1 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,81 Mb.
səhifə32/39
tarix27.12.2018
ölçüsü2,81 Mb.
#87124
1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   39

12.03.2012 Tarihli Toplantı




  • BİRİNCİ OTURUM

  • Açılma Saati: 14.04

  • ----- 0 -----

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonunun 1 No.lu Alt Komisyon Toplantısını açıyorum.

  • Bugünkü toplantımızda Kırıkkale Üniversitesi adına Kırıkkale Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Sayın Yardımcı Doçent Doktor Cengiz Arıkan’ı ve yine Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Doktor Adnan Küçük Bey’i dinleyeceğiz.

  • Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

  • Önce, üniversite olarak beş aya yaklaşan bir süre içerisinde Meclisimizde yürütülmekte olan anayasa yapım çalışmalarına gösterdiğiniz ilgi nedeniyle teşekkür ediyorum.

  • Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi partilerimizden oluşan ve eşit sayıda milletvekili arkadaşımızın görev yaptığı Komisyonumuz şu anda kamuoyunun önerilerini ve tekliflerini alarak onları değerlendirme çalışması yapmaktadır. Memnuniyetle ifade etmeliyim ki yüze yakın üniversitemiz bu sürece katkıda bulunmak için kimi yazılı olarak kimi de hem yazılı hem sözlü olarak Komisyonumuza başvurdular ve değerli düşüncelerini bizimle paylaştılar. Şimdi de sizi dinleyeceğiz.

  • Şöyle bir soru sormak durumundayım: Biraz sonra bize ifade edeceğiniz önerileriniz, görüşleriniz, teklifleriniz Kırıkkale Üniversitesi tüzel kişiliği adına mı, hukuk fakültesi adına mı, yoksa siz öğretim üyeleri olarak kendi adınıza mı bu sunumu yapacaksınız; onu bilmek isteriz.

  • Buyurun Adnan Hocam.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ADNAN KÜÇÜK – Tabii, biz kendi inisiyatifimizle gelmedik, Rektör Bey’in uygun görmesi üzerine gelmiş bulunuyoruz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tamam, peki, o zaman biz şu anda sizi Kırıkkale Üniversitesi adına anayasa yapım süreciyle ilgili önerilerini sunan bir heyet olarak görüyoruz ve bu düşüncelerle de sözü size veriyoruz.

  • Ben Adalet ve Kalkınma Partisi Grubundan, Faruk Bal Bey de Milliyetçi Hareket Partisi Grubundan Komisyonumuzda görev yapan 2 arkadaşız. Kırk dakika süreniz var, sonunda birkaç dakika belki soru-cevap olabilir, ona da zaman ayırabilirsek sevinirim.

  • Buyurun.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ADNAN KÜÇÜK – Teşekkür ediyorum.

  • Tabii, anayasada yer almasını uygun gördüğümüz epey bir kısım var. Bunların tamamını burada özetlememiz inşallah mümkün olur. Mümkün olmayan kısımları da bu metni buraya bırakabiliriz…

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Zaten metin var bizde, arkadaşlarımız bunları inceliyorlar, değerlendiriyorlar.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ADNAN KÜÇÜK (Devamla) – Anayasa’mızın, benim kanaatimce en sorunlu kısmı “Başlangıç” kısmı. “Anayasalarda ‘Başlangıç’ kısmı olmalı mı, olmamalı mı?” konusunda kesin, net bir şey söyleyebilmek mümkün değil çünkü dünya anayasalarında “Başlangıç” kısmı olan anayasalar da var, olmayan anayasalar da var. Nitekim bizde de ilk defa 1961 Anayasası’nda “Başlangıç” kısmı yer almış. Daha sonra 1982 Anayasası’nda tekrar “Başlangıç” kısmına yer verilmiş.

  • Tabii, “İllaki ‘Başlangıç’ kısmı olsun.” deniyorsa bunun bir defa anayasanın metnine dâhil edilmemesi gerekir, bir. İkincisi: Buradaki vurguların daha ziyade duygusal boyutlu olmakla birlikte insan hakları, insan onuru, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlere dayanmasında daha fayda olduğunu düşünüyorum.

  • Bir diğer husus: Anayasanın tamamının Mecliste görüşülerek kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yani dokunulmaz maddeleri biz bir tarafa bırakıp diğerlerini görüşüp kabul edersek bu, halkın seçmiş olduğu Parlamentoya güvensizlik olur. Ben, bu değiştirilmez görülen bu maddelerin bile büyük ekseriyetinin Parlamento tarafından belki 500 küsur, tamamına yakın, şimdi kaç kişi vefat etmiş, kaç boş var bilmiyorum ama en azından, katılanların tamamının buna “evet” diyeceğini düşünüyorum. O açıdan anayasanın, bir defa, tamamının Parlamento tarafından görüşülerek kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu, bir, Parlamentoya güven, bir de halka güven anlamına geliyor.

  • Bir diğer şey: Anayasada değiştirilmesi yasak hükümler olmalı mı, olmamalı mı? Ben bu konuda değiştirilmesi yasak hükümler olması taraftarı değilim demokrasi teorisi bağlamında çünkü demokrasilerde hiçbir kuşak bir başka kuşağı bağlayamaz. Bu demokratik irade şeklinde de olsa bağlayamaz ama bugün ileri demokrasilerin birçoğunda değiştirilmesi yasak hükümlerin olduğu görülüyor. Belki bu şu şekilde algılanabilir: Siyasi temenni kabîlinden yani bunlar gündeme gelmese, bunların değiştirilmesi gündeme gelmese şeklinde bir siyasi temenni şeklinde belki kabul edilebilir. Aksi takdirde Parlamentonun iradesini kısmanın, ben demokrasi teorisiyle bağdaşır olmadığını düşünüyorum.

  • Ben, anayasanın 1’inci maddesine ilişkin bir öneride bulunmak istiyorum. Anayasanın tamamının görüşülüp kabul edilmesi gerektiğini ifade ettikten sonra, 1’inci maddeye şunun konulmasını… “Türkiye, bir hukuk devletidir ve demokratik cumhuriyettir.” Şayet değiştirilmesinin siyasi temenni olarak yasak hükümler arasına konulması gerekiyorsa sadece bu hükmün olması gerektiğini düşünüyorum çünkü artık gerek demokrasi gerekse hukuk devleti cumhuriyetin vücudunun -tabiri caizse vücuda benzetmek gerekirse- bir parçasını teşkil ediyor, özellikler sanki elbiseler gibidir, kıyafetler gibidir yani diğer maddeler, özelliklerin yer aldığı maddeler bu hukuk devleti ve demokrasiye göre yorumlanacaktır. Aslında bu hukuk devletiyle demokrasinin bir araya gelmesinin bir diğer ifade şekli anayasal demokrasidir. Dolayısıyla “anayasal demokratik cumhuriyet” şeklinde ifade edebileceğimiz bir formülasyonun 1’inci maddeye konulması gerektiğini düşünüyorum.

  • Anayasamızda temel hak ve hürriyetlere ilişkin sistem çok dağınık, tabiri caizse çok bozuk. İlk metninde genel sınırlama sebepleri vardı 13’üncü maddede, 14’üncü maddede kötüye kullanma hâlleri vardı. Her ne kadar 2001 değişikliğiyle genel sınırlama sebepleri kaldırıldı ise de bu kaldırma neticesinde aslında çok fazla bir şey değişmedi çünkü çoğu sınırlama sebepleri diğer özel sınırlama sebepleri arasına gönderilmiş oldu, bu bir. İkincisi: Bir diğer sorunlu durum, 13’üncü maddede diyor ki: “Temel hak ve hürriyetler sadece ilgili maddelerdeki özel sınırlama sebeplerine bağlı olarak sınırlandırılabilir.” Bir de 14’üncü madde var mesela, 14’üncü maddede kötüye kullanma hâllerinden söz ediliyor. Bu kötüye kullanma hâlleri neticesinde de aslında bir sınırlama yapılabilir. Yani, dolayısıyla, 14’üncü madde fiilen 13’üncü maddeye rağmen bir genel sınırlama sebeplerine dönüşebilme riskini bünyesinde taşıyor. O zaman, 13’üncü maddeyle 14’üncü madde arasında bir çelişki ortaya çıkıyor.

  • Bir diğer sıkıntı: Siyasi partilere ilişkin yargılamaları Anayasa Mahkemesi Anayasa’ya göre yapıyor, yani siyasi partilere göre de yapıyor ama genellikle Anayasa’nın 68 ve 69’uncu maddelerine göre yapıyor. Bunu yaparken “Başlangıç” kısmına da referans yapıyor. Bu, siyasi parti hürriyetini büyük oranda güvencesiz hâle getiriyor. Nitekim birçok kapatma kararında Anayasa’nın “Başlangıç” kısmına referans yapıldığı görülüyor. Bu açıdan sınırlama sebeplerinin ve sınırlamanın sınırının daha net bir şekilde belirtilmesi gerekir diye düşünüyorum.

  • Bir diğer durum: Anayasanın belki sistematiğinde bir değişiklik yoluna gidilebilir yani başta devleti öngörmek yerine acaba Almanya’da olduğu gibi insan haklarından başlanabilir mi? Yani birçok ülke, gerçi, devletle başlıyor ama en azından insan haklarına yapılacak vurguyu öne çıkarmak, Türkiye'de yaşanan insan hakları sorununa bir şey olarak, bir daha yaşanmaması babından insan haklarıyla başlayıp, daha sonra devlete ilişkin temel ilkeler devamındaki maddelerde yer alabilir mi? Ben böyle bir şeyin olabileceğini düşünüyorum.

  • Anayasada kendisiyle çelişen ifadeler veya durumlar var. Mesela “hukuk devleti” diyor 2’nci maddede, değiştirilmesi yasak hükümler arasında hukuk devleti var ama beş altı tane dava açılamayan hâl var. Bunları hukuk devletiyle bağdaştırabilmek mümkün değil. Bunlar içerisinde en tehlikelisi olağanüstü hâl döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerdir. Bu olağanüstü hâl döneminde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin denetimi de olmadığı için güya 15’inci maddede “beş çekirdek”, “dokunulmaz hak” diyoruz, “Bunlara dokunulamaz.” diyoruz ama bunlara dokunulması hâlinde yapılabilecek bir şey yok. Bu durumda denetimsiz bir işlemle anayasada sınırlandırılamayacak hiçbir hükmün olmadığı görülüyor. O açıdan, bir defa, denetime kapalı idari işlemlerin tamamının kaldırılması, Anayasa’nın 125’inci maddesindeki “İdarenin her türlü işlem ve eylemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmünün mutlak olarak ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

  • Tabii, en sıkıntılı, netameli konu belki laiklik ilkesi Türkiye'de. Bize özgü laiklikten söz ediliyor. Her ülkenin kendine özgü bir laiklik anlayışı olduğu, bizim de kendimize özgü bir laiklik anlayışımızın olduğundan söz etmek suretiyle aslında benim ifademle “otoriter militan laiklik” dediğimiz laiklik uygulamalarına yol açabilecek, anayasada hükümlere yer veriliyor. Batı’ya baktığımız zaman İngiltere, vesaire gibi çeşitli ülkelerde bizdeki ideal manada söylenen din devlet ayrılığının varlığından söz edebilmek mümkün değil. Batı’da da ne var? Çok çeşitli sistemler var. Amerika, Hollanda, Fransa’da din devlet ayrılığı -hatta Amerika’da buna “katı duvar” deniyor- sistemi var. Almanya’da din devlet iş birliği sistemi var. İngiltere gibi bazı ülkelerde, İngiltere, Yunanistan, Finlandiya, Norveç, Bulgaristan, Danimarka, İzlanda gibi ülkelerde dine referans yapılıyor yani İngiltere’de devletin resmî dini Anglikan Kilisesi, Belçika gibi, İzlanda, Danimarka gibi ülkelerde “Evanjelik Lüteryen Kilisesi” deniyor resmî din olarak. Daha başka ülkelerde, mesela Yunanistan’da hâkim din Doğu Ortodoks Kilisesi… Benzer ifadeler Bulgaristan’da da var. Dolayısıyla Batı’da net bir sistem birliği yoktur ama şunu da net olarak söylemek isterim: Aralarında ne kadar fark olursa olsun hiçbirisinde “otoriter militan laiklik” dediğimiz laikliğe varan, bizdeki gibi müdahaleci laikliğe varan uygulama hiçbir ülkede yoktur. O açıdan, bizdeki laikliğin de illaki İngiltere, Hollanda veya diğer Norveç, Belçika gibi olması önerilmeyebilir ama önemli olan, anayasada “demokratik laiklik” dediğimiz dinî ve siyasi çoğulculuğa imkân sağlayan bir laiklik sisteminin benimsenmiş olmasıdır. Batı’da şu yoktur: Yobaz, gerici, mürteci, vesaire gibi dinlerin dışlanması hadisesi yoktur. Yani Amerika’da mesela bin beş yüz civarında sırf Hristiyanlık merkezli tarikat, mezhep, vesaire gibi dinî gruplar var. Bunlar içerisinde çok uç örnekler var. Buna rağmen bunlar kendi hâllerine bırakılıyor, sadece kamu düzeni, kamu güvenliği, kamu sağlığı, vesaire gibi, başkalarının haklarının korunması gibi zaruret hâllerinde veya gereklilik hâllerinde devlet müdahale ediyor. Onun dışında, dinlerin iyisi kötüsü, şu bu, vesaire gibi yönleriyle devlet ilgilenmiyor. O açıdan bizde de laikliğin otoriter militan değil, demokratik laikliğin ilkelerini içerecek şekilde düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda, yani devletin inançlar arasında doğru inanç-yanlış inanç, doğru mezhep-yanlış mezhep, doğru din-yanlış din ayrımı yapmasına ilişkin Amerika Federal Yüksek Mahkemesinin bir kararı var, diyor ki: “Anayasal takımyıldızı içinde eğer sabit bir yıldız varsa o da hiçbir resmî makamın politikada, milliyetçilikte, dinde ya da düşünceyle ilgili herhangi bir alanda tek doğrunun ne olacağını buyurma yetkisine sahip olmadığıdır.” Yani devlet neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleme yetkisine sahip değildir. Herkesin kendi doğrusunu kendisinin tayin edebileceği bir sistemin benimsenmiş olması lazım.

  • Tabii, bu konuda din eğitimine ilişkin bazı sıkıntılar var. Din eğitimi konusunda ben anayasaya bir hüküm konmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Bu konuda yasama organına yetkinin verilmesini, değişen konjonktüre, şartlara göre Parlamentonun dilediği yönde kanun çıkarabilmesi gerektiğini düşünüyorum, bu bir. İkincisi: Bu konuda da Avrupa’da yeknesak bir sistem yoktur. Avrupa’da din eğitimi konusunda devletin okullarında ihtiyari olarak verilenler var, özel okullarda verilenler var; özel okullar içerisindekilerin bir kısmı dinî okullar, cemaatlere ait okullar, vesaire yani onlarda çok çeşitlilik var. Bizde de din eğitimi konusunda, bir defa, zorunlu din dersi olabilir mi onu belki konuşabiliriz. Zorunlu din dersini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kabul ediyor ama bunun, belli bir dinin, çocuklara propagandasını, dayatılmasını, eğitilmesini amaçlayan bir din dersi değil, objektif, çoğulculuk ve eleştirel olmak şartıyla –objektif, çoğulculuk esasına dayalı ve eleştirel olmak şartıyla- zorunlu din derslerinin olabileceğini söylüyor. Diğer, belli bir dinin öğretilmesine ilişkin ise ihtiyari olarak bunun verilmesi gerektiğini söylüyor. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek 1’inci Protokol’de de zaten bu belirtiliyor yani “Okuldaki programların, ders programlarının ebeveynin inançlarına ve felsefelerine uygun olarak belirlenmesi gerekir.” şeklinde -anlam itibarıyla söylüyorum- buna benzer bir ifade var. Yani ebeveyn belli bir yaşa kadar ebeveyn; bu tabii ülkeden ülkeye değişiyor, Almanya’da on dört, İtalya’da on altı şeklinde. Belli yaşa kadar ebeveynin talebi, belli bir yaştan sonra çocukların talebine bağlı olarak ihtiyari olarak din eğitiminin verilebileceği görülüyor.

  • Yine Batı’da şu da var: Eğitim kurumlarında çoğulculuk var yani sadece kamu eğitimi yoktur. Bazı ülkelerde özel eğitimin oranı çok yükseklerde ve bu özel öğretim kurumlarının bir kısmında üçte 2’si, bir kısmının hatta yüzde 95’i dinî cemaatlere ait okullar. Bizde bunun da yıkılması gerekiyor yani “dinî cemaat” deyince bizde maalesef “öcü” olarak görülüyor. Bunun görülmemesi lazım yani dinî cemaatler kendi cemaat ismiyle okullar da açabilmeli, buralarda eğitim verilebilmeli ve buralarda da kendi programlarını belirleyebilmeli. Devlet burada sadece genel eğitim ilkelerine uygunluk açısından ve kamu düzenine uygunluk açısından bir genel denetim yapabilmekte, işte ırkçılık öğretiliyor mu, savaş kışkırtıcılığı var mı, vesaire gibi kamu düzenini bozucu yönde bir eğitim var mı yok mu onlara yönelik bir denetim yapabilmekte. Bizde de bir defa özel öğretim kurumlarına mutlaka izin verilmesi gerekiyor; bunlar seküler olabilir, dinî cemaatler olabilir, vesaire. Devlet okullarında da din dersinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin standartlarına uygun olarak zorunlu olabileceğini, bunun dışındaki derslerin ise ihtiyari olarak verilebileceğini düşünüyorum. Yine Batı’da birçok ülkede, Amerika da dâhil, anaokulundan itibaren isteğe bağlı olarak din eğitimi verilebiliyor. Bizde de bunun yolunun açık olması lazım. Yani biraz, Batı’da bu konuda ne var ne yok bunu görüp buna göre bir belirlemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum.

  • Bir diğer şey: Bizde yargıya ilişkin yaşanan sıkıntılardan birisi de yargının bağımsızlığından ziyade yargının tarafsızlığı. Anayasada yargının tarafsızlığına da vurgu yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bundan sonrakileri biraz daha böyle, şey gideceğim.

  • Bir diğer şey: Anayasa Mahkemesine ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin üyelerinin belirlenmesinde Parlamentonun yetkisinin daha çok olması gerektiğini düşünüyorum. Siyaset kurumundan korkmamak gerektiğini düşünüyorum yani “Siyasi kurumlardan gelenler tarafgir olur, diğerleri tarafgir olmaz.” düşüncesinin, ben, isabetli bir düşünce olmadığını düşünüyorum. Burada, belki sorun, siyaset kurumunun atayıp atamamasından ziyade, buraya seçilen hâkimlerimizin daha nitelikli, daha vasıflı, daha objektif, hukukun evrensel ilkelerine uygun karar verebilecek kişilerin olması hâlinde ben Anayasa Mahkemesine Parlamentonun da daha çok üye seçmesini, ben bunun belki en az 5-6 şeklinde olabileceğini düşünüyorum, bu bir. İkincisi de: Doğrudan seçmeli yani Sayıştay şu kadar önerecek, baro başkanları bu kadar önerecek, bunların içinden Parlamento seçecek, bunun doğru olmadığını düşünüyorum çünkü bu, baro başkanlarına veya Sayıştaya da güvensizlik, bu, Parlamentoya da güvensizlik. O açıdan, bizde de Parlamentonun Anayasa Mahkemesine üye seçme yetkisinin artırılması gerektiğini düşünüyorum.

  • Yine Anayasa Mahkemesine ilişkin olarak esastan denetim yapmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Her ne kadar Anayasa’mızda “Sadece şeklî denetim yapar.” demek suretiyle mefhumu muhalifinden çıkan sonuçla “Esastan denetim yapılamaz.” şeklinde bir anlam çıksa da Anayasa Mahkememiz yine de esastan denetim yapabiliyor. Bunu, ayrıca bir hüküm koymak suretiyle hiçbir şart altında, anayasanın hiçbir hükmüne istinaden esastan denetim yapılamayacağının açıkça kayıt altına…

  • FARUK BAL (Konya) – Neyi esastan denetlemek Hocam, anayasa değişikliğini mi?

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ADNAN KÜÇÜK (Devamla) – Anayasa değişikliklerini, tabii, kanunları her hâlükârda denetlemek durumunda.

  • Anayasa Mahkemesine ilişkin bir diğer önerim: Üyelerinin biraz daha artırılması, 22’ye çıkarılması gerektiğini düşünüyorum ve üç bölüm hâlinde veya daire hâlinde çalışması… Çünkü, yeni, bu bireysel başvuru hakkının tanınmasıyla birlikte muhtemelen… Anayasa Mahkemesi üyeleri de böyle tir tir titriyorlar tabiri caizse, görüştüğümüz zaman söylüyorlar. Belki bunu biraz daha hafifletmek kabîlinden bu üç daireye çıkarılabilir diye düşünüyorum. Her bir daire yedişer kişi, bir de başkan olmak suretiyle 22 üyeli bir Anayasa Mahkemesinin olabileceğini düşünüyorum.

  • Yargıyla alakalı olarak, bir defa, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Askerî Yargıtayın kaldırılması gerektiğini düşünüyorum. Gerek Askerî Yargıtay gerekse Askerî Yüksek İdare Mahkemesi muadili hiçbir mahkeme hiçbir Batılı demokraside mevcut değil. Bu ülkelerde yine askerî mahkemeler var ama daha ziyade askeriye içerisindeki disiplinlere aykırılık, silahını çaldırması, uyuması, firar, vesaire gibi… Bunlara ilişkin temyiz mercisi de yine Batı’da hep sivil yüksek mahkemeler, Yargıtay veya Danıştay gibi. O açıdan bizde de Askerî Yargıtayın ve Askerî Danıştayın kaldırılması gerektiğini, bunların kaldırılmasıyla doğru orantılı olarak Anayasa Mahkemesine buralardan üyenin getirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Burada görev yapan hâkimlerin bir kısmı hiç hukuk eğitimi almayan kişiler. Bunların da mutlaka hukuk eğitimi yapan kişiler olması ve bunların da yine HSYK gibi sivil üst kurullar tarafından özlük işlerinin düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

  • HSYK, üst kurul olarak bir idari birim ama birbirinden farklı şeylerin bir arada hakkında karar veren bir üst kurum. Bunun, bir defa, “hâkimler” ve “savcılar” şeklinde birbirinden ayrılması gerektiğini düşünüyorum; “hâkimler yüksek kurulu”, “savcılar yüksek kurulu” şeklinde. Belki idari yargıda da benzer, idari yargıya ilişkin bir üst kurul düşünülebilir ama bunu mutlak olarak söyleyebilmek mümkün değil ama bir tercih olarak bu da düşünülebilir diye düşünüyorum.

  • Bir diğer husus: HSYK’ya da Parlamentonun üye seçebilme yolunun açık olması gerektiğini düşünüyorum çünkü demokrasiden korka korka demokrasiyi yaşatamayız, demokrasiden korka korka kurumları yerleştiremeyiz. O açıdan Parlamentonun da O açıdan Parlamentonun da bu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurullarına üye seçebilmelerinin gerekli olduğunu düşünüyorum.

  • Hükûmet sistemi olarak ben, başkanlık ve yarı başkanlık sistemlerinin Türkiye açısından sıkıntılı olduğunu düşünüyorum. Çok özet ifade etmek gerekirse Türkiye, siyasi olarak keskin, çatışmacı bir toplumdur. O açıdan siyasi partilerin çoğu zaman uzlaşabilmeleri söz konusu olmayabiliyor. Diyelim mesela Cumhurbaşkanının seçiminde bir farklı koalisyon Parlamentonun oluşumundan daha farklı sonuçlar ortaya çıkabilir. Devlet başkanının veya Başkanlık sisteminde başkanın farklı, parlamentonun farklı olması hâlinde Türkiye’de şu konjonktürde -ileride ne olur bilmiyoruz, siyasi ılımlılık gelişir mi gelişmez mi bilmiyoruz ama- parlamentoyla başkan arasında özellikle çıkarılacak kanunlar, bütçeler hazırlanması vesaire gibi konularda ciddi sorunların çıkabileceğini -muhtemelen tabii bunu söylüyoruz- düşünüyorum. Yarı başkanlık sisteminde ise yine bu siyasi çatışmacı ortam içerisinde Hükûmetle Cumhurbaşkanı arasında da ciddi çatışmalar olabileceğini düşünüyorum ki, kaldı ki bunu yakın geçmişte, hatta 1983’ten bu yana hep görüyoruz. Hatta aynı parti içerisinde bile işte Sayın Süleyman Demirel ile Tansu Çiller arasında, Sayın Turgut Özal ile Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz arasında benzer sorunların yaşandığını görüyoruz.

  • Yarı başkanlık sisteminde ne olacaktır? İki güç ortaya çıkacaktır. İki güçlü güç odağı ortaya çıkacaktır, bunlar sürekli birbiriyle çatışma içerisine girebilecektir. Bu da yürütmenin tıkanması neticesini ortaya çıkarabilecektir.

  • Benim bu konuda önerim: Parlamenter sistemin olması ama Cumhurbaşkanının sanki işte monarşik rejimlerdeki krallar gibi tamamen sembolikleşmesi, manevi konumunun öne çıkarılması, devletin işte birliğinin, bütünlüğünün, milletin birliğinin, bütünlüğünün, temsilin daha öne çıkması, siyasi etkinliğinin mümkün olduğu kadar minimize edilmesi. Bu durumda halka karşı hiçbir sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanının yürütme içerisinde sistemi tıkamasının önü bu şekilde aralanmış olacaktır.

  • Cumhurbaşkanının bu şekilde yetkilerinin daraltılması benim kanaatimce bunların halk tarafından seçilmesini lüzumsuz kılacaktır çünkü bu kadar yetkisiz birisinin halktan ne isteyeceği merak konusu. O açıdan Cumhurbaşkanının da halk tarafından değil, bu şartlara bağlı olarak Parlamento tarafından seçilmesinin doğru olduğunu düşünüyorum.

  • Şimdi, Anayasa’mız kazuistik diyebileceğimiz yönteme yakın bir şekilde ayrıntılı bir düzenlemeyi içeriyor. Şimdi İç Tüzük’te düzenlenebilecek birçok konu Anayasa’da yer alıyor. Yine sosyal ve ekonomik hak ve hürriyetler içerisinde Hükûmetlere ekonomik programları dayatan hükümler var. Bu bakımdan ekonomik programları belirleme ve uygulama noktasında Hükûmetlerin ellerini daha rahatlatacak şekilde özellikle “ekonomik ve sosyal haklar” kısmının bir hayli kısaltılması gerektiğini düşünüyorum.

  • Yine, halk egemenliği, millî egemenlik ilkesi yerine halk egemenliği ilkesinin benimsenmesi gerektiğini, halk oylamasının devam etmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü halk oylaması ile millî egemenlik ilkesi çelişiyor. Halk oylaması halk egemenliğinin bir neticesi olarak mevcut, o açıdan da burada halk egemenliği ilkesinin benimsenmesi gerektiğini düşünüyorum.

  • Şimdi aslında daha var, Cengiz Bey’in süresine fazla girmeyelim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – On dakika kadar zamanınız kaldı, devam edebilirsiniz veya Cengiz Bey de devam edebilir. Tamamen sizin takdiriniz.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ADNAN KÜÇÜK – Yani, vakit kalırsa ben bir iki şey daha söyleyebilirim.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. CENGİZ ARIKAN – Birkaç başlık hâlinde benim sizin çalışmanıza ekleyeceğim şeyler var. Beş dakikasını da dilerseniz kullanabilirsiniz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Adnan Hocam buyurun, o zaman siz beş dakika içerisinde özetleyin.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. CENGİZ ARIKAN – Çünkü benim söyleyeceklerim bütünleştirici mahiyette.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ADNAN KÜÇÜK – Öyle mi? Tamam.

  • Şimdi, siyasi partilere ilişkin olarak tabii siyasi partilere ilişkin düzenlemeler bizde siyasi çoğulculuğa aykırı bir şekilde düzenlemeler. Şimdiyi kadar kapatılan siyasi partilerin hiçbirisi salt eylemlerinden dolayı kapatılmış değil. Yine, şiddeti önerdikleri için kapatılmış değil. Anayasal düzenle çeliştikleri için kapatılmış. O açıdan, şiddeti önermedikçe, şiddeti bir yol olarak görmedikçe, şiddeti içermedikçe siyasi partilerin kapatılmaması gerektiğini düşünüyorum; bu bir.

  • İkincisi, siyasi partilere ilişkin çoklu bir şeyin benimsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yaptırım sisteminin, işte uyarma, seçimlere girmesine mâni olma yani kapatma yaptırımına en son çare olarak başvurulması; bu bir. İkincisi, kişisel sorumluluğun öne çıkarılması, mesela bu Neonazi partisinin devamı olan partinin üyeleriyle alakalı bir tarihte okumuştum 2 bin küsur dava açıldığı hâlde üyeleri hakkında, bu siyasi partinin kapatılması yoluna gidilmiyor, bunun kapatılması için dava açılmıyor; bu bir.

  • İkincisi, siyasi partiler hakkında kapatma davası açma yetkisinin cumhuriyet başsavcısına verilmemesi gerektiğini, sadece ona verilmemesi yani inisiyatifin onda olmaması gerektiğini düşünüyorum çünkü bizde çok kolaylıkla davalar açılabiliyor. Alman sisteminde olduğu gibi Hükûmet ve Parlamentoya bu yetki verilebilir veya sadece Parlamentoya bu yetki verilebilir. Çünkü siyasi partiler salt siyasi mücadele veren kurumlardır. Siyasi partilerin mücadelesini salt yargı yoluyla önleyebilmek mümkün değildir, bunun siyasi boyutu da var. Siyasi boyutu da olduğu için birçok siyasi parti mesela kapatılmayı kendisi için bir şey olarak görebiliyor, yasaklanmayı kendisinin büyümesinin bir usulü, bir yolu olarak görebiliyor. İşte buna mahal vermemek açısından bunun takdir yetkisi, dava açmayı takdir yetkisi bu Meclis soruşturmasında olduğu gibi buna benzer bir mekanizmayla Parlamentoya verilebilir diye düşünüyorum.

  • Son olarak: Yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı üzerinde durmak istiyorum:

  • Yasama sorumsuzluğu Anayasa’mızda mutlak olarak ifade edilmiş gibi görünüyor ama Anayasa Mahkemesi bir karar verdi Refah Partisiyle alakalı davada, dedi ki: İlk üç maddeye aykırı beyanlar Parlamentoda söylense bile siyasi partinin kapatılması yoluna gidilebilir. Bu durumda yasama sorumsuzluğunun varlığından söz edilemez. Yani bir kişi siyasi mücadeleyi partisi adına yürütüyorsa, belli bir partiye mensup olarak yürütüyorsa o kişinin kişisel sorumluluğuyla, siyasi partinin sorumluluğu arasında çok fazla bir fark yoktur. O zaman bu milletvekilleri Mecliste ne konuşacak? Yani o açıdan her konuşma Anayasa’nın ilk üç maddesiyle bir şekilde ilişkilendirilebilir. O açıdan bu mutlaklığın tekrar açık bir şekilde belirtilmesi gerekiyor. Yasama dokunulmazlığıyla alakalı olarak ise bizde dört tane muafiyet var: Yakalanamaz, tutulamaz, sorguya çekilemez ve yargılama yapılamaz.” Bunlardan ikisinin elimine edilebileceğini düşünüyorum. Birincisi yargılama, ikincisi sorgulama. Şimdi niye? Şunun için: Yasama dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu Parlamentoya sağlanan bir imkândır. Yasama faaliyetlerinin sağlıklı bir şekilde engellemeye uğramaksızın sürdürülmesini sağlamak. Buna mâni olan ise yakalama ve tutuklamadır. Diğer yargılama ve sorgulamada ise buna mâni bir durum yoktur. Kişiler giderler işte mahkemeye, işte sorgulamaya katılırlar, ifadelerini verirler veya duruşmaya katılırlar, gelirler yasama faaliyetlerine katılırlar. Yani burada bu iki durum milletvekilleri için sağlanmış bir imtiyazmış gibi bir izlenim veriyor, bunun kaldırılması gerektiğini düşünüyorum.

  • 14’üncü maddeye yollama var, bir de “Ağır cezalık suçlarda, suçüstü hâllerinde tutuklanabilir vesaire yasama dokunulmazlığı olmaz.” şeklinde bir istisna var. Ben onun da olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu şekilde yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığının bu ilkeler çerçevesinde düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Peki, Sayın Adnan Küçük Hocam, teşekkür ediyoruz.

  • Cengiz Arıkan Hocam, buyurun.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. CENGİZ ARIKAN – Hocamın çalışması gayet geniş bu konuda ben ilave birkaç hususu belirteceğim: Birincisi, Anayasa’mızdaki egemenliğin düzenlenmesi konusunda çünkü Anayasa’mız “Egemenliği halk, millet yetkili organları eliyle kullanır.” diyor. Günümüzde ulusüstü ve uluslararası kuruluşlara üyelik bağlamında egemenliğin tartışmaya açıldığı bir gerçek. Dolayısıyla Avrupa Birliği süreci içerisinde, Avrupa Birliğine bir entegrasyon söz konusu olacak ise mutlaka bu hususun, bir egemenliğin kullanılması konusunda ulusüstü ve uluslararası kuruluşlara üyelikten kaynaklanan sınırlamaların saklı olduğuna dair bir hükmün yer alması gerektiğini düşünüyorum.

  • Bir diğeri: Yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesi Anayasa’mızda önemli bir ilke ve Anayasa Mahkemesi kararlarında da özellikle kanun hükmünde kararnamelerin denetimi konusunda büyük yer kaplayan bir ilke. Yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine ilişkin düzenlemede de kanun hükmünde kararnamelerin yine saklı tutulması şeklinde bir istisna hükmünün olması gerektiğini düşünüyorum çünkü Anayasa Mahkemesi ilk kararlarında kanun hükmünde kararnameyi yasama yetkisinin devredilmezliğinin bir istisnası olarak düşündüğünü belirtmesine rağmen daha sonraki kararlarında hep yasama yetkisinin bir istisnası, devredilmesinin bir istisnası değildir deyip kendi içtihadı yoluyla çünkü bu konuyu düzenledi. Dolayısıyla eğer kanun hükmünde kararname kurumu Anayasa’da sürdürülecek ise –olağan dönemler için bahsediyorum- mutlaka yasama yetkisinin devredilmezliğinin bir istisnası olduğunun yasama yetkisinin devredilmezliğini düzenleyen maddeye bir istisna hükmü şeklinde konulması gerektiğini düşünüyorum.

  • Egemenlik anlayışı noktasında Hocam halk egemenliğine geçme yani halk egemenliğinin benimsenmesi konusunda bir öneride bulundu. Tabii bu halk egemenliği dediğimiz noktada sadece referandum değil halk egemenliği prensibinde vatandaşların kimi konularda doğrudan egemenliği kullanma mekanizmaları da söz konusu. İşte temsilcinin azli gibi, halkın vetosu, halkın teşebbüsü gibi mekanizmaların da uygulanması gerekiyor. Eğer böyle bir tercih yapılacak ise yani halk egemenliği Anayasa’da benimsenecek ise bu mekanizmalar etrafında düşünülmeli yalnızca referandum için değil ama ben millî egemenlik ilkesinin yeni Anayasa’da sürdürülmesi taraftarıyım çünkü halk egemenliği özellikle bu mekanizmalarla birlikte düşünüldüğünde temsilcinin azli noktasında ve milletin temsili noktasında, halkın temsili noktasında sıkıntılar doğurabilir. Özellikle de temsilcinin azli gibi bir mekanizmanın getirilebilmesi için de mutlaka dar bölge seçim sisteminin uygulanması lazım. O takdirde de halk iradesinin Meclise yansımasında sakıncalar doğurabileceği kanaatindeyim.

  • Laiklik hususunda: Laikliğin iki boyutu var malumunuz; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve din ve vicdan hürriyeti. Bu ikinci husus yani din ve devlet kurumlarının birbirinden ayrılması noktasında Diyanet İşleri Başkanlığının –Hocamın çalışmasında da var- genel idare içerisinden çıkarılması, farklı bir statüye sahip olması yönünde ileri sürülen görüşler var. Tabii burada birden fazla alternatif söz konusu olabilir; birincisi: Aynı bugünkü durum, mevcut durum sürüp, diğer din ve mezhep gruplarına da hitap eden bir yapıya kavuşturabilir veyahut genel idare içerisinden ayrılıp ayrı kaynaklar, gelir kaynakları tahsis edilerek yalnızca İslam inancına özgün bir çalışma yapılıp diğer inanç ve mezhep gruplarına da farklı, benzer farklı örgütler verilebilir. Bu tabii anayasa yapıcıların takdirindedir.

  • Bunları belirtmek istedim.

  • Bir diğer husus ise: Yeni Anayasa’da anayasa değiştirilme usulünde nihai aşama olarak halk oylamasının mutlaka kullanılmasına ben taraftarım ve nihai aşamanın halk oylaması olması gerektiği kanaatindeyim ve böyle olduğu takdirde de -Hocamın da belirttiği gibi- anayasa değişiklikleri konusunda halk oylaması öngörüldüğü için Anayasa Mahkemesinin de halk oyuna sunulmuş bir metnin denetlenmesini yapamayacağı kanaatindeyim, bu şekilde belirtilirse daha iyi olur diye düşünüyorum. Ben Hocamın söylediklerine ilaveten bunları belirtmek istedim.

  • Teşekkür ediyorum.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ben de çok teşekkür ederim.

  • Faruk Bey, buyurun.

  • FARUK BAL (Konya) – Şimdi söylediğiniz hususları çok dikkatle dinledim. Nizamülmülk’ten Mevlânâ’ya, Konfüçyüs’ten Churchill’e kadar bir millî egemenlikten bahsediyorlar ve uluslararası lisanda da bunun adı var. Siz bu olmasın diyorsunuz, halk egemenliği olsun diyorsunuz. Bu acaba yeni bir fikir mi, bunun bir kaynakçası var mı? Yoksa seçimle ortaya çıkan iradeyi mi kastediyorsunuz? Eğer seçimle ortaya çıkan iradeyi kastediyorsanız bütün kanunlar gelecek nesil için yapılır. Hiçbirisi, bu kanunları yapanlar öldükten sonra uygulanmasın diye böyle bir gariplik olmaz. Dolayısıyla gelecek nesilleri bağlamak zorundayız çünkü kanun yapıyoruz, kurallarımızla. Dolayısıyla da oradan hareketle geldiğimizde çoğulculuk dediğiniz laiklik içerisinde anlatmaya çalıştığınız cemaatlerin, dinî grupların kendi adlarıyla dershane, okul açabilmelerini… Bunun paralelinde de tabii ki inanç farklılığını çoğulculuk kabul ederseniz etnisite farklılığını da çoğulculuk kabul edeceksiniz. Onların da öyle bir açılımı yapabileceğini ve eğitim verebileceğini ifade etmiş oluyorsunuz eğer ben doğru anladıysam. Bu takdirde Tevhidi Tedrisat Kanunu’nu hadi bir kenara bıraktık o çok dikkatinizi çekmiyor ama biz bu millî iradeyle bu devleti kurmuşuz, şimdi bu devlete Anayasa yapacağız. Nasıl bu halk iradesiyle bu çoğulculuğu özdeşleştirebileceğiz?

  • Teşekkür ederim.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ADNAN KÜÇÜK - Ben teşekkür ediyorum.

  • Şimdi, tabii halk egemenliğini esas alan diğer ülkelerin başında Almanya geliyor “Bütün iktidarlar kaynağını halktan alır.” şeklinde. Şimdi esasen halk somut bir varlık, yaşayan insanlar yani millî egemenlik biraz daha soyut geçmiş, gelecek vesaire gibi. Soyutlamalar beraberinde daha otoriteryen kanunlara meşruiyet sağlayabiliyor ama halk somut bir varlık olduğu için ve bu Meclis de, Parlamento da halkın seçtiği bir Meclis olduğu için bu halkı temsilinin daha doğru olduğunu düşünüyorum; bu bir.

  • İkincisi, elbette ki kanunlar yürürlükte olduğu müddetçe yüz yıl da olsa uygulanır yani çıkarılacak kanunlar gelecek nesli bağlamazdan kastım şu: Değiştirilmez hükümlerle gelecek neslin iradesinin bağlanmasının doğru olmadığını düşünüyorum yoksa kanunlar yürürlükte olduğu müddetçe yüz yıl da olsa hatta meşhur Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat’a 1912-1999. Seksen küsur yıl güya geçici kanun uygulanmış yani burada halk egemenliği dediğimiz zaman kanunların böyle bir Meclis tarafından çıkarılıp sadece onun döneminde uygulanacağı anlamına gelmiyor, yürürlükte olduğu müddetçe uygulanabilir.

  • Şimdi eğitim konusunda elbette ki devletin denetimi olacaktır dedik yani kamu düzeniyle alakalı, ondan sonra, ırkçılığı mesela şey yapamaz, ırkçılığı tahrik edecek, savaş kışkırtıcılığını ortaya çıkaracak yani devletin bu kurumların programlarını denetleme yetkisi var yani bunları kendi hâline bırakmıyor, tamam dilediğiniz şekilde bu müfredatı daha doğrusu derslerin içeriğini dilediğiniz şekilde belirlersiniz şeklinde bir keyfîlik yoktur. Yine devletin denetimi var. Bu denetimde tabii bunları sıkı bir şekilde böyle markaja almak değil daha ziyade kamu düzeni, kamu güvenliği vesaire gibi bir denetim durumunun söz konusu olacağını, bu bağlamda çoğulculuğun gerçekleşeceğini düşünüyorum.

  • FARUK BAL (Konya) - Etnik ve inanç bazında diyorsunuz değil mi?

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. ADNAN KÜÇÜK – Etnik de olabilir yani Kürt’lerin bir şeyi de olabilir ama tekrar söylüyorum o okulda Kürt’lerle ilgili, Türk’lerle ilgili vesaireyle alakalı sorun teşkil edecek, ayrımcılığa yol açacak, ırkçılığı tahrik edecek müfredatın olması elbette ki devlet buna müsaade etmeyecektir.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ben de her ikinize de çok teşekkür ederim. Zahmet ettiniz buraya kadar değerli düşüncelerinizi bizimle paylaştınız. Biz nisan sonuna kadar komisyon olarak kamuoyunun bu önerilerini tespit etme çalışmalarını yürütüp mayıs başından itibaren bütün bunların ışığında inşallah yeni Anayasa’yı yapmaya başlayacağız. İnşallah muvaffak oluruz.

  • Selam götürün efendim Kırıkkale’ye.

  • KIRIKKALE ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU ÖĞRETİM ÜYESİ YRD. DOÇ. DR. CENGİZ ARIKAN – Bizim de temennimiz tabii bu çalışmalar nihayetinde yeni bir Anayasa’nın ortaya çıkması.

  • Size kolaylıklar diliyoruz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz.



  • Kapanma Saati: 14.52









  • Yüklə 2,81 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   28   29   30   31   32   33   34   35   ...   39




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin