President islam karimov the uzbek people need



Yüklə 52,31 Kb.
tarix03.05.2018
ölçüsü52,31 Kb.
#50054

CUMHURBAŞKANI İSLAM KERİMOV – ÖZBEK HALKI

BARIŞ VE HUZUR İSTİYOR

Bu broşür Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın İslam Kerimov tarafından 9 Mayıs 2013 tarihinde Anma ve Saygı Duyma Günü vesilesiyle medyaya verilen mülakatın tam metnini içerir.

Yaptığı tüm konuşmalarda da belirttiği gibi, Devlet Başkanı olarak Sayın Kerimov, mevcut durumumuz ve geleceğimiz hakkında çok önemli ve kayda değer konulara değinmektedir, faydalı çıkarımlarda bulunmaktadır ve çözüm önerileri sunmaktadır. Söz konusu hususiyetlere bağlı olarak bu mülakat halkımızın ilgisini çekmektedir.
Bugün halkımız İkinci Dünya Savaşı’nda faşizme karşı kazanılan Zafer Gününün 68. yıl dönümünde 9 Mayıs Anma ve Saygı Duyma Gününü yaygın olarak kutlamaktadır.

Bu günlerde tüm yurttaşlarımız üzerlerine düşen insanlık görevini yerine getirerek vatanımızın ve semalarımızın özgürlüğü uğruna yaşamlarını yitirenlerin kutsal anısı karşısında eğilmektedir.

Bu önemli günde aramızda bulunan, bizim için kutsal bir örnek teşkil eden saygıdeğer muharipleri tüm kalbimle tebrik etme fırsatı bana verildiği için onur duyuyorum.

Aynı zamanda sivil cephede çok zor koşullar altında canla başla çalışan ve zaferimize büyük katkılar yapmış olan tüm yurttaşlarımıza ve gazilerimize uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.

Bugün bu önemli günü kutlarken, İkinci Dünya Savaşı’nda kazanılan zaferin halkımız ve diğer milletler için nelere mal olduğunu, bu uğurda kaç can kaybı olduğunu, ne kadar kan döküldüğünü, ne acılar çekildiğini bir kez daha hatırlıyoruz ve milletimizin çektiği tüm sıkıntıları ve eşsiz acıları, yetim kalan çocuklarımızın ağıtlarını da anıyoruz. Tüm insanlığın kaderini ve geleceğini belirleyen bu sıkıntıları hatırlarsak, bu kanlı savaşın halkımızın zihninden hiçbir zaman silinmeyeceğini ve sonsuza dek akıllarda yaşayacağını söyleyebiliriz.

Yıllar ve hatta belki de asırlar geçecek ancak bu zalim ve acımasız savaş, halkımızın zihninden asla silinmeyecek çünkü bu katliamdan etkilenmeyen tek bir aile bile yok. Özellikle de bu günlerde uyruğu, dili ve dini ne olursa olsun ülkemizde yaşamakta olan kimle konuşursanız konuşun, o tarihten bu yana 68 yıl geçmiş olmasına rağmen herkes bu savaş yüzünden çekilen büyük acıyı ve bir türlü iyileşmeyen yaraları, özellikle de ailesinden verdiği kayıpları, kaybettiği annesini, babasını, büyüklerini, akrabalarını bir an bile unutmayacaktır.

Şu anda ülkemizde çocuklarıyla yaşayan tüm büyüklerimiz bugünü kutlamaktadır, bu mutlu günleri gördükleri için minnet duymaktadır ve savaşın getirdiği kötülükleri bir daha yaşamamak için dua etmektedir. Elbette ki niyet ve hayal etmek de önemlidir. Fakat bunların yanı sıra, bu trajik olayların tekrar yaşanmaması için çabalamalı ve hatta gerekirse tüm gücümüz ve kapasitemizi bu amaca ulaşma yolunda seferber etmeliyiz. Bu hayatın ve modern çağın temel gereksinimidir.

Aklı başında her insan tarihten ders çıkarır, barışın değerini ve savaşın yıkıcı sonuçlarını bilir. Aynı zamanda bugün karşımıza çıkabilecek birçok tehdit ve tehlikeyi ortadan kaldırmak için yollar arar ve bu acılara tanıklık etmemiş olan çocuklara da aynı zihniyeti aşılar.

Özellikle savaşın ve savaş sonrası yılların acı ve zorluklarını yaşamış olan tüm saygıdeğer gazilerimizin de bu şekilde düşündüğüne inanıyorum.

Şu anda bazı ülkelerde dile getirilen “savaşın en ağır yükü bizim omuzlarımızdaydı” gibi iddiaları adil bir şekilde değerlendirdiğimizde, bu savaşın yükünün ve zorluğunun eski SSCB Cumhuriyetleri, onların halkları ve binlerce sıradan insan tarafından eşit olarak paylaşıldığını söyleyebiliriz.

Bu konuda bazı rakamlar vermek istiyorum.

Savaştan önce Özbekistan’da 6,5 milyon insan yaşıyordu, bunun 1,5 milyonu doğrudan savaşa katıldı. Yaklaşık 500 bin yurttaşımız bu savaşta hayatını kaybetti, çok sayıda yurttaşımız kayboldu, yaralandı veya sakat kaldı. Bu rakamları göz önüne aldığımızda milletimizin faşizme karşı verdiği mücadelenin boyutlarını görmek zor olmayacaktır.

Kimsenin bu rakamları göz ardı etmemesini dilerim.

Zaman şu gerçeğin doğruluğunu bizlere tekrar tekrar kanıtlar. Tarihini bilmeyen, unutan ya da ondan ders çıkarmayan herhangi bir kişi ya da ulus aynı hatalara tekrar düşerek yok olabilir.

Tarih bize dersler verir ve bizi uyarır. Aynı zamanda doğru yolu seçmemiz için bize tavsiyelerde bulunur. Eskiden yaşananlar, bunlardan çıkarılan sonuçlar, hangi hataların tekrarlanmaması gerektiğini ve hangi yolun doğru yol olduğunu bize kim öğretir? Elbette tarih. Dünyada kalıcı olan etkili bir güç var mı? Hiç sanmıyorum.

Ne kadar zaman geçtiğine ve hangi dönemlerin atlatıldığına bakmaksızın tarihi anlamamız ve ondan dersler çıkarmamız gerekir. Ben kişisel olarak bugün, 9 Mayıs’ta bu gerçeği hiçbirimizin aklından çıkarmamasını diliyorum. Halkımızın yaşadığı zor günleri bugün hatırlayarak gereken dersleri çıkarmalıyız.

Etrafımızdaki tehdit ve her geçen gün artan tehlikeleri göz önüne aldığımızda bugün içinde yaşadığımız hızla gelişen ve değişen dünyayı kolaylıkla gözlemleyebilir ve anlamlandırabiliriz.

Afganistan’da 30 yıldır sürmekte olan savaşın bugün Orta Asya bölgesindeki topraklarımızda barış ve istikrara yönelik en büyük tehdit olduğu aşikardır.

Geçtiğimiz dönemde, barış içinde yaşamanın ne olduğunu bilmeyen yeni nesil çok acılara sahne olmuş bu topraklarda büyüdü. Savaşın başladığı yıllarda dünyaya gelen bu çocuklar şimdi 30-35 yaşındalar. Fakat bu neslin izinden giden yeni bir nesil yetişmektedir. Hayatları boyunca neye tanıklık edebilirler? Yalnızca savaş, ölüm ve kan. Bu gençlerin hayatı bunlarla mı sınırlı? Sizce buna bir hayat denilebilir mi?
Hayatları boyunca çok fazla acı çekmiş olan Afgan halkının yaşadığı trajediyi kimsenin yaşamamasını dilerim. Bu konuda ihtiyatlı davranmalıyız ve yaşananlardan ders almalıyız.

Bugün birçok uluslararası siyaset adamı Afganistan’daki mevcut durumu son derece zor ve kırılgan olarak nitelendiriyor.

Basit bir şekilde dile getirecek olursak, birbiriyle çatışma içinde olan taraflar gittikçe daha kararlı hale geliyor ve birçok kişi yıllardır süren bu kanlı savaşın askeri güç kullanılarak çözülemeyeceğinin farkında.

Dikkat edersek, uluslararası toplum bu savaşın en kısa zamanda durmasını ve Afgan topraklarına barış gelmesini istiyor. Durum öyle bir hal aldı ki, bu krizi siyasi yollarla çözme girişimlerine acımasızca karşı çıkan bazı kişiler bile fikirlerini değiştirmeye başladı.

Diğer yandan, bu krizi çözmenin tek yolu siyasidir ve bu ne kadar zor olursa olsun taraflar bir araya getirilerek müzakereler yapılmalıdır ve bir uzlaşma sağlanmalıdır. Bu bağlamda birçok kişi geçici bir hükümet kurma, seçime gitme ve Afganistan’ın karşılaştığı akut sorunlara bir çözüm bulmaya odaklanma fırsatını göz ardı ediyor.
Özbekistan Cumhurbaşkanı 2008 yılında Bükreş’te düzenlenen NATO Zirvesi’nde yaptığı konuşmada, dünyadaki güçlü devletlerin temsilcilerine ülkemizin bu konudaki kararlı duruşundan bahsetti.

Bu girişimin özünde şunlar yatıyordu: İlk olarak Birleşmiş Milletler nezaretinde «6+3» Temas Grubu oluşturulması öngörüldü. Bu Temas Grubu Birleşik Devletler, NATO ve Rusya’nın yanı sıra Afganistan’a komşu ülkeleri kapsıyordu. «6+3» Temas Grubu’nun en önemli hedefi Afganistan’da çatışma halinde olan taraflara bir ateşkes programı önermek, ülkeye büyük zarar veren sorunlara ve fikir ayrılıklarına uzlaşı temelinde çözümler aramak, güvenliği sağlamak ve tüm tarafların çıkarlarını göz önünde bulunduran teminatlar sunmaktır.

Gördüğümüz gibi, Zirve’de Özbekistan tarafından dile getirilen makul ve yapıcı öneriler bugün hala geçerliliğini ve ivediliğini koruyor. Hatta her geçen gün daha fazla anlam ve önem kazanıyor.

Eskiden beri biz komşumuz olan Afgan halkıyla hep omuz omuza yaşadık, onlara kız verdik ve onlardan kız aldık. Amuderya Nehri’nin her iki kıyısında da birbirimizi ziyaret ettik. Bu açıdan bakıldığında Afgan trajedisini diğer tüm uluslara göre daha yakından yaşamış olan Özbek halkının zihinlerinde ve kalplerinde bu topraklarda yaşanan olaylar çok daha farklı yer alıyor.

Kanlı çatışmaların yaşandığı bu alanın dışında kalanlar ne yazık ki olanları farklı algılıyor. Örneğin geçtiğimiz yüzyılda 1960’lı yıllarda Birleşik Devletler’in Vietnam’a karşı başlattığı savaş hakkında konuşulduğunda, uzaktaki ülkelerde yaşayan bazı kişiler Vietnam’ın dünyanın diğer ucunda olduğunu ve o topraklarda yaşananların onları ilgilendirmediğini söyleyebilir. Ancak Afganistan sorunu konusunda bu şekilde düşünmemek ve olaylara bu bakış açısıyla yaklaşmamak bizim kaderimizdir çünkü tarihten ders çıkarmayanlar da bir gün aynı sorunlarla karşı karşıya kalabilir. Çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini düşünüyorsak bugün bu sorunu detaylı bir şekle ele almalıyız.

Tarihin kendini tekrarladığı söylenir. Bükreş Zirvesi’ne katılan uluslararası toplum temsilcilerine Özbekistan adına çağrıda bulunarak, Afgan çatışmasının askeri yollarla çözülmesinin imkansız olduğu açıkça ifade edildi. 35 yıldır sürmekte olan savaşın nasıl sona erdirileceğini düşünüyorlarsa bunun askeri değil siyasi yollarla yapılabileceği kendilerine kararlılıkla bildirildi.

O zamandan bu yana beş yıl geçti. O tarihte büyük devletler, Avrupa Birliği ve diğer devletlerin temsilcileri, Özbekistan Lideri tarafından sunulan makul önerileri ve kesin bir dille ifade edilen sonuçları dikkate almadılar.

Peki bugün neler yaşanıyor? Söz konusu siyaset adamları bu önerilerin en doğru öneriler olduğunu kabul etmek zorunda, hepsi Afgan çatışmasını sona erdirmek için askeri yolların kullanılamayacağını anladılar. Bu savaşın mücadele ederek, kan dökerek ve birbirini öldürerek durdurulamayacağı konusunda ikna oluyorlar. Bu korkunç katliama artık daha fazla kim katlanabilir?

Bir kez daha tekrar ediyorum, bu kriz yalnızca siyasi diyalog ile çözülebilir. Ne yazık ki şu anda hem Afganistan içinde hem de dışında kendi çıkarlarının peşinde olan güçler, krizin siyasi yollarla çözülmesine karşı çıkıyorlar.

Çıkmaza girmiş bu durum daha kaç yaşama mal olacak? Daha kaç tane çocuğu yetim, kaç tane kadını dul bırakacak? Daha kaç masum insanın yaralanmasına ve sakat kalmasına sebep olacak? Ancak hepimizin gördüğü gibi bu sorunu çözmek için herhangi bir adım atılmıyor. Yepyeni bir neslin geldiğini söylüyoruz, ancak bu nesil savaş mağdurları ve kurbanları haline geliyor. Tüm bunun anlamı ne? Bu bağlamda bir ulusun ve bir ülkenin tamamının kaderinden bahsediyoruz.

Önceden küstahça savaşın yalnızca savaşla üstesinden gelinebileceğini ve Afgan sorununun yalnızca güç kullanarak çözülebileceğini iddia edenler şimdi dikkat çekmemeye ve bu küstahlıktan sıyrılmaya çalışıyorlar. Artık savaşın bu şekilde üstesinden gelinemeyeceğini söylüyorlar. Neredeyse büyük bir çoğunluk köylerin ve kentlerin bombalanmasının, yakılmasının durumu daha da kötüleştirdiğine ve sorunun bu yolla çözülemeyeceğine inanmaya başladı.

Biraz vicdan, akıl, erdem, incelik ve insanlık sahibi herkes bu gerçeği kabul ediyor.

Ne yazık ki Afganistan’da ve komşu ülkelerde olduğu kadar uzaktaki ülkelerde de savaşla ilgili çıkarları olan ve savaşı yöneten kişiler olduğunu söyleyebiliriz. Bu kişiler kötü çıkarlarını binlerce yaşamdan daha değerli görüyor. Maalesef büyük zenginlik, uçsuz bucaksız kazanç ve milyarlarca dolar para için kötü niyetlerini gerçekleştirmeye çalışanlar olduğunun bilincindeyiz.

Bunun hakkında çokça söz söyleyebiliriz. Ancak bu tür çirkin oyunlarla zenginlik elde eden ve kazanç sağlayanların zevk ve sefa içinde yaşamayacakları da aşikardır.

Bir kez daha vurgulamak isterim ki bugün pek çok siyaset adamı ve gözlemci Afganistan’daki taraflar arasında uzlaşma sağlamak ve karşılıklı diyalog kurmak dışında hiçbir yolun barış sağlamayacağı yönünde söz birliği yapmaktadır. Bu güçler, kendileri için ne kadar zor ve ıstırap dolu olursa olsun, birbirlerine karşı ne kadar husumet beslerlerse beslesinler, ortak bir mekanda bir araya getirilirse ve çözümün onların elinde olduğu, savaşı durduracak başka bir yol bulunmadığı onlara anlatılırsa ve dünya toplumu, öncelikle de büyük güçler bu siyasi duruşa sıkı sıkıya bağlı kalırlarsa, sorunun çözümü kesinlikle bulunacaktır.

Ancak ne yazık ki büyük güçler dünyayı kendi aralarında nasıl bölecekleri konusuna kafa yoruyorlar, hangi bölgede kimin nüfuz sahibi olacağını, kimin hangi bölgeyi kontrol edeceğini düşünmekle meşguller. Benim görüşüme göre büyük ülkelerin her biri daha fazla güç elde ettikçe, kendisini, kendi çıkarlarını daha fazla düşünür hale geliyor. Bu tür «oyunlar» geçmişte vardı, bugün var ve gelecekte de var olacak. Milletimiz bu tür oyunlara tarihinde birçok kez tanıklık etti.

Bugün Afganistan örneğine baktığımızda buna benzer siyasi «oyunların» etkisini hissediyoruz. Afgan savaşına askeri bir çözüm sunulamayacağının farkında olarak, bu son derece güç ve tehditkar durumda NATO kuvvetleri, Birleşik Devletler ve Avrupa ülkelerinin liderleri, büyük ölçüde Amerikan birliklerinden ve Avrupa ülkelerinin birliklerinden meydana gelen ISAF kuvvetlerini 2014 yılının sonuna kadar Afganistan’dan çekmeyi planlıyor. Samimi olmak gerekirse, bu süreç başladı bile. Ancak henüz kararlılıkla ve açık bir şekilde dile getirilmedi. Buradaki amaç diğerleri arasında endişe yaratmamak ve bu işi sessiz sedasız, herhangi bir karışıklığa sebep olmadan bitirmektir.

Tüm bunlar göz önüne alındığında akıllara bir soru geliyor: ISAF birlikleri Afganistan’ı terk ettiğinde ülkedeki durum ne olacak?

Maalesef bu gelişme taraflar arasındaki gerilimin tırmanmasına, terör olaylarının, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının artmasına, dini ve etnik çatışmaların şiddetlenmesine ve hatta iç savaş çıkmasına sebep olabilir.

Sorulması gereken diğer bir soru da bu olayların komşu ülkeleri nasıl etkileyeceğidir. Tarihten ders çıkaracak olursak, bu etki kesinlikle olumsuz olacaktır. Koalisyon kuvvetlerinin sorun tamamen çözülmeden Afganistan’dan çekilmesi, Orta Asya’daki gerilimleri arttıracaktır. Bölge ülkelerinin karşı karşıya olduğu tehdit ve tehlikeler şiddetlenecektir.

Bu bana büyük bir endişe veriyor ve hayal kırıklığı yaşatıyor. Bu hayatın bir gerçeği ve bundan kaçamayız. Halkımız bunun bilincinde olmalıdır.

Yaklaşımımızın ve izleyeceğimiz politikanın ne olacağı sorusuna cevap verecek olursam, bu vahim durumda ülkenin kalkınmasını ve büyüme oranının artmasını sağlamak için, en önemlisi de halkımızın huzurlu ve barış dolu bir yaşam sürmeleri için gereken tüm adımların atılmasının bizim için en öncelikli görevlerden biri olduğunu söyleyebilirim.

Özbekistan’ın Afganistan’a yönelik politikası son derece açık ve nettir.

Özbekistan, Afganistan’ın iç işlerine karışılmamasını, Afganistan’a karşı herhangi bir askeri-siyasi birliğe katılmamayı, bu ülkeyle yalnızca ikili ilişkiler kurmayı, Afgan halkı tarafından seçilen hükümeti desteklemeyi savunmaktadır.

Bu yaklaşım ve tutum ülkemizdeki kanunlarla da desteklenmektedir.

Bu politikanın izlenmesi aşağıdaki hususları öngörmektedir:

- diğerlerinin «oyunlarının» bir parçası olmamak;

- komşularla huzur ve barış içinde yaşamak;

- ülkenin barışını ve çıkarlarını korumak.

Yukarıda bahsi geçen taleplerin hepsi yakın tarihimizden ve şu anda içinde bulunduğumuz zor durumdan çıkardığımız derslerdir.

2012 yılında «Özbekistan Cumhuriyeti’nin Dış Politika Konsepti» kanununu kabul ettik.

Peki bu kanunun önemi ne?

Afganistan’da 30 yıldır sürmekte olan savaşı düşünürsek, bu süreç içinde bu konuda çok sayıda akıl karıştırıcı, çelişkili ve bazen de tamamen birbirine zıt fikirler dile getirildi. Örneğin okyanus ötesinde çok uzaklarda bulunan bir grup siyaset adamı, bu topraklarda barış inşa etmeye hazır olduklarını söyleyerek sözler verdiler. Başka bir grup ise pervasız sözler söylediler ve iddialarda bulundular. Bu tür kişilerin sayısı oldukça yüksek. Makul destek vermek ve faydalı öneriler sunmak yerine yıkıcı eylemlerde bulundular ve boş laflar ettiler. Bu şekilde durumun düzeltilmesini de engellediler. Kısaca şunları söyleyebilirim, bazı ülkelerin siyaset adamları Afgan sorunu üzerinde büyük bir «oyun» başlattı.

İlk olarak herkes barış istiyormuş gibi görünebilir. Ancak aslında onlara ne yaptıkları sorulduğunda net bir cevap vermekte zorlanacaklardır. Bu konuda çok sayıda konferans, zirve, toplantı ve diyaloglar gerçekleştirildi. Kendisini bir siyaset adamı olarak gören herkes bu konuda söz söyleyerek yetki sahibi olmak istiyor. Allah sizden razı olsun! Somut bir öneriniz veya makul bir programınız yoksa neden hem kendinizin hem de diğerlerinin dikkatini dağıtıyorsunuz?

Her şeyden önce Afganistan Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan ile sınır komşusu değil mi? Komşu ülkeler bu sorunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor. Bu yüzden Özbekistan bu konuya her zaman büyük önem verdi. Diğerleri uzaktan izlemekle yetiniyor. Ancak bu sorun kimin başına bela olmaya devam edecek? Bu alçak «oyunlar» kime sürekli sorunlar yaşatacak? Sovyet ordusu 1979 yılında Afganistan’ı işgal etti ve Afganistan’dan 1989 yılında ayrıldı. Bundan önemli dersler çıkarmalı mıyız çıkarmamalı mıyız? Yaşlılarımız bu tarihe kendileri tanıklık etti. Bu savaşta birçok genç hayatını kaybetti ve birçoğu da sakat kaldı. Peki bunun sorumlusu kim?

1989 yılında savaşın sonunda Termez yakınlarındaki Hayratan Köprüsü’nü geçen askeri konvoydaki Sovyet generallerinin araçlardan atlayarak, sanki bir zaferle dönmüşler gibi küstahça selam verdiklerini gördük. Peki söyleyin bu ne tür bir zaferdi? O generaller buharlaşarak uçup gitti. Onlar gittikten sonra Afganistan’da gelişen tehlike ortamında kimler acı çekti? Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan değil mi?

Bu açıdan bakıldığında ISAF kuvvetleri de yakın zamanda Afganistan’dan ayrılacak. Ancak uzaklardaki birisi savaşın dışında kalarak tekrar emirler vermek, Afganistan’a karşı diğerlerini kışkırtmak istiyor.

Tüm bunlardan bir ders çıkaracak olursak bizim ihtiyacımız olan ne? Bizim barışa ihtiyacımız var! Bir kez daha tekrar ediyorum, bizim komşu ülkelerle barış ve uyum içinde olmamız gerek. Buna dayanarak dış politikamızın iyi tesis edilmiş ilkelerini kapsamlı bir şekilde tanımladık.

Sovyet döneminde Afgan savaşına katılmaya zorlandık. Halkımızı arasında şöyle bir deyiş vardır: «Kör bir adam asla bastonunu iki kez kaybetmez». Bu yüzden Afganistan’a karşı herhangi bir askeri gruba ya da eyleme dahil olmayacağız. Bu tür gruplar gelir, misyonunu tamamlar ve gider, biz ise Afgan halkıyla daima omuz omuza yaşayacağız.

Bizim çıkarlarımız ve Afgan halkının çıkarları varsa, yalnızca ikili ilişkiler kuracağız ve bu ilişkileri destekleyeceğiz.

Muhteşem hayat deneyimine sahip olan milletimiz iyi komşuluk ilişkilerinin değerini gayet iyi biliyor. Komşularımızla ilişkilerde daima ulusal kimliğimizi, nezaketimizi ve merhametimizi koruduk. Barış çağrısı tüm milletimizin yegane çağrısıdır. Özbekistan’ın barış dolu ve huzurlu bir hayata ihtiyacı var. Gelişmemizin önünde herhangi bir engel olmasını istemiyoruz. Bazı ülkeler tarafından yönetilen bir «oyunun» parçası olmak ve sorun yaşamak istemiyoruz.

Herhangi bir askeri gruba dahil olmayacağımızın bir kez daha altını çizmek isterim. İsimleri ne olursa olsun, özüne baktığımızda askeri yapıda oldukları ortaya çıkıyor. Bu tür gruplara katılmayacağız.

Bir kez daha vurgulamak isterim ki tüm dünyaya kendimiz için doğru olan yolu seçtiğimizi açıkladık; bu yol tarihten ders çıkarmak ve bu dersler temelinde politikalar yürütmektir. Kararımıza karşı çıkan tek bir ülke dahi olmadı.

Elbette bu tür bir politikadan hoşlanmayalar var. Ancak bizim politikamız Birleşmiş Milletler Şartı ve kararlarının yanı sıra hümanizmin ilkeleriyle de tamamen uyumlu. Bu yüzden söz konusu kuvvetler politikamızdan hoşnut olmadıklarını açıkça dile getiremiyor.

Özbekistan’ın politikası barışı ve istikrarı sağlamaktır; bu politikayı milletin geleceğini düşünerek uygulayacak ve toplumumuzu bu hedefler etrafında birleştirecektir.

Bu politikayı uygularken hangi kriterlere ve unsurlara uymalıyız? Eylemlerimizde kesinlikle uymamız gereken ilk ve en önemli unsur barış ve huzurdur.

Halkımız ne zaman Allah’a bir yakarışta bulunsa ilk olarak barış ve huzur istiyor. Bunun için yüce Allah’a yalvarıyorlar. Bu iki kelime halkımızın döktüğü kanda, kalplerinin ve kemiklerinin derinliklerinde yazıyor. Bu kelimeler paha biçilemez bir değere sahip ve yaşamlarının anlamı haline geldi.

Halkımız başlarının üstündeki bu parlak güneşi ve mavi semaları büyük bir mutluluk olarak görüyor, barış, huzur ve refahın simgesi olarak kabul ediyor. Minnet duyguları içinde bu gökyüzünün altında yaşayan insanlar bu mutluluğu ve neşeyi diğerleriyle paylaşmak, hayatı aileleri ve dostlarıyla birlikte yaşamak istiyor. İnsanoğlu mutluluk için yaratılmıştır. İnsanoğlu insanlığa yaraşır bir ömür sürmek için doğmuştur.

Bildiğimiz gibi yakın bir tarihte Anavatanımızın Bağımsızlığının 22. Yıl Dönümünü kutlayacağız. Geçtiğimiz dönemde izlenen yolu özetleyecek olursak, Özbekistan’ın kalkınmasında önemli büyüme oranları elde ettiğimizi, diğerlerinin sempatisini kazanan ve ilgisini çeken sonuçlara ulaştığımızı söyleyebiliriz. Bunu kimse inkar edemez. Barış ve huzur, etnik ve ulusal uyum, karşılıklı nezaket, incelik ve birlik hala başarılarımızın temel unsurlarıdır.

Barışın hüküm sürdüğü yerde ilerleme olmalıdır. Karşılıklı kıskançlık, kışkırtma ve anlaşmazlıkların olduğu bir ülkede veya grupta kalkınma ve refah olmaz. Bu gerçeği zihinlerimize kazımalıyız ve değerini hiçbir zaman unutmamalıyız.

İkinci husus da barışın kendiliğinden gelmeyeceğidir. Barış ve huzur bağımsız kalkınmanın ve müreffeh bir yaşamın temelleri olduğu için, onlar için savaşılmalıdır ve bu yolda gerekirse diğerkâmlık sergilenmelidir. Hiçbir şeye el sürmeden bizim için bir başkasının bir şeyler yapmasını beklemek gibi kabul edilemez görüşler artık çok geride kaldı. Bugünün gençliği bu bağnaz fikirleri asla kabul etmeyecektir. Kendilerinin ve atalarının kim olduğunu bilen evlatlarımız modern bilime ve mesleklere öncülük ediyor ve bugün tamamen farklı görüşlere sahip.

Barış ve huzur dolu aynı zamanda da istikrarlı bir yaşamın en önemli koşulu ihmalkârlığa ve dikkatsizliğe yer vermemek, daima ihtiyatlı, uyanık ve dikkatli olmak, hem tarihten hem de yaşamdan dersler çıkarmaktır. Bu değerli Anavatanda yaşayan her vatandaşımızın ömrü boyunca izleyeceği hedefin bu görüşler ve duygular olmasını diliyorum.

Daima ihtiyatlı davranan ve tetikte olan bir insanın gelecek tehditleri öngörmesi ve engellemesi daha kolaydır. Sorunlarla gereken zamanda ilgilenilmezse ve ihmal edilirse, bu sorunların üstesinden gelmek bir hayli zor olacaktır. Bu gerçek binlerce yıllık tarihimizde birçok kez kanıtlanmıştır.

Tehlike öngörülebilirse o tehlikenin üstesinden gelinebilir, ancak öngörülemezse mücadele etmek için zaman ve yöntem bulmak mümkün olmayacaktır.

Bu bağlamda başka bir fikre dikkatinizi çekmek istiyorum. Güzel ve eşsiz topraklarımızda yaşayan insanlar, en önemlisi de gençlik, çocuklarımız şunu söyleyecek: «Bu Anavatan benim. Onu tehlikelerden ve sorunlardan benim dışımda kim koruyacak?» Eğer bu yaklaşım, büyümekte olan çocuklarımızın en büyük çağrısı ve hayat felsefesi olursa, onların ruhunda ve zihninde derin bir yer edinirse, sizce böyle bir ulus yoldan çıkar mı ve yenilgiye uğratılabilir mi?!

Eğer hepimiz bu zor zamanlarda böyle asil bir amaçla yaşarsak kimse bizi aşağı göremez ve gelecekte bu şanlı hudutlar kesinlikle bizim olur.



Bu törenden ve kutlamadan çıkarılacak temel sonuç şudur; halkımızın ve ülkemizin yaşadığı tüm zorlukları, sayısız fedakarlığı, kaybı ve acıyı göz önüne alırsak, ulusumuz çetin sınavlar, kargaşalar ve fırtınaların önünde hiçbir zaman yenilmemiştir. Ulusumuz övgüye değer bir biçimde tüm sorunların üstesinden geldi, büyük cesaret ve sabır gösterdi, kimseye boyun eğmedi ve eğmeyeceğinden de eminim. Amaçlarını ve hedeflerini gerçekleştireceğine yürekten inanıyorum.

Yüce Allah ülkemizi ve halkımızı kem gözlerden ve hasetten korusun! Her aileye, her insana, her yurttaşa, hepimize mutluluk ihsan eylesin! Barış ve huzur hep yanınızda olsun!
Yüklə 52,31 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin