1 İmam Mâturidi'nin Hayati Ve Yaptıkları: 2


Tevhid Hakkında Mesele (Kim Ki, Nefsini Bilirse Rabb’ni Bilir)



Yüklə 1,06 Mb.
səhifə22/26
tarix17.01.2019
ölçüsü1,06 Mb.
#98916
növüYazı
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26

Tevhid Hakkında Mesele (Kim Ki, Nefsini Bilirse Rabb’ni Bilir)

Eğer biri çıkar da; gerçekten insanlar «kim ki, nefsini bilirse Rabb'ini bilir» sözünde ittifak etmişlerdir, fakat bilmenin şekli ve yönü hakkında ihtilâf ettiler, derse bu husus, şöyle izah edilir :

Seneviyye diyor ki : Allah-u Teâlâ'nm zatmm hayrı ve şerri kuşattığı bilinince, ondan her cihet için bir Rabb olduğu bilinir.

Yahudiler ise; Allah'ın cüzden biri olduğunu söylediler.

Müşebbihe mezhebine gelince; onlar da şöyle diyor : Allah bir cisim­dir. Çünkü görünen âlemde nefsin bilinmesi cisim için olur.

Celim de der ki; Allah yok iken sonradan var olduğu bilinince o, bir şeydir, cisimdir, âlimdir, semi' (işitici) dir; basîr (görücü) dir. Böyle olunca bilinir ki, her kendisinde bu isimlerden biri bulunan hadis olanın tâ kendisidir. Halbu ki onu meydana getiren Rabb'isinin hadis olması mümkün değildir.585 Bizce (ehl-i sünnet) ise bu husus şöyle ifade edilir : Gerçekten «kim ki nefsini bilirse o, Rabb'ini bilir.» Çünkü o, nefsini araz­lardan görme ve işitme ve başkalarından ihtimal dahilinde olanı bilmedi­ğini biliyor. Ve nefsinden fesada uğrayan şeyin ıslâhını da bilmediği gibi zamandan, mekândan almış olduğu1 nasibi kadarmca olanı ve kendisine gelen çeşitli ihtiyaçların nereden geldiğini ve o ihtiyaçları kendisi ile gi­derebileceği şeyin hakikat ve mahiyetini de bilemiyor. Bu, onun yaratılı­şında vardır. Bununla beraber kendi nefsinde gördüğü şey ile zeval bul­duğunu müşahede ediyor. Öyle ise onun geçmiş hallerinden olanlardan, tâa, bugünkü haline kadarını kendisinde bulunan zamana kadar, hal­lerin çeşitli merhalelerden geçtiği bilinmesi ile beraber, bu hususları bil­mesi uzak bir ihtimaldir. Bunu zihninde bile tasavvur etmesi çok güç­tür. Aklı, bunu kuşatması ihtimalinde bulunmaktan çok acizdir, işte bu noktalardandır ki o, bizzarure kendi nefsini, bulunmuş olduğu hal üzere kendisi icadetmediğini bilir. Hatta, eğer nefsinin icadetme işi kendisine ait olmuş olsaydı, geçen hususların tümünü bilecek şekilde meydana ge­tirirdi. Çünkü eğer bu hususlardan her hangi bir şeyi meydana getirmeye kadir olmuş olsaydı kendisinde sabit olan cehalete, sonra kendindeki ih­tiyaçları giderme babından haber verilen hususlarda ve kendisinde fesada uğrayanı ıslâhla acze itilmezdi. Bu takdirde bilinir ki o, yani Allah, his­settiği şeyi yaratma bakımından mahlûkatın en malik olanı kendisine verilen hakikatleri idrâk etmekte en üstünü ve adı geçen işlerden bilinen şeye vukuf bulmakta en süratli olanıdır. Böylece kendi nefsinin bir şeyi icadetme, var etme, baki kılma, yok etme gücünün dışında olduğunu bilir ve anlar. Sonra hissedilenlerin hepsinin ayan beyan olduğunu da bilir. Çünkü onlar kendi ihtiyaçlarında şaşkınlığa düşmüş olanlar gibi kendinin tedbir ve icadı altındadırlar.

Ve bilir ki, sebebleri anlamakla, hadiselere vakıf olma ve üzerinde bulunduğu ihtimallerden kendisi gibisi, ancak nefsinin bulunduğu halin bütün manalarının586 dışında olan kimse ile olur. O hallerin içinde mana­lar değişikliğe uğrar. İşte yukardan beri izahına çalışılan hususlarla onun var olması aciz olmayıp her şeye kadir587 olanla; cahil değil âlim olanla, ve tedbiri, icabında kendisine karşı çıkılması mümkün olmayan yüce4 Allah iledir. Ve yine bu hususlardan hiç bir şeyin yüce olan Allah'a ben­zemediğini de Öğrenir.

Öyle ise kendisine benzemesi yönünden, hadis veya kadîm olma ve­yahut, kendisini başkasının yaratmasından kendisinde bulunmasını ge­rektiren şeyin gerektiğini söylemesinin hiç bir anlamı yoktur. Eşyanın hepsi de böyledir. Zira eşyanın arasında, ihtiyaçlar, aczin ve sınıfın çe­şitleri itibariyle muvafakat ve mutabakat vardır. Sonra hadis olma ba­kımından bütün yönlerden aralarında muvafakat bulunur. Bununla, kendisinin, ona tüm yönleriyle benzemediğini bilmesi gerekir. Yönler, kendisini icâd edene değil; bilakis kendisi için bulunur. îşte bu hususlarda Allah'a yaraşan, ve lâyık olan şekliyle Rabb'in bilinmesi bulunmuş olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bu ifadelere göre Cehm'in, «Allah, âlim ve kadir değildi; sonra böy­le, yani, âlim ve kadir» oldu sözü çürütülmüş oldu : Aynı zamanda «Al­lah fail ve mütekellim değildi; sonradan fail ve mütekellim oldu» diyen kimsenin sözü de batıl olur. Çünkü onlar, Allah'da, kulun hadis olması ve yaratılması bakımından kendisini bilmeye sebeb olan haller ve yön­lerin değişime uğradığını ifade ettiler. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Hallerin ihtiyarî olarak vuku bulmasının kabul edilmesinin müm­kün olması ve ilim, kudret, hayat, işitme ve görme gibi yüce sıfatlarla mevsuf olmasının imkân ve ihtimal dahilinde bulunmasından yukarda zikrettiğim şeylerde kendisinin, âlim ve halik (yaratıcı) olan Allah ile var olduğunu açıklayan hususlar vardır. Bütün gıda maddeleri de böy­ledir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Hayra ve şerre muhtemel olması ve hallerinin muhtelif olmasında, kendisinin yaratılması; hayır ve şerre yorulmayan ve hallerinin de muh­telif olmamasına sarfedildiğinin bir delilidir. Bunun böyle olması herşe-yin bulunduğu hal üzere var olması Allah'm takdiri ile olduğunun beyan 588edilmesi içindir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bir kısım insanlar da bu hususta şöyle diyor : Kim ki kendi gizli var­lığını bilirse Rabb'ini bilir. Gizli varlığı ise, kendisinde yüceliğe ulaşma ihtimali ve işlerin salâhı için yaratılan «iç âlenıi»nden ibarettir. Bu­nunla mahlûkatın idaresine ve sebeblere bakmanın küfürden ibaret olan işlerden gizli olanların idrakine sahip ve malik olur.

Bu söyledikleri şey589 güzel bir sözdür. Yaratıcı olan Allah'ı bilme hakkında zikrettiğimiz şey, Allah'm hallerinden gizli olan şeyin gizliliği­ni590 idrâk etmeğe kâfi derecede açık vaki olmuştur. Ve kapalı olan şeyin bilinmesine ulaşmış sebebler de zahir olmuştur. Bununla kendisinde giz­li kalan şey bilinir. O şeye nefis ismi verilsin veya verilmesin. O, açıklık kazanmıştır. Kuvvet ancak Allah'tandır. 591

Mes'ele (Allah «Şey»Dir, Demenin Mânası)

Sonra «şey» ifadesi, ispatdan başka bir şey değildir. Ve dıs varlık­tan da ispatdır. Çünkü «şey olmayan», nefyi ifade eder. Bununla bilinir ki Allah-u Teâlâ şey'dir. O, kendi nefsinden şey olduğunu kendisinden nefyetmemiştir. Çünkü kendi nefsinin genel ahvali nefyolunnıuş olur. Kendi nefsini, onun şey olmasını nefyetmeksizin bilir. Böylece Rabb'isini bilmiş olur. Fakat Rabb'isinin şey olduğunu bilme yönünden değil. Bu­nun içindir ki, kendi nefsinin şey olduğunu bilmesi, Rabb'isinin gey oldu­ğunu bilmeyi menetmez. Çünkü Rabb'inin varlığına delâlet eden şey ol­mak değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır,

Cisme gelince : O, sınırlanmış herşeyin ismidir. Şey ise, ispatdan başka bir şey değildir. Âlemin olduğu hal üzere bulunması ispatın delili­dir. Bunun için âleme, «şey» denildi. Âlemde, Allah-u Teâlâ'nm sınırlı ol­masını nefyeden delil vardır. Çünkü âlemin sonu vardır. Fakat «şey» ol­ması bakımından değil, bilakis sınırlı olması bakımındandır592. Ancak sı­nır, manasına kullandığımız had ile vahdaniyet ve rububiyet murad edil­mesi müstesna. Allah-u Teâlâ'nm şey olması da böyledir. Allah hakkın­da sınırlı olma hususu yoktur. Çünkü bu husus, ekseriyetle araz yolun­dan şey'in nihayetine delâlet eder. Bu gibi şeylerden Allah-u Teâlâ yü­ce" ve beridir. İşte bu görünen âlemde cismin manasıdır. Cisimde, yine daha uzun, daha kısa ve daha geniş olması bakımından her yöne ihti­mali bulunan yönlerin bulunması icabolunmaktadır. Bunun içindir ki Allah'a cisim demek batıl olur. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Sonra Allah-u Teâlâ'nm görünen âlemde, yani, dünyadaki bilinen ismi, varlığından kinayedir. Bunun te'vili ise, kendisinden yokluğu nef­yetmektedir. Allah-u Teâlâ, ezelde var idi. Varlığı ebediyyen hiç bir de­ğişikliğe uğramaksızm devam eder. Kendisine zeval ve bir halden bir hale intikal etme, hareket etme ve bir yerde karar kılma gibi şeyler gel­mez. Bu gibi sıfatlardan yücedir, beridir. Çünkü zikredilenler, durumla­rın, hallerin ihtilâf etmesinin bir vasfıdır. Kim ki kendisindeki haller bir­birine benzernezse o kimse, o hallerden ayrılamaz. Kim ki hallerden ayrı düşmezse, ki hallerin hepsi sonradan var olan hadis şeylerdir. Bunun için kendisinden ayrılmayan, sonradan var olmakla vasfolunur. Bu vasfo-lunmada da vahdaniyetin ve sonra da kıdemin sukutu vardır. Sonra «gayr»m kendi üzerinde tedbiri593 cari olur Çünkü hallerden bir hal, eğer zatı için olmuş olsaydı, o halin, zatında bulunduğu müddetçe değişmesi, bozulması caiz olmazdı. Öyle ise bir halden bir hale nakledilmesi ve üze­rindeki9 hallerin değişmesi594, «gayr»m bununla bulunduğu sabit olur. Bu ise onun mekânla vasfedilmesinden yüce ve berî olduğunun delilidir. Çünkü sabit olmuştur ki Allah vardı ve kendisi var iken mekân yoktu. Allah-u Teâlâ'nm Arş'ı istilâ etmesi ile bu hususun kendisine izafe edilmesinde mekân tesbiti yoktur. Tıpkı Allah-u Teâlâ'nm «... Biz, ona şah dama­rından daha yakınız»595 kavli celîlinde mekân tesbiti olmadığı gibi. Ve yi­ne Allah-u Teâlâ'nın «... Her hangi bir üç sırdaşın fısıltısı oluyor mu, mutlak o, (Allah) dördüncüleridir...»596 ifadesi de böyledir.

Ve yine Allah-u Teâlâ'nın «Biz ise, ona, ilim ve kudretimizle sizden daha yakınız»597 kavli celîli ile de bir mekân tesbit edilmemektedir. Çünkü Allah'a mekân isnat etmek, O'nu, tebcil ve ta'zîm etme cinsinden değil­dir. Bilakis mekânlar ancak Allah ile şereflenirler. Mekânların kadr u şerefleri, Allah-u Teâlâ'nın seçkin kullarından birine o mekânı mahsus kıldığı için, veyahut da o mekânın Allah'a ibadet etmek, veyahut da ken­disinde Allah'a ta'zim etmek için kılındığından başka bir mekâna Allah'ın onu üstün kılması ile vukubularak aralarında böyle bir benzersizlik ha­sıl olmuştur. Mahlûkattan olan yeryüzü sultanlarının veyahut seçkinle­rinin mekânla rütbesi ve derecesi yükselmiş olması bizzat mekândan sa­yılmayınca, bütün mevcudatın mâliki ve hâkimi olan Allah'ın mekânla yücelmesi nasıl düşünülebilir ki, mekânın kadr u şerefinin yükselmesi, derecesinin âli olması bile ancak Allah'la olur. Bu böyle olduğu vakitte mekânın Allah'a izafe edilmesinde Allah'a karşı bir ta'zim ifade eder, demek batıl olur. Sonra ta'zimin ardmda düşünülen şey, hacet için olur. Allah-u Teâlâ ihtiyaçtan yüce ve beridir. Bunun içindir ki Aliah-u Teâlâ'­nın «O Rahman, Arş'ı istilâ etti.»598 Kavli cemi ile Allah'ın mekânda var olması manası gerekmez. Çünkü bu kelime ile yücelik ve ululuk tabir olu­nur. Kendisinde bulunanın aynısının mahiûkatmda bulunması mümkün değildir. Bununla sabit olur ki, bu husus, Allah-u Teâlâ'nın zatına, yü­celik ve ululuk bakımından müstahak olur. Allah-u Teâlâ, zatı ile olduğu gibidir. Ve mahlûkatı yok iken de Allah böyle idi. Öyle ise, mahlûkattaki sıfatla vasfolunması caiz değildir. Kuvvet ancak Allah'tandır.

Bununla beraber bu itikad Öyle bir ilimden599 oluşmuştur ki, kendisi­ne her hangi bir ihtimal izafe edilmeden önce görünen alemde bunun kendisine izafe edilenin bir hali takaddüm etmiştir. Sonra Allah vardı; fakat var olduğu zaman mekân yoktu. îşte insanların itikadı bu hal üze­redir; yani, daha önce bulunan şeyden izafe edilmesi mahiyetinin anla­şılmasının değişmesi caiz olmaz. Mahlûkatina dair olan izafenin de an­laşılması Allah'a irca edilir. Görünen âlemde eşyanın hepsinin Allah'a izafe etmeye tahsis kılınması, Övülen haller, kendilerinden razı olunan işlerden olanla, Allah'a ta'zim edilme yerinde vukubulmuş olur. Öyle ise bunların arasında bulunan Arş'tn hal ve durumu ne ola! Tevfik Allah'­tandır.

Bu durumlara göre Allah-u Teâîâ'yı bütün mekân ile vasfedenin sö­zü batıl ve fasid olur. Çünkü hususi olarak Allah'a izafe edilen bir me­kânla bir çok mekânlar arasında hiç bir fark yoktur. Bilakis bir mekâ­nın Allah-u Teâîâ'yı ta'zim etmeyi beyan etmekte kullanılması daha ev­lâdır. Çünkü bu halde o şeyi özellikle zikretmek vardır. Zikıetmekte teş­rif ve tekrim bulunduğu için o şeyin yüceliğinin zikredilmesine raci' olur. Mutlak olarak söylemekte ve hepsim Allah-u Teâlâ'nm sıfatının hakika­tini600 izah etmeğe hâs kılmakta, Allah-u Teâîâ'yı ta'zim ve tebcil vardır. Tıpkı «herşeyin Rabb'i ve herşeyin ilâhı» denildiği gibi. «Muhammed'in Rabb'i, İbrahim'in ilâhı» denildiği vakitte bununla ancak her ikisinin şe­refli olduğu ve hürmete lâyık oldukları kasdoluntır. Buna kıyasla Arş'a izafe edilmesi, arşın ta'zimi ve onun büyütülmesini gerektirir. Her me­kâna izafe edilmek ise, Allah'ın mekânlarla vasfolunmasını icabettirir kî, bu da çirkindir. Çünkü Allah, ezelde bununla vasfohınmamıştır. Hiç bir şey mesafe ve sınırlı olmak bakımından Allah'a yakın olmakla vasfo-lunmadığı gibi; Allah da, bunlardan bir şeye yakın olmasıyla vasfolunmaz. Çünkü bunda mekânlar takdir etme ve sınırlamalar yönü vardır. Al­lah, gerçekten var idi ve mekân yoktu. O, ezelde olduğu gibi vardır. Za­man ve mekândan yüce ve beridir. Çünkü eşyanın sonuçları ve sınırlan zaman ve mekâna rücu' eder. Kuvvet ancak Allah'tandır. 601


Yüklə 1,06 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin