yakînlikleri, onların şuhûd sahibi olduğunu göstermez. Âdemiyet sırrına, rûhun şuhûd zevki ile mümkün olacağından, vücûdlarında bu Âdemiyet kemâlâtsızlığının zuhûru şuhûd zevklerine sahip olmadıklarının bir ifadesidir. Allah’ın Âlim ve her şeye lâyıkıyle hakim olduğunu bilmeleriyle de teşbih etmişlerdir. Onun için daha evvel halifeliğe bizler de lâyıkız dercesine itiraz eden melekler, allemel esmâ hakkındaki bilgiyi Cenâb-ı Hakk isteyince, zelil ve hakir olarak, mahcubiyetlerinden eksiklenerek “Ya Rabbi senin bildirmediğin bir şeyi biz bilemeyiz.” dediler.
Cenâb-ı Hakk da Bakara Sûresi 33.âyette “Allah Âdeme: ‘Ey Âdem eşyanın isimlerini, meleklere haber ver’ buyurdu. Âdem de o isimleri meleklere haber verince, Allah: “Ben size söylemedim mi, göklerin ve yerin gaybını ben bilirim. Açıkladığınızı da, gizlediğinizi de elbette ben bilirim ”buyurdu. Çünkü Âdem, Âdemiyet sırrını kendi vücûd ülkesinde şuhûdla zevk etmiş idi. Bunu meleklere tâlim et denmedi. Çünkü sîretteki şuhûd zevkleri lütf-u İlâhiye’dir. “Cenâb-ı Allah kimlere hikmet vermişse, onlara pek çok lütuflar ihsân eder.” âyeti bunun delilidir. Bundan sonra Bakara Sûresi âyet 34 de “Âdem sizin ulunuzdur. Ona secde edin denildiğinde, bütün melekler secde ettiler. Ancak İblis secde etmekten yüz çevirip kibirlendi de kafirlerden oldu.” buyruldu. Burada meleklerin secde etmeleri, bedenimizin yerlere kadar eğilme secdesi değildir. Bu secde, tâbilik ve teslimiyet secdesidir. Meleklerin hepsi, tâbi olma ve teslimiyetlerini gösterdiler. Fakat, İblis secde etmedi. Araf Sûresi 12. âyette “Allah İblis’e ben sana secde ile emretmişken, seni secde etmekten alıkoyan ne idi?” buyruldu. “İblis şöyle dedi: Ben Âdemden hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın,onu çamurdan yarattın” Ateş yandıkça alevleri yükseldiği için bizlerde gurur ve kibri; toprak ise, alçakgönüllü olmayı, her şeyi yerine göre kabullenmeyi remzeder. Çünkü toprağa her ne atarsanız atın hiç kabul etmiyorum demez.
Buna binaen Araf Sûresi 13.âyette “Allah şöyle buyurdu. Hemen in oradan, sana Cennet’te kibirlenmek gerekmez. Haydi çık. Çünkü sen hor ve bayağı kimselerdensin” buyruldu.
Nefs olan kuvve-i vehimiye, rûhun aklı idrâkini bilemez. Dolayısıyla da, Âdem’in sîretini değil, sûretini gördüğü için, zannındaki Allah’a ben senden başkasına secde etmem dedi. Çünkü Âdemdeki varlığın, Hakk’ın varlığı olduğunu bilemedi. İblis ezelden Vahdet nuruna perdeli olduğu için, Cenâb-ı Hakk ona bu hasleti vermişti. Böylece İblis huzurdan kovulanlardan oldu.
Âdem Cennet-i Âlâ’da bir zamana kadar, yalnız başına yaşadı.Yalnızlıktan canı sıkılmaya başladı. Her ne kadar dâimî zikirle, Hakk’tan gayri bir şey görmüyorsa da, bir arkadaş arzu ediyordu. Bir gün uykudan uyandığında, başı ucunda bir kadın gördü. Ona “Sen kimsin” diye sordu. O da: “Cenâb-ı Hakk beni sana hayat arkadaşı olarak verdi. ”dedi. Âdem de onun hayat sahibi olması nedeniyle “Havva” dedi. Araf Sûresi âyet 19 “Ey Âdem, ikiniz birlikte Cennet’te yerleşin. Dilediğiniz nimetlerden bol bol yiyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayınız ki, sonra zalimlerden olursunuz” buyruldu.
Âdem ile Havva bir zamana kadar Cennet’teki bütün nimetlerden yiyerek Cennet’te yaşadılar. Tevhîd Cennetinden kovulan İblis ise boş durmuyordu. İblis Rabbine yalvararak Araf Sûresi âyet 14 “Ya Rabbi bana Kıyâmete kadar ömür ve mühlet ver dedi” Araf Sûresi âyet15 “Allah da‘sen mühlet verilenlerdensin ” buyruldu. İblis buna binaen âyet 16 da“ Yemin ederim ki, insanoğullarının doğru yolunun üzerine oturarak onlara vesvese vererek saptıracağım” dedi. Cenâb-ı Allah da Âdem ile Havvaya “Şeytan sizin açık bir düşmanınızdır” diyerek onlara ikazda bulundu.Buna rağmen, İblis bir yolunu bularak yılanın ağzından, Cennet’e girerek onları saptırdı. Araf Sûresi âyet 20 de “Rabbiniz size şu ağacı yasak etmekteki gâyesi, devamlı cennette kalmamanız içindir.” dedi. “Ben sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” deyip, yemin ederek onları inandırdı. Âdem ile Havva da yasak meyveyi yiyince Araf Sûresi âyet 22 deki ifade ile “yasak meyveyi yedikleri zaman, ayıp yerleri kendilerine açılıverdi” Rableri onlara “ben ikinize de bu ağacı yasak etmedim mi” buyurdu. Onlar da “Ey Rabbimiz nefsimize zulmettik Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak biz ziyan edenlerden oluruz.” dediler.
Bir kişi nefsin kötü sıfatlarından sakınıp, Hakk’ın sıfatlarını zuhûr ettiremezse, o zaman ziyan edenlerden olur. Dolayısıyla da Tevhîd Cennetinden mahrum edilmek üzere çıkarılır.
İşte bizler de, Âdem gibi Tevhîd Cennetinden çıkarılıp çıkarılmadığımızı anlamak için:
Dostları ilə paylaş: |