1 İmam Mâturidi'nin Hayati Ve Yaptıkları: 2


Âlem Hakkında Fırkaların İhtilâfı



Yüklə 1,06 Mb.
səhifə24/26
tarix17.01.2019
ölçüsü1,06 Mb.
#98916
növüYazı
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26

Âlem Hakkında Fırkaların İhtilâfı

Yüce ve övülmeye lâyık olan Allah'a614 hanıdü sena ile başlarız. Bizi en doğru yola götürmekle güçlendirdiği için kendisine şükür ve temcid-le yöneliriz. Bize, ibadât-u taâtta bulunmamız için yardımını ve teyidini esirgememesinden, zatına niyazda bulunuruz. O, herşeye şahittir. Mah-lukâtının içinde bulunan seçkin kullarından birine, salat-û selâmın en efdalı ile Hazret-i Muhammed aleyhisselâma salat-ü selâm etmesini, her arzuladığını kendisine ihsan buyurmasını ve keremiyle bizi de O'na ilhak etmesini Cenab-ı Hak'tan temenni ve niyaz ederiz. O, Ganî'dir. O, Ke-rîm'dir.

Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Sonra şüphesiz ben, beşerin; kendi­sini yaratan ve tedbiri üzerine carî olan bir başkasının varlığına delâ­let eden deliller ve hadis olduğunu ispatlayan alâmet ve işaretlerin za­hir olmasından sonra âlem hakkında ihtilâf etmesinin yönünü çok dü­ğündüm. Çünkü âlemin cevher ve rükünlerinden hiç bir şey yoktur ki, kendi cevheri ile yaratılmış ve icad olunmuş olduğuna; yine, kendisinin bütün hallerini bilen, bütün ihtiyaçlardan mülkü ile gani olan, herşeyi yerli yerine koymakla hâkim olanın hükmü altında bulunma zorunlulu­ğunda olduğuna şahadet etmesin. Çünkü böyle olması âlemin tenakuza düşüp param - parça olmasını Önler. Ve çünkü âlem kendi cevheri ile yaratıcılardan olan, sayılı yaratıcılara rücu etmesinin imkân ve ihtimali yoktur. Çünkü her birinde kendinde muhalefet etme gücü bulunur kî, bununla her biri kendi saltanatını izhar etmek ve mülkünün galebe çal­masını kenisine karşı gelen herkese boyun eğdirmesini diler. îşte bunda da fesada uğrama ve fanîleşme vardır. Ancak ne var ki bunlardan bi­rinde kuvvet bakımından üstünlük veyahut diğerlerin hepsinin kendi­sine boyun eğmeleri için yardıma sahip olsun. Böylece kendisine boyun eğenin hepsi zelil olur. Bunun manâsı şudur ki, âlemin cevherlerinden her biri, gayrinin dilemesi ile meydana gelmiştir ve gayrinin saltanatı ve nüfuzu, onun üzerine carî olmuştur.

O mânâ, öyle bir mânâdır ki, âlemin bir yaratıcısı olduğuna ve O'nun da âlim ve hâkim olduğuna delil teşkil eder. Âlem O, yaratıcı ile var olmuştur; varlığı tamamlanıp yokluktan varlığa çıkmıştır. Çünkü eşyanın yaratılmasının keyfiyetin bilen için âlemin başlangıcındaki var olmasının hayret ve şaşkınlık verecek şekilde olması, sonradan bulun­duğu halde kâim olup, aynı hal üzere devam etmesindeki acaiplikten gayrisini teşkil etmez. Bilâkis ikinci hali daha açık olarak şâyân-ı taac­cüptür. Varlığını olduğu gibi idâme ettirmek için kendisinden başkası­na daha çok muhtaç olur. Çünkü o, kendi nefsini idareden daha âcizdir. Ve ecellerinin615 sebepleri, kendisine nispetle daha büyüktür. Bununla be-değişmeye uğradığını hatırlar ki, eğer onların hepsine bir başlangıç kı-lınmazsa var olması bâtıl olur. Sonra âlemin hepsinin zafiyete uğrayıp param - parça olması ve bâtıl olması, kendisini yok iken sonradan var olduğunu bilmesine mecbur kılar. Emir sahibi olan, îdâre gücüne mâlik raber var olmasının bütün delilleri, var olmasından sonra daha açık ve seçiktir.616 Zira her akıl ve görüş sahibi, ümit edilir ki, başlangıç halinî: ve­yahut küçüklüğünden ve lâtif olması anından itibaren geçen hallerinin olup halleri bilen kimse olsa büe, ölüler, dirilerin idaresi altmda olarak, onunla anlamadıkları yönden faydalanırlar. Bunların kendilerini yarata­nın nimetlerinden faydalanması daha evlâ ve gerçektir. Sonra ölülerin, dirilerin faydalandığı hususlardan faydalanmış olmaları kendilerini ida­re edenin, dirileri idare edenin aynısı olduğuna delâlet eder. Çünkü Ce­nab-ı Allah, dirileri, ölüler için faydalı kılmıştır. Ve onların iyileşme­leri de diriler sebebiyle olur.

Kendisince delillerin sahih olduğu kimse için, şüphenin reddi gere­ken husustan, geçen mevzularda beyan ettiğimiz şeyden sonra beşere üç yönden şüphe arız olduğunu gördüm :

Birincisi: Nefsinin kendisini benimsediği ve meylettiği kimseyi tak-lid edip sonra delilleri düşünmeyi terketmek. Sonra, nefsin isteklerine yönelmek. Tabiatiyle bu, onlara güvenmek ve sohbetlerine rağbet et­mek ve onların vasıtasıyla nefsin şehevî isteklerine ulaşmak. Veyahut da doğru yolu onlarun görüşlerini töhmet altında bırakmak suretiyle ken­dilerini doğru yola hazırladıklarını ve onlara in'âm ve ihsanda ve bun­dan başka şekavet sebeplerinden ne varsa hepsini kabullendirmek su­retiyle nefsin isteklerine yönelmek. Ta ki nefsin istekleri sebebiyle Al­lah korusun; nefsin kötülüklerine re çirkin âdetlerine ulaşıp kavuşmuş olsun.

ikincisi ise : Duyu organlarının tesiri altında vukubulan şeyden var olana bakar.617 Böylece kendini bir takım maddeler ve özellikle besin mad­deleri ile bir halden bir hale dönüştüğünü ve bazısının, bazısından doğ­duğunu görür. Böyle olanlar, eşyanın var olduğunu ve fakat bir şey­den var olmadığını, feri' olanların da asıldan zuhur etmeden bulunma­larının mümkün olmadığını sandılar. Çünkü onlar, bunu aynen görme­diler. Onların katında görünen, göriinmiyenin delilidir. Sonra bunlar fırkalara bölündüler. O fırkalardan bazıları şöyle der : Bu âlemin böy­le olması ezelidir. Sonra, aralarında ihtilâf ettiler.618

Onlardan bazıları böylece âlemin, —bizim geçen konularda açıkla­dığımız gibi—, kendisinin bir halikı olmaksızın var olduğunu söyler ki, bu âlemi tabiatıyle var olduğunu benimseyenlerin mezhebidir. Bu görüş üzere kurulmuştur ki onlar : «Gerçekten, birbirine benzemeyip zıd düş­me, tabîatlerin birbirlerine benzememeleri ve ayrı ayrı olmalarındandır» denir. Ve ona bir grup insan «heyûlâ» ismini verdiler. Zikrettiğim şey­lerde birbirine benzememe, boyama Örneği üzere düşünülür. Çünkü on­lar mizacın birbirine uymamaları ve beraberliği ile muhtelif renkler ola­rak çıkarlar. Tabiatların birbirleriyle muvafakat içinde bulunmalarından, beşerin cevherini buna göre kılmışlardır. Hayvanları ise mecburi bir hal içinde bulunmalarından bu hal üzere olduğunu kabul etmişlerdir. Âlem­de hergey buna göre ifade edilir.

insanlardan bazıları, âlemin aslının, su, hava, toprak ve ateşten ibaret olan tabiatın dört ana unsuru olduğunu ve fakat her cevher için bir asıl bulunduğunu, tabiatlar ise kendilerine girmiş5 olduğu görüşün­dedirler.

Bazı insanlar da, âlemin böyle olduğunu yani tabiattaki dört un­surdan meydana geldiğin söyler; fakat âlemin afilinin bir olduğunu öne sürerek onu âlemin var olmasına illet kılar. Bunun içindir ki âlemin varlığı ile kadîm olmasını gerekli kılar. Âlemin yaratıcısını isbat etmek de,619 eşyanın bir arada toplanması ve sabit, muhkem bir halde bulun­masını öne sürme yolunu benimser. Çünkü der, bu ancak âlim olan bir müdebbirle olur. Zira tabiat, kudrete rücu' etmez. Halbuki eşya, kudret ile sa?ah bulur/ Bunun üzerine âlemin bir yaratıcısı vardır, dediler. Sonra âlem ezelde var idi der, âlemin ezelde eşyanın illetlerine yakla­şık bir hal üzere var olduğunu benimsiyerek, âlemin bu hal üzere ol­masını kendisine vacip kıldılar. Bunun için âlem in'âm ve ihsan sahibi idi. O, kendi zatı ile kâimdir. Binaenaleyh O'nun varlığı ve keremi ken­di zatı ile sabit olmuştur. Öyle ise kereminin O'nu icabettirdiği ve kud­retinin kendisini var ettiği lüzumunu öne sürdüler.

insanlardan bazıları da şöyle diyor : Bu âlem aslında, kendisinde bir sanat vaki olarak var idi. Fakat bunlar da kendi aralarında ihtilâf ettiler. Bunlardan bir kısmı, âlemin aslı topraktır; Allah-u Teâlâ, o top­raktan bu âlemi620 var etti. Bazıları da âlemin aslım âdetleri üzere621 sey­relmeleri ile, Güneş ve yıldızların olduğunu ve onlarnı seyretmeleriyîe âlemin meydana geldiğini öne sürüyorlar. Ve bir şeyin evveli bulun­mayan622 şeyle var olması mümkün olmadığı için bunların seyri için bir başlangıç tesbit ediyorlar. Bazıları da âlemin aslının toprağa arız olan arazlardan ibaret olduğunu ve bundan da âlemin meydana geldiğini söy­leyip buna da daha önce «heyûlâ» ismini verirler; ve tevhîd ehlinin, ya­ratıcı olan Allah'ı vasfettikleri şeyle O'nu vasfederler. Sonra bir hal­den başka bir hale geçmek suretiyle değişikliğe uğraması ve arazları kabul etme ihtimalinde bulunmasından dolayı bu görüşlerini iptal eder­ler.

İnsanlardan bazıları da, âlemin asimin iki olduğunu söylerler : Bi­rincisi ziya; ikincisi, karanlık. Ziyâ'dan her hayırlı ve yararlı şey hâ­sıl olur. Karanılktan da her şer ve zararlı olan şey meydana gelir. Fa­kat bunlardan bir kısım ziya ile karanlığın bir birine zıd olup sonra imtizaç ettiklerini söylerler ki, biz, bu hususu geçen konularda izah et­miş bulunuyoruz.

Âlemin heyula ve topraktan var olduğunu söyleyenlerin sözüne göre; ziya ve karanlığın623 bir olması gerekir. Sonradan bunlar bir bi­rinden ayrılmışlar. Çünkü ayrılık asıldır. Her ikisi de şer için ve hayır için asıl oldular. Ayrılıkla her birinin ameli624 meydana çıkmış olur. Oy­saki onların tamamı, âlemin fiille değil, tabiatla var olduğunu kabul ederler.

Üçüncüsü : Beşere ânz olan şüphelerden üçüncüsü de, manâlara itibar etmektir. Çünkü onlar diyorlar ki : Biz, âlemin hayra ve şerre, zarar ve yarara müştemil olduğunu bulduk. Sonra örfte hayrı işleyen Övülmüştür, başkasına faydası dokunan da merhamet ve hikmet sahi­bidir. Şerri işleyen ise zem olunmuştur; başkasına zarar veren de'sefih ve katı kalplidir. Rahînı ve Hakîm olan Allah'dan birisine zarar veya­hut şerrin gelmesi caiz olmaz. Görünen âlemde de onun aynısı düşünü­lebilir. Kendisinde sefeh ve kasavet bulunmaz. Bu, kendisi ile faydala­nan veyahut kendi nefsinden zararı uzaklaştıran şeyde böyledir de ya kendisiyle faydalanmayan ve bir şeye zararı olmayan için aksi nasıl düşünülür. Oysaki onların sözlerine göre, görünen âlemde gerçekten hakîm olan fiili ile menfaat ve zararı625 meydana getiren kimsedir. Ama hiç bir menfaati bulunmaksızın başkasına zarar veren kimse hakîm de­ğildir. Onlar diyorlar ki; bu, kendisinden âlem meydana gelen aslın muhtelif olması sebebiyledir. Çünkü âlemde mevcut olan herşey, hayır ve serden aslına rücu' eder. Veyahut o, bir olup kendisinde iki cevher var idi. Sonra bu iki cevher birbirinden ayrıldılar ve onlardan her bi­rerlerinden benzerinde olan şey var oldu. Veyahut kendisinde arız olan arazlar sebebiyle muhtelif oldular. Bu söze yaratıcıyı inkâr eden ve hep­sini sayıları için isbat eden dehrîlerin sözlerine rücu' eder. Senviyeler onların sözlerine isim verip hayır kendi cevheri ile ziyadır,626 ger de ka­ranlıktır, dediler. Mecûsîler ise, hayra Allah, şerre de şeytan ismini ver­diler.

Fakih Ebu Mansur (r.h.) diyor ki : Eğer bu fırkalara, zikri geçen delillerden birine bakma nimeti verilmiş olsaydı, Allah'ın hikmetini iha­ta etmeleri şöyle dursun, beşerin hikmeti üzerinde durup düşünmeye ve onu anlamaya bile akıllarının yetmediğini muhakkak bilirlerdi. Bununla beraber kendilerinin ihtiyarı olma konusunda vardıkları şey, onları se­feh ve hikmetin hakikatini bilmeleri iddiasından menetmiştir. Çünkü şerrin cevherinde ancak şer ve hayrın cevherinde de ancak hayır gör­meleri, onların mezhebindendir. Sonra kendisine sefeh veyahut hikmet ismini verdikleri şeyin, şerrin işlenmesi veyahut hayırın istenmesi midir, bilinmiyor. Onların katında bütün insanlar her iki hususta karışıklık içindedir. İnsanlardan her biri, diğerinin gördüğü şeyin hüâfını görür. Olur ki biri, hikmeti sefeh olarak, sefehi de hikmet olarak görür, sonra sözüne gtivenilinmez. Çünkü o, hayırdır. Hayrın karanlık cevherinden ol­masının küllisi yalandır. Ziya cevherinden olması ise, tamamiyle ger­çek ve doğrudur, öyle ise, insan hangi cevheri ifade ettiğini bilemez. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra insanlardan birinin zarar verme kudreti olmadığı gibi diğerinin de fayda vermeye kudreti olmaz. Öyle ise, korku ve ümit edilme yeri beraberce ortadan kalkmış olur. Ve sefehin, hikmetin, bilinmesinin fay­dası ortadan kalkar.

Ve sonra iki cevherden her biri tabiatiyle amel ederse bu takdirde hikmet ve sefehin, o haliyle bilinmesi mümkün değildir. Hikmet, herşeyi yerli yerine koymak ve yapmaktan ibarettir. Sefeh ise, herşeyi yerinin gayrinde yapmaktır. Tabiat sahibini bununla vasfetmek mümkün değil­dir. Çünkü bu ihtiyardan ibarettir. Onların katında ziya, sefeh nedir bilmez ki, ondan kaçınsın.627 Karanlık da hikmetin ne olduğunu bilmez. Bir şeyin mahiyetinin ve neye konulacağının bilinmemesi, o şey için ser­dir. Öyle ise onların nezdinde ziya cevheri, kendisinde ilim ve cehlin toplandığı şeyden ibarettir. Sonra kendi nefsinden sefehi gidermeye ka­dir olmayan şey ile acizlik ve kudret kendisinde toplanmış olur. Karan­lık da kendisinden zararı menedemez. Böylece onların katında hayrın cevheri, ger ile bulunmuş; karanlığın cevheri de kendisinde hayır bulun­mayan nesne halinde olmuş olur. Onların sözüne göre, şerrin hayra ga­lebe çalmasını gerekli kılar. Hayır olan şey de, şer ve sefehin ne oldu­ğunu bilmez. Öyle ise, nasıl olur da bu hayır cevherinden meydana ge­len şey, kendisine ger galebe çaldıktan sonra hayır ve şerri bilebilir?

Oysaki her tabiat sahibi, başkasının emri altında bulunma zorun-*uğu ile karşı karşıyadır. Çünkü o, ne tabiatm icabettirdiği §eyi gidermeye mâlik olur ve ne de hilafını yerine getirmeye. Bunda da kahre­dicinin, bunu tabiatiyle şer, onu da hayır kılması gereği vardır. Eğer bu iki kahrediciye havale olunmuş olsa idi onların her ikisinde de bun­larda olan şey bulunurdu. Tıpkı ısıtmak ve soğutmak gibi. Isıtmak ve soğutmaktan her biri kendisini öyle kılanın emri ile olur. Öyle ise bunda da hüküm ve söz sahibi olma, bire ait olduğunu icabettirme görülür.

Kim ki ziya ile karanlıktan her biri «haliktır - yaratıcıdır» ve «ka­dirdir» derse onun bu sözü; ziya ile karanlıktan her birinin, diğerini amelinden menetme yönünü bilmek veya bilmemekten veyahut da ona kadir olmak veya olmamaktan hali kalmaz. Eğer onlardan biri olan ziya, bilmez veya kadir olmazsa kendisinde acizlikle cehalet içtima etmiş olur ki, bunda da onun için ileri sürdükleri iki olmanın sebebi fesada uğra­mış olur. Eğer bilir ve kadir olur da sonra men etme amelinde bulun­mazsa kendisine şerrin vasfı yapışmış olur.

Sonra ziya, karanlığa tecavüz etmekten veya etmemekten de uzak değildir. Onunla meşgul olmayı ya ister, veyahut da istemez. Eğer ka­ranlığa tecavüz etmez de onu severse; bu, kendisi için serdir. Çünkü düşmana karşı düşmanlığı terkedip onu sevmek, serdir. Hayır, eğer, zulmete tecavüz eder de ona öfkelenirse, düşmanlık ve öfke, görünen âlemde bilindiğine göre, serdir.628 Eğer görünen âlemde bu hususların âfetlerin subutundan629 dolayı vukubulduğunu söylerse her iki nev'in ya­ratılışında hikmetten inkâr ettiği şeylerin hepsi de taunun gibidir. Kuv­vet ancak Allah'tandır.

