Egitim eksikligi: Bizde insanlar u-d’yi devletin ta kendisi zanneder, hatta üniter devlet’le ayni sey sanir. Bir digeri de menfaat



Yüklə 19,3 Kb.
tarix27.10.2017
ölçüsü19,3 Kb.
#15763

Ulus-devlet: nasil bilirsiniz?

Baskin Oran

Basta askerlerimiz birçok yurttasa sorsaniz, ulus-devlet (U-D) basimizin tâcidir. Bunun bir sebebi egitim eksikligi: Bizde insanlar U-D’yi devletin ta kendisi zanneder, hatta üniter devlet’le ayni sey sanir. Bir digeri de menfaat: Tahakkümlerini U-D sayesinde devam ettirmek arzusu. 07 Eylül tarihli yazimdan devam edeyim. Burada söyleyeceklerimin örnekleri için gerekirse Türkiye’de Azinliklar kitabima bakiniz (Iletisim Y.)

Önce su: Hiçbir kurum hakkinda bütün tarih boyu geçerli hüküm verilemez. Anne karnindaki çocuk yasamin ta kendisidir, fakat gerektigi noktada dönüsüm geçirmezse (yani sulu rahimden kuru havaya çikmazsa) kireçleserek ölür ve anneyi de öldürür. Tarih içinde görülen devlet türlerinden biri olan U-D için de durum aynidir. Kendisini gerektiren kosullar degisince dönüsmeyi beceremezse, ölür ve öldürür.



Tarihçesi

Malum: U-D, insa etmeye çalistigi ulusun tek bir etnik/dinsel bütünden olustugunu varsayan ve mevcut olmayan bu homojenligi zorlamalarla saglamaya girisen devlet türüdür. Imparatorluklarin dagilmasi döneminde pazar’ini yabancilardan korumak isteyen B. Avrupa burjuvazisi tarafindan 19. yüzyilda yaratilmistir. 20. yüzyilda azgelismis ülkelere de geçmistir. Su farkla ki burjuvazi yoklugunda onu devreye sokan, tamamen Bati egitiminin yarattigi bir tabaka olan küçük burjuva entelektüelleri yani aydinlardir.

Diger yandan, özellikle 1920 ve 30’larin kosullarinda U-D Türkiye için kaçinilmaz bir modeldir. En azindan iki açidan. Bir defa, dönemine tam oturur: Çok dinli, çok etnili, çok hukuklu imparatorluklar dagilmakta, “milli” kapitalizmin gerektirdigi U-D’lere geçilmektedir. Ikincisi, hizla savasa sürüklenen bir ortamda yeni olusmus bir devlet gerek temel sanayilerini kurarak (Sümerbank, vb.) gerekse içeride belli bir “birlik ve beraberlik” saglayarak kendini emperyalist hesaplasmalardan uzak tutmaya çabalayacaktir.

Ama, olmayan bir ulusu kurmak göründügü kadar kolay ve ayrica masum degildir. “Birlik ve beraberlik” denilen sey, isin nihayetinde, “farkli”nin basat etnik/dinsel grubun degerlerine uymaya zorlanmasindan ibarettir. Nitekim irkçi/dinci tonlari ciddi boyutlara ulasan tek dil, tek ideoloji, tek lider, tek parti, vb. politikalari gayrimüslimleri ve Kürtleri çok magdur etmistir. Fakat bizzat Bati’nin kendisi o dönemde bu tekçi (monist) politikalarla bezendigi için Türkiye’deki tekçi U-D mesruiyet sahibidir.

Ama bugün ortam tamamen farkli. O zamanin tekçi Bati’si artik çogulcu. “Milli” kapitalizm çoktan bitti ve uluslararasi kapitalizme geçildi; “milli burjuvazi” artik en büyük saka. Devlet mesruiyetinin temeli de kökünden degisti.

Ne mutlu Türk’üm diyene”?

Üstelik unutmayalim, zorunlu/yararli gözüktügü dönemde bile U-D uygulamalari ciddi tatsizliklar yaratmistir. Örnegin, Ne Mutlu Türk’üm Diyene slogani “Türk” sayilmaya ve esit muamele görmeye yetmemistir. Ör. “Biz Türk’üz, sadece dinimiz farkli” diyen Yahudi cemaati, Cumhuriyet döneminin devlet destekli veya resmî saldirilarindan, bunu söylemeyen Hiristiyanlar kadar hatta onlardan öte zarar görmüstür: 1920’lerdeki ekonomik ve siyasal baskilar, 1934 Trakya olaylari, 1941 Yirmi Kura Ihtiyatlar olayi, 1942 Varlik Vergisi, özellikle de 6-7 Eylül 1955 pogromu, vb.

Diger yandan, asimilasyon ile ayrimcilik (diskriminasyon) kavramlari her ne kadar birbirini dislar gibi gözükse de, bizde kardes olmuslardir. Bir kere, U-D “farkli” olanlara asimilasyoncu (ör. “Vatandas! Türkçe Konus!”) veya ayrimci (ör. Varlik Vergisi) olabilmektedir. Üstelik burada laik U-D’nin kullandigi ölçüt açikça dinseldir: Müslüman olup da etnik Türk olmayanlara (ör. Kürtlere, Çerkeslere, Araplara, vb.) ve ayrica Alevilere asimilasyon uygulamistir çünkü Islam sayesinde bunlari asimile etmeyi gözü keser, gayrimüslimlere ise ayrimcilik uygulamistir çünkü asimile edemeyecektir. Ikincisi, U-D bu kavramlar arasinda “geçis” de yapar: Kürtlerin nasil “Müstakbel Türk”ten “Sözde Vatandas”a dogru dramatik bir tenzil-i rütbeye ugratildiklarini Mesut Yegen’den aktarmistim.

Fakat U-D uygulamasi açisindan daha da tatsizi sudur: Teorik olarak asimilasyonla bir arada bulunamadigi, üstelik ülkenin kökeni farkliliklara dayanan Osmanli’dan geldigi için segregasyon (“farkli”yi asagilik bir pozisyona indirerek kendinden fiziksel olarak ayirmak) Türkiye’de yoktur diye bilinir. Oysa Karadeniz ve özellikle Ege’de bas göstermis vaziyettedir. Izmir Kemalpasa’nin Bagyurdu beldesindeki Kürt kökenliler kaçip Aydin’a çadir kurmak zorunda birakilmistir (Bianet, 23.05.06). Trabzon’da TAYAD’lilar linç edilmek istenmistir (T. Korkut, BIA Haber, 26.06.06). Denizli Çivril’in Özdemirci beldesinde bir aile “Kürtler çogaliyor, köyü ele geçirecekler” diye kovulmustur (www.atilim.org, 09.06.07). Hatta Izmir’de Türkçü Toplumcu Budun Dernegi “Kürt nüfus azaltilsin, Kürtler kisirlastirilsin” kampanyasi baslatmistir (M. Sancar, Birgün, 03.12.07).

Bunlara “Halk PKK yüzünden galeyana geldi” deyip geçmek zordur çünkü hem kin yayma suçlari ceza görmemektedir, hem de kimi U-D uygulamalari ortami belirlemektedir. Bütün bunlar 2005 Nevrozundaki Mersin bayrak hadisesi üzerine Genelkurmay’in yayinladigi “sözde vatandas” bildirisinden, A.Ü. Senatosu’nun 24.03.05 basin açiklamasiyla bunu desteklemesinden, arkasindan da “Ordu Göreve”ci Türk Solu dergisinin www.turksolu.org/89/basyazi89.htm adresinde bugün hâlâ duran 29.08.2005 tarihli “Kürtlerle alisveris yapmayin, kiz alip vermeyin!” kampanyasindan sonra vuku buldu. Acaba rastlanti midir?

Bu mesele o kadar ciddidir ki, yargi nihayet alarma geçmis gözükmektedir. Izmir Baris Girisimi’nin suç duyurusu üzerine savcilik T.T.Budun Dernegi hakkinda kin ve düsmanliga tahrikten (TCK 216) dava açmistir (Taner Kiliç, Star, 30.06.08). Denizli Çivril olayinda aile sikayet etmedigi halde Türkiye’de ilk kez savcilik re’sen kamu davasi açmistir (BIA Haber Merkezi, 01.04.2008). Ama kin yaymayi yillardir görmezden geldikten ve “birlik ve beraberlik”in arasina bunca düsmanlik girdikten sonra.



Insa mi, imha mi?

07 Eylül tarihli yazimda, U-D’nin ulusu böldügünü söylemistim. Bunu daha somut olarak yazayim: U-D uygulamasi bugün TC vatandaslarini fiilen dört hiyerarsik sinifa bölmüs bulunmaktadir:

1. Sinif yurttaslar: Hanefi, Sünni, Müslüman Türkler. LAHASÜMÜT’ler.

2. Sinif: Müslüman olup da Türk olmayanlar ve Aleviler. Çerkesler, Pomaklar, vb. gibi “Türk kültürüne bagli” sayilanlar Türk soyundan olmadiklari için ikinci siradadirlar. Aleviler ise Sünni olmadiklari için.

3. Sinif: Kürtler. Asimilasyonu reddettikleri için üçüncü siradadirlar.

4. Sinif: Gayrimüslimler. Asimile edilmeleri imkansiz sayildigi için son siradadirlar ve gerek maddi varliklarinin Müslümanlara transferi (en basta Varlik Vergisi!) için gerekse ülkeyi terk etmeleri için Cumhuriyet tarihi boyunca sistematik politikalar uygulanmistir.



Özet olarak, 1920’lerde ulus’u INSA için kurdugumuz U-D bugün sadece ulus’u degil, devlet’i de IMHA yolundadir. Çünkü doksan yildir sirayla “eskiya”, “komünist”, “dinci”, “terörist”, simdi de “post-modern” diye kendine sürekli düsman aramaktadir. Yurttaslarinin alt-kimliklerini taniyacak bir Demokratik Devlet’e dönüsmemekte direnerek Kürt sorununu ebedilestirmektedir (bkz. 20.04.08 tarihli yazimdaki semalar). Bir devletin mesruiyet temelinin artik insan’a yaptigi muameleye endekslendigi 21. yüzyilda insan haklarini sürekli ihlal ettigi için dis dünya (özellikle de AIHM) tarafindan devamli cezalandirilmaktadir. Böyle giderse annenin de ölümüne sebep olacak bir U-D’den söz ediyoruz efendim.

Sonuç olarak, bendeniz U-D’i iyi falan bilmiyorum. Basliktaki soruyu duyunca birçok kisi: “Iyi biliriz!” diye bagiracaklar. Haklilar. Çünkü örf ve âdetimiz geregi mevtaya böyle bagirilir.
Yüklə 19,3 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin