MÜRŞİD-İ KÂMİLİ ZİYARET ADABI
Mürşîd-i Kâmili Ziyaret Adabı
Her mü'min önce, ziyaret için gittiği mürşid-i kâmili, Allah ve Rasûlü'nün bir emaneti olarak görmelidir. Ona karşı yapacağı hürmetin, aslında Allah ve Rasûlü`ne yapılan bir hürmet çeşidi olduğunu bilmelidir. Herkes, kalbindeki Allah ve Peygamber aşkını, kendisindeki edep hürmet anlayışını, velilere karşı tavrıyla bilebilir.
Bir insan, kendi zamanında yaşayan kâmil mürşidlere ve Rabbanî âlimlere ne derece hürmet ve edep gösterebiliyorsa onun Hz. Peygamber'e karşı yapabileceği hürmet de ancak o kadardır. Bu bir ölçüdür. Şimdi mürşid-i kamili ziyaret edebi konusunda ibret alınacak ve içinden pek çok ders çıkarılacak iki güzel hadiseyi zikredeceğiz:
Birisi, meşhur Cibril hadisidir. Hadisi, Hz. Ömer (r.a) ve başka sahabiler nakletmiştir. Hz. Ömer (r.a) hadiseyi şöyle anlatıyor: “Bir seferinde Hz. Resulullah (s.a.v) ile Mescid Nebevi'de bulunuyor, Efendimiz'in huzur-u saadetlerinde oturuyorduk. O esnada, birisi çıkageldi Elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah idi. Kokusu çok güzeldi.1
Üzerinde toz-toprak, ter ve yorgunluk gibi yolculuk izleri yoktu. Fakat içimizden kimse de onu tanımıyordu. Sakin bir şekilde Efendimizin önüne kadar yürüdü, diz üstü oturdu; ellerini dizleri üzerine koydu ve edepli bir şekilde soru sormaya başladı. İman nedir, İslam nedir, ihsan nedir, kıyamet ne zaman kopacaktır, alametleri nedir diye sorular sordu. Efendimiz (s.a.v) her birisine cevaplar verdikten sonra kalktı, sükûnet içinde ayrıldı. Biraz vakit geçince Hz. Rasûlullah (s.a.v): Şu soru soranı bana geri çağırın!” diye seslendi, baktık fakat onu bulamadık. Efendimiz (s.a.v): "O Cibril'di; size dininizi öğretmeye geldi."2 buyurdu.
Demek ki, Hz. Cebrail (a.s), kendisi bir şey öğrenmeye değil, halka bir şeyler öğretmek için gelmişti. Ashab-ı Kirâm'a önce edebi öğretti. Hz. Rasûlullah'ın (s.a.v) huzuruna hangi kıyafet içinde girileceğini, nasıl oturulacağını, kendisine ne şekil soru sorulacağını gösterdi. Sonra dinin, iman, islam ve ihsanla tamam olacağına dikkat çekti ve edeple kalkıp gitti. Alimler, arifler ve kâmil mürşidler Hz. Rasûlullahın (s.a.v) varisleridir. Onlardan ilim, hikmet ve edep öğrenmek isteyen her talebe bu edeplere dikkat etmelidir. Allah için önünde diz çökmeli gereken makama saygı göstermeli, kibri bırakıp tevazuya sarılmalıdır. Bu, şarttır.
Bir de ikinci örneğimize bakalım: "Abdulkays kabilesinden bir gurup insan Hz. Rasûlullah'ı (s.a.v) ziyarete geldiler. Başlarında reis olarak Münzir el-Eşec bulunuyordu. Efendimiz (s.a.v) bir gün evvel onların geleceğini ashabına haber vermiş ve kendilerini hayırla anmıştı. Kafile Medine'ye gelince, yolcular hızlıca bineklerinden inip hemen Mescid-i Nebevi'ye koştular. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz oturuyordu; geldiler elini ve ayaklarını öptüler.3 Efendimiz (s.a.v) hepsine merhaba etti; hatırlarını sordu. Kafile başkanı Münzir el-Eşec (r.a) ise kafilenin yanında idi. Yükleri yerleştirdi, hayvanları bağladı. Acele etmedi. Önce kafileye tahsis edilen konaklama yerinde bir gusül abdesti aldı. Elbise koyduğu sandığı açtı; içinden temiz ve beyaz elbiselerini çıkarıp giyindi. Sonra mescide girdi, iki rek'at namaz kıldı, dua etti. Dua'dan sonra kalkıp huşû, edep ve sükunet içinde Hz. Rasûlullah'a doğru yürüdü. Allah Rasûlü (s.a.v) bir tarafına yaslanmış ve ayağının birisini dikmiş bir şekilde oturuyordu. Onun bu edeb ye huşû içinde geldiğini görünce oturduğu yerde doğruldu ve ayağını topladı “Buraya gel ey Eşec!" diyerek yanına çağırdı, sağ tarafına oturttu, merhaba etti ve kendisine iltifatta bulundu.4 Bu davranışı ile onun diğerlerinden daha faziletli olduğunu gösterdi.5 Münzir el-Eşec (r.a), Allah Rasûlü'nün elini tuttu ve öptü.6 Efendimiz (s.a.v): “Ey Münzir, sende Allah ve Rasûlünün sevdiği iki haslet var. Onlar, hilim ve sükûnetle hareket etmektir.” buyurdu. Münzir (r.a): 'Ya Rasûlallah! O hasletleri ben mi kazandım, yoksa fıtratıma Allah mı koydu?' diye sorunca, Efendimiz (s.a.v): “Onları senin fıtratına Allah koydu.” buyurdu. Bunun üzerine Münzir (r.a): “Allah ve Rasûlü'nün sevdiği iki hasleti benim fıtratıma koyan Allah'a hamdolsun.” dedi.'7
Şu iki hadise, yüksek makamlara karşı nasıl muamele edileceğini çok güzel ve yeterli bir şekilde bizlere gösteriyor. Şimdi, biz de bu hadisler ve hadiseler ışığında, Peygamber varisi bir mürşid-i kâmili ziyaret ederken, dikkat edeceğimiz edepleri kısaca zikredeceğiz.
Abdestli Bulunmak
Kâmil insan, Kâbe gibi kıymetlidir. Kâbe Allahu Teala'nın evi, kâmil insan ise dostudur. Ayet-i kerimede Kâbe'nin, insanlar için yapılan ilk ev olduğu belirtilmiştir.8 Abdullah ibnu Ömer (r.a) bir gün Kabe'ye bakarak: Sen ne büyüksün, senin şânın ne kadar büyüktür. Ancak, mü'minin Allah katındaki şerefi senden daha büyüktür."9 demiştir. Bu büyüklük ve üstünlük başka bir yöndendir. Bunun birinci sebebi, kâmil mü'minin yeryüzünde Allahu Teala'nin ahlakını temsil ve tatbik edecek bir halife olmasıdır. Bundan, Kâbe'de olduğu gibi kâmil insanın önünde secde edilebilir manası çıkmaz, bu, haramdır.
İkinci bin yılın müceddidi İmam Rabbani (k.s), bu ümmetin evliyasını bazen Kâbe'nin bile manen ziyaret ettiğini ve ondaki ilahi nurlardan bereketlenmek istediğini belirtmiştir.10
Huccetü'l-İslâm İmam Gazzâlî (rah) de, bu ümmetin içinde Kâbe'nin ve göklerin kendisini tavaf ettiği kâmil insanların bulunduğuna işaret etmiştir.11
Bunlar, irşad kutbu olan zatlarda zuhur eden güzel hallerdir. Kâmil insan kâinatın süsü ve emniyetidir. İnsan-ı kâmilin kalbi ilahi nurlarla süslü bir “nazargâh-i ilahi” olduğundan onun ziyaretini de şerefine uygun bir şekilde yapmak gereklidir. Bunun için, Kâbe'yi de, kâmil insanı da ziyaret ederken, taşıdıkları ilahi şerefe hürmeten abdest almak gereklidir. Mümkünse gusül abdesti almalıdır. Bir mürşidin eli, abdestsiz olarak öpülebilir, ancak bu, bir zarûret anında olmalıdır. Yoksa abdest için imkân ve zaman varken lâkayd bir şekilde mürşidin elini öpüp geçmek edebe uygun değildir. İhmale dayanan bütün davranışlar müridi ve talebeyi zarara sokar. Edebi hafife almak kalbi dağıtır, hürmeti azaltır; feyzi keser. Hâlbuki muhabbet gevşeklik değil, edep ister. Edep, zillet değil, izzettir. Büyükler, mürşid ve üstatlarını ziyaret anındaki edeplere çok dikkat ederlerdi. Onları büyük eden de zaten bu edepleriydi. İmam Kuşeyri (k.s) demiştir ki: “ilk günlerimde, mürşidim Ebu Ali ed-Dakkâk'ın (rah.) yanına gittiğimde, muhakkak oruçlu olurdum ve bir gusül abdesti alırdım. Çoğu zaman medresenin kapısına gelir, Hazretin haşmet ve heybetinden dolayı, “Benim gibi birisi onun yanına giremez!” düşüncesiyle kapıdan geri dönerdim. Cesaret edip de içeriye girerek medresenin ortasına geldiğimde, beni mürşidimin heybeti kaplar ve bundan dolayı irkilirdim. Çoğu zaman vücudum heyecan ve heybetten donuklaşırdı. Öyle ki; birisi iğne ile beni dürtecek olsa hissetmezdim. Huzuruna oturunca, müşkilimi dille ifade etmek zorunda kalmazdım O, aklımdan geçen konulara tek tek cevap verirdi. Buna çok defa şahit oldum. Ona karşı öyle hürmet hislerimle doluydum ki, bazen bu zamanda bir peygamber gönderilse idi acaba ona karşı bundan daha fazla hürmet etmeye güç yetirebilir miydim diye düşünürdüm. Mürşidime karşı hep bu hisler içinde kaldım; kendisi vefat edene kadar içimle ve dışımla hiçbir haline itiraz etmedim.” Kendisine karşı bu derece hürmet gösterilen büyük veli Ebu Ali ed-Dakkâk da (rah) şöyle demiştir: “Ben, mürşidim Nasrabâdi'nin huzuruna her gidişimde muhakkak bir gusül abdesti alırdım."
