Benim
Üniversitelerim.
Selim, kitabı düşmanca bakışlarla süzdü.
İlk sayfasını çevirdi. Bir ithaf vardı: ‘Kan ter içinde uğraşa-
rak tutunmaya çalıştığımız bu dünyanın pisliği içinde, ger-
çek bir mücadelenin küfür ve leş kokan hikâyesini bulacak-
sın bu kitapta...’ Hayır! Oscar Wilde’ın zarafetine hayran
olan bir insan bu kitabı okuyamazdı. Kitabı burnuna götür-
dü: ‘Kötü kokuyor,’ diyerek masanın üstüne bıraktı. Füsun
gülümsedi: ‘Kitabın yazarıyla ne ilgisi var bu ithafın? Belki
siz başka türlü hissedersiniz.’ Selim atıldı: Muhakkak. Böy-
le aptalca sözleri düşünsem bile yazmam. Ne akılsız biriy-
miş sizin Naci denen bu arkadaşınız. İnsan, bu kitabın baş-
kalarının eline geçeceğini düşünmez mi? Belki de gösteriş
366
yapmak istemiş. Sadece gülünç olmuş.’ Füsun, kitabı bir ar-
kadaşından aldığını, bu sözlerin o arkadaşına yazıldığını,
yazanı da tanımadığını söyledi. ‘Arkadaşınızın da böyle bir
arkadaşı olması sizin için kötü bir belirti. Ayrıca insan, böy-
le kendine ithaf edilmiş yazılarla dolu bir kitabı başkasına
vermez. Siz de onu bir başkasına veriyorsunuz. İçinden çı-
kılmaz bir durum.’
“Kitaplara ithaflar yazmak, beğenilen satırların altını çiz-
mek, sayfaların kenarına düşüncelerini yazmak Selim’e,
kendini elevermek, insanların ortasında çırılçıplak kalmak
gibi geliyordu. İnsanların kitaplara birtakım çizgiler çizme-
ye, kelimeler yazmaya hakkı yoktu. Herkesin düşünebilece-
ği satırları yazmak saçmaydı. Her insanın kendine özgü dü-
şünceleri gizli kalmalıydı: yalnız kendi bilmeliydi bunları.
Gene de kitabı aldı masanın üstünden. Füsun, çay hazırla-
maya gidince, bir koltuğa gömülüp okumaya başladı. Önce,
yüzünde alaycı bir ifade vardı: beğenmemeye hazır bir ifa-
de. Sonra, bu ifade kayboldu: yüzü ciddileşti; sırtı kambur-
laştı, başı omuzları arasında kayboldu. Gözlerini kitaptan
kaldırmadan çayını içti, tabağına birkaç kere konan kurabi-
yeleri hızla yedi. Okurken yemeyi çok severdi. Belki de Fü-
sun’un gülümseyen gözlerini görmemek için kitaptan başı-
nı kaldıramıyordu. Sonunda, kitabı almak istediğini, ilgi çe-
kici yanları olduğunu, suratını asarak söyledi. Gene de
okumuş olduğu bazı macera romanlarıyla karşılaştırmaya
kalktı. Sözleri biraz aşırı bulununca kızdı.
“Kitabı bitirdiği zaman, ateşli bir Gorki hayranı olmuştu.
Bulduğu bütün kitaplarını bir çırpıda okudu Gorki’nin.
Hepsini beğendi. Fakat
Benim Üniversitelerim
başkaydı.
Oscar Wilde’ı unutmuştu; edebiyatın sadelikten başka bir
şey olmadığına karar vermişti. Kitaplardaki fotoğraflarını
büyüttü Gorki’nin. Birkaç portre yaptı. Çini mürekkeple
çizdiği portre bende durur.
Benim Üniversitelerim
’i yatağı-
367
nın başucuna koymuştu. Akşamları, yatağa girince, kutsal
bir kitapmış gibi ondan sayfalar okurdu. ‘Düşünün bir kere
Esat Ağabey,’ diyordu. ‘İntiharını o kadar sade bir biçimde
anlatıyor ki; çarşıdan dört toplu bir tabanca satın almış.
Kalbine isabet ettirmek için sol göğsünün altına ateş etmiş:
sadece ciğerini delmiş. Bundan samimi anlatılabilir mi?’
Bilmiyorum kaç kere okudu kitabı. Durmadan: ‘Benim
İn-
cil
’im bu kitap,’ derdi. ‘Gorki’yi kendime benzetmek ister-
dim ama, rıhtımda un çuvallarını bir taşıyışı var: nerede
bende o kuvvet?’ Rus yazarlarına hayranlığı böyle başla-
mıştı.”
Esat, elini göğsüne götürerek sustu. Biraz nefes aldı. Son-
ra, sıkıntıyla gülümseyerek: “Gorki’nin hastalığı,” dedi. “Se-
lim öyle derdi. Arada dinlenmeyince olmuyor.” Turgut, onu
yorduğu için özür dilemek istedi. Önemli değildi. Uzun, za-
rif ellerini iki yana açarak konuşuyordu: “Yaşadığıma göre,
korkmamalıyım hastalığımdan. Kendini hatırlatmadıkça
onu unutmalıyım. Gözümü korkutmasına fırsat vermemeli-
yim.” Aysel bir bardak su getirdi. Esat’ın hastalığına alışmış
görünüyordu. Esat, suyu uzatan eline baktı kızkardeşinin.
Bu ellerde beklediği ilgiyi görmemiş gibiydi. Genç kız,
Esat’ın bakışlarının farkında olmadı. Gözlerini boşluğa dik-
mişti. Burada soluyorsun saydam çiçek. Bir masal kahrama-
nının bu duvarların ötesine götürmesini bekliyorsun seni.
Hem de uzun süredir bekliyordu. Bu evde yaşlanmaktan
korkuyorsun.
“Ayrıntılarla sözü uzatıyorum galiba.” “Hayır,” dedi Tur-
gut. Asıl ayrıntılara girmelisin. Neyin önemli olduğunu bi-
lemezsin. Belki de farkında değilsin sözlerindeki önemin.
Selim’i konuşmak istemiyorum seninle. Sadece dinlemek
istiyorum.
“Hayatının devrelerle anlatılmasını isterdi Selim. Wilde
devri, Gorki devri gibi.”
368
Turgut, elinde olmadan mırıldandı: “Tarih düşürmek is-
terdi.”
“Efendim? Bir şey mi söylediniz?”
“Hiç,” dedi Turgut. “Söylediğiniz kelimeleri tekrarlıyor-
dum kendi kendime.”
“Bu devrelerin sayısı, sonradan o kadar arttı ki izleyemez
oldum. Bir hafta süren devreler bile oluyordu. Her devrenin
tek özelliği vardı: bir önceki devrenin şiddetle reddi. Fakat
Selim, bütün devreleri arasında benzerlikler bulurdu; eski
devrelerini yenileriyle uzlaştırmaya çalışırdı farkında olma-
dan. Sonra da bütün bunu sezmiyormuş gibi konuşurdu:
Dostları ilə paylaş: |