MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim, hepiniz de hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Türkiye Büyük Millet Meclisinde Sayın Meclis Başkanımızın başkanlığında grubu bulunan dört siyasi partimizden üçer milletvekilinin içinde yer aldığı Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu.
Komisyonumuz çok geniş bir mutabakat zemini yakalayarak Türkiye için gerekli çağdaş bir anayasa yapmayı amaçlamaktadır. Bununla ilgili kendimiz için bir yol haritası çizdik. Üç alt komisyon kuruldu. Bu alt komisyonlardan 1 numaralı komisyon, siyasi partilerimizi ve anayasal kuruluşlarımızın “Nasıl bir anayasa?” sorusuna verecekleri cevapları tespit ederek ve diğer komisyonlarımız da sivil toplum örgütleri, dernekler, vakıflar gibi ve halkımızın bu konuyla ilgili bireysel olarak başvurularını da değerlendirmek suretiyle yeni anayasa yapımında bu önerilerden yararlanmak istiyoruz.
Tabii, bu bir süreçtir. Bu yılın sonuna kadar bu konudaki önerileri Meclis Başkanlığına, kuruluşlarımız ve vatandaşlarımız bildirebilirler. Daha sonra bunlar değerlendirilecek. Ayrıca teknik heyetlerimiz var. Bu teknik heyetler bu önerileri değerlendirecekler. Biz 2012’nin Nisan ayı sonundan itibaren de yeni bir anayasa yapma yazım çalışmalarına komisyon olarak başlamış olacağız.
Biz 1 numaralı alt komisyon olarak şimdi buradayız. Milliyetçi Hareket Partisi adına Sayın Faruk Bal bizim komisyon üyemiz ve alt komisyonda birlikte çalışıyoruz. Ben Mehmet Ali Şahin, AK PARTİ adına bu komisyonda görev yapıyorum. Ayla Akat Hanım, Barış ve Demokrasi Partisi temsilcisi olarak görev yapıyorlar. Süheyl Batum Hoca, Cumhuriyet Halk Partisi adına, sanıyorum şu anda henüz yetişemedi, gelmek üzere. Ama bizim yol haritamıza göre şu anda bu toplantıyı yapabilecek yeter sayıya sahibiz.
İlk kez komisyon olarak sizi dinliyoruz ve dolayısıyla ilk çalışmamızı sizle yapmış olacağız Cem Bey. Sizin bir anayasa öneriniz bize geldi. Bir kısa metin de olsa. Şöyle bir göz gezdirdik ama bizzat sizden dinlemeyi, bu konuda burada yazılı olmayan ama şimdi dile getireceğiniz bazı hususların olabileceğini düşünüyoruz. Sizi dinlemeye hazırız.
Faruk Bey, Ayla Hanım; ben böylece bir kısa kendilerini bilgilendirmiş oldum, ilave edeceğiniz hususlar varsa, tabii.
Faruk Bey…
FARUK BAL (Konya) – Hoş geldiniz arkadaşlar.
Uzlaşma Komisyonu, Sayın Şahin’in de ifade ettiği gibi, cumhuriyet tarihinde şimdiye kadar ulaşılamamış bir seviyede mutabakat zeminini yakalamış durumdadır. Bunun en geniş anlamda mutabakatı temin etmek, siyasi mutabakatın sosyal mutabakata dönüşmesini sağlamak ve buradan bir anayasa oluşturabilmek için çalışmaların birisini de bugün burada yapıyoruz.
Ben hoş geldiniz diyorum. Kolaylıklar diliyorum.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Sayın Başkan, kısaca siz de belirttiniz hem çalışmaya başlama usulümüz ve esaslar boyutuyla hem de bu toplantıdan açığa çıkmasını beklediğimiz sonuç itibarıyla.
Ben de sizlere hoş geldiniz diyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Buyurun efendim.
LİBERAL DEMOKRAT PARTİ GENEL BAŞKANI CEM TOKER – Sayın Başkan, size ve komisyon üyelerine, bu davetiniz için çok teşekkür ediyorum partim ve şahsım adına.
Temsil ettiğim Liberal Demokrat Parti 1994 yılında kurulduğu yıl bir anayasa taslağı zaten hazırlamıştı. 94 yılında Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamı ve siyasi partilerin mücadelesini bir hatırlayacak olursak biz o işlere hiç girmeden Türkiye’nin ihtiyacı olan bu sivil ve özgürlükçü bir anayasa taslağını yazılı metin olarak tarihe not düşmüştük. Bugün de bu anayasa taslağının bir tek hecesini bile değiştirmemize gerek kalmadan hem sizlere hem kamuoyuna sunabilmenin onurunu taşıyorum.
Başkanım daha önce, iki hafta önce, siz de belirttiniz, Sayın Meclis Başkanına bunu teslim ettik. Zannediyorum Meclisin sitesine de kondu.
Giriş konuşmanızda “Kısa bir metin.” dediniz. Evet, çok kısadır. Toplam 2 A4 sayfa uzunluğunda çünkü anayasalar kısa ve öz olmalı diye inanıyoruz. Aslında bu anayasa taslağının içeriği bir başkanlık sistemine geçiş ve başkanlık sistemi anayasa taslağıdır. İçinde başkanlık sistemi, tam başkanlık sistemi ve onun olmazsa olmazı olan kuvvetler ayrımının nasıl sağlanacağı, yürütmeden sorumlu başkanın kabinesini nasıl oluşturacağı, başkanı ve yürütmeyi millet adına denetleyecek olan meclisin hangi seçim sistemiyle nasıl oluşturulacağı, tarafsız ve bağımsız bir yargının hangi şartlarda oluşturulacağı kısa ve net bir şekilde açıklanmıştır.
Bugün, ben o taslakla ilgili sorular olursa memnuniyetle cevaplandıracağım, ancak taslak içinde, taslak hakkında ve anayasaların genel oluşumları hakkında bazı ilkeleri ben sizinle liberal demokratlar nasıl görüyorlar, bu ilkelerin nasıl olması gerektiğini savunuyorlar onları heyetinizle ve sizinle paylaşmak isterim.
Sayın Başkan, bildiğiniz gibi en baskıcı totaliter diktatörlüklerin bile birer anayasası vardı tarihte. Franko’nun da vardı, Salazar’ın da vardı, Adolf Hitler’in de vardı, Saddam Irak’ının da vardı. Ben bunları girdim ve inceledim İnternetten. Sovyetlerin, kızıl Çin’in Anayasa’sını da inceledim ve eğer bilmezseniz hangi diktatörün ülkesinin anayasası olduğunu belki de bir Hollanda Anayasa’sından ayırt edemezsiniz veya Fransız Anayasa’sından.
Gördüğüm kadarıyla, araştırdığım kadarıyla dünyadaki bütün anayasalardan bal damlıyor. Haklar, özgürlükler, inanç, ibadet, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, girişim özgürlüğü, bilgiye erişim, bilgiyi dağıtma, hiçbir anayasada biz bunları halka vermeyeceğiz diye yazmıyor. O zaman ben şu sonuca varıyorum ki, bir anayasada ne yazdığından daha önemli olan şey, onunla ilgili yasaları yapacak meclisin bakış açısı, o yasaları uygulayacak yürütmenin zihniyeti ve yorumlayacak yargının bakış açısı ve zihniyeti çok çok daha önemli. Bir devleti hakikaten özgürlükçü, gerçek anlamda demokratik bir ülke yapan bu saydığım üç unsur anayasanın yazdıklarından daha çok.
Şimdi, çağdaş, gelişmiş demokrasilerin anayasalarına baktığımız zaman ben liberal felsefeyi, siyasi felsefeyi ve onun unsurlarını hatmetmiş bir insan olarak hem eğitim sırasında hem de siyaset yaparken öğrendiklerimle bir araya koyduğum zaman, eğer anayasalar çağdaş ve demokratik olacaklarsa liberal, özgürlükçü, demokratik felsefenin temel ilkelerini içlerinde barındırmak zorundalar, aksi takdirde o taslağa anayasa demek mümkün değil.
Bu gelişmiş demokrasilerin anayasalarına baktığımız zaman bizim alışageldiğimiz yukarıdaki devlet, temel hak ve özgürlükleri, insanların doğuştan sahip oldukları hak ve özgürlükleri tepeden yöneticiler, bizde olduğu gibi, bir lütuf gibi vermiyorlar. Eğer yapılacak anayasa gerçekten halkın anayasası olacaksa halk bu anayasada kendisini yönetenlere bir görev tanımı yapıyor. Yetkileri ve özgürlükleri devlete sınırlı olarak veriyor. Bu iki farklı şey. Mesela Amerikan Anayasa’sına baktığınız zaman “Vatandaşın ifade özgürlüğü vardır.” demez, “Devlet ifade özgürlüğünü asla ve asla kısıtlayamaz.” der. “Vatandaşın din ve vicdan özgürlüğü vardır.” demez, “Kongre hiçbir dinle ilgili hiçbir yasa yapamaz.” der. Yani hep devletin yetkilerini sınırlayan. Dolayısıyla yeni yapılacak bu taslakta bizim önerimiz, zaten bize doğuştan verilmiş olan, yaratan tarafından verilmiş olan temel hak ve özgürlüklerin listelenmesine gerek yoktur.
Şimdi, endişe duyduğum bir şey, sol siyasete baktığım zaman sosyal adalet ve eşitlik onlar için kutsal değer olduğundan dolayı ve bu eşitliği ve sosyal adaleti de yüce devletin ancak sağlayabileceğine inandıklarından dolayı daima anayasa önerilerinde devleti üstte tutmuşlar, vatandaş daima tebaa olmuştur. Sağ siyasete baktığımız zaman ise, milletin varlığını koruyacak, yücelmesini sağlayacak daima güçlü bir devlettir zihniyetiyle yaklaşıldığı için yine vatandaş tebaa olarak kalmış ama devletin bekası üstün tutulmuştur. Biz liberaller ise en üstün tuttuğumuz şey bireyin yaratıcılığı, bireyin varlığı, bireyin sistemdeki yeridir. O yüzden yeni kaleme alınacak taslağın mutlaka ve mutlaka sokaktaki insanı, vatandaşı, bireyi bu ülkenin sözü geçen unsuru olarak görmeye mecburdur. Demin söylediğim gibi, sokaktaki insan, vatandaş kendisini yönetenlere sınırlı belli bir yetki vermek zorundadır.
Bizim savunduğumuz anayasanın başta vatandaşın, demin dediğim gibi, bu sınırlı görevde asli görevi devletin vatandaşın temel hak ve özgürlüklerini korumasıdır çünkü her birimiz teker teker bu temel hak ve özgürlüklerimizi koruyamayız. Orada devletin ciddi bir varlığına ihtiyacımız var. Bu polis olur, mahkemeler olur, cezaevleri olur, savcılar olur, devlet devletliğini orada gösterecektir. Benim, sizin, bu odadaki herkesin başta yaşam hakkı, canı, malı, mülkiyet hakkı olmak üzere diğer temel hak ve özgürlüklerini korumak mutlaka ve mutlaka devletin görevi olmalıdır.
Bizim sunduğumuz taslağın içinde devletin idari yapısını tanımlıyoruz. Bunu da demin izahını ettiğim gibi girişte, yürütme, yasama ve yargının yetki, görev ve sorumluluklarını kaleme alıyoruz.
Şuna inanıyoruz, devleti sınırlamanın tek yolu onu anayasal sınırlar içinde tutmak ve hukukun egemenliği altına almaktır diye düşünüyoruz.
Mevcut Anayasa’yı ben oturdum okudum. Hukukçu değilim ama Allah’a şükür okuduğumu anlayabilen bir insanım. Tutarlılık benim için çok önemli. Eğer yeni anayasa bu demin saydığım temel hak ve özgürlükleri vatandaşa bir lütuf gibi verip de, işte Batılılara “Bakınız burada verdik şunu şunu.” diğerleri gibi, 3’üncü sayfada verip 5’inci sayfada manevi değerler, millî ahlak, toplumumuzun geleneği göreneği, kamu yararı gibi “fakat, ama, lakin, veya” gibi gerekçelerle geri alıyorsa böyle bir anayasayı yazmanın hiçbir gereği de yoktur. Zaten mevcut Anayasa’da bu fazlasıyla var. Özgürlükler 3’üncü, 5’inci maddede verilmiş, 15’inci maddede de geri alınmıştır. O yüzden bu tür soyut kavramların Anayasa’nın dışında tutulması, Anayasa’nın daha tutarlı olacağı kanaatindeyiz.
Bunun bir kopyasını her parti temsilcisine takdim edeceğim getirdim yanımda fazlasıyla. Demin saydığım gibi bu özgürlükler garanti altına alınmış Anayasa’mızda. Ben Avrupalı diplomatlarla, siyasetçilerle de sık sık görüşüyorum. “Hakikaten, bizim anayasamızda olan temel hak ve özgürlüklerin hepsi sizin Anayasa’nızda da var.” diyorlar. Ama demin saydığım gibi onu yorumlayan zihniyet maalesef bu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki dava sayımız ve mahkûmiyet sayımıza yansıyor.
Ben bir iki de örnek vermek isterim bunlarla ilgili. Beni en çok rahatsız eden kısım -siz de Meclis Başkanlığı yaptınız, hatta o dönemde zannediyorum bir dilekçe verdim ama sonrasını takip etmedim- 12 Eylül 2010 referandumunda halk oyuna sunulan metne son şeklini Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi vermiştir. Cumhuriyet Halk Partisi referandumun metnini Anayasa Mahkemesine götürdüğünde, “Bu Anayasa’ya uygun mu, değil mi?” diye sordu. “Uygun olmayan bölümlerini çıkar veya ekleme yap.” diye götürmedi. Oysa Anayasa Mahkemesi bırakın esastan incelemeyi, metin üzerinde değişiklikler yaptı. Ben o zaman Yüksek Seçim Kuruluna gittim dedim ki: “Bu metni referanduma sunarak Anayasa’nın 7’nci maddesi –zannediyorum- yasama yetkisi Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez ilkesini ihlal ediyorsunuz.” Dilekçeyi verdim. Bana “Çok haklısın.” dediler ama ne yapalım, geçti artık, resmî süreç raya oturdu, dönüşü yok.
Biz Anayasa reformumuzu Anayasa’mızı ihlal ederek yaptık. Ben usul tartışmalarına falan girmiyorum, esas, usul ama Anayasa Mahkemesinin yapması gereken şey, şurası Anayasa’yı ihlal ediyor deyip Meclise geri göndermesi gerekirdi, o tekrar tartışılır, metin Anayasa’yı ihlal etmeyecek şekilde Meclis tarafından düzeltilir, ondan sonra sunulurdu.
Bir başka örnek. Barış ve Demokrasi Partisi, sizi çok ilgilendirir. Anayasa seçme, seçilme hakkını her modern anayasa gibi garanti etmektedir ama yüzde 10 barajıyla güneydoğu halkının gerçek temsilcilerini Meclise göndermesinin önüne geçilmektedir. Burada bir şey verilmekte, bu tarafta kanunlarla alınmaktadır.
Bizi en çok rahatsız eden bir başka madde, yanılmıyorsam 68’inci madde. “Siyasi partilere -kelimesi kelimesine- hazineden yardım yapılır.” der ama kanun öyle bir yazılmıştır ki iktidar partisine bu sene 186 trilyon verilmiştir, milyon Türk lirası verilmiştir, seçime giren diğer dokuz partiye bir kuruş verilmemiştir. Biz bunu Anayasa Mahkemesine kadar birkaç sene önce taşıdık. Maalesef bir oyla kaybettik. Oysa alt mahkeme hazine yardımını düzenleyen yasanın dört yerden Anayasa’yı ihlal ettiği kararına vardı idare mahkemesi Ankara’da.
Bunun örnekleri sonsuz. İşte “Haberleşmenin gizliliği esastır.” der. Öte yandan telefon dinlemelerdeki başı bozuk sistemi hepimiz yaşıyoruz. Bunun örnekleri sonsuz.
Onun için Anayasa’nın tutarlı olması lazım. Anayasa’nın pek çok yerinde bir prensip konmuş, detayları kanunla belirlenir demiş. Kanun yapıcı almış kanunu yapmış, detayları yönetmeliklerle belirlenir demiş. Vatandaşı bürokratın kucağına bırakmış. Bunların da önüne geçilmesi gerekir çünkü vatandaşın günlük yaşamını zora sokan bu şeytan detayda gizlidir maddeleridir yönetmeliklerde.
Değiştirilemez maddelerle ilgili görüşümü de sizlerle paylaşayım. Bir devletin resmî dilinin, bayrağının, yönetim şeklinin değiştirilmesi o ülkenin gündemine ve halk tarafından seçilmiş meclisine kadar gelmişse eğer zaten o devletin varlık nedeni ortadan kalkmış demektir. Hiçbir işe yaramaz o madde falan. O yüzden Anayasa’da değiştirilemez veya değiştirilmesi teklif dahi edilemez şeklinde bir maddenin bulunmasını biz zaruri görmüyoruz, gerekli görmüyoruz, ısrarcı olmayız. Mühim olan ülkeyi yönetenlerin konuyu toplumda o raddeye getirmemesi, içinde yaşayan vatandaşların ben bu toprağın insanıyım, ben bu vatanın vatandaşıyım, ben ona kalpten bağlıyım dedirtecek şekilde mutlu, refah içinde bir yönetim sergilemesi. Vatandaşını bu topraktan kopacak değil, bağlayacak şekilde yönetmesi ülkeyi, anayasaya koyulacak herhangi bir garanti maddesinden çok çok daha önemlidir diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli üyeler; laiklik ilkesi. Laiklik ilkesinin yeni anayasada hukuki bir tanımla -yani ilkokullarda işte din ve devlet işlerinin ayrılması gibi yüzeysel değil- her din ve inanç mensubunun özgürlüklerinin güvencesi olduğu vurgulanarak mutlaka koyulmalıdır diye düşünüyoruz. Devlet hiçbir inancı bir başkasına karşı desteklememeli, seçmemeli ve dayatmamalıdır. Devletin yasaları, finansmanı ve güvenlik güçleri herhangi bir dinin uygulamasında kesinlikle kullanılmamalıdır finansmanı da dâhil eğer laiklik ilkesi gerçekten laiklik ilkesi olacaksa.
Vurgulamak istediğim son nokta Değerli Başkan, anayasa önerimizin tam başkanlık sistemi anayasası önerisi olduğudur. O tarihte biz iki turlu başkanlık sistemini savunuyorduk, bugün de sonuna kadar savunuyoruz. Bu sistemin olmazsa olmazı olan, demin dediğim gibi, kuvvetler ayrılığı ve denetleme ve dengeleme unsurlarını da o zaman sunduk, savunduk, hâlâ savunuyoruz. Yalnız tek şartımız, bunun kâğıtta kalmaması kuvvetler ayrılığı ve denetleme, dengelemenin, tüm ilkeleriyle ele alındığı takdirde tam başkanlık sistemine geçişin destekçisi olmaya hazırız. Bunun için de olmazsa olmazı da seçim sisteminin dar bölge iki turlu seçim sistemine geçmek olacaktır.
Saygılarımla arz ederim heyetinize.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Toker, çok teşekkür ederiz. Gayet açık ve net bir şekilde, çok anlaşılır bir şekilde görüşlerinizi bizlerle paylaştınız.
Biz hem Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyeleri olarak hem de alt komisyonda görev yapan üyeler olarak bir karşılıklı tartışmanın içerisine girmeme kararındayız. Dolayısıyla dinliyoruz, tespitlerimizi yapıyoruz. Bütün bu tespitleri nihai aşamada birlikte değerlendireceğiz. O bakımdan ben büyük bir dikkatle takip ettim. Düşüncelerinizi çok açık ve net şekilde ortaya koydunuz yani size göre bir anayasanın yapımında ilk prensipler ne olmalıdır bu konuyla ilgili, devlet-vatandaş ilişkisi açısından konuyu çok güzel özetlediniz. O bakımdan teşekkür ediyorum.
Arkadaşlarımın, Faruk Bey’in, Ayla Hanım’ın söyleyecekleri var mı?
FARUK BAL (Konya) – Çok teşekkür ediyoruz. Çok derli toplu bir sunum oldu.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Teşekkür ederiz.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Meclis Başkanlığının Tutanak Müdürlüğü tutanakları tutuyor. O tutanaklardan birer nüshayı da sizlere daha sonra göndeririz. Neler söylediğinizi orada siz de arşivlersiniz. Biz de ayrıca çıkarıyoruz, dosyalıyoruz.
Bütün bu görüşleri, bu önerileri, biz, nihai aşamada, Sayın Meclis Başkanımızın başkanlığında çalışan 12 kişiden oluşan Uzlaşma Komisyonu olarak tabii ki çalışmalarımızda büyük bir dikkatle değerlendirmeye çalışacağız.
Bizim için son derece değerli düşüncelerinizi bizlerle paylaştınız. Gerçekten büyük ilgi gösterdiniz. Ciddiye aldınız, ki, zaten yeni bir anayasa artık Türkiye’nin sivil bir anlayışla halkımızın gerçekten ihtiyaç duyduğu bir anayasa herhâlde Türkiye’de şu anda en fazla ciddiye alınacak konudur diye düşünüyoruz. Siz duyarlılık gösterdiniz. Genel Başkan, Genel Başkan Yardımcısı düzeyinde Meclisimizin, komisyonumuzun bu davetine icabet ettiniz ve değerli fikirlerinizi bizimle paylaştınız. Çok teşekkür ederiz. Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz.
Diğer arkadaşlarınıza lütfen selamlarımızı götürün efendim.
Kapanma Saati: 11.27
İKİNCİ OTURUM
05/12/2011
Açılma Saati: 13.03
---- 0 ----
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Dilekcan’a çok teşekkür ediyoruz. HAS Parti adına Komisyonumuzun davetine icabetle şu anda Komisyon toplantı salonunda bulunuyorlar.
HAS Parti “Yeni Türkiye, Yeni Siyaset İçin Yeni Anayasa” başlığını taşıyan bir metni Komisyonumuza gönderdi. Şimdi HAS Parti temsilcisi olarak burada bulunan Sayın Hayrettin Dilekcan bize ayrıca sözlü olarak da bu konudaki düşüncelerini ifade edecek.
Faruk Bey…
FARUK BAL (Konya) – Hayrettin Bey, hoş geldiniz.
Yalnızsınız sanıyorum, değil mi, heyetinizde arkadaş var mı?
HAS PARTİ TEMSİLCİSİ HAYRETTİN DİLEKCAN – Yok, yalnızım.
FARUK BAL (Devamla) – Hoş geldiniz.
Tabii, Türkiye’de Anayasa ile ilgili ciddi eleştiriler ve bunun doğal sonucu olarak da ciddi bir beklenti oluşmuştur. Bu dönem Parlamentosu da o beklentinin gereğini yerine getirebilmek amacıyla bir uzlaşma komisyonu teşkil etti. Bu Uzlaşma Komisyonu Mecliste grubu bulunan partilerden 3’er milletvekili almak suretiyle 12 milletvekilinden oluşmakta. Bu Komisyon da kendi aralarında iş bölümü yapmak suretiyle üç ayrı alt komisyon oluşturdu. Bu alt komisyonlardan birincisi bizim Komisyonumuz ve burada siyasi partilerin, kamu kurum ve kuruluşlarının Anayasa değişikliğiyle ilgili görüşlerini alıyoruz. Diğer iki komisyon da meslek kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerini almak üzere faaliyette bulunuyorlar.
Ben hoş geldiniz diyorum, katkınız için şimdiden teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ayla Hanım…
AYLA AKAT ATA (Batman) – Bugün burada bizlerle yeni anayasa çalışması noktasında düşüncelerinizi paylaşmış olmanızdan, bizim davetimize, çağrımıza, Meclis Başkanımızın yapmış olduğu çağrıya icabet etmenizden dolayı büyük mutluluk duyuyoruz ve şimdiden sunacağınız katkı için teşekkür ediyoruz.
HAS PARTİ TEMSİLCİSİ HAYRETTİN DİLEKCAN – Ben teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Buyurun.
HAS PARTİ TEMSİLCİSİ HAYRETTİN DİLEKCAN – Öncelikle ben bu çalışmaların güzel sonuçla neticelenmesini temenni ediyor, tüm toplum kesimlerini dinleyerek bir anayasa çalışması yapılması açısından da Meclisteki siyasi partileri gerçekten tebrik ediyorum.
Toplumun beklentilerine, ülkemizin hayrına sonuçlar çıkaracak bir çalışma olur inşallah. Temennimiz, niyazımız budur bizim.
Bildiğiniz gibi, işin siyasi felsefesini yapacak değilim ancak ana başlıklar olarak baktığımız zaman “anayasa” dediğimiz kavram aslında bir toplumsal sözleşmedir netice itibarıyla, bir coğrafyada, bir ülkede yaşayan insanların topluca hak ve hukukunu gözeten, herkesin toplum içindeki, devlet içindeki yerini, şeklini belirleyen, özgürlüklerini, haklarını düzenleyen kurallar topluluğu. Netice itibarıyla baktığımız zaman bütün toplum fertlerinin ortaklaşa düzenledikleri bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin gerçekten toplumun içinde bulunan bütün fertlerin hak ve hukukunu karşıladığı oranda da o toplumda barış, huzur ve kalkınma, gelişme rahat oluyor. Aksi takdirde toplumsal barışın olmadığı bir yerde o ülkenin refaha kavuşması, kalkınması diğer ülkelere göre zaman alabiliyor, gecikebiliyor, sıkıntılar oluşturabiliyor. Bu anlamda anayasanın toplumsal sözleşme olma özelliğine dikkat edilerek bir anayasa hazırlanması gerekir. Çünkü Türkiye netice itibarıyla baktığımız zaman bir imparatorluk bakiyesidir, yüzyıllar boyunca bu ülkede çok çeşitli kökten gelen insanlar, değişik fikri, siyasi, politik tercihleri bulunan insanlar var olmuştur. Bu anlamda baktığımız zaman bu insanların hepsini kucaklayacak bir anayasa olması, esas önemli olan odur. Bu toplumsal sözleşmeyi sağlamamız gerekir. anayasanın birinci fonksiyonu bu olmalı.
İkinci fonksiyonu ise bunları sağlayacak tarzda… Eskilerin tabiriyle, anayasanın bir başka anlamı da “esas teşkilat hukuku” diye bütün geçmişimizde konuşulmuştur, anayasa kavramı daha sonra kullanılmıştır. Bu anlamda da anayasanın devletin, toplumun, fertlerin birbiriyle ilişkileri noktasındaki kurallar topluluğunu belli bir organizasyon şeması içinde düzenlemesi gerekir. Bu düzenlemede de esas olan netice itibarıyla baktığımız zaman bu kurallar topluluğunda nihai sözün kimin söyleyeceğinin, ne şekilde söyleyeceğinin birinci derecede belirlenmesi gerekir. Bunu da “egemenlik hakkı” diye tarif ediyoruz netice itibarıyla. Egemenliğin nasıl kullanılması gerektiği, ne şekilde kullanılacağı hep tartışma konusu olmuştur. Bu anlamda da bugünkü toplumda temsilî demokrasi, doğrudan demokrasi gibi kavramlar geliştirilmiş. Netice itibarıyla bu kadar nüfusun yoğun olduğu ülkelerde de coğrafyalarda da ister istemez temsilî demokrasi benimsenmiştir yani insanlar seçtikleri insanlar vasıtasıyla iradelerini ortaya koyma noktasında bir yoğunlaşma içine girmiştir. Bazı önemli konularda, milletin, ülkenin geleceğini karar altına alma noktasında ise referandum müessesesi gündeme gelmiştir. Bu bağlamda da baktığımız zaman bu anayasanın katılımcı bir anayasa olması gerekir netice itibarıyla. Geniş kitlelerin, bütün toplum kesimlerinin ülkenin geleceğin, toplumun geleceği hakkında söz söylemesi açısından çok geniş bir katılımı imkân dâhiline alacak tarzda, temsilin adil olacağı tarzda bir düzenleme içermesi gerekir. Bu çerçevede baktığımız zaman bizim Anayasa’mızın geçmişten gelen anayasal hareketler içinde hep sorunlu yapıldığı gözlenmiştir. Bunun için de “Millet egemenliğini esas alan anayasalar” denmiştir ama millet egemenliğinin önüne amiyane tabirle -sözlerimi yanlış anlamayın- “Yersen bu şekilde, yemezsen totaliter dayatmacı sistem devam eder.” mantığı içinde, “Kırk katır mı, kırk satır mı?” noktasında birtakım anayasal dayatmalar söz konusu olmuştur. Millet “Bu dönem geçer, şimdilik bunu kabul edelim.” mantığı içinde biraz daha özgürlüklerine sahip çıkma açısından aslında içeriğini benimsemediği ama “Kötünün iyisidir.” mantığıyla benimsediği anayasalarla Türkiye kısmen yönetilmiş. Bunların hepsini bu dönemde aşma imkânı var. Biz o anlamda da şunu öneriyoruz öncelikli olarak: Mademki toplumsal sözleşmedir diyoruz, esas teşkilat hukukudur diyoruz, bu hususlarda söz söyleme hakkı doğrudan millete ait olmalıdır diyoruz. Bunu da millet nasıl kullanacaktır? Elbette bireyler tek tek fert olarak bunları söyleme imkânına kavuşmayabilir, önerilerini getirebilir ama bu önerilerin hepsini değerlendirecek bir anayasa meclisi oluşturulmalıdır diyoruz. Doğrudan halk tarafından seçilecek bir anayasa meclisiyle bütün sosyal kesimlerin dâhil olabileceği bir seçim sistemi ve yöntemiyle oluşacak anayasa meclisi yeni anayasayı hazırlamalı, hazırlanacak bu anayasa da referanduma götürülmeli, halkın kabulüne sunulmalıdır diyoruz. Birinci önceliğimiz bu bizim. Yani eğer anayasa milletinse, milletin arzu ve isteklerini dikkate alacaksa böyle bir anayasa yapımı öngörülmelidir diyoruz. Tabii bu Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesine, halkın temsil noktasındaki yetkisine bir itiraz anlamında değil. Netice itibarıyla elbette bu Parlamentonun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileri devam edecektir. Biz onun dışında, sadece salt anayasa yapmayla ilgili olarak seçilecek olan bir parlamento olmalıdır diyoruz. Bu parlamentonun hazırlayacağı anayasa da… “Parlamento” demeyelim de anayasa meclisi diyelim, daha doğru anlaşılsın çünkü belli bir parlamentomuz var netice itibarıyla, o Parlamentonun yetkilerini sınırlayacak bir öneri değil. Bu komisyonun, anayasa meclisinin hazırlayacağı anayasanın da ülkedeki çoğunluk açısından baktığımız zaman yüksek oranlı bir kabulle anayasayı yürürlüğe sokması gerekir diye düşünüyoruz. Şu anlamda söylüyoruz: Türkiye’de siyasi tercihler belli bir politik yoğunlaşma noktasındadır. Türkiye siyaseten kutuplaşmış bir ülke görünümü vermektedir, işte sağcı, solcu, etnik milliyetçi gibi kavramlarla insanlarımız belli ideolojik tercihlere yönelebilmektedir. Bu anlamda da baktığımız zaman Türkiye’de bir seçim sistemi ortaya koysanız, bu seçim sisteminde aşağı yukarı oradan çıkacak tablo bellidir. Bu anlamda ben nasıl olsa çoğunluğu sağlayabilecek bir anayasa meclisine sahip olurum, bu anlamda da tek taraflı, dayatmacı bir mantıkla istediğim kuralları anayasanın içine yerleştirebilirim mantığından uzaklaşabilmesi açısından anayasanın referandumdaki kabul oranı yüksek bir oran olarak belirlenmelidir ki bu anayasanın uzlaşmacı olması, diğer insanların, diğer siyasi, felsefi görüşlerin de anayasadaki görüş ve kanaatlerini uzlaşma içinde anayasa metni içine koyma imkânımız olsun. Aksi takdirde çoğulculuğu değil, çoğunluğu esas alan bir anayasa ortaya çıkmış olur. Burada anayasanın temel esprilerinden bir tanesi de demokrasiyi esas alırken çoğulcu demokrasiyi esas alması gerekir. Aksi takdirde tek taraflı olarak belli bir çoğunluğun anayasası olmuş olur. Bu da barışı, huzuru getirelim derken çoğunluğun tahakkümünü ön plana çıkarır. Çoğunluğun tahakkümünü esas alan bir anayasa da yanlış bir anayasa olur, doğru olmaz, Türkiye’yi taşıyacak bir anayasa olmaz. Ana çerçeve olarak biz bunları söylüyoruz.
Tabii, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız Sayın Cemil Çiçek’e vermiş olduğumuz teklifimizde öneriler işin teorik, siyasi, felsefi kısmı olarak ortaya konmuştu. Orada -siyasal sistem- anayasa metinleri içinde belki yer almayacak hususlar vardı ama netice itibarıyla siyasal sistem bir bütündür anayasasıyla diğer mevzuatıyla baktığımız zaman. Bu anlamda da Türkiye'nin siyasi hayatının da gerçekten anayasa değişikliği gibi bir özde değişikliğe ihtiyacı var. Bugün baktığımızda, siyasi partilerin, Meclisin çalışmalarına baktığımızda genelde partiler aristokrasisi diyelim biz ona yani partilerin önde gelenleri var, onların ağırlıklı olarak kanaat ve görüşleri var ve onları kabul etmek mecburiyetinde kalan seçilmişler söz konusu, belediyelerinden Meclisine kadar. Bu ağırlıklı olarak Türkiye’de gerçekten bir liderler demokrasisi oluşturmuş oluyor. Oysa milletvekillerinin, belediye başkanlarının, seçilmiş uzuv ve organların fertlerinin, temsilcilerinin hepsinin milleti temsil ettiğini söylüyorlar ama irade olarak baktığımız zaman kurumsal iradenin dışında bir tavır ve tutum sergilemeleri mümkün olmuyor. Aksi takdirde disiplin müessesesinin çalışması söz konusu oluyor veya dışlanma söz konusu oluyor. Bu ise siyasetin özgür yapılmasını engelleyen bir hadise. Siyasetin özgür yapılamadığı noktada baktığımız zaman da millet iradesinin demokrasiye yansımasını söz konusu olmuyor. Bunun için de siyasi parti rejimlerinin de seçimlerin de Türkiye’de anayasa çalışmaları yapılırken gözden geçirilmesi lazım. Çünkü belki bu dönem siyasi partilerin seçmen iradesiyle örtüşmesi noktasında yüksek bir oran söz konusu ama geçmişteki değerlendirmelere baktığımızda bu oran çok çok düşüklerde kalmış, hatta Parlamento yüzde 60’ları temsil eden bir aritmetiğe sahipti, yüzde 40’ı Parlamento dışında kalmıştı.
Yine siyasette baktığımız zaman rekabet denen hadise çok farklı bir şekilde gelişiyor, medyanın, basın yayın organlarının mali imkânlarının hepsini birlikte değerlendirdiğim zaman siyaset haksız rekabet şeklinde yapılan bir icraat olarak karşımıza çıkıyor. Siyasi partilere hazine yardımı olarak verilen paralara baktığımızda gerçekten çok orantısız büyük farklılıklar, hatta tahakküm derecesinde bir tablo karşımıza çıkıyor. İktidar partisinin aldığı, muhalefet partisinin aldığı, diğer partilerin aldığı oylara baktığımızda, hazine yardımlarıyla orantıladığımızda gerçekten kıyaslanamayacak farklar söz konusu. Ya hazine yardımı kaldırılmalı bu noktada ya bütün partilere ve sivil toplum kuruluşlarına sahip çıkacak bir mali düzenleme getirilmesi gerekir, orantısal olarak bunun yansıması gerekir. Ana çerçeveleri bu şekilde söylüyoruz.
Bir de bizim Türkiye benzeri ülkelerde karşımıza çıkan bir denetim sorunu söz konusu. Halk seçtiklerini denetleme noktasında gerçekten yeterli imkânlara sahip değil. Siyasi partilerin işleyiş biçimi, Parlamentonun işleyiş biçimi, İç Tüzük gibi birtakım konulara baktığımızda da denetimi gerçekten yani neredeyse idare kendi kendini denetleyen bir pozisyonda gözüküyor. E, kendi yaptıklarını kendi denetleyen bir organa sahip idarenin de denetiminin gerçekten sağlıklı olması mümkün değil. Bu anlamda biz senato demeyelim ama senatoyla özerk kurum arasında -farklılık arz edeceklerdir- arada bir yere yerleştirdiğimiz bir denetim meclisi diyoruz. Bu denetim meclisinin de doğrudan halk tarafından seçilmesi gerektiğini söylüyoruz ve hükûmetin denetlenmesi, idarenin denetlenmesi faaliyetlerinin tamamını yürütecek tarzda yine birtakım organların, Anayasa Mahkemesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu gibi birtakım özerk, yarı özerk veya özellik arz eden kurum ve kuruluşların organlarına seçilecek kişilerin seçimi noktasında söz sahibi olacak bir denetim meclisi kurulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu çerçevede de devletin bütün denetim organlarının bu meclise bağlanması gerekir diyoruz. Ombudsmanlık müessesesinin bu organ vasıtasıyla yürümesi gerektiğini düşünüyoruz. Ha, bazı ülkeler bunu senato şeklinde düzenlemişler, değişik tarzda ama bizim ülkemizin şartlarına uygun olanı biz denetim meclisi olarak düşünüyoruz çünkü senato farklı işlevler görebiliyor, çift başlılık gibi birtakım sorunlar ortaya çıkarabiliyor.
Bütün bunların hepsini, size az önce de ifade ettim, daha önce de Meclis Başkanına verdiğimiz ana çerçeve olarak burada ifade ettik. Tabii, spesifik konular da Türkiye’de söz konusu bu anlamda baktığımız zaman ana çerçeve olarak. İnsan hakları sorunları konusunda Türkiye geçmişte çok ciddi anlamda sorunlarla karşı karşıya kaldı, hakikaten bu hususta uluslararası arenada sicili, karnesi sürekli olarak bozuk olan bir ülke konumunda oldu. Çok şükür Türkiye bu noktalarda epeyce mesafe de aldı yani yapılmışları, geçmişte Parlamentonun yaptıklarını da inkâr etmek doğru olmaz, netice itibarıyla büyük iyileştirmeler söz konusu oldu ancak yine de bu sorunların var olduğu bir ülke konumunda yine devam ediyoruz. “Hukukun uygulanması, hukukun üstünlüğü, hukukun egemenliği” dediğimiz kavramlar noktasında baktığımız zaman yine bunlarla sorunların var olduğu görülüyor. Bunları ortadan kaldıracak tarzda bir metin düzenlemesi yapılmalı.
Yine, millet tarifine baktığımız zaman Türkiye’de milletle ırk kavramı, etnik kavramlar birbirine karıştırılıyor. Biz milleti olması gereken tarzda tarif etmek gerekir diye düşünüyoruz. Bu anlamda da hak ve özgürlükler paydasında bir arada yaşama iradesini ortaya koyan, din, dil, ırk, felsefi düşünce ve mezhep ayrımı yapmayan ve Türkiye Cumhuriyeti coğrafyası içinde yaşayan herkesi özgür bireyler topluluğu olarak millet çerçevesi içinde tanımlıyoruz. Bu çerçevede milleti tanımlayarak hareket etmek ve etnisiteyi bunun içine dâhil etmek suretiyle bir millet iradesini, millet kavramını ortaya koymak gerektiğini düşünüyoruz. Egemenlik de bu çerçevede olmalı diyoruz.
Yine, “Eşitlikçi olmalı.” derken devletin toplumdaki tüm etnik, mezhep, kültür, geçmiş, gelecek, bütün bunların hepsine karşı yansız olması, eşit mesafede durması gerektiğini söylüyoruz, eşitlik kavramını bu anlamda tanımlamak istiyoruz. “Anayasa özgürlükçü olmalı.” diyoruz. Anayasa’mızda bu noktada belli mesafeler mutlaka alındı geçmişteki iyileştirmelerle ama hâlâ birtakım sorunların da var olduğu bir gerçek. Bu anlamda düşünce ve irade özgürlüğünün mutlaka sağlanması gerektiğini düşünüyoruz. Din, vicdan ve kanaat özgürlüğüyle ilgili birtakım sorunların hâlâ var olduğunu, bunların düzenlenmesi gerektiğini, yeniden, gerçekten yasakçı olmayan bir anlayışta sergilenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
“Sosyal adaletçi olmalı.” diyoruz ve “İnsan odaklı olmalı.” diyoruz. Bugün dünyadaki uygulamalara baktığımız zaman insan odaklı olduğunu söylemekle birlikte piyasanın hâkim olduğunu, insanın piyasaya feda edildiğini görüyoruz. İnsanları özgür bıraktık diyoruz ama onların özgürlüklerini kısıtlayacak tarzda yoğun piyasa ve pazar şartlarını terk etmiş gözüken, âdeta insanları modern köleler durumuna düşüren bir ekonomik sistemin, piyasaya hâkim olanların dediklerinin olduğu bir dünya görüyoruz. Bu anlamda insan gerçekten feda edilmiş gibi gözüküyor. Kapitalizmin en ağır şartlarını dünya bugün yaşıyor. İşte yaşadığımız krizler de bunun örneği netice itibarıyla baktığımız zaman. Dolayısıyla insanı piyasaya feda edecek bir siyasal sistem insanları huzura, barışa kavuşturamaz diye düşünüyoruz. İnsan odaklı ve insan onuruna yakışır bir anayasa olması gerektiğini düşünüyoruz.
Sivil toplumun güçlendirilmesi gerekir çünkü sivil toplum ne kadar güçlenirse demokrasi o kadar gelişir. Bu anlamda kamu yararına çalışan vakıf ve derneklerin çalışma alanlarının genişletilmesi ve desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Vesayetçi bir sistem olmamalı diye düşünüyoruz çünkü Türkiye’de 12 Eylül Anayasası’yla beraber birtakım vesayetçi kurum ve kuruluşlar da getirilmiş konumda. Bu anlamda vesayet niteliğini taşıyacak bütün organlar anayasada tasfiye edilmeli netice itibarıyla metin olarak. İhtiyaç olan birtakım kurum ve kuruluşlar elbette vardır ama vesayetçi mantıkla değil, millet iradesinin emrinde, siyasetin emrinde kurumlar olarak devam etmeli eğer edecekse diyoruz.
Sistem olarak parlamenter sistemi öneriyoruz. Başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi gibi birtakım tartışmalar söz konusu. O tartışmalar içinde biz parlamenter demokratik sistemin Türkiye şartlarına daha uygun olduğunu düşünüyoruz.
Yönetilebilir, saydam ve hesap veren bir yönetim olması açısından da yerellik ilkesi önem arz etmektedir. Bu anlamda da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yerel yönetimleri güçlendirirken de bizim önerimiz mutlaka yasal düzenleme içinde olacaktır. Yani anayasa metninde her şeyi bir yönetmelik tarif eder gibi, bir kanun gibi düzenlememiz mümkün değil ama bu çerçevede “il meclisleri” diye bir sistemin getirilmesini söylüyoruz, belediye meclisleri ve il genel meclisi yerine topluca il meclislerinin getirilmesinin daha doğru olacağını ifade ediyoruz. İl meclisleri yerel yönetimlerinin ana çerçevesi bir yasa ile belirlenmiş olan tarzda vergi koyma yetkisinin olması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü yerel yönetimlere baktığımız zaman yerel yönetimler merkezden aldıkları vergi paylarıyla paraları harcamak suretiyle “Paran varsa var, yoksa yok, ne yapayım?” gibi kendilerini kenara çeken, halka karşı bu noktada mali portföyler açısından hesap vermeye yanaşmayan, “Hükûmet para vermiyor, işte ne yapalım, paramız gelmedi.” diye sürekli şikâyette bulunan ve gelen paraları da çarçur eden bir konumda maalesef. Bu anlamda yerel yönetimler vergi koymalı, gelir elde etmeli, yasa bunu o çerçevede düzenlemeli ve koydukları vergilerle aldıkları paraların da nereye gittiğini biraz daha dikkatli harcamak suretiyle, israftan kaçınacak, planlama, programlamayı daha düzenli yapacak tarzda il özel idarelerini il genel meclisine dönüştürmek suretiyle, belediyeleri bu çerçevede il meclisi içine dâhil etmek suretiyle yeni bir yerel yönetim sistemi getirilmeli diye düşünüyoruz.
Yine, şehirlerle ilgili olarak yerel yönetimler bazında halk danışma kurulları oluşturulmalı. Kent hakları, kent halkları beyannamesi gibi birtakım çalışmalar yapılmak suretiyle herkesin yaşadığı coğrafyada yerel yönetimlerle ilgili olarak faaliyetleri kontrol etme, denetleme, katkı sağlama noktasında önü açılmalı diye düşünüyoruz.
Siyasi Partiler Kanunu’yla seçim kanununun mutlaka birleştirilmesi gerektiğini az önce ifade ettik.
Tabii, Türkiye’de spesifik konulardan bir tanesi de asker-sivil ilişkilerinin demokrasiye uygun olup olmadığı tartışılıyor. Herkes ne hikmetse bunun demokrasiye uygun olmadığını söylemesine rağmen bugüne kadar bu hususta bir adım atılmış değil. Demokrasinin en önemli vesayet kurumlarından bir tanesi hâline dönüşmüş durumda Türkiye’de. “Türkiye’de demokrasi var.” denmesine rağmen vesayet kurumlarının ağırlığı ağır bir şekilde hâlâ devam ediyor. Bu anlamda Millî Güvenlik Kurulunun biz mutlaka bir danışma kurulu niteliğine dönüşmesini ve anayasal kurum olmaktan çıkarılmasını, savunma konusunda sadece danışmanlık yapması gerektiğini söylüyoruz. Tabii, Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlar açısından baktığımız zaman iç güvenlik, dış güvenlik, sınır güvenliği gibi konular var. Bütün bunların hepsinde detaylı şekilde tartışılarak demokrasiye uygun bir çözüm üretilmesi gerektiğini söylüyoruz. Genelkurmay Başkanlığının Millî Savunma Bakanlığına bağlanmasını ve anayasal bir tabir olarak Genelkurmay Başkanlığının anayasada geçmesini de doğru bulmuyoruz netice itibarıyla baktığımız zaman. Çünkü hiçbir demokraside ne valilik ne şu ne bu, hiçbir kavramın anayasada özel olarak spesifik tarzda yeri olmayacağını düşünüyoruz. Bu anlamda da dış savunma dışında Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir görev üstlenmesini doğru bulmuyoruz. Eğer afet gibi belli özellik arz eden özel zamanlarda ihtiyaç olacaksa da bunun özel bir kanunla düzenlenmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Sınır güvenliği olarak özel bir yapılanmanın mutlaka olması gerektiğini, iç güvenliğin tamamen emniyet güçlerine devredilmesi gerektiğini, jandarmanın eğer var olması bir ihtiyaç olarak gözüküyorsa eleman temini noktasında iç güvenliğin sağlanması açısından bir ihtiyaç varsa kır polisi şeklinde düzenlenmesi gerektiğini söylüyoruz.
Yargı reformu olarak baktığımız zaman Türkiye’deki çift başlı yargının da mutlaka bu anayasada ortadan kalkması gerekir. Türkiye’de Askerî Yargıtay, Askerî İdare Mahkemesi şeklinde düzenlemeler var. Askerî Ceza mahkemelerinin bir disiplin mahkemesi olarak düzenlenmesini, Danıştayda Askerî İdare Mahkemesinin bakmış olduğu işlere bakacak özel bir daire oluşturmak suretiyle askerî yargının mutlaka anayasadan çıkartılmasını, disiplin işlerine bakan bir kurum hâline dönüştürülmesi gerektiğini söylüyoruz. Özel yetkili mahkemelere baktığımız zaman bunların kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Türkiye’de özel yetkili mahkemeler -aslında Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılmış olduğu söylenmesine rağmen- netice itibarıyla DGM’nin sivil mahkemeler, sivil hâkimler kanaatiyle yürütüldüğü bir sistem olarak karşımıza çıkıyor. Özel yetkili mahkeme tabiri doğru bir tabir değil. Bu hususta biz özel yetkili mahkeme statüsünün kaldırılmasını öneriyoruz.
YÖK gibi kurumlar vesayet kurumları niteliğindedir. YÖK’ün anayasadan çıkarılması gerektiğini düşünüyoruz. Kanunla üniversiteler arasındaki planlamanın, koordinasyonun, akademik özerkliğin üniversite öğretimiyle ilgili alanda yer alacak tarzda ama koordinasyonu sağlama kurumunun yasayla düzenlenmesi gerektiğini, akademik, bilimsel özerkliğin mutlak korunması gerektiğini de ilave olarak söylüyoruz.
Basınla ilgili olarak baktığımız zaman RTÜK’ün kaldırılmasını, bunun yerine birtakım gelişmiş ülkelerde olduğu şekliyle “Medya Düzenleme Kurulu” şeklinde bir yapılanmaya gidilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu kurumun da Türkiye’de basını tek taraflı, borazan gibi veya belli düşünce kalıplarının seslendirildiği bir ortam olmaktan çıkarılması; bütün, siyasi, felsefi, dinî, etnik, her türlü görüşe ses olabilecek, onun görüş ve kanaatlerini taşıyabilecek ve özellikle de iktidar-sermaye ilişkileri nezdinde tekelleşmenin oluşmaması açısından görev üstlenecek bir organ olması gerektiğini düşünüyoruz. Buna yönelik olarak gelişmiş demokrasilerde de düzenlemelerin olduğunu görüyoruz çünkü basın tekelleştiği andan itibaren artık halkın doğru bilgi alması değil, maniple edilmesi ve yönlendirilmesi söz konusu. Buna özel olarak mutlaka yer verin diye düşünüyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı devletin dinî tarafsızlığına halel getirmeyecek tarzda düzenlemeyle eğer anayasal kurum olarak varlığını devam ettirecekse. Ancak Diyanet İşleri Başkanlığındaki hizmetlerden faydalanamayan diğer dinî cemaat ve inanç örgütlenmelerinin de kamu tüzel kişiliği olarak ayrıca düzenlenmesi, tanınması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü netice itibarıyla Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı hizmet vermediği alanlarda, inançlarda, düşüncelerde olan insanlar da var; topluluklar, cemaatler de var. Bunların da hak ve hukuklarının kamu tüzel kişiliği olarak tanınması gerekir. Aksi takdirde ayrımcılık yapmış olursunuz diye düşünüyoruz.
Yine, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, kooperatifçiliğin güçlendirilmesi, orman köylüsünün korunması, esnaf ve sanatkârların korunması, devrim kanunları gibi Anayasa’da yer almaması gereken çok sayıda düzenlemeler var. Bunların da oralardan çıkartılmasını, Anayasa’dan çıkartılmasını düşünüyoruz.
Vatandaşlıkla ilgili düzenlemenin ise… Türkiye 1982 Anayasası’nda etnik, ideolojik dayatmalara dayalı bir dil kullanıyor. Dil sorunu Anayasa’nın öncelikli olarak önemli bir sorun. Bu anlamda etnik çağrışımlardan uzak, az önce ifade ettiğimiz millet tanımı çerçevesinde bir tanımlamayla hareket edilmeli. “Vatandaşlık” tabiri de, bizim önerimiz, etnisiteden arındırılmış bir tabir olarak ortaya konmalı. Bunu da, tabii, bir sürü yazım şekli ve önerileri var. Bizim önerimiz: “Vatandaşlık temel bir haktır. Kanunun öngördüğü esaslara uygun olarak bu statüyü kazanır. Herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” şeklinde bir öneri getiriyoruz. Vatandaşlıktan çıkartmanın irade dışı mümkün olmayacağını düşünüyoruz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kanunları içinde vatandaşlıkla ilgili düzenlemelere baktığımız zaman vatandaşlıktan çıkartma hakkı, mal varlığının müsaderesi söz konusu. Sebep, işte, vatan ihaneti gibi birtakım gerekçeler ortaya konuluyor. O noktada, devlet suç işleyen -eğer vatan haini bir suç- insanları yakalayıp cezalandırmakla görevlidir. O anlamda da biri suç işlediyse, ihanet ettiyse yakalasın bunları, cezalandırsın. Oysa bu imkânlar tanınmadan sorgulama, yargılama yapmadan bir kişi hakkında doğrudan doğruya aslında hüküm veriyorsunuz netice itibarıyla baktığınızda vatandaşlıktan çıkarırken çünkü vatandaşlıktan çıkarılan insanlar genelde ülkede olmayan insanlar söz konusu ve bu anlamda da vatandaşlıktan çıkarmayı “Kişinin kendi irade ve isteği dışında mümkün olmamalıdır.” olarak tanımlıyoruz.
Yine, Türkiye’de spesifik bir konu olarak dil sorunu çok tartışılıyor. Bu anlamda devletin resmî dilinin Türkçe olması gerektiğini düşünüyoruz. Diğer dillerin uygun tedbirler aracılığı ile himaye edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Herkesin kültürel, bilimsel, dinî ve sanatsal faaliyetlerinde ana dilini kullanma hakkına sahip olması gerektiğini, resmî dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi, bu hakkın kullanılmasıyla ilgili olarak diğer dillerin himayesiyle ilgili olarak verilecek kursların da kanun çerçevesinde düzenlenmesi gerektiğini ifade ediyoruz.
Cumhurbaşkanlığı meselesine baktığımız zaman. Cumhurbaşkanlığı bugünkü tablosu itibarıyla halk tarafından seçiliyor. Halk tarafından seçilmiş olan bir cumhurbaşkanının popülaritesi yüksektir netice itibarıyla. Yüksek olan bir cumhurbaşkanının popülaritesinden istifadeyle siyasetin alanında aslında sorumsuzluğuna rağmen sorumluluk gerektirecek alanlarda direkt müdahil olması da söz konusu olabiliyor. Bu hususta, tabii bir çatışma da söz konusu olabilir. Bugün belki böyle bir çatışma söz konusu değil çünkü aynı siyasi kökenden gelen, arkadaş konumunda olan bir Başbakanla Cumhurbaşkanı söz konusu. Ama bunun ileride, önümüzde farklılaştığını düşünelim. Düşündüğümüz zaman Cumhurbaşkanının görevlerinin yeniden düzenlenmesi gerekir. Birtakım görevler vardır, sembolik olması gereken görevlerdir. Cumhurbaşkanlığı netice itibarıyla sembolik bir görevdir bazı hususlarda. Bu anlamda Cumhurbaşkanının yetkileri daraltılmalı yahut da sorumlulukları ortaya konulacaksa, bu sorumluluklara uygun yetkileri ortaya konacaksa bu yetkilere uygun sorumluluklar geliştirilmeli. Yani bu hususta Cumhurbaşkanlığı müessesesi gerçekten yeni baştan yetkileri ve sorumluluklarıyla ele alınmalıdır. Çünkü halkın seçtiği bir cumhurbaşkanıyla ilgili olarak baktığımız zaman seçim sistemiyle yetki ve sorumluluklar örtüşmeyen bir konumdadır. Bunun yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Spesifik olarak çok tartışılabilecek konu söz konusudur. Yetkim var, sorumluluğum yok! Böyle bir yetki, sorumsuzluk demokrasilerde olacak hadise değildir. O açıdan, Cumhurbaşkanlığının gözden geçirilmesi lazım yetki ve sorumluluk olarak.
Tabii, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olarak baktığımız zaman, seçim sistemi açısından aday gösterebilme açısından bugünkü sınırlamayı çok aşırı buluyoruz. Bu sınırlamanın, netice itibarıyla 50 bin tane vatandaş diyelim ki imza topladı. Niye aday gösteremesin yani niye illa Parlamentoda bulunan siyasi partilerin aday gösterme imkânı oluyor da diğerlerinin olmuyor? Yani bu kadar geniş yetkiler verdiğiniz bir cumhurbaşkanına aday gösterme noktasında çok aşırı bir sınırlama… Bu da doğru değil. Bunun da gözden geçirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.
Ayrıca, bizim parti olarak da bu temel ana çerçevelerde madde madde çalışmamız devam ediyor. O çalışmayı da yani şu madde şu şekilde, bu madde şu şekilde yazılsın şekliyle önerimiz de olacak. O çalışmalarımız devam ediyor.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Öyle bir çalışmanız bittiğinde onu da eğer Komisyonumuza gönderebilirseniz, ondan da memnuniyet duyarız.
HAS PARTİ TEMSİLCİSİ HAYRETTİN DİLEKCAN - Hayhay.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sayın Dilekcan, çok teşekkür ederiz.
Siz bir anayasada bulunması gereken hususlarla ilgili düşüncelerinizi bizimle paylaştınız. Bu konuda düşüncelerinizi ifade eden bir metin var. Ancak sanıyorum siz birkaç sayfadan ibaret bir özet de yaptınız şimdi bunun dışında gördüğüm kadarıyla. Eğer ondan fazla bir nüsha varsa alalım.
HAS PARTİ TEMSİLCİSİ HAYRETTİN DİLEKCAN – Tabii, arz edeyim size.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz.
Biz alt komisyon üyeleri olarak bu sunumlarda herhangi bir müdahalede bulunmuyoruz, bunu da doğru bulmuyoruz. Herhangi bir soru sorarak karşılıklı “doğruydu, yanlıştı” diye bir tartışma içerisine de girmiyoruz. Sadece siyasi partilerimizin yeni bir anayasayla ilgili önerilerini tespite çalışıyoruz. Bu, aslında veri toplama çalışması. Daha sonra bunlar tabii ki analiz edilecek, daha sonra değerlendirme raporlarına bağlanacak ve bunlardan tabii ki biz Komisyon olarak yararlanacağız.
Çok teşekkür ederiz önerileriniz için.
HAS PARTİ TEMSİLCİSİ HAYRETTİN DİLEKCAN - Ben teşekkür ederim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Özet hâlinde gayet güzel de takdim ettiniz. O bakımdan da tebrik ediyorum.
Faruk Bey…
FARUK BAL (Konya) – Hayrettin Bey teşekkür ediyoruz. Hakikaten derli toplu bir çalışma sundunuz. İnşallah, anayasa yapımına bunların önemli bir katkı hâline dönüşmesini biz de temenni ediyoruz. Sayın Genel Başkana da selamlarımızı gönderiyoruz.
HAS PARTİ TEMSİLCİSİ HAYRETTİN DİLEKCAN - Eksik olmayın, sağ olun efendim.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Evet, biz de teşekkür ediyoruz yapmış olduğunuz sunum için Hayrettin Bey.
HAS PARTİ TEMSİLCİSİ HAYRETTİN DİLEKCAN - Sağ olun.
Kapanma Saati: 13.40
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Tarih: 05/12/2011
Açılma Saati: 15.09
---- 0 ----
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sosyal Demokrat Partinin Saygıdeğer Genel Sekreteri, Genel Başkan Yardımcısı; hoş geldiniz efendim Komisyonumuza.
Mutlaka bilgi sahibisiniz ama ben birkaç cümleyle kısaca tekrar etmek durumundayım. Türkiye Büyük Millet Meclisinde Sayın Meclis Başkanının da öncülüğünde, grubu bulunan siyasi partilerden 3’er milletvekili arkadaştan oluşan Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu. Komisyonumuz Türkiye'nin ihtiyaç duyduğuna inandığımız, geniş bir mutabakatla hazırlanmasını amaçladığımız çağdaş bir anayasa yapmak için kuruldu, yeni bir anayasa yapmak için kuruldu ve kurulduğu andan itibaren de Komisyon üyesi arkadaşlar olarak -12 kişidir Sayın Meclis Başkanının dışında- nasıl bir çalışma yapacağız, kendimize nasıl bir yol haritası belirleyeceğiz, bu konuyla ilgili çalışmalarımızı bitirdik ve çalışmalara başladık. Üç alt komisyon kurduk. Bu komisyonlardan 1 numaralı komisyon şu anda burada, bizlerden oluşuyor. Faruk Bal Bey, Milliyetçi Hareket Partisi temsilcisi olarak Komisyonumuzda, ben Mehmet Ali Şahin, AK PARTİ temsilcisi olarak buradayım, Ayla Akat Hanım Barış ve Demokrasi Partisi temsilcisi olarak Komisyonumuzda, Süheyl Batum Hoca da Cumhuriyet Halk Partisi adına, ancak bugün mazereti nedeniyle Komisyonumuza iştirak edemediler.
Bizim alt komisyonumuz, siyasi partilerin ve anayasal kuruluşların yeni bir anayasayla ilgili önerilerini, düşüncelerini tespit etme ve bunları değerlendirme gibi bir görevle yükümlü. O nedenle, Sosyal Demokrat Partinin yeni bir anayasayla ilgili düşünceleri Komisyonumuz için büyük önem arz etmektedir.
Ben sizlere çok teşekkür ederim, Sayın Genel Başkana duyarlılığı sebebiyle, size ve Berat Hanım’a da. Buraya kadar teşrif ettiniz, şimdi bizimle bu konudaki düşüncelerinizi paylaşacaksınız.
Sizlere söz vermeden önce Faruk Bey, Ayla Hanım da herhâlde bir şeyler söyleyecekler. Onlara söz verip sonra sözü size takdim edeceğim efendim.
FARUK BAL (Konya) – Hoş geldiniz.
Çalışmalara verdiğiniz katkıdan dolayı teşekkür ediyoruz. Başarılar diliyoruz.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Yapılan çağrıya bu şekilde sorumluluk göstererek katılmış olmanızdan dolayı, bu süreçte sunacağınız bu olumlu katkıdan dolayı ben de teşekkür ediyorum.
Hoş geldiniz diyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Berat Hanım, buyurun.
SODEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BERAT SANCAR YÜCEL – Biraz önce bunu Ayla Hanım’a da verdik herhâlde değil mi?
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Verildi.
SODEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BERAT SANCAR YÜCEL (Devamla) – Daha önce biz Sayın Çiçek partimize geldiğinde de vermiştik. Bu süreç başlayınca, yazılı başvurular sürecinde de buraya takdim ettik 50 maddelik anayasa taslağımızı. Burada onun tartışılacağını düşünmediğimiz için -ki zaman müsait değil- öne çıkan, bizim için önemli olan konuları sunmak istiyorum öncelikle.
Bizim en önem verdiğimiz konu, yeni bir anayasa yapmak için şu anda yürürlükte bulunan Anayasa’nın ilga edilmesidir. Yani bu Anayasa yürürlükten kalkmalı ki yeni bir anayasa yapılması lazım çünkü bu Anayasa 12 Eylül cuntasının dünya görüşünü ve iradesini ortaya koyan, onun ürünü olan bir anayasadır. O nedenle, biz bunun öncelikle, ilk yapılması gereken iş olarak onu görüyoruz. Eğer yeni bir anayasaysa, bu Anayasa’da yer alan değişmez maddelerin ve bu Anayasa’yı değiştirme usulleri gibi engellerden kurtulmak için bu şarttır zaten aksi hâlde yeni bir anayasa olmaz. Yani anayasanın, eski anayasanın ortaya koyduğu yöntemlerle yeni bir anayasa yapılmaz. Bunu kabul etmek yani oradaki iradeye boyun eğmek, seçilmiş Meclisin iradesini görmemek demek olur yani cuntanın iradesini öne çıkarmak olur. O nedenle, biz öncelikle bu Anayasa’nın ilga edilmesini istiyoruz yani yeni bir şeye başlamak için ancak böyle bir temiz sayfa açılabileceğini düşünüyoruz.
Biz bu sunuşumuzu ikiye ayırdık, bir anayasa süreci içinde yapılması gereken…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Biz sadece dinliyoruz, şimdiye kadar da dinledik. Şimdi, arkadaşlarımız dediler ki: “Diğer komisyonlarda bazen konunun daha iyi açıklanması için sorular da sorulabiliyor.” Şimdi Berat Hanım dediler ki: “Bu 82 Anayasası ilga edilmeli ki yeni bir anayasa yapılabilsin.” Şimdi ilga ettik yeni bir anayasa yapmadan, ortada bir anayasa boşluğu olmayacak mı?
SODEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BERAT SANCAR YÜCEL (Devamla) – Olabilir yani anayasa…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anayasasız bir dönem mi geçireceğiz?
SODEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BERAT SANCAR YÜCEL (Devamla) – Yani şöyle düşündük biz onu: Birkaç maddelik bir yasa çıkarılır. “1982 Anayasası mülgadır. Yeni anayasa yapılıncaya kadar…”
FARUK BAL (Konya) – Yürürlüktedir…
SODEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BERAT SANCAR YÜCEL (Devamla) – Hayır, yürürlükte değildir. “Yeni anayasa yapılıncaya kadar ülke sorunları mevcut yasalarla…” Yani hiçbir sorun olmaz, yani biz öyle düşünüyoruz en azından. Yani anayasasız ülke yönetilebilir. Zaten bu anayasa…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim, sizinle bu konuyu tartışmak için sormadım, iyi anlaşılsın diye çünkü zabıtlara geçiyor, o nedenle sormuştum. Devam edebilirsiniz.
SODEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BERAT SANCAR YÜCEL (Devamla) – Tamam efendim.
SODEP GENEL SEKRETERİ AHMET RECAİ ERSOY – 60’da ve 80’de de aynı şey oldu.
SODEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BERAT SANCAR YÜCEL (Devamla) – Evet, 60’da ve 80’de de anayasalar ilga edilmişti. Yani cuntanın, askerî darbenin mülga ettiği anayasayı niye seçilmiş Meclis ortadan kaldırmasın? Bu yapılması gereken çok önemli bir iş diye düşünüyoruz.
Şimdi, burada, bu sunuşta bir anayasa yapılıncaya kadar -umarım yapılır- o süreç içindeki yapılması gerekenler; bir de anayasanın içeriği bakımından. Bu, demin mülgayla ilgili söylediğim, bu süreç içinde yapılması gereken bir şey. Anayasa değişikliği gerektirmeyen konularda da belli yasaların değiştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz yani bu bir yıllık süreç dolmadan.
Biliyorsunuz, 1982 Anayasası defalarca değişti yani 17 kez değişti, 80 küsur maddesi değişti ama bu değişikliklere uygun, “uyum yasaları” dediğimiz yasalar çıkarılmadı. Biz bu süreçte anayasa kısıtı olmayan ve antidemokratik olan yasaların değiştirilebileceğini düşünüyoruz. Yasaların ya da antidemokratik olan maddelerin en azından bu süreç içinde değiştirilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Tabii yeni anayasanın özgürlükçü bir anayasa olacağını düşünerek yapılmalı bu değişiklikler diyoruz.
Siyasal alanın genişletilmesi ve özgürleştirilmesi de gerekli bu dönemde yani yeni anayasaya kadar. Biliyorsunuz, ülkemizde siyasal alan çeşitli nedenlerle daraltılmış ve iki buçuk parti rejimine ya da iki buçuk partiye sığdırılması çabalarıyla belli düzenlemeler yapılmıştır. Bunun da sakıncaları ortadadır. Zaten bu iki buçuk parti hedefine de ulaşılamamıştır. O nedenle, bunun da siyasal alanın genişletilmesi ve özgürleştirilmesi gerekmektedir. Bunun bir ayağı olarak şunu düşünüyoruz: Şiddeti önermeyen, şiddeti örgütlemeyen ve şiddete bulaşmayan her siyasi hareket partileşebilmeli ve siyaset yapabilmeli. İkinci olarak da yasal olarak mümkün olabilir siyaset yapmaları ama ülkemizin bildiğiniz gibi bazı bölgelerinde siyaset yapma yasağı yok ama güvenlik nedeniyle siyaset engellenmektedir. Buralarda siyasetin özgürce yapılması için de gerekli güvenlik tedbirlerinin alınması gerekir, hep bu dönem için söylüyorum.
Adil bir siyasal yarışma ortamının da bu dönemde hazırlanması gerekir. Hepimizin bildiği gibi, 1987 seçimlerinden sonra siyasi partilerin yarışma koşulları adil değildir, vicdani değildir, meşru da değildir. Örneğin, bu hep konuştuğumuz, yüzde 10 oy değerlendirme barajı ve yüzde 7 hazine yardımı barajı. Bu yani gerçekten çok antidemokratik bir engeldir ve bazı seçmenlerin hiç düşünmedikleri partilere oy vermesi sonucunu doğuran bir engeldir. Bu nedenle bunların bu dönem içinde kaldırılması gereklidir. Burada “adil bir yarışma ortamı” demiştim, gerçekten adil bir yarışma ortamı yok. 2011 seçimlerinde AK PARTİ 180 milyon, partiniz MHP 60 milyon ve CHP de 80 milyon, toplam 320 milyon ödendi ve bu partiler seçime doping alarak girdiler, diğerlerinin elleri kolları bağlanmış oldu. Bunlar anayasayı beklemeden çözülebilir şeylerdir yasalarla. Bunların çözülmesi gerekir diye düşünüyoruz.
Dördüncü olarak, bu sürece katılımın genişletilmesi ve kalitenin artırılması gerekir. Bu bir miktar yapılıyor zaten. Yani geniş bir fikir alışverişi zemini oluşturulmalı. Bunun için bizim özel bir önerimiz var. Sayın Çiçek partimize geldiğinde de söyledik, “Bunu Komisyona önerin.” dediler bize. Yani biz bu Komisyonun çalışmalarına bağlı olarak bir anayasa danışma kurulu oluşturulmasını önerdik. Bu komisyonun da bu çalışmalara katılmak isteyen Parlamento dışı partiler, önde gelen sivil toplum örgütleri ya da hukuk fakültelerinin çalışmalara katılmak isteyen temsilcilerinden oluşmasını önerdik.
Şimdi, bu süreçle ilgili yapılması gerekenler bunlar diye düşünüyoruz. Şimdi, bu anayasa içeriğinde yer alması gereken, önemsediğimiz konuları müsaade ederseniz belirtmek istiyorum.
Bir kere, anayasanın kısa ve öz olması gerekir diye düşünüyoruz. Bizim zaten anayasa taslağımız 50 maddelik. Sadece 1921 Anayasası 23 maddeden oluşmuştu. Diğerleri, yani 1876, 1924, 61 ve 82 anayasaları bize göre yönetmelik niteliğindedir. Bu da partilerin özgür siyaset alanını daraltmakta ve dar kalıplara mahkûm etmektedir. O nedenle, yapılacak yeni anayasanın kısa ve öz yani kazuistik olmayan, çerçeve bir metin olmasını öneriyoruz, düşünüyoruz.
Anayasa evrensel hukuk ve millet iradesi temsilli temelli olmalı. Yani insan haklarına dayanan, laik, demokratik, sosyal hukuk devletini hedeflemelidir tabii ki ve insan hakları tanınmalı, korunmalı ve hukukun üstünlüğü de öngörülmelidir. Uluslararası en yüksek düzeyde temel hak ve özgürlükler güvence altına alınmalıdır diye düşünüyoruz.
Daha önemli bir konu: Anayasa’da herhangi bir milliyet, inanç ve felsefi görüşe atıfta bulunmamak gerekiyor. Yani hiçbir etnisite, inanç ve felsefi görüş öne çıkmamalı yani böyle bir gönderme yapılmamalı. Bu bağlamda, her milliyetin ana dilden eğitim yapılması hakkı tanınmalı ve yurttaş tanımı da bu husus dikkate alınarak yazılmalıdır.
Siyasi partilerin, temel hak ve özgürlüklere bağlı kalmak kaydıyla, iktidara geldiklerinde kendi programlarını uygulamaları ve sadece hesabını seçmene vermeleri gereken bir ilke üzerinden düzenlenmeli. Vesayet kurumlarıyla ne hükûmetin ne de Yasama Meclisinin eli kolu bağlanmamalıdır. Yani bu vesayet kurumları anayasada yer almamalıdır.
Parlamenter demokrasiyi önemsiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti 1876’dan beri uygulanan parlamenter demokrasi esasına göre örgütlenmiştir. Yüz kırk yıllık bir deneyim çöpe atılmamalıdır diye düşünüyoruz.
Bir önemsediğimiz konu: Demokratik ve özerk yerel yönetimler temelli bir üniter yapı. Yani şöyle: Bütün vatandaşlara, yurttaşlara eşit hak ve özgürlükler tanıyan ve her yerleşkenin kendi günlük yaşamını kendi seçtiği organlar eliyle yürütmesi gerektir diyoruz çünkü üniterlik bir merkeziyetçi yapı olarak anlaşılmamalı. Yani biz hukukçular fakülteden başlayarak bunları biliyoruz. Yani üniter yapı demek merkezî bir yapı demek değildir. Üniter devlette devletin asli görevleri yani adalet, dış politika, ulusal savunma, iç güvenlik, genel ve ulusal ekonomi ve büyük altyapı hizmetleri merkezden örgütlenip yürütülmeli, bunun dışında kalanlarda merkezî yönetim belli bir standart koyup yürütülmesini denetlemelidir diye düşünüyoruz.
Yerelde yurttaşlar günlük yaşamlarını kendileri belirlemeli, bir başka deyişle, yurttaş günlük yaşamıyla ilgili devletsel konuları seçtiği organlar eliyle planlamalı, örgütlemeli ve yürütmelidir diyoruz yani üniter yapı sürmeli ama katı merkeziyetçi değil. Yani üniter yapı zaten iki şekilde uygulanıyor, bir katı merkeziyetçi yapı, bir de ademimerkeziyetçi üniter devlet şekli vardır.
Kamu yönetiminin örgütlenmesi… Burada bizim bazı farklı önerilerimiz var. Onları müsaade ederseniz ifade etmeye çalışayım. Kamu yönetimi yerinden yönetim ve yerel yönetimlerin güçlendirildiği, merkezî idarenin de kendi asli görevlerine döndüğü bir anlayışla örgütlenmelidir diyoruz. Bunun en iyi referansı 1921 Anayasası’dır. 1921 Anayasası’nda aynen bu şekilde düzenlenmiştir.
Şu anda merkezî hükûmete bağlı yönetim birimleri ve belediyeler şeklinde örgütlenen yerel yönetimler sağlıklı ve tutarlı düzenlemelere tabi değildir. Örneğin, hepimizin bildiği gibi, nüfusu 80 bin olan ille nüfusu 15 milyon olan İstanbul ve nüfusu 3 bin olan ilçeyle 800 bin olan ilçe aynı yasal düzenlemeye tabidir ve bu da çok yanlış bir uygulamadır. O nedenle, bize göre ilçeler ve il özel idareleri kaldırılmalı, belediyeler köyleri de kapsamalı ve muhtarlıklar belediye şubeleri hâline getirilmelidir. Seçim çevresi de illerin sınırlarıyla örtüşmelidir. Yani her il bir seçim çevresi olmalıdır diye düşünüyoruz.
Kamu yönetiminin biz ülke çapında iller ve belediyeler esasına dayanması gerektiğini söylüyoruz. İllerin ve belediyelerin kapsama alanı için de nüfusa orantılı standartların tespiti gerekli diyoruz. Örneğin ülke nüfusuna göre bir il diyelim ki yüzde 1, bir belediye de binde 1 nüfuslu olmalı. Yani nüfusumuz 75 milyon ise bir il 750 bin, ±40 diye bir marj da koyduk oraya, yani 75 milyon olunca yüzde 1’i 750 binlik bir il; belediyeler de binde 1 yani 75 bin nüfuslu belediyeler. Bunun artı eksisi de var. Yani böyle, referans nüfus bu olmalı diye düşünüyoruz.
Erkler ayrılığı diye bir bölümümüz var. Bunu da çok önemsiyoruz. Demokrasinin temel ilkelerindendir güçler ayrılığı. Burada asıl amaç bir erkin öteki erk üzerinde belirleyici olmasını engellemektir. Demokrasilerde bu ilke ihlal ediliyor ve karşımıza yürütmenin yasamayı etkilemesi şeklinde ortaya çıkıyor. Yani yürütme etkili bir güç hâlinde yasamayı da etkiliyor. Diğer taraftan, erklerin kendi aralarına duvar örmesi hem birbirlerini etkilemelerini hem de birbirlerinden beslenmelerini engelliyor. Bunun da yanlış olduğu ortada. Bu da bizim ülkemizde yargıda ve askerî bürokraside en çok görülüyor. İçlerine kapanıyorlar ve kendi örgütsel çıkarları asli amaçlarının önüne geçiyor. Bunun da değiştirilmesi gerekir diye düşünüyoruz.
Sivil ve askerî bürokrasinin yürütme erkine bağlı olması gerekir. Yani bürokrasi seçilmiş hükûmete hesap verecek şekilde örgütlenmeli. Bu bağlamda en yaygın örnek -biz de öyle arzu ediyoruz- örneğin Genelkurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanlığına bağlanmalıdır.
Yargı birliği… Bu askerî yargının da ortadan kaldırılması gerekir. Sadece disiplin suçlarına bakan hâkimlikler olarak kalmalı. Yargı birliği getirilmelidir.
Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun görevlerinin çok farlı şeyler olduğunu düşünüyoruz. Yani savcılar -Faruk Bey iyi bilir- çok farklı bir görev ifa etmektedirler, hâkimler çok farklı bir görev ifa etmektedirler. Biri devletin memurudur, öbürü bağımsız yargının elemanıdır. O nedenle, bu iki kurulun ayrı olmasını öneriyoruz, yani “Hâkimler Yüksek Kurulu” ve “Savcılar Yüksek Kurulu” şeklinde.
Bir de “Demokratik ülkelerde var, bizde neden olmasın?” diye nüfusa oranı yüzde 10’u geçen… Tartışma konusu olabilir bu ama yani hiçbir demokrasi kuralından, onun getirisinden eksik kalmayalım diye önerdik. Bunun yani olması gereken de bir şey olduğunu düşünüyoruz. “Nüfusa oranı yüzde 10’u geçen her sosyal grup belirlenmiş bir konuda evet ya da hayır şeklinde halk oylaması isteyebilir ama bu oylamanın geçerli olması için nitelikli bir çoğunluk, üçte 2 çoğunluğun geçerli olması” diye de bir hüküm konulabilir diye düşünüyoruz.
Efendim, burada anlattıklarımın, ifade ettiklerimin bir kısmı -cumartesi günü parti meclisimiz vardı- taslaktan biraz farklıdır. Örneğin Hâkimler ve Savcılar Kurulunun ayrılması, bu halk oylaması taslakta olmayan yani bugün önerilmiş hususlardır.
Teşekkür ederim.
Varsa sormak istediğiniz…
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Teşekkür ederim. Siz bir anayasa öncesi ve anayasa sonrası düşüncelerinizle ilgili bizi bilgilendiren bir konuşma yaptınız ama şu anda elimizde sizin bir anayasa değişiklik taslağı var. 1’inci maddeden başlıyor ve 50’nci maddeye kadar gelen, gerçekten 50 maddelik bir anayasa değişiklik teklif taslağı.
Çok teşekkür ederiz. Bu tabii düşünülüp üstünde çalışılmış ve bu çalışmalarda da bizim önümüze getirilmiş. Bu zahmetleriniz nedeniyle size ve tabii sizin şahsınızda Genel Başkanınıza, partinizin yöneticilerine teşekkür ediyorum. Önemli bir emek sarf edilmiş. Mutlaka bunlar bizim çalışmalarımızda, arkadaşlarımızla yapacağımız nihai değerlendirmede göz önünde bulundurulacaktır, bundan emin olabilirsiniz.
Arkadaşlarımın soruları varsa kendilerine söz vereyim.
Faruk Bey, buyurun.
FARUK BAL (Konya) – Ben de Berat Hanım’a, Recai Bey’e çok teşekkür ediyorum. Bugünkü sunum ve sunulan belgeler önümüzdeki çalışmalarda dikkatle değerlendirilecektir. Ben hem teşekkür ediyorum hem de Sayın Genel Başkana da selamlarımızı iletmenizi rica ediyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ayla Hanım, buyurun.
AYLA AKAT ATA (Batman) – Ben de açıkçası sunumun bir öncesi ve sonrası olması yani yapılan çağrı sonrasında tekrar parti meclisi düzeyinde ele alınmış olmasından büyük bir sevinç duyduğumu belirtmek istiyorum. Çünkü bu çalışmaya başlarken Parlamento çatısı altındaki bu bileşenin, yani alınan oy oranına bakılmaksızın bu bileşenin bir araya gelmiş olmasının toplumda bir yansımasının olması gerekiyordu, aynı heyecanın diğer siyasi partilerde ve toplumda da olması gerekiyordu. Bunu da bize hissettirdiğiniz için teşekkür ediyorum. Katılımınızdan dolayı teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ben de tekrar teşekkür ederken selamlarımızı lütfen Genel Başkanınıza götürün. Bu konuyu ne kadar önemsediğinizi gösteriyor bu hazırlığınız. O bakımdan da tebrik ediyorum. Tekrar başka vesilelerle görüşmek dileğiyle efendim.
SODEP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI BERAT SANCAR YÜCEL – Umarız öyle olur efendim.