Büyük veli Şeyh Ebu Medyen el-Mağribi (k.s) demiştir ki:“Seyr ü sülûkumun ilk günlerinde, yıkanıp gusül almadan, elbisemi, âsâmı ve üzerimde bulunan bütün eşyamı temizlemeden mürşidimin huzuruna girmezdim. Ayrıca, kalbimdeki bütün ilimleri ve zanna dayalı bilgileri bir kenara bırakıp; bomboş ve mahzun bir kalple yanına varırdım. Beni kabul ettiğinde ve bana yöneldiğinde, bunu saadet sebebi bildim Benden yüz çevirdiğinde ve beni kendi halime terk ettiğinde, kusuru kendimde gördüm ve uğursuzluğu nefsimden bildim. “
Kardeşim! Biz Allah için edebe dikkat edelim, gerisini düşünmeyelim; kalplerin içinden geçenleri bilen Cenabı Hakk, edepli insanı sever ve dostlarına sevdirir. Arifler, samimi ve edepli insanı yüzünden bilir. Bu hürmet ister gizli olsun ister açık olsun fark etmez. Yukarıdaki hadiseyi düşünelim, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, Munzir el-Eşec'in dışarıdaki edebine içeride nasıl karşılık verdi ve kendisini sevdi. Arifler, edebli insanın gönlünde sakladığı saygı ve sevgiyi onun yüzlerinden, gözlerinden, duruşundan ve oturuşundan anlarlar. Ona karşı zahirde bir iltifatta bulunmasalar bile, onu kalblerinde hayırla anar ve hayır dualarına katarlar.
Temizliğe Dikkat Etmek ve Temiz Elbise Giyinmek
Cenab-ı Hakk, ibâdet ve taat mahallinde herkesi güzel görmek istiyor ve: “Ey Âdemoğulları! Mescide her girişinizde süslenin.”12 emrini veriyor. Hz. Peygamber (s.a.v): “Temizlik imanın yarısıdır"13 buyuruyor. Ayrıca şu ikazları da çok önemli: “Allahu Teâlâ temizdir; ancak temiz olanları, kabul eder."14, “Allah güzeldir; güzelliği sever."15 Elbette arifler de Yüce Mevla'nın sevdiğini sever. Kirli, paslı, yırtık, dağınık bir kıyafet ile mürşid huzuruna çıkmak edebe uygun değildir. Giyilen elbise eski olabilir, fakat kirli ve pis kokulu olmamalıdır. Mümkünse beyaz elbise tercih edilmelidir. Kaba desenli ve karışık renkli elbiselerden sakınmalıdır. Vücut, saç ve sakal temizliğine özen göstermelidir. Varsa hafif ve güzel koku sürünmelidir. Ağızda soğan, sarımsak ve ağır sigara kokusu bulunmamalıdır. Bu tür ağır kokulu maddeleri kullananlar, ibadet ve ziyaret anlarında ağızlarını temizlemeli; mürşidini ve müminleri rahatsız etmemelidir. Sûfi sadeliği sevmeli, içini de dışı gibi etmelidir. Büyükler, müridin dışından çok içlerinin ve kalplerinin temiz olmasını istiyorlar. Kalbi, kin, haset, gösteriş, kendini beğenme, aşırı dünya muhabbeti ile kirlenmiş kimselerin, dış giysilerini tertemiz etmesini ve görünüşle yetinmesini ihlas ve mertliğe uygun görmüyorlar. Dışı temiz, içi kirli olmak iki yüzlülüktür ki, mürşidlerin gönlü bu durumdan rahatsız olur. Büyük arif Abdulvehhâb Şa'rani (k.s), bu hususta şu uyarıyı yapıyor: “Mürşidin huzuruna pejmürde, kirli paslı, dağınık elbise ile girmemelidir. Temiz olmalı ve namaza giriyormuş gibi özen göstermelidir. Bunun için en güzel elbiselerini giyinmeli, bunun yanında iç âlemindeki günah kirleri için de istiğfarla meşgul olmalıdır.”
Ayağa Kalkmak ve El Öpmek
Anne-babaya, âlime, mürşide, salih insanlara ve adil idarecilere, hürmet edip ayağa kalkmak müstehaptır. Özellikle irşad halkasına girilen kâmil mürşide son derece hürmet göstermelidir. Aslında hürmet edilen şahıs değil, ondaki takvadır; gönül verilen et-kemik değil manadır. Bütün bunların sahibi Yüce Mevla'dır. Cenâb-ı Hakk kimi takva ile şereflendirmiş, kendisine izzet vermiş ve muhabbet elbisesini giydirmiş ise o, kâmil bir insandır. Kâmil insan, tam hürriyetine kavuşmuş gerçek bir sultandır. Ondaki bu muhabbet insanın kalbini çekmekte; ilahi heybet, herkesin boynunu bükmektedir. Bu hal, veliliğin işaretidir; ona karşı gösterilen hürmet de müminliğin alametidir; kesinlikle zillet değildir. Kamil mürşidler, Rabbanî âlimler Cenâb-ı Hakk'ın askerleridir; O'nun dininin hizmetçisi, davetinin tebliğcisidir. Onlar Allah'ın büyük emanetini taşımaktadır. Onları sevmeyenin ve kendilerine hürmet göstermeyenin halini Yüce Peygamberimiz'den (s.a.v) dinle:
“Kim, dünyada Allah'ın adına hüküm icra eden sultana (kulları Allah'a sevk eden imama) ikram ve hürmet ederse Allah da kıyamet günü ona ikram eder. Kim dünyada, Allah adına hüküm icra eden sultanı, hafife alıp küçültürse Allah da kıyamet günü onu alçaltıp rezil eder”16
“Allah'ın ahkâmını ayakta tutan sultana (imama) kötü söz söylemeyin; şüphesiz onlar, yeryüzünde Allah'ın gölgesidir (O'nu temsil etmektedir)."17
"Büyüğümüzü (hürmet ve edeble) yüceltmeyen, küçüğümüze merhamet göstermeyen, âlimimizin hakkını bilmeyen bizden değildir.”18
KAMİL MÜRŞİDİN YERİ VE DEĞERİ
Kâmil mürşid, takva yolunda bir imamdır. Ayrıca müridin terbiyesini üstlenmiş manevi bir babadır. O aynı zamanda helali haramı öğreten bir alimdir. Gece gündüz Allahu Teâlâ'ya ihlasla kulluk eden bir salihtir. Zatı zikir ve safi fikir içinde kaybolmuş bir Hakk aşığıdır.
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz'in müjdesine göre; Allahu Teâlâ devamlı zikir içinde olan bir insanla meleklerine övünmektedir.19
Melekler onu ziyaret etmekte, kendisiyle evinde ve yolunda musâfaha yapmaktadır.20 Melekler, âlimin ve zikir ehlinin meclisine katılmakta; onlar için dua ve istiğfar etmektedir. Öyle ki ilim talebesinin bile ayakları altına kanatlarını sermekte, onları sevip; kendilerine saygı göstermektedir.21 Çünkü âlimin ve arifin işi şerefli; kendisi kıymetlidir; taşıdıkları Allah'ın emanetidir. Bunun için meleklerin tevâzu ve saygı gösterdiği bir insana, halkın kabalık ve kibir içinde muamele etmesi layık mıdır? Mürşid içeri girince veya yanımıza gelince ayağa kalkılır. Ziyaret için durum ve zaman müsaitse, bir izdiham yapmadan edeble huzura varılır. Oturuyorsa diz çökerek, ayakta ise boyun bükerek eli nezâket ve sükûnetle bir defa öpülür. Kendisine sırt dönmeden geri geri giderek huzurdan çıkılır veya uygun bir yere oturulur. Mürşid ziyaret edilirken veya kendisiyle konuşulurken, edep ve heybetten dolayı karşısında hafifçe boyun eğilse de, beli büküp iki büklüm olmaya gerek yoktur. Hele ayağa kapanmak, etek öpmek, cübbeye asılmak, şalvara asılmak, onu yüzüne karşı övmeye kalkmak, yağcılık yapmak gibi hareketlerden şiddetle sakınmak gerekir. Kâmil mürşidin derdi el öptürmek değil, edep öğretmektir. Eğer insandaki kibri ve benliği yok etmek için edepten daha güzel bir şey olsaydı, mürşidler muhakkak onu tercih ederlerdi. El öperken, bağırıp, çağırmaya, yapmacık sevgi gösterisinde bulunmaya gerek yoktur. Allah dostlarına karşı hasret ve samimi sevgiden dolayı gözden sevinç yaşları gelebilir; bu durumda hemen sükûnetle bir kenara çekilip, dua ve istiğfar içinde Allahu Tela'ya şükredilmelidir. Çünkü kalbe atılan bu muhabbet Allahu Teâlâ'nın hediyesidir; şükür ister. Mürşidlerin en rahatsız olduğu şey, saliklerinin sahte tevâzu ile kendilerine yakınlık göstermesi, hürmet etmesi ve etrafındakilerin dikkatini çekmesidir. Hele mürşide yakin gözüküp halkın gözüne girmeye, ona gösterdiği hürmetle milletin rağbetini çekmeye çalışanlar, kâmil mürşidin en nefret ettiği kimseledir. Ashaptaki şu edepleri kendimize örnek alalım. Ebû Hureyre (ra) anlatıyor: "Rasûlullah (s.a.v), mescitte veya bir mecliste bizimle oturur sohbet buyururdu. Ayağa kalkınca biz de ayağa kalkar; kendisi hanımlarından birisinin evine girene kadar Zât-ı saâdetlerini seyir ve takip ederdik”22
Bu edep, Hz. Rasûl-i Kibriya Efendimizin (s.a.v) Şerefli varisi kâmil mûrşidlere karşı korunur ve aynı şekilde uygulanır ise, büyük bir bereket ve muhabbet vesilesi olur. Gönlümüz ve gözlerimiz aydınlık olsun istiyorsak, Allahu Teâlanın sevgisi ve zikri içinde kaybolmuş, fena fillah makamına oturmuş bir arifibillahı seyredelim. Güzel görmek isteyen kimse, Allah dostlarına baksın; çünkü onlar Allah'ın boyası ile süslenmiş, süsleri hiç solmayan güzellerdir. Ashabın hafız ve ileri gelen hakimlerinden Zeyd b. Sâbit'e (r.a) binmesi için bir hayvan getirildi. Abdullah b. Abbas (r.a) hemen (üzengisini tutup binmesine yardımcı olmaya çalıştı. Zeyd (r.a): “Ey Rasûlullah'ın amcaoğlu, lütfen böyle yapma, üzengiyi bırak!” dedi. İbnu Abbas (r.a): “Biz âlimlerimize ve büyüklerimize karşı böyle davranmakla emrolunduk.” dedi. Bunun üzerine Zeyd b. Sâbit (r.a): “Elini bana verir misin?” dedi ve ibnu Abbas elini uzatınca onu öptü ve: “Biz de Hz. Peygamber'in ehl-i beytine karşı böyle davranmakla emrolunduk.” dedi.
'Hz. Ömer (r.a) Şam'a gelince Ubeyde b. Cerrah (r.a) kendisini karşıladı ve elini öptü; ikisi de kenara çekilip ağlaştılar. Hadiseyi anlatan Temim b. Seleme demiştir ki: “Ashab büyüklerin elini öpmeyi sünnet olarak görüyorlardı.”23 Büyüklerin ve salihlerin elini öpme, onlar için ayağa kalkma konusunda pek çok hadis ve haber mevcuttur.24 Bu hadisler incelendiğinde şu hükümler ortaya çıkar: Eve gelen misafir için ayağa kalkıp karşılamak ve onu kapıya kadar uğurlamak sünnettir. Talebinin hocasını gördüğü yerde ayağa kalkması müstehaptır. Anne baba için ayağa kalkmak, onlara yer göstermek ve onlardan sonra oturmak sünnettir. Âdil, salih idareci ve devlet büyükleri için ayağa kalkmak müstehaptır. Yaşlı, takva ehli büyükler için ayağa kalkmak müstehaptır. Bir kimse kendisine ayağa kalkılmasını ister, rağbeti sever; bundan nefsi için zevk alır ve kendisine hürmet edenleri küçük görürse, bu durumda o kimse için ayağa kalkmak yasaktır. Hadislerde yasaklanan budur. Ehli olmayana yapılan hürmet ya gösteriş, ya yağcılık, ya menfaat, ya da korkudan kaynaklanır ki, bütün bunlar yasaktır. Bir mürşid, kendisine nikâh düşen bir kadına, elini öptüremez; bu haramdır. Mürşitten feyiz almak isteyen kadınlar, edebe dikkat etsinler yeter. İlâhi rahmet ve feyiz takvadadır. Haram içinde gelen tat ve muhabbet feyiz değil, şeytanın tatlandırdığı bir fitnedir.
Sükûnet ve Tevazu İçinde Mürşide Yönelmek
Kâmil mürşidi ziyaret anında gereken en önemli edeplerden birisi de, sükûnet, sessizlik ve kalp uyanıklığıdır. Mürşidin bulunduğu meclise giren kimse, onun nazarları altına girmiş durumdadır. Bundan sonra var gücüyle edebe sarılıp mürşidin kalbindeki nur ve aşka yönelmelidir. Mürşidin huzurundaki bu mühim edebleri, Seyyid İbrahim Fasih (k.s), söyle açıklamıştır. “ilahi feyzin gelişi, mürşidin huzurundaki edebleri korumaya bağlıdır. Bu edebler zahiri ve batıni olmak üzere iki kısımdır: Zahiren dikkat edilecek edebler şunlardır: Mürid, mürşidinin huzurunda otururken devamlı onun yüzüne bakmamalıdır. Boynunu bükerek oturmalı; tıpkı sultandan kaçan ve daha sonra yakalanıp huzura getirilen bir kölenin teslimiyet ve boyun büküklüğü içinde bulunmalıdır. O huzurda daima, huşu, huzur, saygı ve hürmet içinde olmaya çalışmalıdır. Mürid, mürşidin izni olmadan oturmamalı müsaade edilmeden konuşmaya, kendiliğinden soru sormaya başlamamalıdır. Mürşidin huzurunda başkalarına iltifat etmemeli; konuşmayı gerektirecek bir zaruret yokken yanındakilerle konuşmaya hal hatır sormaya yönelmemelidir. Bunlar, ileri seviyedeki kimseler olsa bile, rağbetini sadece mürşide yöneltmelidir. Mürid bilmelidir ki, mürşide yapılacak bütün hürmet ye saygı hakikatte Allahu Teâlâ için yapılmış bir sevgi ye ta'zimdir. Mürid, mürşidin huzurunda sessiz ve sakin olarak oturmalı, gözlerini kapamalı, feyiz elde edebilmek için kalben yalvararak ve niyaz ederek mürşidinin bâtınına, kalbine yönelmelidir. Mürşidin huzurunda bulunurken dikkat edilecek bâtınî edeplerin en mühimleri şunlardır: Mürid, mürşidinin huzurda bulunurken kalp uyanıklığına çok dikkat etmelidir. Kalbinde yersiz düşünceler ye vesveseler olmamalı, mürşidini imtihan etme, içinde ona karşı gelme ve itiraz etme arzusu bulunmamalıdır Bunlar onun mürşidin kalbinden düşmesine sebep olur. Böylece mürşidin teveccüh ve sevgisinden mahrum kalır. Allah'ın veli kullarının nefretini çekecek şeylerden şiddetle sakınmalıdır Mürşidin nazarından düşmek, gökyüzünden yere düşmekten daha tehlikelidir, denmiştir. Mürid huzurda kalbini toplayarak feyiz taleb etmeli, kalbini mürşidinin kalbine bağlayarak onun yüksek teveccüh ve iltifatını beklemelidir. Güneş ışığının her tarafı kapladığı gibi, mürşidin feyzinin de herkesi içine alacağını bilmelidir. Mürşid, kendisinden feyiz taleb edilmesini bekler. Mürid kendi eksikliğinden dolayı mürşidinden bizzat feyiz alamasa da, güzel zannını bozmamalı, itikadını güzel tutmalı, kusurun kendinden kaynaklandığını bilmeli ve sabırla beklemelidir. Bu kadarı da yeterlidir. Mürid, mürşidinin başkalarıyla meşgul olmasına bakarak, o şu anda benden habersizdir, benimle ilgilenmiyor; bu durumda ben kendisinden nasıl istifade edebilir, feyiz alabilirim diye düşünmemelidir. Çünkü mürşidin zahirde halkla meşgul olması, onu Hakk'tan uzaklaştırmadığı gibi, aynı anda kalbiyle müridleriyle ilgilenmesine de mani değildir. Kâmil mürşidin ilahi tecellilere ayna olan kalbi, yeri ve göğü aynı anda seyredecek bir genişliğe sahiptir. Mürid, kendisini ölümcül bir hastalığa yakalanmış kabul etmeli ve ilacının da mürşidinde olduğunu bilmelidir. Öyle olunca, bütün kalp ve ümidiyle yönelmesi gereken tek makam mürşidi olacak ve takdir edilen ilahi şifa onun vasıtasıyla gelecektir. Gönlünü bir ona bir buna veren kimse, gerçek manada hiçbirinden nasiplenemez. Zamanının irşad kutbu Seyyid Muhammed Raşid (Rah.) Hz.leri, bir sohbetlerinde kalbi kendi mürşidinde toplamakla ilgili su olayı anlatmıştır: “Gasv-ı Hizani (k.s), bir sofisi ile hayatta olan mürşidi Seyyid Taha'nın (k.s) ziyaretine gidiyorlardı. Seyyid Taha'nın ikamet ettiği Hakkâri'nin Nehri köyüne yaklaştıklarında, o gün Seyyid Taha'nın (k.s) teveccüh yapacağı, haberini aldılar. Gavs-ı Hizani (k.s) buna çok sevindi. Seyyid Taha gibi bir zatın teveccühüne gireceğiz ne mutlu bize dedi ve yanındaki sofiye teveccüh ile ilgili bilgiler verdi, nasıl hareket edileceğini anlattı ve “Sabah bir şey yiyip içme, çünkü teveccühe aç karınla girilir.” dedi. Köye vardılar. Herkes teveccüh için hazırlık yapmaya başlamıştı. Gavs-ı Hizani'nin sofisi ise heybesinden bir şeyler çıkarıp yemeye başladı. Bunu gören Gavs-ı Hizani (k.s), sofisine: “Ben sana teveccühe girerken bir şey yenmeyecek demedim mi, sen ne yapıyorsun, sanki inadına yiyorsun deyince, sofi: “Kurban siz teveccühe girenler bir şey yemezler buyurdunuz. Ben teveccühe girmeyeceğim ki bir şey yemeyeyim. Seyyid Taha sizin şeyhinizdir; siz onun teveccühüne girebilirsiniz. Benim şeyhim ise sizsiniz, ben ancak sizin teveccühünüze girerim diye cevap verdi. Gavs-ı Hizani (k.s), tasavvufun bu âdab ve edeblerine dikkat eden sofisinden çok memnun kaldı. Daha sonra ben, Gavs-ı Hizani'nin bu sofisinin isminin Alican olduğunu öğrendim.
Büyük veli İmam Sühreverdi (k.s), mürşid huzurundaki en kazançlı işi şöyle tarif ediyor: “Mürid, mürşidin huzurunda ona nazar ederek ondaki nuraniyet içinde kaybolmaya çalışmalı ve Cenab-ı Hakk'ın onda tecelli ettiği ilahi ihsanlara gönlünü açmalıdır. Bu onun için her şeyden daha kazançlıdır.'” Bu konuda söylenmiş pek çok edep mevcuttur; her birisinin ayrı bir kıymeti ve yeri vardır. Adap kitaplarından onları öğrenmeli ve elden geldiği kadar uygulamalıdır. Allahu Teâlâ, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimize karşı davranış konusunda Ashâb-ı Kirâm'a ne emir vermiş ve hangi edebi öğretmişse, mürid, mürşidine karşı bunların hepsini dikkate almalıdır. Çünkü şu anda Efendimizin (s.a.v) makamında O'nun varisi olarak mürşid-i kâmil bulunmakta; mürit de Ashab’ı temsil etmektedir
Vesveseye Düşmemek, Kalbe Gelen Vesveseyi Büyütmemek
Bir mürşide gelen insan esasında Cenâb-ı Hakk'ın rızasına yönelmiştir. Elini mürşide veren mürid, gönlünü Rabbine vermek istemektedir. Tevbe, şeytan ve nefsin tasallutundan kurtulup sırf Yüce Mevla'ya kulluğa ahdetmektir. İşte bu güzel niyet ve yönelişi şeytanı çileden çıkarmaktadır. Çünkü Allah'a yönelen mümin şeytanın kucağından kaymaktadır. Aslında şeytanın yaptığı ve yapacağı tek şey kalbe vesvese vermek; boş ve batıl şeyleri nefse süslemek, hayırlı ve güzel amelleri sıkıntılı ve zor göstermektir. Şeytan, tekkeye veya Mekke'ye doğru yola çıkan kimselerin önüne çıkıp, hak yolcusuna bu gidişin ve yapığı işin gereksiz olduğu yolunda bin türlü vesvese verir. İnsanı evde kandıramadı ise, yolda işlerini bozmaya, kalbini kaydırmaya çalışır. O da yetmedi ise, tekkeye gideni tekkede, Mekke'ye gideni Mekke'de boş şeylerle meşgul etmeye, ibadet ve ziyaretlerini gafletle yerine getirtmeye çalışır. Allah, peygamberi, din, ahiret, kaza, kader, mürşid, hatme, zikir gibi mukaddes şeyler hakkında olmadık sorular ve şüpheler akla getirir; en olumsuz düşünceyi kalbe atar ve hemen kaçar. Bu tür vesveselere maruz kalan bir insan, aklına her geleni hayır ve doğru olduğunu zannederse, perişan olur. Kalbinin tadı, ibadetin neşesi bozulur. Mürşidine karşı güzel zannı kaybolur ve bundan sonra ne yapsa zoraki olur.
Velilerden Yansıyan Nur Ve Feyiz
Resûlullah (s.a.v) Efendimize: "Ey Allah'ın Resûlü! Allah'ın velileri kimlerdir? diye sorulduğunda şu cevabı verdiler: "Allah'ın velileri görüldüklerinde yüce Allah'ı hatırlatan kimselerdir."
Arifler demişlerdir ki: Bir kimsenin veli olduğunun en büyük alameti, yüzünü görenlerin, meclisine ve sohbetine girenlerin Yüce Allah'ı zikretmesi, kalbinin dünyadan soğuması, ahirete yönelip ibadete ısınmasıdır.
Kâmil mürşidler, kalbi fani sevgi ve sevgililerden çözüp, ebedi sevgiliye Yüce Mevla'ya bağlarlar. Yeter ki mürid, kalbini onların önüne bırakıp teslim etsin.
Büyük veli Hakim et-Tirmizi (k.s), irşadla görevli bir veliyi görmenin kazancını şöyle ifade ediyor: "Kâmil insanın yüzünde parlayan Allah'ın nuru, Hakkı arayan kimseye Allah'ın yüceliğini hatırlatır. Böyle bir nuru görmek insanı kötü ve çirkin işlerden alıkoyar."
İmam Sühreverdi (k.s), velilerdeki nazarın kalbe nasıl ilaç olduğunu şöyle anlatmıştır: "Salih ve sadık kimselerle her buluşmada müridin edep ve takvası artar. Ehlullahın sözleri gibi, nurlu nazarları da fayda verir. "Nazarı sana fayda vermeyenin, sözü de fayda sağlamaz." denmiştir. Yani, bir kâmil mürşid müridlerine diliyle anlattığından daha çok, hâli, edebi ve heybetiyle konuşur. Sadık bir mürid, mürşidinin sükûtuna, konuşmasına, halkın içindeki hâline, yalnızlıktaki edebine yani bütün hâl ve hareketlerine bakarak istifade eder. İşte bu, kâmil bir insanı görmenin kazancıdır.
Hiç şüphesiz, ilimde yüksek seviyeye ulaşmış, fazilet ve takva sahibi Allah dostlarının nazarları kalbin manevi hastalıkları için en faydalı ilaçtır. Bir kâmil mürşid, sadık bir müride nazar ettiğinde müridin kalbi yumuşar, içine nur akar ve Allahu Teâlâ’nın özel ikramlarını almaya kabiliyet kazanır.
Allahu Teâlâ bazı sevdiği kullarına öyle bir nurani nazar gücü vermiştir ki o, sadık bir müridine yöneldiği ve nazar ettiği zaman ona pek çok manevî hâller kazandırır.
Gavs-ı Sânî Hz.leri, kâmil mürşidlerin nazarının etkisini şu misalle anlatmıştır:
"Sâdât-ı Kiram'ın nazarı kaplumbağa nazarı gibidir. Kaplumbağa yumurtasını yapar, biraz geri çekilir, yumurtaya bir müddet nazar eder. Sonra onu kuma veya toprağa gömüp gider. Onun bu bakışı yumurtayı olgunlaştırmaya yeter ve belli bir müddet sonra yavru meydana gelir. Sâdât-ı Kiram'ın nazarı da kalbi olgunlaştırır. Allah dostlarının nazarı ilahî bir nurdur. Bu nur kalbin ilacı olur. Allahu Teâlâ kudsî bir hadiste dostlarına verdiği bu nur hakkında şöyle buyurmuştur:
"Ben kulumu sevdim mi onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. O benimle görür, benimle işitir, benimle tutar, benimle yürür. Benden herhangi bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa muhakkak onu himâye ederim." İşte, Sâdât-ı Kiram bu yüce devlete ermiştir. Allahu Teâlâ onlara bu yetkiyi vermiştir."
Mürşidden Alınacak Güzellikler
Kâmil mürşidlerin sadece duasını almak için değil, onlarda bulunan güzel ahlakı almak için yanlarına gitmelidir. Hak yolcusu mürşidinde gördüğü edeb, zikir, taat, tevazu, hürmet, nezaket, insan sevgisi, sabır, kusurları örtmek ve affetmek, yumuşaklık, ikram ve hizmet ahlakından az da olsa almalıdır. Susuz bir kimsenin tatlı bir su kenarına varıp hiç su almadan geri dönmesi ne kadar acıdır.
Veli, kendisini öveni değil, izinden gideni sever. Kendisine verilmiş olan ilahi nur ve edebin herkes tarafından paylaşılmasını ister. Allah dostları talebelerinden hediye değil, Allah'tan hayâ ve O'na dostluk yapmalarını bekler.
Evliyanın ahlakından bir pay sahibi olmadan onların gerçek tadını alamayız. Mesleğimiz ne olursa olsun, makam olarak hangi hâlde olursak olalım, onlara kalbimizi açmalıyız. Bu büyük velilerle beraber olan kimseye onlardan muhakkak güzel bir hâl bulaşır. Bu güzel hâller, sevgi ve samimiyete göre değişir. Onlarla bulunmaya sabreden kimse, kesinlikle bunun bereketini görür. Bunun için samimiyet, sabır ve mürşidin sohbetine devam gerekir. Bu konuda Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Salih insanlarla beraber bulunan kimse güzel koku satanla beraber olan kimseye benzer. Güzel koku satan kimse kokusundan ona ikram eder. O hiç bir koku almasa bile, onun yanında durduğu sürece ondaki güzel kokuyu teneffüs eder ve koku üzerine siner. Kötülerle bulunmak da körükçü dükkânında oturmak gibidir. Orada bulunan kimse elini hiç kömüre bulaştırmasa bile, oradaki pis havadan bir parça üzerine siner."25
Bu, ilahi bir kanundur, hep böyle cereyan eder.
Önceki insanlar, kendilerine edep öğretecek ve kalplerini Allah'a çevirecek bir mürşid bulmak için memleket memleket dolaşırlardı. Kalblerinin ilacını bulana kadar manevi doktor ararlardı. Ehlini bulunca da, Allah'a şükreder, sadakatle onun sohbetine girer, elinden tutar, emir ve tavsiyelerine uygun hareket ederlerdi.
Mürşidle Çıkılan Manevî Hicret
Mürşid terbiyesi tövbe ile başlar. Tövbe kalple Allah'a dönmek ve manevi bir hicret yapmaktır. Bu hicret isyandan itaate, gafletten zikre, cehâletten ilme, kötü ahlaktan edebe doğru yapılan manevi bir hicrettir. Bu konuda Rasulullah Efendimiz (s.a.v) buyurmuştur ki: "Gerçek muhacir, Allah'ın nehyettiği kötü şeylerden uzaklaşan kimsedir."
Mürşid Ziyaretinden Dönüş Adabı
Bir mürid, mürşidini ziyarete gittiği zaman ondan izin almadan yanından ayrılmamalıdır. Gelmek irade ile fakat gitmek müsaade iledir. Bir arkadaş ve dostunu ziyarete gidince de bu edebe dikkat etmelidir. Bu konuda Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizden biriniz, kardeşini ziyaret edip yanında oturduğu zaman, ondan izin almadan kalkıp gitmesin.”26
Vakti müsait olup, tekkede uzun süre kalmaya niyetli olan kimseler kalmak için izin almalıdır. Hem amelden hem de hizmetten kaçan kimseler, tembelliği tercih ederek böyle yapıyorlarsa, hoş karşılanmazlar. Ziyareti uzun tutan kimseler, eğer bütün vakitlerini ibadet, ilim, zikir, hizmet ve hayırlı bir işle doldurabiliyor iseler, tekkede uzun süre kalmaktan zarar görmezler. Bir mekânın hakkı verilemez ise, oradan hemen ayrılmak gerekir. Ancak kendisine görev verilir ve ondan hizmet istenirse, kalmaya devam eder. Çünkü Allah için Allah dostlarına hizmet etmek, ibadettir.
Yolculuk yapan kimse konakladığı ve mola verdiği herhangi bir mekândan ayrılırken vakit uygunsa iki rekât namaz kılarak ayrılmalıdır. Bu namaz sünnettir. Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, konaklamak için inmiş olduğu her yerden iki rekât namaz kılarak ayrılırdı.”
Bu edebe Mekke-i Mükerreme'den ve Medine-i Münevvere'den ayrılırken de dikkat etmelidir.
Yoldan gelen kimsenin sıhhat ve afiyet içinde dönüş hakkı ve bir şükür olarak kardeşlerine bir şeyler ikram etmesi, dostlarına ziyafet çekmesi müstehaptır. Resûlullah (s.a.v), Efendimiz Medine'ye geldiklerinde bir deve kurban etmiştir.27
Resûlullah (s.a.v) yoldan geceleyin dönmeyi yasaklamış ve: “Sizden biriniz, seferden döndüğünde haber vermeden, aniden ailesinin yanına gece girmesin.”28 buyurmuştur.
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz, bir yol dönüşünde ailesinin yanına geceleyin (geç vakit) gelmezdi. Gelişini ya sabaha ya da akşamdan önceye rast getirirdi.29 Seferden genelde kuşluk vakti dönerdi.30 Önce mescide uğrayıp iki rekât namaz kılar, biraz oturur, sonra hane-i saadetine teşrif ederdi.
Şartlarımız uygun olduğu sürece bu edeplere dikkat etmelidir. Bunda büyük bir fazilet ve sünneti ihya sevabı vardır. Ancak, kafilenin ve yolun durumuna göre, gece gündüz dönüş ve iniş saatleri değişebilir.
Mukaddes yerleri ve kâmil velileri ziyaretten maksat Allahu Teâlâ’ya yaklaşmaktır.
Mürid, mürşidini ziyaret edip dönerken niyetini, kalbini, durumunu gözden geçirmelidir. Nasıl bir vaziyette gelip hangi hâlde geri döndüğünü düşünmelidir. Kazancının ne olduğuna bakmalıdır. Samimi olarak ziyaretinin tekrarını istemelidir. Ziyaretten sonra yönü memlekete dönse bile, gönlü mürşidinde ve onda gördüğü güzel hâllerde kalmalıdır. Onu kendisine örnek alıp, biraz daha iyi ve samimi kulluk yapmaya niyetlenmelidir. Mürşidi ile bağını kuvvetlendirecek amellere sarılmalıdır. Onunla arasındaki güzel hukuku geliştirecek hizmetleri aramalıdır. Muhabbetini artıracak edepleri öğrenmeli, mürşidini sevindirecek vazifeleri üstlenmelidir. Döndüğü yerlerde, mürşidinin sadece adını değil, ondaki yüksek ahlakı bir derece olsun yaşayarak yaymaya çalışmalıdır.
Şu gerçek unutulmamalıdır: Hakiki mürid, milletin içinde mürşidi ile övünen kimse değildir. Asıl mürid, mürşidinin kendisiyle Allah'ın huzurunda övündüğü ve sevindiği kimsedir.
Not: Bu yazı Yrd. Doç. Dr. Dilaver Selvi'nin Ziyaret Edepleri ve Yolculuk Hükümleri isimli eserinden istifâde edilerek hazırlanmıştır.
Dostları ilə paylaş: |