MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Alt Komisyon toplantımızı açıyorum.
Bugün İstanbul Medeniyet Üniversitesi adına 2 rektör yardımcısı ve aynı zamanda İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı hocalarımız Komisyonumuzu teşrif ettiler.
Türkiye'nin yeni bir Anayasa yapım sürecine girdiğimiz şu günlerde doğrusu kamuoyundan gelen teklifler, öneriler ve ortaya çıkan ilgi bizleri Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri olarak son derece memnun etmektedir. Türk halkı daha çağdaş, daha özgürlükçü, daha demokratik vasıflara sahip ve sosyal ve ekonomik sorunlarını çözme bakımından da hükümler içeren yeni bir anayasa arzu etmektedir. Biz siyasi partiler olarak bu mesajı halkımızdan aldık ve 12 Haziran seçimleri sonrası da Parlamentomuzda grubu bulunan dört siyasi partimizden 3’er milletvekili arkadaşımız Sayın Meclis Başkanının Başkanlığında Anayasa Uzlaşma Komisyonu adı altında bir araya geldik. Üç ayı aşkın bir süredir de kendimize çizmiş olduğumuz yol haritası bağlamında çalışmalarımızı yürütüyoruz.
Şu anda 12 kişiden oluşan Komisyonumuz üç alt komisyon kurdu. Bir no’lu Alt Komisyon şu anda buradadır. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Süheyl Batum Hocam Eskişehir Milletvekili, hem üst komisyonumuzda hem alt komisyonumuzda birlikte çalışıyoruz. Ben Adalet ve Kalkınma Partisi (AK PARTİ) Grubu adına bu komisyondayım, Mehmet Ali Şahin, Karabük Milletvekiliyim ve Faruk Bal Bey Konya Milletvekili Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı, o da Komisyonda birlikte çalıştığımız arkadaşımız. Barış ve Demokrasi Partisi adına Ayla Akat Hanım, sanıyorum mazereti var bugün, katılamadılar, ancak alt komisyon olarak biz şu andaki sayımızla bu çalışmaları yapabiliyoruz kendi yol haritamıza göre.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi olarak göstermiş olduğunuz ilgiye gerçekten çok teşekkür ediyoruz. Şimdi, Hukuk Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Hakan Hakeri, İstanbul Medeniyet Üniversitesinin yeni anayasa süreciyle ilgili önerilerini bizimle paylaşacak, biz de büyük bir dikkatle dinleyeceğiz. Ancak, size söz vermeden önce gerek Süheyl Hocamın gerekse Faruk Bey’in söyleyecekleri olabilir, birkaç cümleyle söz vermek isterim.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Sevgili Başkan, sevgili arkadaşlar; zaten Sayın Şahin size açıkladı, bu bir süreç, bir dizi böyle şeylerle devam ediyor. Şu anda en önemlisi bu sürecin parçası sizlersiniz, yani toplumun değişik katmanları, üniversiteler bize aktaracaklar görüşlerini. Bu görüşleri aktarırken de şunu -üniversite olarak söylüyorum bunu çünkü bizim komisyonumuz üniversitelerle ve devlet kuruluşlarıyla ilgili, onları dinliyor- özellikle sizlerden bekliyorum, bu metin oy birliğiyle çıkacak aramızdan, o yüzden üzerinde uzlaşabileceğimiz, bütün sorunlara uzlaşma içerebilecek formülleri üniversitelerden ben önemle bekliyorum, o yüzden çok önemli sizlerin katkısı.
Tabii ki sivil toplum örgütleri de çok önemli ama onlar yine kendi isteklerini doğrudan doğruya dile getirerek bu şeye çok fazla önem vermeyebilirler haklı olarak, doğrudan doğruya kendi görüşünü yansıtır ama üniversitelerin bir önemleri daha var -önem demeyeyim de bir işlevi daha var- formülleri, üzerinde uzlaşılabilecek formüller olarak bizlere sunup üzerinde bütün partilerin ve herkesin uzlaşmasını sağlayabilecek şeyler geliştirebilirler.
O bakımdan, çok teşekkür ediyorum ben de Sayın Şahin gibi. İşleviniz çok önemli, bu aşamada sizin işlevinizi yerinize getirmeniz de bizim açımızdan çok önemliydi. Teşekkür ediyorum hepinize.
FARUK BAL (Konya) – Hoş geldiniz.
Sanıyorum bu onlu yılları kapsayan süreç içerisinde en ciddi sorun ile karşı karşıyayız ve bu sorunu çözebilmek için Sayın Şahin’in de ifade ettiği gibi bir Uzlaşma Komisyonu kapsamı içerisinde toplantılar düzenliyoruz. Hepimizin amacı, herkesin saygı duyabileceği, herkesin kendini sadakatle bağlı hissedebileceği, ortak değerleri toplumsal bir mutabakatla temin edecek bir anayasa çalışması içerisindeyiz.
Ben bir cümleyle sözlerime sonu vereceğim, bu çalışma içerisinde benim şahsen karşılaştığım en ciddi sorun kavram kargaşası. Anayasal kavramlara farklı anlamlar yükletilerek bir süreç belirli noktalara çekilmek isteniyor. Burada ikinci karşılaştığım sorun da bilgi nakisası ile maluliyeti olanlar ciddi fikirlerin sahibiymiş gibi biraz süslü cümlelerle fikirlerini ifade ediyorlar. Sizlerin bilim adamı olarak belki bu hassasiyetleri de bizimle paylaşacağınızı ümit eder, hepinize teşekkür ederim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Hakan Hocam, buyurun.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ne kadar bir süremiz var?
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Bizim süremiz kırk dakika.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Şimdi, biz tabii yeni kurulan bir üniversiteyiz, hukuk fakültemiz çok yeni, elemanımız yok. Ben de ceza hukukçusuyum, anayasa hukukçusu değilim, biraz da tıp hukuku çalışıyorum. Dolayısıyla komple bir metin hazırlama zaten zor bir şey, öyle bir cesaretimiz de yok doğrusu, bu konuda katkı gösterecek de elemanımız olmadığı için biz ana hatlarıyla birkaç hususta ne tip katkımız olabilir bunu düşündük ve esas itibarıyla benim hazırladığım bir metni şu anda üniversitemizde mevcut olan yaklaşık 40 öğretim üyesine, rektörümüz başta olmak üzere, gönderdik. Onların da birtakım eklemeleri, çıkarmaları oldu, beğendikleri-beğenmedikleri, az çok bir konsensüs sağladık ve size göndermiş olduğumuz metin böylelikle ortaya çıktı.
Şimdi, o metinde de çok ayrıntılara girmeyeceğim ben, ana hatlarıyla neler söylenebilir, yani böyle bir anayasa çalışması içinde ön plana çıkarılacak şeyler veya bizim herhangi bir sözümüzün olduğu alanlar nelerdir? Her alan değil ama sadece bu alanlar. Bu arada da tabii, daha önce de biliyorsunuz anayasa çalışmaları olmuştu, o zaman da biraz -ben Selçuk Üniversitesindeydim daha önce- o çerçevede bakmıştık, onu da göz önünde bulundurdum ve o zaman da biz… Türkiye Barolar Birliğinin bir çalışması vardı, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin bir çalışması vardı, TÜSİAD’ın bir çalışması vardı. Ben bu üç çalışmayı, başta da Türkiye Barolar Birliğinin çalışması olmak üzere çok beğendiğimi ifade etmeliyim. Dolayısıyla, burada onlardan aldığımız birtakım hükümler de var, size sunduğumuz metinde de bunu belirttik. Yani, tamamı orijinal bizim fikirlerimiz değil, gerçekten de hoşumuza giden, oradan aldığımız kısımlar da oldu.
Şimdi, bir temel felsefe olarak neler olmalı? Belki şu dört husus ön plana çıkarılabilir diye düşündük:
İnsan onuruna saygı, bu “onur” kavramına önem veriyoruz.
Birey merkezli bir anayasa olması.
Temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınması. Zaten, tabii ki üzerinde durmaya bile belki gerek yok ama ben şöyle bakıyorum, bu anayasa sonuçta özellikle devlet gibi çok güçlü bir organ karşısında bireyin haklarını koruma ve garanti altına almayı amaçlamalıdır. Bu, bu bakımdan önemli. İkinci bu husus da şu ki, şimdi mesela 82 Anayasası döneminde babam benim o Anayasa’ya oy vermişti, ben vermedim ama o Anayasa hâlâ bana da uygulanıyor, dolayısıyla şimdi siz bir anayasa hazırlıyorsunuz ama belki benim torunlarıma, onların torunlarına uygulanacak. Yani, öyle bir metin olmalı ki gelecek nesilleri ipotek altına almayacak ve gelecek nesillere de hitap edecek, yani o da bence önemli.
Sivil toplum kuruluşlarının önümüzdeki yüzyıla damgasını vuracağı söyleniyor, dolayısıyla bunların önünün kapatılmaması, engellenmemesi ve güçlendirilmesi gerekir. Bu ana felsefeler içinde hareket edilmelidir diye düşünüyorum.
Temel tercihler olarak, yine bu tabii ki sizin tercihiniz ama, kısa ve öz olması belki daha uygun olur diye düşünüyoruz.
Burada Kopenhag kriterleri bizim açımızdan önemli. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve mahkemenin de içtihatları da yine her alanda doğal olarak ele alınmalı.
Cumhurbaşkanı artık halk tarafından seçiliyor. Dolayısıyla, bu bakımdan ben… Cumhurbaşkanının yetkileri normalde fazla, yani parlamenter sistem için fazla, belki normalde bizim buraya gelip bunu dememiz gerekirdi, bu yetkilerle olmaz. Ama, şimdi halk tarafından seçilen bir Cumhurbaşkanı var, dolayısıyla bu konumdaki bir Cumhurbaşkanı için bu sefer artık yetkilerde kısıtlamaya gidilmemeli diye düşünüyoruz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin atama ve seçim süreçlerinde daha etkili olması gerekir diye düşünüyoruz, yabancı ülkelerde örnekleri olduğu gibi ve bir de parti kapatma yasaklanmalı, yani temel tercihler noktasında belki…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Bu atama ve süreçlerinde ne, orayı anlayamadım.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Yani, mesela RTÜK’te şu an için somut örneğini gördüğümüz… RTÜK’e eskiden böyle bir şey yoktu ama şu an doğrudan Meclis üye seçiyor, Meclisteki partilerden öneriliyor, dolayısıyla bu tip alanlarda…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (Eskişehir) – Yani, Anayasa Mahkemesi, HSYK gibi alanlarda, belirli atamalarda Türkiye Büyük Millet Meclisi göstersin daha fazla aday.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Hangi alanlar olduğunu bilmiyorum ama bu düşünmelidir, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi bu açıdan, halkı mademki temsil ediyor, daha etkin olmalıdır diye düşünüyoruz.
Parti kapatmanın artık fonksiyonu yok diye düşünüyoruz. Kapatılmadan zaten yedeği hazırda, dolayısıyla bunun anlamı yok. Kapatmayı kaldırmalı, Türkiye de zaten bundan dolayı mahkûm oluyor.
Şimdi, birkaç tane hükme dönecek olursak somut öneriler açısından, biraz da dediğim gibi ben tıp hukuku ve ceza hukuku çalıştığım için biraz ağırlık doğal olarak bunlara kayacak ama dediğim gibi arkadaşların da önerileri var burada.
Öncelikle kimseye rızası olmadan tıbbi müdahale yapılamaz. Bu zaten Anayasa’mızda şu anda mevcut ama bunun istisnaları çok sayıda kanunlarda var ama bu istisnalar ne derece doğru, ne derece hukuka uygun, ne derece evrensel normlara uygun? Mesela, bizde -affedersiniz- genel kadınların zorla muayenesi var, acaba bu insan onuruna aykırı bir… Yani, rızası olmadan tıbbi müdahale yapıyoruz, acaba bu insan onuruna aykırı mıdır böyle bir şey, yoksa sağlığın korunması açısından böyle bir şey yapılabilir mi?
Tabii “kavram kargaşası” denildi, şimdi “onur” kavramına biz biraz ağırlık verdik, tarifini istemeyin benden onur kavramının, onun belki ileride Anayasa Mahkemesi tanımını yapacak veya belirleyecek, çerçevesini çizecek.
Yine, bu hüküm Türkiye Barolar Birliği taslağından alınma, bu genetik yollarla değiştirme meselesi. Bu son dönemde çok gündemde. Mesela cinsiyet seçimi, siz doğrudan çocuğunuzun cinsiyetini seçebilirsiniz, doktor bu tetkiki yapar, diyebilir ki: “Ben senin için seçtim, seninki oğlan olacak.” Bu şu anda bizde yönetmelikle yasak, bir kanunu bile yok ama bunların daha böyle sağlam…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yani, nasıl seçecek, anlayamadım Hocam onu.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Teknik olarak mümkün, yapabiliyorlar. Siz kız isterseniz kız seçebiliyor, döllemeyi kendisi yapıyor, dölleme sırasında da cinsiyeti belirleyecek kromozomlar mı, genler mi neyse buna göre yapabiliyor. Bizde bu yönetmelik var, o yasaklıyor bunu ama ne yaptırım var? Ceza hukuku yaptırımı yok, olsa olsa bunu yapan hastaneyi kapatabilirsiniz, doktora da bir yaptırım yok, belki tabipler odası buna bir yaptırım uygulayabilir.
Yine, bu çerçevede klonlama mesela gündeme gelebilir. Klonlamaya müsaade edilecek mi, edilmeyecek mi? Türkiye, Biyotıp Sözleşmesi’ni imzalamış ama bunun iç hukuka dönüştürülmesine ilişkin hiçbir adım atılmamış, bu konuda eksiklikler var.
Gerçi şu “Ticari kazanç kaynağı yasaklanmalı.” diyoruz ama bu da bir tercih meselesidir, organ satışını devlet de yapabilir, yani onu bilemem ben sonuçta ama uygar dünyada böyle bir örnek yok. Dolayısıyla bu anayasa girmeli mi, o da ayrı bir mesele, bu kanunlara da koysanız olur.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anayasal bir sorun mudur, yasal bir sorun mudur?
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Evet, yani buraya girmesi şart olan bir hüküm değil.
İfade özgürlüğüyle ilgili olarak yine Barolar Birliğinin hükmü güzel ama şu şey, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarında da belirlediği bir husus. Neden, buna gerek var mı? Aslında bu da evrensel bir şey, yani düşünce açıklamaları suç oluşturmaz eleştiri amacıyla ama biliyorsunuz, biz Türk Ceza Kanunu’na bunu koyduk, hâkimlerimiz anlamadığı için bir daha koyduk, bir de Anayasa’ya koysak hâlâ anlamayan hâkimler var çünkü, o nedenle belki anayasal bir sağlamlık, bir güvence daha iyi olabilir diye düşünüyoruz. Hani ben tabii anayasacı olmadığım için anayasal norm düzenleme kurallarına uymayabilir böyle sert ve incitici diye böyle ayrıntılı belirlemeler belki uymayabilir ama bunlar sonuçta sizin takdirinizde olan şeyler.
Din ve inanç hürriyetiyle ilgili olarak, bunlar yine genelde şu… Sanırım ilk fıkra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sözleşmesi’nden alınan, işte şeyler meyler, hepsi bildiğimiz hususlar ama üçüncü fıkra açısından temel din kültürü ve ahlak öğretimi, din dersi olarak değil de temel din kültürü ve ahlak öğretimi zorunlu ders olarak olsun ama muafiyet imkânı da tanınsın şeklinde bir öneri geldi.
Yine son fıkra “din kurallarına dayandırmaya yönelik eylemler bu çerçevede değerlendirilemez.” şeklinde, şu anda olmayan bir hüküm şeklinde.
Yine, cezacı olduğum için bu kısım biraz geniş. Neden geniş? Biraz dayanaklarını açıklamam gerekir: Ceza sorumluluğunun esası kusurdur, biz bunu teoride kabul ediyoruz ama uygulamada çok büyük sıkıntılarımız var, hem yasal anlamda hem de uygulama anlamında sıkıntılar var. Nelerdir bu sıkıntılar? Mesela, şirket yöneticilerinin komple belirli bir alanda yapılan bir eylemden sorumlu tutulmasına ilişkin, İş Kanunu’nda patronun, işverenin sorumlu tutulmasına ilişkin hükümler var, bunlar kesinlikle ceza sorumluluğunun esasının kusur olması i