Turgay Kadiroğlu
İnş.Müh.
Türk Dünyası Araştırma Enstitüsü Başkanı
t_kadiroglu@mynet.com
www.turgaykadiroglu.com
HRİSTİYAN VE YAHUDİ TÜRKLER
Türk’ten Hristiyan olur mu? Hristiyan’ın Türk’ü olur mu? Yada Türk’ten Yahudi olur mu? Bildiğimiz ezberlere ya da bize öğretilenlere bakarsak hayır. Ancak gerçeklere bakarsak evet olur.
Ben felsefesi ‘’ÖNCE İNSAN’’ olan biriyim, insanların dili, dini, ırkı, rengi, siyasi görüşü beni ilgilendirmez. Yani ne elbiseler gördüm içinde insan yok, ne insanlar gördüm üzerinde elbise yok gibi. Yada lafa bakarım ‘’laf mı’’ diye? Söyleyene bakarım ‘’adam mı’’ diye.
İlk duyduğumda bana da son derece enteresan gelen bu araştırmayı sizlerle paylaşmak ihtiyacı hissettim. İnandım ki, TÜRK BİRLİĞİ’nin bu güne kadar kurulamamış olmasının sebeplerinden birisi Türk kelimesinin arkasına İslam’ın sokuşturulması ki Kazakistan nüfusunun % 40’ı Hristiyan’dır o zaman bunları nereye sokacaksınız, ayrıca Turancılık akımlarının emperyalist akım olarak değerlendirilmesi ve bölgede rağbet görmemesi de ayrı bir faktördür. Bu nedenle TÜRK BİRLİĞİ ekonomik ve sosyal bir birlik olarak değerlendirilmelidir. Bölgede yani Kafkasya’da Türkçülük akımları geri tepmiş ve prim yapmamıştır, bu gerçeği görmenin artık zamanı gelmiş ve geçmiştir.
Enteresan gelecek ve bir ezber bozacak bu araştırmayı kamuoyu ile paylaşmak istedim. ‘’Din’’ çimento değildir, çimento ‘’Anayasa’’dır. Tabi ki adam gibi ‘’Anayasa’’dır, yoksa birlik çatırdar ve yıkılır.
YAKUT TÜRKLERİ
ADAM GİBİ ADAMLAR
Batıda Ege denizinden, Doğuda hemen hemen Büyük Okyanusa kadar uzayan sahalara yayılmış bulunan ve dünya ölçüsünde büyük önemi haiz olan Türk halkları kompleksinde kendilerini ‘’saha’’ diye adlandıran Yakut Türkleri, Avrupa’nın çok uzaklarında bulunan Sibirya’nın kuzey-doğusunda Yakutistan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinde yaşamaktadırlar. Yakutların bir kısmı küçük guruplar halinde Krasnoyar ve Habarovsk ülkesinin kuzeyinde, Rusya Federasyonun Sahalin, Magadan ve Amur eyaletlerinde yerleşmişlerdir. 1959 yılı Yakutistanında 226 bin Yakut yaşamaktadır ki buda bütün cumhuriyet nüfusunun (579.000 kişi) yarısından bir parça azını teşkil eder. Muazzam bir sahayı işgal eden Yakutistan yüz ölçümü 3.103.200 kilometre karedir. Yani Fransa’dan 6 defa büyüktür. Yakutistan’ın yarısı kuzey kutup dairesinin kuzeyinde bulunmaktadır. Kuzey Buz Denizinde bulunan Novosibirsk adalar gurubu da Yakutistan’a aittir.
Yakut dili, Türk dilleri ailesine, daha doğrusu Uygur guruplarına dahil Yakut tali gurubu olmak üzere bu dillerin doğu-yakut, doğu-hun koluna mensuptur. Yakut dili, 13-14. yüzyıllarda güneyden gelen Türk göçmenlerinin yerli Tunguz ve Paleoazi kabilelerinin diliyle karışması neticesinde vücuda gelmiştir. Yakut tarihinin en eski devirlerini araştırmış olan arkeolog A.P.Pokladnikov’un varmış olduğu sonuca göre, Yakutların ataları, kendi izlerini Selanga nehrinin aşağı kısmında, Tunki ülkesinde, Angara nehri vadisinde, Lena nehrinin yukarı kısmında Baykal gölü bölgesinde bırakmış olan demir devrinin ‘’Kurumçi’’ denilen kültürü temsil etmektedirler. Devrimizin ilk bin yılında Yakutların ataları Çinlilerce ‘’Gulugan’’, Moğol ve Türklerce de ‘’Kurukan’’ diye anılmışlardır. 13-14.yüzyılda Kurukanlar, dil ve kültür bakımından bir çok müşterek tarafları bulunan Yeniseydeki Kırgız Türklerinin doğusunda yaşamışlardır. Müslüman kaynakları bunları ‘’kuru’’ yahut ‘’furu’’ halkı diye anlatmaktadırlar. 13-14. yüzyıllara ait Çin kaynaklarında dahi bu ‘’kuru’’lardan bahsedilmektedir. 5000 süvari çıkaran ve diğer memleketlerle elçi mübadelesinde bulunan Yakut kabileleri bağımsız ve kudretli idiler. ‘’Kurukan’’ elçileri, Orhon hanlıkları silsilesinin atası olan Bumin-Hakan’ın 552 Yahut 553 yılında vukubulan defin merasimine katılmışlardır. ‘’Kurukan’’lar, Uygurlar ve Oğuzlarla Orhon Türkleri arasında çıkan savaşlarda birincilerin taraflarını tutuyorlardı. ‘’Kurukan’’ların 629-630, 647 ve 694 yıllarında Çin’de elçilikleri bulunduğu bilinmektedir. ‘’Kurukan’’ların toprakları, Çinlilerce Suan-Kue-Çju diye anılıyordu. Böylece demek oluyor ki, daha devrimizin birinci bin yılında tarihçe belli bir halk olmuşlardır. Fakat 11.yüzyılın aşağı yukarı 30 uncu yıllarına doğru, o tarihlerde Yakutların ellerinde bulunan topraklardaki halklar arasında bir değişiklik husule geldi.
Moğollar, Onon ve Karulan nehirleri ovasında ve Buir-Nor gölünden kuzeye, Lena nehrinin yukarı kısımlarına doğru sokulmuşlardı. Buryatlar da Yakutları Baykal gölü tarafından sıkıştırıyorlardı. Yakutların esas kısmı, Lena nehri yukarılarından kuzeye 14.yüzyıl sonlarında ve 16. yüzyıl başlarında çıkmışlardı. 16.yüzyılın ikinci yarısında Lena nehri boyunca yerleşmiş bulunan Yakut kabileleri hakimiyeti altında birleştiren Yakut Hanı Tıgın, büyük bir şöhret kazanmıştı. Ne var ki, bu arada Ruslar, Yakutistan topraklarına sokulmuş ve Tıgın’ı esir almışlardı. Yakutlar Tıgın’ı feodal devirlerinin milli bir kahramanı olarak kabul ediyorlardı.
A.F. Middendorf’un tarifine göre, su katılmamış bir Yakut’un oval biçimli bir yüzü, düzgün bir burnu vardır. Elmacık kemikleri azıcık kabarık, siyah saçlıdır. Böylece Moğollardan ziyade Kırgız Türklerini hatırlatmaktadırlar.1865-1866 yıllarında Yakutistan’ı doğudan batıya kadar katletmiş bulunan George Kenan, Yakutlar hakkında şöyle yazıyordu;
‘’ Rus araştırmacılarından Vrangel, Yakutları ‘’demirden insanlar’’ diye tarif etmişti. Gerçekten de onlar bu isimle anılmaya hak kazanmışlardı. Yakutlar, bütün Kuzey Asya’da en fazla tutumlu yaşayan ve çalışmayı seven insanlardır. Sibirya’da şu deyim bir darbımesel hale gelmişti: Siz herhangi bir ıssız yerde bir Yakut’u çırılçıplak istepte bırakınız. Bir yıl sonra aynı yere uğradığınızda bu Yakut’un hububat ambarlı büyük konforlu bir eve, at, sığır gibi hayvan sürülerine sahip olduğunu görürsünüz.’’
E. Reklü’nün yazdığına göre, Yakut bir Yahudi yada bir Çinli gibi sebatla ve yorulmadan çalışmaktadır. O, bütün düşkünlük hallerine ve açlığa, tıpkı bir Tunguz gibi kaderin bir cilvesi diye sessizce tahammül ediyor, şu veya bu tehlikeden korkmadığı gibi, her hangi bir engel karşısında da duraklamak nedir bilmiyordur. Yakutlar bütün Sibirya sakinleri arasında kendi olağanüstü bir asimile etme yahut intibak kabiliyetleri sayesinde en çok refah ve bolluk içerisinde yaşayan bir toplumdur. O, kendi çevresine, tabiata ve insanlara uymayı iyice başarmaktadır. Bu bakımdan Yakutlarla bir arada yaşayan Rusların Yakutların dil ve adetlerini benimsemek sureti ile onlarla büyük bir istekle akrabalık bağları kurarak tam manası ile Yakutlaştıklarına hayret etmemelidir. Bununla beraber Yakutlar, özellikle Sovyet devrinde bilhassa dil ve din bakımından mühim nispette Ruslaşmışlardır. Bugün Yakut dilinde göze çarpan iki dilliliğin dikkate değer bir tarafı da Rusça kelimelerin aynı zamanda Yakutça yapılan izahlarıdır.
Sovyet gazetecilerden V. Artemyev, bugünkü Yakutları şu şekilde vasıflandırmaktadır.
Yakutlar genellikle göçebe bir hayat yaşamakta ve hayvancılık, geyikçilik ve avcılık ile meşgul olmaktadırlar. Yakutların güneydeki yerleşik kısmı bunlardan başka ekim işleriyle de uğraşmaktadırlar. Yakutlar dinlerine bağlılıkta temayüz etmekte ve çoğunlukla kendilerini Ortodoks saymaktadırlar. Bu da onlara Ortodoks Çar Hükümeti tarafından bırakılmış bir mirastır. Gerçekte ise Yakutlar Şamandırlar. Onlar cinslerin himayesi olan tanrıları tanımakta, hayvanlara, kuşlara, dağlara vs. şeylere tapmaktadırlar. On yıllardan beri dikkatle muhafaza edilen ve bir nesilden ötekisine mukaddes bir miras gibi geçen Ortodoks ikonları ve haçları inanmış oldukları sayısız tanrılardandır. Yakutlar hayret edilecek derecede dürüst adamlardır. Kendilerine ait olmayan bir şeyi asla almazlar. Hatta kendileri için çok lüzumlu olsa bile sahipsiz mala asla dokunmazlar.
Artemyev, Yakutların yabancı mülkiyetine karşı duydukları olağanüstü saygıya misal olarak şu vakıayı anlatmaktadır.
Yakutlar, araştırıcı-geolog ekipleri için Tayga ormanlarında muhafazasız bırakılmış erzaktan faydalanmak şöyle dursun, hatta bir mükafat olarak kendilerine verilmiş erzakı bile almamış ve iade etmişlerdir. Zira Yakutlar kendilerine erzak veren kişilerin bu erzakları kanunsuz olarak aldıkları sanısına kapılmışlardır.
V. Artemyev, bundan başka dikkate değer şu bilgiyi de vermekteydi. Sovyet polisi, Sovyet toplama kamplarından kaçan kimseleri yakalamak için kendileriyle işbirliği yapacak bir Yakut bulamıyordu. Yakutistan’da hükümet organlarına bu çeşit bir yardımda bulunacak yerlilerden bir kimse bulmak oldukça güçtür. Yakutlar arasında gizli istihbarat ajanlarından mürekkep bir şebeke kurmak hemen hemen imkansızdır. Kendi yaradılış ve huyları itibariyle oldukça dürüst, samimi ve kurnazlıktan uzak bulunan Yakutlar, ana Taygalarında kötü hareketlerde bulunmazlar.
1825 yılında Sibirya’ya sürülmüş M.İ.Muravyev-Apostol adlı bir Rus dahi,Yakutların dürüstlüğü hakkında yazılar yazmıştır. Yazılarında Yakutları çalışkan, emekçi diye anan ve kendilerine karşı büyük bir sempati besleyen yazarın söylediğine göre, Yakutlar oldukça adil ve dürüst insanlar olup kurnazlık ve hırsızlık nedir bilmezler. Daha sonraları 1872-1873 yıllarında Yakutistan’da hapiste bulunmuş Rus yazarı N. Çernişevski de Yakutlar hakkında şöyle demişti;
Burada insanlar iyi kalplidirler. Hemen hemen hepsi dürüst adamlardır. Bazıları kendi cehalet ve yabaniliklerine rağmen, oldukça müspet ve necip insanlardır. Ama onların hayatlarını görmek gerek…Onların hatta paralı iken de dilenci hayatlarını görmek insana azap veriyor. Bu adamlar iyidirler, akılsız da sayılmazlar. Hatta denilebilir ki, Avrupalılardan daha istidatlı ve kabiliyetlilerdir. Söylendiğine göre Yakut çocukları okullarda Ruslardan daha iyi okuyorlar.
ÇARLIK RUSYASI ALTINDA YAKUTLAR
Rusların 17. yüzyılda Yakutistan’a sokuluşlarına kadar, buralarda Yakutların şu Türk kabileleri yaşıyordu. Yakutsk şehri çevresinde amgin-lenler, tamatlar, eginler, elgetler, korinler, yusallar, baydunlardan ibaret akraba guruplardan müteşekkil verhoyanlar; jiganlar, çaçunlar,kokun,tam oleslerden ibaret akraba guruplardan vilyuylar.
Rusların Yakutlara karşı açtıkları askeri seferler arasız olarak 1628, 1630, 1631 ve 1634 yıllarında daha sonraları da devam etmiştir. Bütün bu saldırılar karşısında Yakutlar, kendilerini kahramanca savunmuşlardır. Yakutlar, 1635 yılında İvan Galkin’in kumandasındaki Rus ordusunu bozguna uğratmış ve 1632 de Ruslar tarafından temeli atılmış Yakutsk kalesini de kuşatmışlardır. İkinci defa olarak 1636’da Galkin ordularına saldırmış sonradan kendisiyle barış antlaşması yapmışlardır. 1639-1640 yıllarında Yakutlar ve Tunguzlar Oilga’nın idaresinde Aldon’da ayaklanmışlardır. Fakat Ruslar, Oilga’yı yakalamaya muvaffak olmuş ve bir çok işkencelerden sonra onu asmışlardır. Oilga milli bir kahraman olarak bu güne kadar Yakutlarca saygı ile anılmaktadır. 1642 yılında Yakutlar, Yakutsk’ta ayaklandıkları zaman, 7 hapishaneyi Yakutlarla dolduran Rus askeri valisi Golovin, ilk önce onlara işkence yapmış, sonrada hepsini astırmıştır. Bunun üzerine Yakutlar Orta Lena’dan kuzey doğuya doğru göç etmeye başlamışlardır. 17. yüzyılın sonlarına doğru Rus Hükümetinin haraca bağladığı Yakutların %60’ı kaçak listesinde yer almışlardır. Yakutlar, 1648, 1652, 1653, 1668, 1676, 1681,1683 yıllarında Ruslara karşı silahlı çarpışmalarda bulunmuşlardır.
Bunlar arasında bilhassa Kangalas Yakutlarının Cenik’in idaresi altında yaptıkları ayaklanma hareketi ün kazanmıştır. 1691-1962’de Yakutsk ilinin Birgol nahiyesinde de isyan çıkmıştı.
Bu günkü Sovyet yazarlarının kanaatine göre, Yakutistan’ın Rusya ile birleşmesi esas olarak barış yolu ile olmuş ve bu birleşme gerek Rusya, gerekse Yakutistan için büyük ileri bir adım niteliği taşımıştır. Moskova Çarlığı, Yakutistan’ı ele geçirmekle doğuya doğru açılıp yayılmak için önemli bir hareket noktasına sahip olmuştu. Yakut Askeri Valiliğinin kuruluşundan (1638) itibaren Yakutsk, Rusların Ohot denizi, Anadır, Kamçatka ve Amur istikametlerinde ilerlememeleri bir üs vazifesi görmüştür. Ne var ki, bu birleşmenin Yakutistan için her hangi bir ileri adım olmadığı, Sovyet yazarlarının sükutla geçiştirmeye çalıştıkları tarihi vakıalardan iyice anlaşılmaktadır. Çar Askeri Valisi Bibikov, haraç toplama sırasında en iyi derileri kendisine ayırtıyor ve Moskova hazinesini de incitmemek için bir daha deri talebinde bulunuyordu. Bibikov, Yakutları ve Tunguzları mütatın üzerinde haraç vermeye zorluyor, teşvik içinde onları kamçılatıyor, kulak ve burunlarını kestiriyor ve astırıyordu. Bu itibarla Bibikov Ohotsk!tan Yakutsk’a giden yol üzerinde Yakutlar tarafından öldürüldü.
Rus hükümetine karşı koymanın imkansız olduğuna kanaat getirmiş olan Yakutlar, 18. yüzyılda yeni esaret hayatına intibak etmek yolunu tutmak zorunda kaldılar. Deli Petro zamanından itibaren Yakutlar, zorla kitleler halinde vaftiz edilmeye başlandı. Ancak bu vaftizler dahi Yakutları haraç vermekten kurtaramadı. Üstelik kendilerinden Rus vergileri de alınıyordu. Artık Yakutlara Rus isim ve soy isimleri de verilmeye başlandı. Ayrıca 8 yaşından itibaren de her erkeğe ağır vergiler yüklenmeye başlanmıştı. Yakutlar haraçtan başka şu vergileri de ödemeye mecburdular. Beylik atlar vergisi, yol bakım vergisi, su nakliyatı ve tesisleri vergisi, mahalli ihtiyaçlar vergisi, şahsi vergiler vs. Bunalan Yakutlar uzak kuzey bölgelerine sığınıyorlardı. Yakutlar 1810, 1811, 1814, 1816 ve 1817 yıllarında açılıkta geçirdiler. Çar idarecileri, Ortodoks kilise ve manastır ağaları Yakutların topraklarını satın alıyorlardı. 1830 yılında Petersburg’a gidecek olan Yakut temsilcileri için Yakutlardan toplanan 20.000 rubleden elde ancak 180.5 ruble kalmış olduğu için temsilciler Petersburg’a gidemediler.Bu konuda açılan adli soruşturma 59 yıl sürmüş, paraya el koyan idareciler de zamanla ölmüş gitmişti. İşte Yakutistan’daki ilerici hareket bu idi.
Yakutistan’da ancak 1840-1848 yıllarında Olekma ve Sitim nehirleri boyunca Lena altın madenleri keşfedildikten sonradır ki, bir canlanma başlamıştır. 1910 yılında burada 30.000 kişi çalışıyordu.
20. yüzyıl başlarında Avrupa’da tahsil görmüş ilerici Yakut milli aydınları varlık göstermeye başlamışlardır. Nikiforov adlı bir Yakut, 1917 Rus İhtilalinden önce, Yakutça ‘’Yakut Meseleleri’’ adı altında bir gazete kurmuştu. 1912 yılında ‘’Saha Sangata’’ adlı (Yakut’un Sesi) dergi yayın hayatına başladı. Daha sonra A. Sofronov ‘’Ana Vatan’’ adlı piyes yazdı.
YAKUTİSTAN’DA MİLLİ HAREKET
20. yüzyıl başlarında Rusya Türklerinin milli-kurtuluş hareketleri Yakutistan’da da akisler uyandırmaktan geri kalmamıştır. 1905 yılı sonlarında bir çok Yakut, vergileri ve diğer mükellefiyetleri ödemeyi red etmişlerdir. Yakut aydınları arasında milli bir Yakut teşkilatı kurma fikri belirlendi. 04.01.1906 yılında Yakut edibi Nikiforov’un evinde düzenlenen müşavere toplantısında ‘’Yakutlar Birliği’’ adlı bir Yakut teşkilatı kurulmuş ve 9 üyeden mürekkep bir merkez komitesi seçilmişti. ‘’Yakutlar Birliği’’nin yerli komiteleri de vücuda getirilmişti. Ne var ki Çarlık idarecileri 19 Ocak 1906 yılında bütün teşkilat üyelerini tevkif ettikten sonra ‘’Yakutlar Birliği’’dağılmıştı. Yakutların daha geniş ölçüde kendi milli bir teşkilat etrafında toplanma hareketleri 1917 yılı ihtilalinden sonra başlamıştır. Haziran 1917 yılında ‘’Yakut Federalistleri Emekçi Birliği’’ ve ‘’Saha Aymak’’ teşkilatları kurulmuştu. 22 Şubat 1918 yılında Yakutsk şehrinde toplanan ‘’Yakut Eyalet Şurası’’ kurulmuştu.
İrkutsk’ta bulunan Sibirya Sovyetlerinin Merkez İcra Komitesi adlı Bolşevik teşkilatı, Yakutistan’a karşı ceza ve tenkil müfrezeleri göndererek Yakutları, 30 Haziran 1918 yılında bozguna uğratmış ve Yakutistan’da Sovyet hakimiyetini ilan etmiştir. Yakutistandaki iç sivil savaşı, bütün Sibirya’da olduğu gibi, başlıca olarak Kızıl Ruslarla Beyaz Ruslar arasında mücadele şeklinde cereyan etmiştir. Amiral Kolçak ordusunun baskısı neticesinde Bolşevikler 11 Temmuz 1918’de İrkutsk’tan doğuya doğru çekilmişlerdi. Yakutistan yeniden kendini toparlamaya ve teşkilatlanmaya başlamıştı. 5 Ağustor 1918 yılında Geçici Yakutsk Şehrini Koruma Komitesi kurulmuş, ertesi günde Yakut Eyalet Toprak İdaresinin ilk toplantısı yapılmıştı. Ne var ki Kolçak, Yakutlara karşı askeri harekete geçmiş ve Kasım 1918 den itibaren Yakutistan’da kendi hükümetini kurmuştu. 7 Mart 1918 yılında Bolşevikler İrkutsk’u ele geçirmiş ve o sıralarda Yakutistanda ancak 28 komünist olduğu halde komünist iktidarını kurmuşlardı. Fakat Bolşevik hükümetine karşı vaziyet alan Yakut aydınları ‘’Saha Aymak’’ teşkilatı ile ‘’Holbos’’ adlı bir üretim kooperatifi etrafında toplanmışlardı. Sovyet gizli polisi (ÇEKA) bunlarla derhal Ağustos 1920 de mücadeleye başlamış ve teşkilatlar iktidar aleyhinde komplo peşinde denilerek dağıtılmıştı. Teşkilat idarecisi R.Orosin Yakutistandan sürülmüş, bir çok Yakutta kurşuna dizilmişti. Aynı şekilde takip ve baskılar Yakutistanın Vilyuy, Olekmin illerinde ve diğer yerlerde de yapılmıştı. İşte buna karşılık olarak Yakut milliyetçileri Bolşeviklere karşı her yerde baş kaldırarak ayaklanma başlatmışlardı. 28 Şubat 1922 yılında isyan edenler Yakutsk şehri yakınlarına varmış ve Verhoyansk’a ‘’Kuzey anti komünist müfrezesinin genel karargahını’’ kurmuşlardı. İsyancılar başlangıçta 3000 kişi iken Haziran 1922 ayında 18.000 kişiyi bulmuştu. Bu askeri hareketle beraber Yakutistan’da sivil direniş gurupları da kuruluyordu. 2-12 Mart 1922 yılında Çurapçe’de Yakutistan halkının temsilcilerinden müteşekkil Eyalet Kurucu Kurultayının toplantısı yapılmış ve bu toplantıda Geçici Yakut Eyalet Halk İdaresi seçilerek başkanlığa Yakut milliyetçilerinden G. Yefimov getirilmiştir, yardımcılığına ise gene Yakut Afanasyev getirilmiştir.
Bolşevikler artık işe ÇEKA terörü ile değil, o tarihlerde nüfusun % 85 ini teşkil eden Yakutlarla siyasi barış hareketleriyle başladılar. 27 Nisan 1922 de Yakutistan Muhtar Sovyet Cumhuriyeti ilan edilmiş ve Yakutistandaki Sovyet hükümeti düşmanları genel siyasi bir af ile serbest bırakılmışlardı. Yakutistanda Bolşevik İhtilal Komitesi özel ticaret haklarını genişletmiş, Yakut aydınlarının ‘’Sovyet Kuruculuğu’’ işine katılmalarını teşvik yolunda çalışmalara başlamış ve Yakutistanda bütün Sovyet idare ve müesseslerinin yerlileşeceğini, yani Yakutlara bırakılacağını ilan etmişti. 1 Mayıs 1922 de Komiserler Şurası Yakutistan’da Sovyet Muhtar Hükümetini kurmuş ve başkanlığına da P.A. Oyunski’yi getirmişti. Yakutların Sovyet rejimine karşı mukavemetleri kültür-siyasi alanda devam ediyordu. Bağımsızlık teşkilatları da arka arkaya kurulmaya başlamıştı.
NEDEN SOVYET HÜKÜMETİ YAKUTİSTAN’I BIRAKMIYOR?
Yazımızın son bölümünde, Moskova’yı ne pahasına olursa olsun, Yakutistanı kendi sömürgesi gibi elinde bulundurmaya sevk eden sebepler üzerinde durmak istiyoruz. Sovyet Hükümeti, Yakutistanı Rus İmparatorluğundan kendine geçmiş olan bir toprak mirası gibi görmektedir. Yakutistan oldukça zengin tabii servetlere sahip bulunduğundan, bu servetler Yakutistan’ın kendi ihracat malı olarak dış ülkelere sevk edilirse, Sovyet sanayisi bundan zarar görecektir.
Şu kadarını kaydetmek kafidir ki, sadece 1840 yılında Lena altınının keşfi, Petersburg ve Londra’nın Yakutistan’a olan ilgisini çekmişti. Son yıllarda jeoloji ve keşif ekipleri Yakutistan’da her çeşit sonsuz zenginlikler ortaya çıkarmaya başlamıştı. 1924’te Proletaesk, Oroçen, Lebedino, Cekondin, Kuranah, Zolotinsk, Turuk’ta yeni altın madenleri bulunmuştu. Diğer başka bölgelerde de altın bulunmaları başlamıştı, hem de 5 kişilik ekipler bu altınları bulabiliyordu. Bunun yanında kömür ve kalay madenleri, bakır madenleri ortaya çıkmaya başlamıştı.
1954-1956 yıllarında Yakutistanda petrol gazı kaynakları bulunmuştur. 1949 yılında ise Krestiya şehrinde Vilyu havzasında Mahra ve Botuoliya nehirleri boyunda elmas yatakları ortaya çıkmıştır. Daha sonra ise dünyaca ünlü kok kömürleri yatakları bulunmuştur. Bu nedenle Moskova’nın Yakutistan’a ilgisine şaşmamak gerekir.
Alman-Sovyet savaşı sırasında Sovyet ordusuna alınan Yakutlar, cesaretleriyle ün salmışlardır. Ne var ki, Sovyet Komutanlığı Yakutlara büyük askeri birlikler kurmalarına müsaade etmemiş, bunları karma kıtalar arasına dağıtmış ve Yakutların kumanda mevkilerine yükselmelerine müsaade etmemiştir. Yakutlar ordu içinde keskin nişancılıklarıyla tanınmışlardır. Yakut Dimitri Gulyayev, cephede isabeti ile ün salmıştı. 1941-1945 çarpışmaları sırasında 500 kadar düşman askeri öldürmüş ve not defterine kaydetmiş keskin nişancılara rastlanmıştır. Alman askerleri için Yakutlar bombardıman uçaklarından daha büyük bir tehlike arz ediyorlardı. Kaderin cilvesidir ki vaktinde Çarlık Rusya’sına baş kaldıran Yakutlar şimdi Sovyet Rusya’yı kahramanca savunuyorlardı.
Yakutların geleceği kendi ellerindedir, Yakutlar Sibirya’nın bazı küçük milletleri gibi asimile olup gitmeye niyetleri olduğu söylenemez. Uzun süren kış mevsiminde Yakutistanda sıcaklık -70 dereceye kadar düşmekte olmasına rağmen Yakutlar bu şartlara alışıktırlar. Yakutistanın ileride Türk halkları ailesinde geçmişte olduğundan çok daha fazla ve önemli bir rol oynayacağına şüphe yoktur.
HRİSTİYAN TÜRKLER
Kıpçaklar ( Kumanlar) Avrupalıların “Kuman” adını verdikleri kuzey Türkleri.
Kıpçakları, Bizanslılar “Kumanos”, Macarlar “Kun”, Ruslar “Polovets”, Almanlar “Falben” adıyla bilirler. İslamî kaynaklar ise “Kıpçak” (Kıfşak, Hıfşak) diye zikrederler. Genellikle, beyaz tenli, sarı saçlı ve mavi gözlüdürler. Batı Göktürkleri'nin bir kolu olduğu söylenen Kıpçakların, Kimek, Yimek, Kanglı ve Oğuz gibi Türk boyları ile irtibatları vardır.
Karahıtayların baskını ile, Güneybatı Sibirya’da İrtiş ve Ural nehirleri arasındaki yurtlarından, 11. yüzyılda çıkarıldılar. Volga üzerinden batıya göçtüler. Özi (Dinyeper) Nehrine kadar Karadeniz’in kuzeyindeki bozkırlara hakim oldular. Buralar “Deşt-i Kıpçak” şeklinde kendi isimleriyle anıldı. Bölgede yaşayan Bulgar, Alan, Burtas, Ulah, Mordva ve Hazarlar'ı hakimiyetleri altına aldılar. Rus sınırında yerleşen Karakalpaklarla savaştılar. Ruslarla, uzun yıllar (1061-1220) süren savaşlar yaptılar. Esir aldıkları Rusları, Kırım’daki Bizanslı tacirler vasıtasıyla Akdeniz ülkelerine sattılar. Bilhassa Rus knezleri arasındaki mücadelelerde yardıma çağrılmaları sebebiyle, akınlarını büsbütün arttırdılar. On ikinci yüzyıl boyunca Ruslarla savaştılar. Rusların meşhur İgör Destanı, 1185’te Kıpçaklara karşı düzenledikleri, fakat yenildikleri seferi konu almaktadır. Beylikler hâlinde yaşayan Kıpçaklar, çevreyi bu şekilde kontrol altında tutmalarına rağmen, tam bir birlik sağlayamadılar.
1222 yılında Moğollar, Kafkasları Derbent geçidinden aşarak Kıpçaklar üzerine yürüdüler. Ancak Kıpçak Başbuğları, Rus knezleri ile işbirliği yapıp, Moğolları Kalka Nehrine kadar sürdü. 1223’te yapılan Kalka Meydan Muharebesinde ise Rus knezleri ve Kıpçaklar müthiş bir bozguna uğradılar. Birçok Rus köy ve şehri yakılıp yıkıldı. 1236’da Batu Han, batı seferine çıktı. Rusları yendikten sonra İdil ile Özi nehirleri arasındaki bozkırlarda yaşayan Kıpçakları dağıttı (1239). Kıpçaklardan bir kısmı, Özi’nin batısına gidip kitleler hâlinde Macaristan’a girdiler. Bir kısmı ise, Orda İdil (Volga) sahasına yani Bulgar Türklerinin yurduna ulaştılar. Bulgar Türkleri, Kıpçaklarla kaynaşıp Kazan Türklerini meydana getirdiler. Batu Han, Macaristan’ı da itaatine aldıktan sonra, ordularını İdil’e kadar çekti ve Aşağı İdil boyunda, Altınordu Devleti'nin temelini attı (1242).
Yerli Kıpçak Türkleri, işgalci Moğolları, kısa zamanda kültürlerinin etkisi altında erittiler. Devlet adeta bir Kıpçak devleti hâlini aldı. Moğolların sadece adı kaldı. Türkçe konuşup Türkçe yazmaya başladılar. Bilhassa Batu’nun oğlu Berke Hanın Müslüman olması, Moğollar arasında İslâmiyet'in hızla yayılmasına yol açtı. İslâmiyet, 922 yılında Bulgar Hanı Almas Hanın Müslüman olarak Abbasî halifelerine tâbi olmasından sonra, bölgedeki Türk boylarının ortak dini hâline geldi. Yüzyıllarca, Rusları, Sibirya soğuğuna mahkûm eden Kıpçak Türklerinin hakim olduğu Altınordu Hanlığı, Timurlular'la giriştiği mücadele sonunda zayıf düştü.
Altınordu’nun hakim olduğu bölgelerde, Kazan (1437-1552) ve Kırım (1430-1783) hanlıkları kuruldu. Bu hanlıkların nüfusu, Kıpçak Türklerinden meydana geliyordu. Kazan Hanlığı'ndaki taht kavgaları, Rusları iyice güçlendirdi. 1552’de Korkunç İvan, Kazan Hanlığını yıktı. 1783’te Kırım Hanlığı, Rusya hakimiyetine girdi. Osmanlılar'ın zayıf dönemlerini iyi kullanan Ruslar, işgal ettikleri bölgelerdeki cami ve medreseleri yakıp yıktılar. Birçok Müslüman, Osmanlı topraklarına göç etti. Geride kalanlar, Rusların korkunç zulümlerine maruz kaldılar. 1917 Bolşevik ihtilali ve sonrasında din tamamen yasaklandı. Fakat bölgede meskûn olan Müslüman ahali, benliğini İslâmiyet sayesinde korudu. 1990’lara doğru dinî inançların serbest bırakılması ile bölgede İslâmiyet, eski günlerine kavuşma yolunda hızla ilerlemektedir.
Macaristan ve Romanya gibi ülkelere gidip yerleşen Kıpçaklar, Hıristiyanlaşarak benliklerini kaybettiler. On ikinci yüzyıl ve sonrasında, Mısır’daki Eyyubî ve Memlûklu devletlerine satılan Kıpçak çocukları, zamanla devletin idaresini ele geçirdiler. 1250-1382 yıllarında, Mısır’ı Kıpçak asıllı Memlûk hükümdarları idare ettiler.
Kıpçak Türkleri, kendilerine mahsus bir lehçe ile konuşurlardı. Macaristan ve Mısır’da Kıpçak lehçesinde kitaplar yazmışlardır. Kırım’da ticaretle uğraşan Kıpçak Türkleri ile irtibat kuran İtalyanlar, Codex Cumanicus adıyla ticareti ilgilendiren Kıpçakça bir lügat kitabı hazırladılar. Ayrıca, Alman misyonerleri, bu kitabı dinî yönden tamamlayan ilâhiler kısmını yazdılar.
Dostları ilə paylaş: |