Oysaki görünen âlemde cehaletten sonra ilmi, kötülükten sonra ih­sanı, günahtan sonra pişmanlığı ikrar etmek mutlaka lâzımdır. Anla­dıktan sonra da kötülüğü ikrar etmek gerekir. Her şeyi görünen âlem­de varlığı için bâtıl itikat ettikten sonra, onu hak itikat etmek de böy­ledir. Biz, ya her ikisini ziyâ'da var olduğunu kabul ederiz ve ziyâ'da, cehalet, kötülük etme, günah, sefeh ve herşey bulunduğunu ifade ede­riz ki, bu yönden iki unsuru ifade etmek bâtıl olur. Veyahut kötülük etmeği, sefeh ve cehli zulmette bulunduğunu söyler, ikrar, ihsan ve ne­dametin de ziyâ'da bulunduğunu ifade ederiz ki, bu da yalan ve kasden ifade etme olduğu gibi, aynı zamanda hizipleşme de olur. Onun katın­da bunların hepsi karanlığın işidir. O ise, bunun ziyâ'da bulunduğunu ileri sürmüştür. Sonra ikrar, kendisinde yalan ve sefeh bulunmayan şeyle olur. Ya da bunların her ikisi, karanlıkta bulunur ki, böylece ka­ranlıkta hem hayır ve hem de şer bulunmuş olur.

Ve yine gerçekten ziya, şerre ihtimam göstermekten de uzak de­ğildir. Ya §erri benimseyenlerle hoşnud olur ve ona gelen felâketten mahzun olur, veyahut aksini belirtir. Eğer şerre ihtimam gösterip onda vâki olan kötülükten mahzun olursa, «onun hepsi lezzet ve memnuniyet­ten ibarettir», demesi bâtıl olur. Eğer mahzun olmazsa, şer ve zarar fiili hakkında «o, katılık ve şiddettir. Asla rahmet değildir» sözü bâtıl olur. îki unsurun varlığını söylemek de böyledir. Kendisi, ne ile ifade edilir? Sükûnet bulduktan sonra hareket etmesiyle mi? yoksa hareket ettikten sonra sükûn bulması ile mi? Bir şeyi murad eder, sonra onu istemez ve bir şeyi sever, sonra ona öfkelenir demekle mi? Bunun hak­kında birinci bölümde zikrettiğimiz şeyler gibisi ifade edilir. Tevfîk Al­lah'tandır.

Eğer senviyye mezhebinden olanlar, hallerin ihtilâf etmeleri ve bir­birlerine zıd düşmelerinden öne sürdüğümüz şeylerin tümü hakkında bâ­tıl iddiada bulunup bu hususlar görünen âlemde böylecedir. Çünkü zul­metten hâsıl olan âfetler, ziyâ'mn cevherine katılmış ve orada birleş­miştir. Böylece şey, kendi suretinin gayri ile görünür; işte bununla eş­yayı bilmek için tevatür vâki olur derlerse; cevaben denir ki : Sizin bu sözünüz çok uzak bir ihtimal olduğu gibi, hikmet ve rahmete mebni de değildir. Bilâkis o, sefeh ve kasvetin ta kendisidir. Bu husus, senden anmak zulmetin âfetleri sana gelmesinden dolayı vâki olmuştur ki; seni, herşeyi şekli ve cevheri ile görmekten alıkoydu. Kuvvet ancak Allah'­tandır.

Sonra Allah-u Teâlâ, bizzat kendisi âlemi yaratmağa kadirdir. O'mı hiçbir şey acze düşüremez. O, binefsihî herkesten zengindir. Hiçbir şey onu ihtiyaç sahibi kılamaz. Bizatihi Âlimdir, bir şeyi bilmemesi asla ve kat'â caiz değildir. Bizatihi, Hakimdir, fiilinde hata yapması kesinlikle düşünülemez. Vacib Teâlâ, böyle olunca O'nun yaratmasında birbirinde farklılık bulunması ve kendi katında şehadetin tenakuzlu olması ve ya­ratmasındaki tedbirin tezad teşkil etmesi gibi hususların bulunması bâ­tıl olur. Allah-u Teâlâ'nm âlemin yaratıcısı ve muhdisi olduğu sabit ol­duktan sonra, hikmetini anlamakta aklımızın kâri gelmediği hususunun da tamamiyle ifade etmek lâzımgelir. Ve âlemin kendisinde öyle bir açık ve beliğ bir hikmeti vardır ki, aklımız onu idrâk etmeye ulaşamaz. Bu hususu da bilmemiz gerekir. Oysaki bizim duyu organlarımızdan her biri âleme vâki olduğu haliyle onu anlamak için yaratıldığım bilmez. Ba­zan âlemi kuşatmaya bir duyu organı kâfi gelmez iken başka bir duyu organı gelir ve onu kuşatır. Akıl da bunun gibidir. Çünkü o, yaratıl­mıştır, sınırlıdır. Sınırlandığı noktayı tecavüz edemez. Bununla beraber kendisinde herşeyin çirkin olduğu mevcut bulunduğu halde o şeyin gü­zelliği ortay açıkar. Kendisinde fesada uğramış olarak bir şey de iyi­leşip salah bulmuş bir halde meydana çıkar. Öyle ise, şu husus sabit olmuştur ki, ona bazan hikmet ve sefehten kendisine vâki olan şeyin künhünü bilmeyi menedecek husus arız olur.

Bundan sonra, gerçekten hikmetin cihetini takdir etmek, ona muh­taç olan ve fakir olan kimse için düşünülebilir. Kendisine ihtiyacı sev­dirilir ve gözlerine fakirliği süslü oalrak gösterilir. Adet ve ünsiyetle çirkin olan şeyler kendisine güzel630 gösterilir. Bunun zıdları da böyle­dir. Gerçekten Allah'ın hikmetin ihata etmekte vasfı bu olan kimse; ve yine o âfetler ki, onlardan dolayı bir şeyden olmaksızın fiili meydana getirmekten âciz kaldı; çünkü o, azalarla değiştirilir ve âletlerle yapı­lır, ilminden sonra fiilinde yeri bu olan kimse, nasıl oluyor da meyda­na getirdiği kuvvetle ve ifade ettiği ilimle icad edici olur ki, o, âczile ve cehaletle bizatihi kadîr olan, aczin ve cehaletin kendisini bilen kim­seye tahakküm eder?

Sonra birinci bölümdeki sözlerine karşı şöyle denir : Ziya ve ka­ranlıktan hangisi âleme son bulması ile eziyet verirse, diğeri kalkıp on­dan bunu nehyeder? Eğer; ben onun sefih olduğunu söylemem, çünkü bu görünen âlemde sefihin yaptıği fiilin aynıdır derse, ne âlâ! Yok; evet, böyle olabilir, derse kendi katında cevherinin taşıyamadığı şeyi ona yüklemiş olur ki o zaman sefihin ta kendisi olur.

Âlem, tabiatlerle meydana gelir, diyen kimselere gelince; denir ki gerçekten tabiat olduğu hâl üzere olma mecburiyetindedir. Bulunduğu tabiattan yüz çevirmeğe kadir olmaz. Bilâkis her tabiat sahibi olan baş­kası, kendisini âlemi meydana getirmekten menetmeğe kadir olur. Öyle ise şu husus sabit olur ki, onun başkası için amel etmesi, yapmaması demektir. Çünkü başkası ile yapmaktan nıenolunmuştur. Eğer bunu kendi nefsi ile yapıyor idi ise kendisi bulunduğu müddetçe bu imkân ve ihtimal dahilinde olmaz. Bununla beraber amelden menedilmediği zaman onun âlim ve kahir olan zatın emri ve hükmü altında bulunma mec­buriyetinde bulunduğu sabit olur.

Sonra hiç bir tabiat sahibi tabiatiyle bir şeyde amel etmez ki, di­ğeri o yaptığını kabul etmek bakımından ma'mûl, yani yapılmış olma­sın. Tıpkı, eza gören şey gibi ki, kendisinden başkasına eziyet verici olan fiil ona eza vermez. Elem ve lezzet verici şeyler, boyama da böy-lecedir. Tabiatın amel ettiği bir şeyi tabiatının kabul etmesi veya onun­la631 etkilenmesini sağlamaya yeterli değildir. Öyle ise âlemin, tabiatla­rın gayrı olarak var olması632 sabit olmuştur. Bununla beraber eğer ta­biat sahibi ile yapmış olduğu iş arası serbest bırakılmış olsaydı, mu­hakkak düşünülmez ve meydana gelmez olurdu. Öyle ise, onun varlığı bu hususun gayrına delâlet eder ki, orda kendisinin gerçekten bir yaratı­cısı bulunduğudur.

Sonra, eğer gerçekten boyamak ile eşyanın boyalanması arası ser­best bırakılmış olsaydı, eşyanın, fesada uğramış ve bozulmuş bir halde meydana çıktığını görürdük. Bunu ancak hakim olan gerçekleştirir ki o, herşeyi yerli yerine koyar ve yaptığını da hikmetine binaen yerli ye­rinde yapar. Tabiatlar hadisesi de bunun gibidir. O, tabiatlar hakkında da­ha lâyık, daha gerçektir. Çünkü onlar, tabiatta birbirine zıd düşerler ve birbirinden uzaklaşırlar. Ve eşyada sınırsız olarak bozukluk verir ki, onda da fesada uğramak vardır. Varlıkların birbirleriyle tam bir ahenk için­de bulunmaları kendilerinin aralarını cemeden ve beraberce hükmü al­tında bulunma mebcuriyetinde kılan âlim ve kahhar olan Allah'ın varlı­ğına delâlet eder. Bununla beraber topyekün tabiatların tümü için ken­disini yüklenen birisinin bulunması gerekir ki, o, tabiatlardan değildir, Öyle ise onların varlıkları bizzarure sabit olmuştur. .Bu neviden, ken­disinde ikna edici hususlar bulunan geçen mevzularda zikredilmiştir. Biz, bazan hararetin kendi tabiatiyle yükseldiğini, soğukluğun indiğim ve bazan da cisimde içtima ettiklerini görürüz. Böylece sabit olur ki bunu meydana getiren bir idareci, kahhar ve âlim olan biri vardır.

Kim ki varlıkların kadîm olduğunu söylerse; biz, birkaç yönden bu sözü menetmek için varlıkların hâdiselerden hâli kalmadığını görüyo­ruz.

Birincisi : Kadîm olmakta hâli kalmak vardır. Bu hususu varlıkla­rın şahadet etmesi yalanlıyor.

Varlıklardan bir çoğunun bulunması ve sayılacak zaman­lar için başlangıcının bulunması. O ise son olarak bütün âlemin muh­temel olduğu şeye ihtimali bulunur. Bunun içindir M bu hususu ifade etmek lâzım gelir.633 Varlıklar ve doîayısı ile âlem, görünmez idi, sonra meydana çıktı. Veyahut birbirlerinden ayrı parça parça halinde idi, son­ra bir araya toplandı denmesi caiz değildir. Çünkü böyle demede var-lığm hükmünün gayri isbat edilir. Böyle demek imkân ve ihtimal dahi­linde olduğu zaman, eğer kendisi ihata edilmezse âlemin bir şeyden ol­maksızın var olduğu ihtimali doğar. Ve eğer âlemin varlığı delille, be­şerin düşünmesinden kaldırılırsa gizliliği ihtimal dahilinde olmaz. Çün­kü bir şeyin kendisi gibi on şeye mekân olması mümkün değildir. Kuv­vet ancak Allah'tandır.

Âlem ve sıfatı suret ve şekillerden hâli kalmayınca ve sonra diğer his olunanlar veyahut hissolunamn sıfatı gibi bir musavvirden (şekil veren) hâli kalmayınca o, kendi nefsi ile kâim olmaz.634, M Fakat kendi­sini ikâme edenle kâim olur. Böyle olunca da yok olma ihtimali bulun­maz. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bununla beraber, hergey kendi nefsindeki aczini ve cehlini, halle­riyle ve kendisinde bulunan salah bulma hususu ile bilir. Böylece, bu bilme hepsine ve adı geçen delillerden bundan başkasına da delil olur.

Sonra yaratıcıyı ezelde kudretle, cömertlik keremle vasfetmek lâ­zımdır. Bizce, yaratıcıyı, böylece herşeyi olduğu şekilde olması için ya­ratmakla vasfetmek gerekir. Ve ebediyyen bütün yapıp - edenlerden ka­dîm olma sıfatı kalkmış olur. Çünkü o, fenanın, yani, yok olmanın bir çeşidi ve kendisinden tekvin sıfatının manâsının intikalidir. Çünkü olma, kendisinden ibarettir. Ve varlığın hâdiselerden hâli kalmayan şeyin ol­masıdır ki, o hâdiselerin yolu da kudret ve keremden geçer. Sonra buna muhtemel olan şeyle hâdiselere rücu' eder. Varlık da böyledir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Eğer kül olan, kadîm olsaydı kendisinden kudretin ve fiilin vasfı sonradan var olduğunda, bu kendisinden yok olur giderdi. Hatta onun var olması herşeyin olmasıyla olur idi ki, o da devamlı olarak mevsuf olan tekvini murad etmesi veyahut da olmasını bildiği şey ile var olmuş olurdu. Çünkü o, hadis olmasından kendisini ihata eden hadesîere de­lâlet eden âlîm manâsına olan şey ile kendisinde hâdiselerin vukubul-masmdan yüce olur. Hâlık ve Sanî olan da onun aynısıdır. Tevfîk Al­lah'tandır. 635



1 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları:3.

2 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 9-10.

3 Essemâni: Kitab'ül-Ensab, Sh. 498, Leydin ve Londra 1912.

4 El-Mükaddesî, Ceyhan Nehrini vakfederken şeyle diyor: «Baera'da bir kitapta şu­nu gördüm: Cennetten Dünya'ya akan. Nil, Ceyhan, Fırat ve Ress, olmak üzere dört nehir vardır. «Ehpan'üt-Tekasim V. Ma'rifefil-Ekâlim sh- 23, Leydin 1906, Ker-mani'nin: Ahbar'üd-Düvel ve Asar'üi-Üvel C- 6 Sh. 98 Kahire, «Âla Hamisi Ki-tab'ül-Kâmil Li-îbnil-TEsir 1303 H

5 El-Kefevi: Kitab'u Âlâm-il-Ehyar min Fukahai Mezheb-in-Nu'man Elyaa, Dar-ul -Kütüb El-Mısnyye. No. 84, Tarih M. Varaka No. 129; Ettemîmi: Et-TabakatüVSe-niyye fi Teracimi"l Hanefiyye, Elyazı, Dar-ul-kütüb ElMısnyye No. 55- Tarih-i Halim C. 2 varaka 491. El-Lüknüvi: El-Fevaid-ül-Behiyye fi Teracim'il-Hanefiyye Sh. 95 Kahire 1324 H. Ez-Zübeydi: Îthaf'üs-Sâde El-Müttakin bi Serh-i Esrâr-ı İhyâ-i Ulû-middîn C. 2 Sn- 5 Kahire.

6 Biritanya mÛ2esinde Î2787 no'Iu elyazı halinde, 342 H./953 M. yılında vefat eden Ebu'l-Kasım İshak bin Muhammed El-MâUiridî'nin yazdığı «Kitab-u Nakzı'1-Müb-tedia mine's-Sevadi'l'A'zanı ala Tarikatı'1-İmamİ'I-A'zam» ismindeki eser- Profesör AS- Tritton diyor ki: Büyük bir ihtimaldir ki. O, Mâturldlye mezhebinin kurucusu meşhur İmam'ı Mâturîdî'nin öz kardeşidir- Nitekim o'nun İmam'ı Mâturidî'den fı­kıh ve kelâm ilimlerini okuduğunu öne sürüyor. Biz o'nun îmam-ı Mâturldî'den ders okumuş olduğunu ve o'nun aynı zamanda 340 H./951 M. yılında vefat eden ve Se-merkand"in filozofu diye ün yapan, Ebü'l-Kasım tshak bin Muhammed bin fsmail olmasını uzak bir ihtimal olarak görmüyoruz. (Bak, El-Kefevi: «Kitab-u A'lami'1-Ah-yar» varaka, 130: El-Lüknüvi: «El-Fevaidü'1-Behiye» S. 195; Dr. Eyyub Ali: «El-Akldetü'1-Mâturİdiyye» varaka -323- (Bu, Kahire Üniversitesi Darul-Ulum Fakül­tesinin kütüphanesinde mevcuttur.) Fakat biz onun îmam Maturîd"nîn Öz kardeşi olmasını uzak bir İhtimal olarak görüyoruz. Çünkü her iki îsîm arasında bulunan uyumsuzluk pek açık olarak kendini göstermektedir. Tarihçiler de bu hususta hiç bir şey dememişlerdir. Bak: A.S- Tritton, An Early Work from the School of Al-Mâturîdî Journal of the Royal Asiatic Sodety of Great Britain and Irleand, PP. 96-99, 1966 parts 3,4.

7 El yan, Kitabüt-Tevhîd'in ilk sahifesinin hamişi: Kitab'ül-Ensab S. 498; El-Zübeydi: İthafüs-Sade Eî-Muttafcin C. S. 5

8 Eyyüb Ali: R- History of Müslim Philosophy, vol, 1, P. 260 Wiesbaden 1963-El-Kefevi: Kitab'u A'lam-il-Ahyar varaka 129; Et-Temİmi: Et-Tabakat'ül-Seniyye c. n. sh. 16, İstanbul 1955; Katlubağa: Tâcü't-Terâcim fi Tabakat'U-Hanefiyye Sh. 50 Bagdad 1962.

9 Taşköprüzade : Tabakatü'l - Hanefiyye varaka 72, elyan, Darulkütübü*! - imsriyye No. 7367 H.

10 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları:11-12.

11 El-Kefevi: Ketâib-ü A'lami'l-Ahyar varaka 129.

12 Ez-Zübeydi: İthafü's-Sâdetü-î-Muttakin, C. 2, Sh- 5; ve yine El-Beyazı'nin îşaratül Merana s. 23, eserine bak.

13 El Kefevi: Ketaibü'l A'lami'l-Ahyar varaka 13a

14 Geçen kaynak varaka 130; Taşköprü Zade: Tabakatü'l Hanefiyye Taraka 72-

15 Ei-Kefevi: Ketüib-u A'lâmi'l-Ahyâr varaka, 130.

16 Et-Temimi: Et-Tabakatü'a Seniyye C 2 varaka, 558.

17 El-Kefevi: Ketâib u A'lâmi'l-Ahyâr, varaka, 129-

18 Geçen kaynak: varaka, 115.

19 Ez Zübeydi: İthafüVSadetH-Muttekin C 2- Sh. 5.

20 Ibn'i Nedim: El-Fehrist, Sh. 290.

21 El-Beyazı, İşaratü'l-Meram, Sh. 21-23.

22 Bu beyan'a uygun olarak Mısır'da Ehli Sünnetin İmamı olan ve 321 H. 933 M- Yı­lında vefat eden Et-Tahavi, « Beyan" üs-Sünneti Vel-Cemaatİ (Halep 1344) adında küçük bir risale neşretti. Nitekim Eş'arî de. «El-İbane an Usul'id Diyane (Kahire tarihsiz) adında bir eser yayımlamıştır.

23 El-Beyazi <İşarat:ül-Meram Sahife; 23

24 Taşköprüzade Miftâh-üs-Saâde ve Misbüh-üs-Siyâde C. 2, S. 21 Haydarabad H.

25 El-Kefevi; Ketaibu A'Iâm'il-Ahyâr Varak 130; El-Lüknüvî: El-Fevâid-ül Bebiyye, S. 195; Eyyüb, Ali: El-Akîde; El-Mâturîdiyye, Varak 283.

26 508 H. 1114 M. senesinde vefat eden îmam bül-Muin en-Nesefî Mâturîdî mezhebini geliştirmek ve yaymak için çalışanların eti ileri glenlerinden biridir. Onun Maturi-diler arasındaki yeri El-Bakillanî ve El-Gazalİ'nin Eş'arîler arasındaki yerleri gi­bidir.

Hiç şüphe yoktur ki onun bu anadek el yazılı olarak muhafaza edilen «Tebaırat'ûl -Edille» ismindeki kitabı kendisinden donra gelen her Mâturîdî mezhebinden olana Kitâbü't-Tevhîd'den sonra ikinci önemli kaynaktır. Ömer'ün-Nesefİ'nln El-Akâi-dü'n Nesefiye» kitabı «Tebsıret'ül-Edüle» kitabı için bir fihristten ibarettir-558 H, 1184 M. yılında vefat eden Nureddİn Es-Sabûnî bize şöyle diyor: kendisi -Teb-sıret'ül-edille», kitabını okuyup iyi yetiştikden sonra Rfizî İle olan münazarasında diyor ki; «efendi efendi, ben Ebül-Muin En-Nesefi'nin Tebsırefül-Edille kitabını çok iyi okumuş olan biri olarak inanıyorum ki tetkik ve tahkik babında o kitabdan üstün bir kitab yoktur.» Şu eserime bak; A Etudy On Fahr al Din-al Râzî, PP-23-24, Beyrouth 1966.

Yakın bir zamanda Et-Tebsıre-En-Nesefiye kitabını neşre muvaffak olmamı tamen-ni ediyorum- Nureddin Es-Sabûnî'nin okuyup yetiştiği «Tebsıret'ün-Nesefî» için geçen sene şu kitabı neşretmiştim; .Kitabül-Bidâye Min'el-Kifâye Fil-Hidâye Fİ Usûlüddin, Darül Maarif Mısır 1969.


27 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 13-15.

28 Bak; Müellefat'ül-Müturtdî: El-Kefevi: Ketaib-u A'lâmîl-Ahyar, varak 129; Et-Te-mîmU Et-Tabakat'üs-Seniyye Fi Terâcim'il-Hanefiyye varak 491; El-LÛkhüvî: El-Fetvaid El-Behiyye Fi Terâcim'il-Hanefiyye sahife 95; Ez-Zübeydi; İthaf üs Sâdet'U -müttekiyn C. 2, S. 5; El-Bağdadi: Hediyyefül-Arifin C. 2, S. 16; İbni Katlubaga; Tâc'üt-Terâcim Fi Tabâkât'il-Hanefiyye; Taşköprüzade: Tabakat'ül-Hanefiye va-- rak 72. Eş-Şerevati: Tabakat-Eshab'üI-îmam'ü Âzam, elyazı. Kahire No- 843, va­rak tarihiı 2.

29 Karamite: Rafizlerden bir gurubun ismidir. Bunlar, Kur'anm Zahirî ve bâtınî mâ­nâsı vardır, sas Murad olan Kur'anm Zahirî mânâsı değil, bâtınî mânâsıdır, derler ve ilâm şeriatını inkâr ederek haramların helâl olduğunu öne sürerler. Bunlara «Bâ­tıniye» de denilir. (Mütercim).

30 Hacı Halife: Keşfüzzünun an-Esam'il-Kütup vel-Cünun c. I, s. 335-336 T. İstan­bul 1360 - 1941-

31 Fahruddin-Er-Râzî. Mefâtîh'ul gayb veya Et-Tefsîr'ul - Kebîr.

32 Bak: Eyyub AH, History of Müslim Philosophy, P. 361-

33 Geçen kaynak sayfa 261

İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 16-17.



34 Miftahü's-Saade ve Misbahüs-Siyadc Cilt 2 Sahife 21-22 T. Haydarabat 1329 H.

35 Şerhul-Akaid'in-Nesefiyye Sh. 17, T. Kahire, 1326 H.

36 Îthafus-Sâdet'il-Muttakin C. 2, S. 6 T. Kahire

37 D. B- Macdonald, Devlopment of Müslim Theology, P. 187, Newyork, LondoQİ3G« yine The Encyclopedia of islam, Art- Mâturîdî hakkındaki makaleleri.

38 El-Beyâzî, İşârâfüi Meram, Sh. 23-

39 İbn-u Asâkir, Tebyîn-u Kizb'il Müfteri Fîmâ Nusibe He'1-îmâm Ebil-Hasan ffijfct Sh, 19, T. Dimeşk, 1347, Hicrî.

40 El-Fihrist S- 292 T. Kahire 1348 H.

41 Geçen kaynak S. 257

42 O, Tahâvî'nin biyografisini de yazmıştır.

43 Mısır'da, Dârul-Kütub'da 873 numaralı Tefsir'in el yazılı fotokopisi de Tefsir'i Ke­birdendir.

44 Bak; El-Kefevi, Kİtâb'u A'lânül-Ahyâr Varak, 129; Ettemîm1: Ettabakât'üs-Seniyye Fi-terâeim'il-Hanefiyye C. 2, Varak, 491; Eş-Şeravatİ: Tabakat'ü Eshab'il-îmam'jl-Âzam Ebi Hanife En-Nu'man, el yazı Dar'ül-Mısnyye Varak 72; îbni Katlubağa: Tac'üt-Terâcim Fi Tabakat'il-Hanefiyye S. 59 T- Bağdad, 1962; El-Lüknüvi: El-Fe-vâid'İl-Behiyye Fi Terâcim'il-Hanefiyye S. 95 T- Kahire 1324 H-

45 Bak; Es-Sübkî; Tabakat'üş-Şâfiiyye, C. 2, S. 445-300 T. Kahire 1324; İbni Asâkir: Tebyin'u-Kiz'bil-Mufterî.

46 Uzun zamandan beri Mısır'da Ezher Üniversitesi, Tevhîd dersinde bu kitabı ana kay­nak olarak benimsemişti. Hatta günümüzedek tevhîd maddesinde Ezher âlimleri ve öğrencilerince ana kaynak olarak tutulmaktadır. Bunun tabiî neticesidir ki, Mâturî­di ve Mâturîdîye mezhebinde bulunanlar bu davranıştan büyük istifadeler kazan­mışlardır. Fakat §u bir gerçektir ki, bizzat Tevhîd ilmi'nin kendisi Ezher âlim­leri katında büyük bir öneme mazhar olmuş değildir- Çünkü Ezher âlimlerinin ilmi kelâma önem vermekten daha ziyade fıkıh, tefsir, lügat gibi ilimlerde geniş kültür sahibi olmayı tercih ettikleri şüphe götürmez bir gerçektir.

Ve yine Bak: The Encyclopaedia of İslam, Art Mâturıdî, byd- B. MACDONALD, ki Es'arî'nin düşmanı olan İbni Hazm (Eİ-Faslu Fil-Milel ve-1 Ahvai ven-Nihal) ki­tabında Mâturîdî'yi anmamıştır. Ve yine Şehristanî (El-Milel ve Nihal) kitabında Ebu Hanife'den bahsederek ona Murcie deyip Ebu Hanife'ye tâbi olanlara Murcie ismini vermesine rağmen Mâturîdî'den hiç söz etmediği halde Muhammed Abduh'un Mâturîdî'nin tesiri altında kaldığını söyler. Biz diyoruz ki, Muhammed Abduh'un Mâturîdî'nin etkisi altında kalması taaccüp edilecek bir şey değildir.

Çünkü Muhammed Afcıduh, Ezher Üniversitesinde tevhîd dersini Akaid-i Nesefiye'den okumuştur. Sonra Muhammed Abduh'un tevhîd risalesi bu tesire şahit olmaktadır: Meselâ bak: Tevhîd risalesi «Hüsn'ül - Ef âl-i ve kub-huhâ. bölümü Sh. 67-81.


47 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 17-20.

48 İbn-u Esâkir: Tebyin-u Kizb-il Müfteri- S- 149 ve yine bak: El-Eş'arî, Kit'âb-ul Lem'a S. 10-14. Mekalâtü'I İslâmiyyin S. 320-325 ve ALLARD, M- Le probleme des attributs divins, pp. 173-285

49 Mâturîdî: Kitab-üt Tevhîd S. 44

50 Mâturîdî: Kîtab-iit Tevfîd S. 23-25

51 İbrı-u asakir: Tebyîn-u Kizbi-1 Müfteri S. 150 ve yine bak, El-Eş'ârî: Kitabül-Lema S- 15-23, ALLRED, M. Le probleme des attributs divins, pp. 173-285.

52 En-Nesefî, Ebul-Muin, Tebşiretül-Edille, elyazı Kahire No. 42

53 Kitabın metninde kelime Es-Suriye diye yazılmıştır. Her halde bundan Es-Suryani-ye kasdedilmektedir.

54 En-Nesefi, Ebul-Muin, Tebsıretül-Edille .elyazı> Kahire No. 42

55 El-Beyazi: İ'sarat'Ül-Meram min ibarafil imam S- 138-144.

56 İbni Asakir: Tebyîn-ü Kizbil Müfteri, S. 149 150, ve Bak: EI-Eş'arî: Kitab'ül-Lema, S. 32-36.

57 En'am, âyet, 103.

58 Mâturîdî: Kitabüt-Tevhîd S. 77, 81, 85.

59 İbni Asakir: Teybin-u Kizbil-Mufteri S. 150 ve yine bak: El-Eş'arî: Mekalât'ül-İsla-miyyin S. 320

60 El-Hâkka, âyet 17.

61 Zumer, ayet, 75.

62 Ğafir (Mümin) âyet, 7.

63 Taha S. âyet: 5

64 A'raf S. âyet 54

65 Mücadele S. âyet 7

66 §Qra S. âyet 11

67 Mâturîdî: Kitab'ut Tevhîd, Sh. 67, 68, 74.

68 İbni Asakir: Tebyin-ü Kizb'il-müfteri Sh. 149, Bk. El-Eg'arî: Kitab'ul-lema', Sh. 37, 39

69 Mâturîdî: Kitab'ut - Tevhîd, Sh- 225, 226.

70 Ibn-u Asakir: Tebyin-ü Kizb'il-Müftert Sh. 151. Yine bak: El-Eş'arî: Mekâlat'ul islâ-miyyin Sh. 320, 325; El-

lema', Sh. 75, 76.



71 Mâturîdî: Kitab'ut Tevhîd, Sh. 329.

72 Mâturîdî: Kitab'ut Tevhîd, S- 332.

73 Geçen kaynak, Sh- 334, 335.

74 İbni Asâkir: Tebyîn-u Kizb'il-Müfterî Sh. 151, Bak; El-Eş'arî: Kitab'u Mekâlâf' -İslâmiyyİn Sh. 322

75 Mâturîdî: Kitab'ut-Tevhîd Sh. 365, 366-

76 İbni Asâkir: Tebyîn-u Kizb'il-Müfterî. Kevserî'nin bu kitap hakkındaki mukad dimesi Sh.19

77 Aliâme Kevserî'nin bu görüşünü Dr. Eyüp Ali «El-Akîde El-Mâturîdiyye» adındaJ* doktora tezinin Sh. 283.te benimsediğini açıklamıştır- Ve yine kevserinin aynı g'' rüşünü Muhammed Ebu Zehra da benimsemiştir. Onun İslâm'da Mezhepler Tarif adındaki eseri Sh. 212, 213 T: Kahire (Tarihsiz)

78 Dr. Mahmut Kasım: .Menahic'ul-Edille Fi Akâid'ü-Mille Llbni Ruşd Sh. 18', 122, 123. Dr- Kasım'ın .mukaddimesi. II. baskı 1964. Kahire.

79 Ömer'un Nesefi: El-Akaid"un-Nesefiyye Sh. 6, Kahire 1879 M, ve Bk. ALLARD M., Le probleme des attributs divins dans la doctrine d'al-Ash'ari de ses premierss grands disciples, Beyrouth 1965

80 İbnul-cevzî: Menakib'uMmam-ı Ahmcd Bin Hanbel, Sh, 308, 313, T- Kahire 1931 M. Bk. PATTON, W. M-, Alımad İbn Hanbal and ihe Mihna, Leyden 1897.

81 Eş-Şehristanî: Kitab'Hİ-Milel ven-Nihal, C I, Sh. 32, T. el-Mutenebbi, Bağdat.

82 El-Beyâzî: İşârât'ul-Merâm min İbârâfil-İmâm, Sh. 52.

83 Nesefî şöyle diyor: .Sonra bilki; bu meselede hadis ehlinden olan kelâmcıların ifa­de ettikleri ve öne sürdükleri görüşleri şöyledir: Gerçekten Allah-u Teâlâ ilimle âlimdir. İlim sıfatının dışındaki sıfatlarda da durum böyledir. Bilginlerimizin çoğu ilmin bir edat ve âlet olmasının yanlış anlaşılmasından kaçındıklarından bu deyimi, yani Allah iîimle âlimdir, deyimini kabul etmeyip şöyle dediler: Allah ilim sıfatıyla âljmdir. Bu sıfatın

dışındaki sıfatlar hakkında da aynı görüş üzeredirler. İmanvı Ebu Mensur Mâturîdî (R-H.) bu hususta şöyle diyor: Gerçekten Allah'u Teâlâ Zatı ile âlim zatı ile diri ve zatı ile de kadirdir. Mâturîdî bununla sıfatları nefyettiğini kasdetmiyor- Çünkü o yazdığı bütün eserlerinde Allah'u Teâlâ'nm sıfatlarını ispat etmiş ve bu sıfatları ispat ve muhaliflerini susturup ses çıkaramayacakları şekilde şüphelerini gidermek için deliller getirmiştir. Ne var ki Mâturîdî bü sözleriyle Al­lah'ın sıfatlarının zatından gayrı olduğu vehminin giderilmesi ve Allah'ın zatının âlim olmamasının müstehil olduğunu açıklamayı kastetmiştir.» Tebsiret'ul-Edîlle; Elyazı, Kahire, No. 42 Tevhîd, Bölüm «El-kelâmu Fî İsbâtı Sıfâtillahi Teâlâ.»



84 KHOLEIF F.A.N., A Study on Fakhr al-Din al-Râzî, PP. 89, 90.

85 KHOLEIF, A Study on Fakhr al-Dîn al-Râzî, PP. 105, 113.

86 En-Nesefî: Tabsirat'ül - Edille, elyazı, Kahire, No- 42, Tevhîd.

87 Geçen kaynak.

88 Kholeif, F.A.N., Study of Fakhr al-Dîn Al-Râzî, pp. 89-104.

89 Şeyhzade : Nazm'ul - Feraid Sh. 16.

90 Geçen kaynak, Sh. 16. (38) Tövbe sûresi, âyet, 6.

91 Nisa sûresi, âyet, 164.

92 A'raf sûresi, âyet, 143.

93 Şeyhzade: Nazm'ul - Ferâid Sh. 26, En-Neseîî, Ömer: El-Akâid-un - Nesefiyye, Sh. 85.

94 En-Nesefî, Ömer: El-Akâid En-Nesefiye, Sh. 85.

95 Şeyhzade: Nazm'ul - Feraid Sh. 16.

96 Geçen kaynak, Sh. 16.

97 Eş'arî: El-îbâne, Sh. 9-10. El-Lemâ', Sh. 34, Mâturîdî: Et-Tevhîd, Sh. 77-85. En-Nesefî, Ömer: El-Akâjd En-Nesefiyye, Sh. 96, 37.

98

En'am sûresi, âyet, 103.



99 A'raf sûresi, âyet, 143.

100 Şûra sûresi, âyet, 51.

101 Mâturîdî : Kit'ab'ut - Tevhîd, Sh. 77. Er-Râzî: El-Erbaîn, Sh. 213.

102 A'raf sûresi, âyet, 143.

103 A'raf sûresi, âyet, 143.

104 A'raf sûresi, âyet, 143.

105 Essabûnî: El-Bidâye, Sh. 74. Dar'ul - Maarif, Mısır, 1969. ve Bk. Er-Râzî, EI-Erbatn Sh. 200, 201, El-Mâturîdî: Et-Tevhîd, Sh. 77, 85.

106 Ej-Mâturîdî, Et-Tevhîd, Sh. 77.

107 .EI-Eş'arî: El-Lema', Sh. 32. Eş-Şehristanî, Nihayet'ul - İkdam, Sh. 357, Er-Râzî: El-Erbaîn, Sh. 191.

108 Er-Râzî, El-Erbaîn, Sh. 198.

109 Bk. Tebsirat'ul Edüle Li'n - Nesefî, el yazı, Kahire. No. 42. Tevhîd, Ömer En-Nesefî, El-Akâid En-Nesefiye, Sh. 94. Pezdevi; Keşf'ul - Esrar, c. I, Sh. 59. Nu-reddin Es-Sabûnî: El-Bidâye, Sh. 72, 80-

110 Şu Fer'i İhtilâflara bak. Şeyhzade : Nazm'ul - Ferâid ve Cem'ul - Fevâid; Ebu Uzbe: Er-Revda El-Behiyye Fima Beynel - Eş'ariyye Ve'1-Mâturîdiyye; Abdullah Bin Osman Bin Musa: Hilafat'uî - Hukemâ Maal - Mutekellimîn ve Hilaf at'ul - Eş'aî-re Maal - Mâturîdiyye el yazı, Dar'ul Kutup No. 3441. c. Mecmua halinde, varak 95 ilâ 114. Tacuddin-Subki: Kaside Fî'l- Hilaf Beynel - Eş'arîye ve'l - Mâturîdîye, ,el yazı, Camia Arabiyye, No. 202. İskenderiye'de Şeyh Camiindeki el yazıdan fo­tokopi; ve yine bak, El-Beyazî: tşarât'ul - Meram Sh. 53, 56. îbn-i Asakir: Teb-yin-u Kîzb'il Müfteri - Allamc Zahid'ul Kevseri'nin Mukaddimesinden Sh. 19.

111 El-Beyâzî : İşârâful - Mafâm, hamiş, Sh. 298.

112 İbni Hazm : El-Faslu Fil - Mileli Vel - Ehvâi, Ve'n - Nihal, c. IV, Sh. 41. T. Bağdat tarihsiz.

113 İbn-i Hazm: El-Fasl'u Fil-Mileli Ve'l - Ehvaî Ve'n - Nihel, c. IV, s- 35 ve Mu­kayese et; Usuliddin LI-Abdil - Kahir El-Bağdâdî, s. 254 - 255. T. El-Mütenebbi, Bağdad - İstanbul 1928, Tab'ından alınma; El-Gazali İhya-u Ulûmiddin, c. I, s. 78-94, T- Kahire, tarihsiz. Telbis'u iblis, Libni'l - Cevzi T. Kahire tarihsiz; Aliy-yûl-Karî, Şerh'ül - İffet'il - Efeber, s. 129. T. Kahire, 1323.

114 El-Mâturîdî : Kitab'ut - Tevhîd, a. 3.

115 EI-Gazi Abdül Cebbar : 'El-Muğni Fi-Ebvab'it - Tevhîd Vel-Adl, 12. Cüz: En-Nazarü Ve'i-Maarif, Doktor İbrahim'in incelemesi, s. 123. T. Kahire-

116 İbnül - Murtaza : El-Munye Ve'l - Emel, s- 66.

117 Bak, El-Eş'arî : Kitabül Lema', s. 87, El-İbane An-Üsuliddiyane-

118 Zuhruf sûresi, âyet, 23.

119 Zuhiuf sûresi, âyet, 24.

120 Bakare sûresi, âyet, 170.

121 Ahzab sûresi, âyet, 67.

122 Bak; A'raf sûresi, âyet, 28. Yumıs sûresiı âyet> 78) Enbiya sûresi< âyetj sûesi, âyet, 74, Lukman sûresi, Ayet, 21.

123 Bak: Fussilet, âyet 53, Ğaşiye, Ayet'17, Bakara, âyet 164.

124 Ibnu'l - Cevzî : Telbîs'u İblis, s. 79,

125 Kitab'üt - Tevhid, s- 7, 8.

126 Geçen kaynak, s. 8

127 Kitab'üt - Tevhîd, s. 9.

128 Geçen kaynak, s. 10.

129 Meselâ mukayese et; Eî-Eş'arî : Kitab'ul-Leraa1.

130 Bak, meselâ: El-Bâkillânî; Kitabî, Et-Tevhîd ve'l insaf, El-Cüveyni: Kitâb'ül-İrşâd; EI-Bağdadî, Usuliddin, EI-îcî: El-Mevâkıf, Er-Râzî, Muhassal-u, Efkâr'il-Mütekellimin; En-Nesefi: Tebsıretü'l - Edille, —el yazı—, Kahire No. 42. Tevhîd; Es-Sâbûnî: El-Bidâye Fi-Usuliddîn.

131 Bak: Zumer sûresi, âyet 39, 62.

132 Bak: Bakara sûresi, âyet, 117, En'âm sûresi, âyet, 101.

133 Bak: ÂM İraran sûresi, âyet 189, Maide, âyet, 18, 40, 120.

134 Kitabü't - Tevhîd, s- 11.

135 Geçen kaynak, s- 12.

136 Geçen kaynak, s. 15.

137 Şûra sûresi, âyet 11. El-Hayyât: Kitab'ül - İntişâr, s. 46, 4*7- Dr. Neybric'in incelemesi, T. Kahire 1925.

138 Geçen kaynak, s. 32-

139 El-Hayyat : Kitab'ül İntişar, s-48.

140 Kitab'üt Tevhid, s. 17-19.

141 Kitab'üt - Tevhîd, s. 18, 19. Keîâmcılara şiddetle hücum eden Dr. Mahmut Kasım, îmam-ı Mâturîdî'nin Allah'ın varlığını ispat'için aklın kabul edecek olduğu bir metodla kullandığı bu delilin güzel bir delil olduğunu itiraf ediyor. Bak: Dr. Ka-sım'm Mukaddimesi, Menâhic'ül-Ediîle, s. 21-

142 El-Eş'arî Kitab'ül Lema', s. 6, 7- Bu delil Eş'arî'nin Allah'ın varlığını ispatta daima kullandığı delildir- İmamı Eş'arî, vacip, mümkün ve fert olan cevher delillerini kullanmamıştır. Bu iki delildir ki, Dr. Kasım bunları Eş'arî'lere atfe­diyor, zayıf olduklarını öne sürerek akla uygun olmadığı için ve şerrin ruhu ile bağdaşmadığı için geçerli olmadığım öne sürüyor. Bak: Dr. Kasım'ın mukaddi­mesi, Menahİc'ül-Edüle, s. 12, 18.

143 Kitab'üt-Tevhîd, s. 17.

144 Bak: El-Lema', Sh. 8; Et-Tevhîd, Sh. 21; Dr. Kasım: îbn-ur - Ruşd ve Felsefetu-hu'd - Diniyye, Sh. Ul -120, Minhâc'ul Edille, Sh. 31 - 32.

145 İsrâ, âyet. 42.

146 Enbiya, âyet, 22.

147 Mu'minûn, âyet, 91.

148 Ra'd, âyet, 16.

149 Kitab'ut - Tevhîd, Sh. 19.

150 Kitab'ut-Tevhîd, Sh. 20-

151 Geçen kaynak, Sh. 21.

152 Mülk, âyet, 3.

153 Dr. Mahmut Kasım : Minhâc'ul Edille, Sh. 120. —Mukaddimeden—

154 Aliyy'ul-Kârî : Şerh'u - Fikh'ü - Ekber, Sh. 24. Yine bak: Bu, ibareyi İbni Tey-miyye ve GazzâJî nasıl tefsir ediyor. Gazzâlî: El-îktisâd Fil - î'tikâd Sh. 64- tbnî Teymiyye: Er-Resâil Ve'1-Mesâil, c. I, s- 112- T. Kahire 1922 M.

155 Bak; Kitabımız; A. Studey on Fakhr.al-Din al - Razi, pp. 89, 140.

156 Kitab'üt - Tevlıîd, s. 47 ve yine şu makaleyi kıyasla: VON MANFRED, «Mâturîdî Unci sein Kitab Ta'wüat al-qur'an>, Der islâm, pp. 27-70, vol. 41, 1965.

157 El-Bâkillânî : Kitâb'üt - Tevhîd, s. 262-263, T. Beyrut, 1957.

158 Gazâlî: El îktisâd Fi'1-İ'tikâd. s. 72-73, T. Kahire, tarihsiz.

159 İskenderiye. Üniversitesi Edebiyat Fakültesindeki .Fahruddin er-Râzî ve Mevki-fûhû minel Kerrâmiyye» adındaki mastır tezimiz s. 58 - 85.

160 Bak: Eş'arî : Mekâlât'ül - İslâmiyyin, cilt H, s- 4-7.

161 Kitab'ul - Tevhîd. s. 38.

162 Geçen kaynak, s. 38.

163 Et-TevMd, s. 194 -195.

164 Şûra, âyet, 11.

165 En'âm, âyet, 19.

166 Kitab'üt - Tevhîd, s. 41.

167 Geçen kaynak, s. 85.

168 Muttaffifîn, âyet, 15

169 Kitab'üt - Tevhîd, s. 77.

170 El-Lema', s. 32; Eş-Şehristânî: Nihâyet'ül İkdam, s. 357, Er-Râzî: KiUb'üt-Er-baîn, s. 191-

171 Er-Râzî, Kitâb'ül - Erbain, s. 191 ve devamı.

172 Geçen kaynak, s- 198.

173 Tâhâ, âyet, 5.

174 Kitâb'üt - Tevhîd, s. 69, 74. İşte bu Mâturîdî'nin mezhebi ve tutumudur- «Kitab'ü Te'vilât'ül - Kur'an'da böyle zikredilmiştir. Bak Makale: VON MANFRED, Mâ­turîdî und sein Kitâb Ta'\vilât aI-Qıır'an», Der İslâm pp. 27 - 70, vol 41, 1965.

175 Kitâb'üt-îevhîd, s. 225, 226.

176 Fussüet, âyet, 40.

177 Hacc, âyet, 77.

178 Vakıa, âyet, 24.

179 Zilzal, âyet, 7, 8.

180 Saffat, âyet, 96

181 Kitâb'üt - Tevhîd, s. 226

182 En'âm, âyet, 102.

183 Bakara, âyet, 20.

184 Fussüet, âyet, 46.

185 Nisa. âyet, 83-

186 Kitab'üt - Tevhîd, s. 229.

187 Kitab'üt - Tevhîd, s. 256-262.

188 Âl-i İmrân, âyet, 97.

189 Kitab'üt - Tevhîd, s. 257-258

190 Kitab'üt - Tevhîd, s. 256.

191 Kitab'üt - Tevhîd, s. 257-262.

192 Mukyese et : VON MANFRED. «Mâturîdî und sein Kitâb Ta'vilât al-Qur'an, der. îslâm, pp. 27-70, vol- 41, 1965-

193 Fussilet, âyet, 12.

194 Kamer, âyet, 49.

195 Kitab'üt-Tevhîd, s. 308.

196 Kilâb'üt- Tevhîd, s. 312.

197 Tegabün, âyet, %

198 Kehf, âyet, 29

199 Ankebût, âyet, 23.

200 Yusuf, âyet, 87.

201 NÛr, âyet, 31.

202 Kitab'üt - Tevhîd, s. 334 ve Bak: VON MANFRED : «Mâtuîdî und sein kitab Ta'vvîlât aî-Qur'an», Der İslâm, pp. 27-70 vol, 41, 1965.

203 NahI, âyet, 106.

204 Hucurat, âyet, 114.

205 Bu hadisi, Müslim, Buharî, Ebû Dâvud, Tirmizî, İbn-i Mace, Dârimî ve İbn-i Hanbel tahric etmişlerdir,

206 İbn-i Teymiyye : Kitab'ül * îman, s. 85, T. Kahire 1325 H.

207 Hucurat, âyet, 15.

208 Bakare, âyet, 285.

209 Bakare, âyet, 136.

210 Seneviye, Disaniyye ve Markiyûniyye mezhepleri, âîem'İn aslı nur ile zulmetten ibarettir. Nur hayır ilâhı, zulmet ise şer ilâhıdır, diyen Manivîyye mezhebinden meydana gelen mezheplerdir. (Mütercim)

211 El-Meniyye, ve'1-Emel, s- 25-27.

212 El-Mûğnî, c. V, s. 10.

213 Geçen kaynak, s. 11.

214 El-Hudayrî, metindeki .ağyâran» kelimesinin «a'yânen. olduğunu tercih etmiştir.

215 El-Muğnî, c. V, s. 6.

216 Bak: G. VAJDA, «Le temoignage d'al-Mâturîdî sur la doctrine des Manİcheens, des Dayşanites et des Marcionites., Arabica, Recusd'Etudes Arabes, pp. 1-38, tome XIII, Annee 1966, E- J. Brill, Edictur, Leiden. Burada, Londra Üniversitesi Arap Tarihi Profesörü arkadaşım Dr. Profesör Abdülhamid Sabra'ya teşekkür­lerimi kaydetmek isterim. Çünkü o, bana Profesör Corc Feyda'nın makalesini gözden geçirmem için tavsiyede bulundu.

217 Bak: Kitab'üt - Tevhîd, s. 186, 117, 191.

218 El-Muğnî, c. V, s- 11.

219 Et-Tevhîd, s. 157.

220 El-Muğnî, c. V, s. 43-44.

221 Et-Tevhîd, s- 158.

222 Bak: El-Fihrist libn'in - Nedîm, s. 472, 473, Tarih'iil - îlhad Fi'l - îslâm, s. 23-71.

223 Bak: El-İntisâr, s. 54-60, Tarih'ül - İlhâd, Fi'l-İslâm, s. 23.

224 El-întisâr, 56. —Dr. Yenbric'in mukaddimesinden.

225 El-Fark-u Çeyne'l - Firak, s. 131 ve bak: Fahreddln/Er-Râzî ve Mevkifuhû mine'l-Kerramiyye. Bu. bizim İskenderiye Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde yaptığı­mız mastır tezidir. Elyazısı halinde Fakültenin kütüphanesinde bulunmaktadır, s. 63, 86.

226 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 20-68.

227 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 69.

228 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 69-72.

229 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 72-73.

230 Kelime okunamamıgtır.

231 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 75-76.

232 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 79.

233 Yani bazen hakka isabet eden, öne sürdüğü delil sebebiyle veyahut mukallid olan­lardan her birini ilzam etmesi ve öne sürdüğü delili ikrar ve kabul etmelerine zor­laması ile bir olur. Bâtıl olan da sayının çok olması, bir arada toplanması gibi bir husus olabilir. Öyle ise hakkı bilmekte ibret, sayıların çokluğunda değil, deliller­dedir.

234 Metinde kelime silinmiştir.

235

236 Kitabın aslında kelime silinmiştir.

237 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 79-80.

238 Metinde, noktasız .Sad» iledir.

239 Metnin kenarında şu kayıt bulunmaktadır : .Çünkü o, hâsıl olanı tahsil etmeye çalışmıştır.» A31ah-u Teâîâ : .Sizi ancak boşuna yarattığımızı ve gerçekten bize döndürülmiyeceğinizi mi zannedersiniz?» buyuruyor- (Mü'minûn, sh. 115)

240 Metinin kenarında şu kayıt vardır : «Şahitte yani dünyada âlem, gaipte yani âhi­rette âlemle beraber olması gibi.»

241 Metinin kenarında şöyle yazılmıştır : «Dünyada çirkin olanı murad eden, âhirette çirkini murad edenle birlikte olması gibi. Çünkü dünyada çirkin ve kötüyü murad edenin kendisi de kötü ve çirkindir. Ahirette çirkini ve kötüyü murad eden İse kötü ve çirkin değildir.

242 Metinin kenarında şöyle yazılmıştır : «Yani dört unsur.»

243 Metinin kenarında şu kayıt vardır : . Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmı ile defetmese idi (Mü'minleri, kâfirlere üstün kıimasa idi) yer yüzü fe-sad ve küfür karanlığına bürünürdü.... Bakara, âyet 251.

244 Metinde kelime silinmiştir.

245 Metinde «meama» bitişik olarak yazılmıştır. Biz, kelimeyi «mea mâ» olarak dü­zelttik, îîeride her tesadüf ettiğimizde metinin kenarına işaret etmeksizin böyle olanları tashih edeceğiz.

246 Metinin kenarında şöyle işaretlenmiştir : «Yani kendilerini bir noktada cem' ede­cek temel esasın bilinmesi lâzımdır ki, o da, herşeyi yaratan âlim ve hakim olan Allah'ı bilmemizi sağhyan dindir.»

247 Metinde kenarında «O, fena ve helak olmanın sebebinin bilinmesidir» kaydı bu­lunmaktadır.

248 Metinin kenarında : «Peygamberliği isbatta» diye kaydedilmiştir.

249 Metinin kenarında şu kayıt vardır : «Yani birbirine zıd, muhtelif olan âlemin du­rumunu bilmeye vasıta ve insanların kendilerine yararlı olan gıda maddeleri ve ilâçlardan kendilerine yararlı olanları almalarını ve zararlı olanlarını terketmelerini bilmelerine muhtaç olduklarını bildiren-»

250 Metinin kenarında : .Yani kendisine muhalif ve düşman olan» kaydı vardır.

251 Buradaki ibare okunamamıştır. Bizim onu harekelemeye gücümüz yetmez. Kelime­yi araştırıcıların önüne olduğu gibi kendi yerinde bırakmayı tercih ettik.

252 «Ei-kâif» kelimesi eserleri bilen kimse demektir. Bunun cem'i «kâfetûn» dır. Ese­rine tâbi oldu anlamına «kâfe eseruhû» denir. Tıpkı .iktefâhu, kafâhu» dendiği gibi Kamus-u Muhit'in «kûf» maddesine bak.

253 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 80-83.

254 Metnin kenarında şu kayıt vardı : «İyan» kelimesi zikrolundu. Bununla görmek­ten başk tüm duyu organları kasdedildi.

255 Metinde kelime, harekesizdir.

256 Metinde bu kelime harekesizdir.

257 Maiye, «Mahiyet» demektir. Kindi bu kelimeyi Mâturîdî'den alıp kullandı ve bun­dan yine mahiyeti murad etti- Bak : ResaiHl Kindi E!-Felsefiyye c. I, s. 294. Eseri Dr. Ebu Reyde inceledi. T. Kahire 1950.

258 cHestî» kelimesi Fasçadır. Mânâsı mahiyetin dışındaki varlık, demektir.

259 Metinde «gâbe* kelimesi noktasız olarak «âbe» diye yazılmıştır.

260 Metinde «Fuddiîes kelimesi, noktasız *Sad> iledir.

Metinin kenarında şu kayıt vardır : Yani .Nutuk» zira nutuk haberle hâsıl ol­muştur- Allah-u Teâlâ : «Ona beyanı (iç duyguların ifadesini) ilham etti» buyu­ruyor. Rahman sûresi, âyet 4, nutuk, mânâsına olan inşam hayvandan ayırd etmiştir.



261 Kelime açık - seçik değildir. Kelimenin «et-temessülü» olarak okunması muhtemel­dir. Aynı kelimenin «et-temyiz» okunması ihtimali de vardır-

262 Metnin kenarında şu satırlar yazılmıştır: «Çünkü ızdırap vermenin ve Öfkeyle mukabelede bulunmanın her ikisi de haberdir. O da bunu inkâr ediyor-»

263 Metinin kenarında şu kayıt vardır : .Yani duyu organları haberler ve deliller.»

264 Metnin kenarında şu kayıt vardır : «Yani, mütevatir haberin madunu olan.»

265 Metinde şu kayıt vardır : .Yani amel etme veyahut terketme yönü.»

266 Metnin kenarında şu kayıt vardır : Yani, bir, ravilerin durumuna bakmak; bir de, kafi bir delille sabit olanla karşılaştırmak.

267 Fussılet, 53 ve 54.

268 Ğagiye, 17.

269 Bakara, 164,

270 Zariyat, 21.

271 Metinde •İnde» kelimesi yerine «an» kelimesi yazılmıştır.

272 Metinde «İleyhâ» yerine «ileyhi» yazılmıştır-

273 Metinde «tabiatım, «tab'ihî» olarak yazılmıştır.

274 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 83-89.

275 Metinin hamişinde şöyle varid olmuştur : «Yani beşer'in birisine delil ibraz edip, herkesi, aynını getirmekten âciz kılmasına gücü yetmez.»

276 Zumer, 62.

277 Bak: Bakara, 117; En'am, 101.

278 Bak : Âî-i İmran, 189; Maide, 18, 40, 120.

279 Kelime, metinde noksansızdır.

280 Metinde «bi-kıdemihî» kelimesi yerine «tekaddümihî» şeklinde yazılmıştır

281 Metinde, ibare böyledir. Biz inanırız ki, .Femen lâyesbukuhû fefihi hakîkıyyetün» ibaresi olmaksızın da mânâ doğru olarak ifadesini bulur.

282 Metinde «yenkuduhû* kelimesi «ba'suhû» şeklinde; yani, «Kafs ve «Dat» harfleri noktasız ve «Ya» harfi bulunmadan ve «Be» harfi ile mevcuttur.

283 Metinde «Ye- harfi üstün ve noktasızdır.

284 Metinde «vekünnâ» kelimesi «velena. olarak yazılmıştır.

285 Metinde derkenar olarak zikredilen bu ibare ile mânâ doğru olarak ifade edilmiştir.

286 Metinde «müferrakun» kelimesi, «muarrafun» olarak yazılmıgtır.

287 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 90-96.

288 Metinde «mes'ele» kelimesi bitişik olarak yazılmıştır. Bu kelimenin bu şekilde ya­zılması selef indinde şüyu1 bulmuştur. Biz gelecekte bu hususu, metnin kenarına işaret etmeksizin tasrih edeceğiz.

289 Metinde «feyecibu. noktasız olarak «feyecîu» şeklinde yazılmıştır- Metnin kena­rına «feyecibu» kelimesi daha yakın olan kelime ile tashih edilmiştir.

290 Metinde kelime okunamamigtır.

291 îsrâ, 42.

292 Enbiyâ, 22.

293 Mu'minûn, 91.

294 Ra'd, 16.

295 Kitabın aslında .ve ceale erzâke ehlihâ cuilet» ibaresinde «cuilet» kelimesi yazıl­mış, mânânın doğru ifade edilmesi için bu kelime hazfedümiştir.

296 O, Eb'ul- Kasım Abdullah bin Ahmed bin Mahmûd El-Belhî El-Ka'bîdir. Ahmed bin Yahya El-Murtazâ,

297 Enfâl, 67.

298 Tövbe, 42.

299 İmam Matüridi, Tevhid, Hicret Yayınları: 101-97.

300 Metinde «ehakk» kelimesi yerine

Yüklə 1,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin