4 Mart
Neden bu tiyatroya gittim? Şimdi, kafama saplanan düşün-
ceyi söküp atamıyorum. Dün gece, İbsen’in
Hortlaklar
oyu-
608
nunu seyrettim. Tiyatronun kapısında duran zayıf gencin
sevgilisi onu atlatmasaydı bütün bunlar başıma gelmeye-
cekti. Taşralı bir tüccara benzeyen orta yaşlı bir adamla bir-
likte biletleri sevinerek aldık bu gençten. Tüccarın yanında
oturmak düşüncesinden rahatsız oldum; fakat bütün bilet-
ler bitmişti. Ben o gencin yerinde olsaydım yalnız başıma
girerdim tiyatroya: gelmeyen sevgiliye inat. Taşralı tüccarla
girselerdi, ben kurtulacaktım. Olmadı. Oyun başlamadan,
son dakikada, bilet bulmak bir talih işiydi. Bu nedenle ken-
dimi biraz da akıllı saydım.
Şimdi yatağıma büzülmüş, büyük bir dehşetle, genç Al-
ving’in beyninin nasıl yumuşadığını düşünüyorum. Ya kor-
kusu? Tıpkı benim korkuma benziyor. Yatağa uzandım ve
kımıldamadan yattım. Beynimin yumuşamasına engel ol-
mak istiyordum. Kımıldamazsam bunu başaracağımı sanı-
yordum. Henüz aklım başımdaydı. Beynimin erimesine
karşı tedbir olarak kımıldamadan yatarken, bir yandan da
bunun aptalca bir çare olduğunu biliyordum. Demek ki ak-
lımı koruyabiliyordum. Belki korkumun değil, fakat düşün-
düğüm çarenin saçmalığının farkındaydım. Korkum da yer-
siz olabilirdi. Oswald Alving’in hastalığının kökleri babası-
nın gençlik günahlarıyla ilgiliydi. Olsun. Bu, durumu de-
ğiştirmez. Babamın da gençliğini nasıl geçirdiğini bilmiyo-
rum. Duyduklarım bu bakımdan pek ümit verici değil.
Uzun yıllar hovardalık yaptığını övünerek söylerdi. Fakat
neden bu oyunu seyrettim? Hem de böyle bir sırada... Bü-
tün bunları düşünmek zorunda kalmayacaktım. Beynimin
geleceği hakkında kuşkulara kapılmayacaktım.
Oyuncular ne kadar duygusuz. Alving’i oynayan genç -
oldukça başarılıydı- bütün bu korkunç sözleri her akşam
aynı şekilde nasıl söyleyebiliyor? Oyundan sonra arkadaşla-
rıyla şakalaşarak makyajını nasıl kayıtsızca silebiliyor? Bana
kalırsa, hastalanıp ikinci geceden itibaren oynayamamalıy-
609
dı. Fakat o benim gibi değil ki: normal. Normal, anormal.
Bu kelimeleri çocukluğumdan beri sevmem. Daha o za-
manlar, bazı akrabalarım bana anormal derlerdi. Bu sözler
insanın yüzüne söylenmez. Gene de duyar insan. Anormal.
Bu çocuk anormal. Bu çocuk normal değil. Onlara göre,
durmadan kitap okuduğum -hatırladığıma göre çok oku-
mazdım doğrusu- ve misafirlerin yanına çıkmadığım -bu
“yanına çıkmak” deyimi beni ürpertirdi, içime bulantı ve-
rirdi- ve gereken yerde gereken kelimeyi bulamadığım için
-bu nedenle bana ayrıca aptal da derlerdi- anormaldim. Ben
de büyüyünce çok normal olmak ve onları utandırmak için
yanıp tutuşurdum. Galiba haklı çıktılar. Nasıl bildiler bu-
nu? Onların akılsız, duygusuz ve bilgisiz olduklarını bildi-
ğim için, haklı çıkmalarına bütün kalbimle ve aklımla ve
öfkemle isyan ediyorum. Ben haklı çıkmalıydım. Olmadı.
Sebep olanların gözü kör olsun! Bir zamanlar tutunama-
yanlar diye bir söz etmiştim. Şimdi bu sözü çok hafif bulu-
yorum.
Odadaki bütün ışıkları yaktım, banyonun kapısını açtım.
Bütün gece onun gelmesini bekleyeceğim herhalde. Beni
uykuda yakalamasına izin vermeyeceğim. Onun kıskançlı-
ğından da bıktım usandım: kitap okumamı istemez, düşün-
memi istemez, oyun seyretmemi istemez. Böyle bir baskıya
gireceğimi bilseydim daha önce evlenirdim. İbsen de nasıl
yazdı bu oyunu? Yazmaya nasıl dayanabildi? Ben nasıl yaz-
dım hamamböceğini? O başka. Beynimin, hamamböceğiyle
ilgili kısmında bir düzleşme başlamıştır herhalde. Yumuşa-
maya bir başlangıç. Evet. Onlar haklı çıktı. Sonunda, bana
olanlar olduktan sonra, aralarında konuşacaklar: yıllarca
önce biz bu durumu anlamıştık, diyecekler. Kitap okuma-
sından belliydi, misafirlerin yanına çıkmamasından anla-
mıştık. Yerli yerinde karşılıklar bulup söyleyememesi onu
bu duruma getirdi. Bir bakıma talihsizim. Misafirin yanına
610
çıkmadıkları halde başlarına bir şey gelmeyenler de var.
Onlar bir bakıma kaybediyorlar. Eksik olsun böyle kazanç.
Ben ölüyorum: görmüyor musunuz? Yazık diye üzülecek-
ler. Fakat, haklı çıkmanın sevinci içlerini ısıtacaktır. Beter
olsunlar diyeceğim; oysa beter olan benim.
Sahneden bana yeni doğmuş bir bebek gibi bakan Os-
wald Alving’i hiçbir zaman aklımdan çıkaramayacağım. Ni-
etzsche de böyle olmuş diyorlar. Nietzsche. Oswald Alving
gibi bir hiç değil ki!
6 Mart
Yolculuktan bu sabah döndüm ve hemen hastalanarak gene
yatağa düştüm. Eve yeni dönmüştüm: akşamüstü Günse-
li’ye uğramayı düşünüyordum ve öğleden sonra birden ate-
şim yükseldi. İçimde yaşama arzusu kalmadığı için iyileş-
miyorum herhalde. Şimdi yanımda Günseli olsaydı iyileşir-
dim diye düşünüyorum. Annemle de haber gönderemem.
Hastalığım düşündürüyor beni: bu ateş beni korkutuyor.
Kötü ve çaresiz bir hastalık mı acaba? Yatağın içinde, hiçbir
şey yapmaya cesaret edemeden korkuyorum. Kafka’nın
korkusu gibi değil; insanın evrendeki hiçliğiyle ilgili bir
korku değil. Anlamsız bir korku. Zavallı bir böceğin vücu-
dunda duyduğu ve anlamını bilmediği bir korku. Bitkisel
bir korku.
Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli
eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana ya-
şamasını öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğre-
nilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini
öğretmediler. Ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu
yanlışlara. İnsan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben bula-
mazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları
611
öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha
fazla değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana
boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da, anormal dedi-
ler. Ben de kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca
normal bir adam olmaya çalıştım. Arkadaşlarla geneleve
gittim, müstehcen romanlar okudum ve sokakta genç kızla-
rın peşinden gittim. Hiçbirinde tutarlılık gösteremedim.
Bunun üzerine anormal olduğuma karar verdiler. Onlara
biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyor-
dum. Kendimi onlardan ayırmasını beceremedim. Hitler,
genel yatakhanelerde işçilerle kalırken bile onlardan ayrı
olduğunu hisseder, onlara yaklaşmazmış. Bende böyle bir
içgüdü yoktu. Sınıfta toplanıp müstehcen resimleri seyret-
tikleri zaman, onlardan uzaklaşmak gerektiğini bilemedim.
Oysa, onlar gibi hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılı-
ğı, onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefese
onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan yakınmaya hakkım
yok. Onlar gibiydim.
Bu kıskanç korku gelinceye kadar, yaptıklarım bakımın-
dan değilse de, aklımdan geçenler bakımından aşağılık bir
hayat yaşadım. Büyük ve güzel şeyler yerine, aşağılık şeyler
düşündüm. Şimdi de durum düzelmiş değil: hiçbir şey dü-
şünemiyorum. Çok bayağı bir olay. Neresinden tutulsa in-
sanın elinde kalıyor: dağınık ve çürük bir örgü. Evet, hak-
lıydı akrabalar. Ben, normal olmadığım için anormal olan
bir çocuktum. Allah beni kahretsin ve ediyor da. Montaig-
ne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor:
beceremediğiniz için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de
diyorum ki: Sayın Montaigne ve sizin gibiler! Canınız ce-
henneme! Sizin haklı olmanız bana hiçbir şey kazandırmı-
yor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte. Siz de sevimli akraba-
larım kadar yabancısınız bana. Adınız Marki bilmem ne de
olsa... Tabii siz gurur duyuyorsunuz düşüncelerinizden.
612
Diyorsunuz ki, Selim Işık diye bir mesele olmamıştır. Ol-
mayan bir mesele için, düşünce tarihinin insanı yücelten
gelişimini bozamayız. Siz, kendini şövalye sanan Don Kişot
gibi ilginç de değildiniz üstelik. Özür dileriz, bizi rahatsız
etmeyin. Düşünecek meselelerimiz var. Her gün yüz bin-
lerce insan ölüyor. Ancak ilginç olaylarla uğraşabiliriz.
Dostları ilə paylaş: |