İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Evet, efendim.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. GÜLFETTİN ÇELİK – Efendim, izninizle, aslında o sivil toplum örgütlerinin sürece katılımına ilişkin birkaç ilavede bulunmak isterim.
Şu anki tanımlamada, sivil toplum örgütlerinin, kurumlarının, üyelerinin ya da hitap ettikleri kesimin beklentilerini ifade etmeleri bir hakmış gibi takdim ediliyor. Bu son derece doğal bir şey, fakat ben bunun bir adım ötesinde olması gerektiği kanaatindeyim. Bir ödev niteliğinde olmalı, haktan öte ödev niteliğinde olmalı. Bu bizi daha sivil hâle getirecektir, daha katılımlı hâle getirecektir, yani Türkiye'nin hatta öncü bir ülke olması yolunda bir önemli katkı oluşturacağı kanaatindeyim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, teşekkür ederiz Gülfettin Hocam.
Evet, Cahit Hocam, buyurun.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. CAHİT KURBANOĞLU – Şimdi, ben de bir iki kelime eklemek istiyorum, zaten bunlar herkesin genelde bilmiş olduğu, tekrarlamış olduğu şeyler ama, maalesef Türkiye'de yaşanıyor yani. Geçmişten ders alınıyor, fakat tekrar aynı şeyler yaşanıyor.
70’li yıllarda Selçuk Özçelik Bey bizim hukuk dersine geliyordu, ben Karadeniz Teknik Üniversitesinde mezunum. O zaman demişti ki maalesef, Türkiye'deki anayasalar her on yılda bir eskiyor, değişecek. Nitekim, o anlattığı dönemlerde bir daha anayasa değişti, 60’da değişmişti, 70’te değişti, 80’de değişti, 90’da değişti, 2000’de değişti, değişiyor devamlı.
“Neden?” diye o zaman ben merak ettim, sordum, “Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içerisinde yapı dikkate alınmıyor. Kars için hazırlanan anayasa İstanbul’a hafif geliyor, İstanbul için hazırlanan anayasa da Kars’takine ağır geliyor. Bu noktadan böyle herkesi kucaklayabilecek, barıştıracak bir anayasa olması lazım.” demişti.
Bir de, bir başka husus, yani ben bir üniversite hocası olarak, bir profesör olarak, anayasa kitabını itiraf ediyorum bir defa ancak okudum, o da zorunlu kaldığım için okudum, çünkü işletme ekonomisi -mühendisim ben, makine mühendisiyim- ve iş hukuku derslerine girdiğim için okudum. Yani hiç okumayan ne kadar çok vatandaşımız var, nasıl bir anayasa ki vatandaşlarımız tarafından okunmuyor, böyle çok uzun uzun okunmayan anayasa hazırlanmamalı diye düşünüyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Zaten sunumda da vardı, “Kısa ve öz olmalıdır.” diye bir hüküm vardı.
Evet, Hakan Hocam…
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Sayın Başkanım, Mehmet Ali de bu tıp hukuku kısmında, kamu hukuku alanında çalışan az kişilerden birisidir, özellikle bu bahsettiğim normlar konusunda, klonlama vesaire, uzmanı yani burada, yanınızda.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Konya’dan geldi değil mi?
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Evet, ben jürisindeydim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Öğrenci-hoca ilişkisi var.
Efendim, çok teşekkür ederiz.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi adına Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hakan Hakeri sunum yaptı, Sayın Çelik ve Sayın Kurbanoğlu da katkılarda bulundular. Bir anayasa yapımında genel esaslar, genel çerçeveyle ilgili tespitlerinizi bizimle paylaştınız.
Biz, şu anda komisyon olarak ve komisyonlar olarak veri toplama ve bunları değerlendirme aşamasındayız. Bu çalışmalarımız bizim Nisan sonuna kadar devam edecek ve Mayıs başı itibarıyla da komisyon olarak biz yeni Anayasa yapım, yani yazım sürecine başlayacağız. Bu aşamada, kuşkusuz ki bu önerileriniz komisyonumuzca değerlendirmeye alınacak, orada arkadaşlarımızca bu önerileri konuşacağız, üstünde duracağız.
Katkılarınız için, zahmetleriniz için çok teşekkür ederiz. Ta İstanbul’dan kalktınız buraya kadar geldiniz, bu bizi son derece memnun etti. Yani bir yeni devlet üniversitesinin bu konuya duyarlılık göstermesi, ayrıca bizim açımızdan takdire şayandır.
Rektörümüze, Hamit Okur Hocamıza da lütfen selamlarımızı götürün, diğer arkadaşlarımıza da. Üniversitenin yükseköğretime ciddi katkılar sağlayacağını düşünüyorum ve bu yolda başarılar diliyorum.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Teşekkür ederiz.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Süheyl Hocam.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (İstanbul) – Ben de çok teşekkür ederim.
Şu söylediklerinizin çoğu veya bir bölümü zaten hep düşündüğümüz ve yapılmasını elzem görebildiğimiz, tabii, yani uzlaşı babında elzem gördüğümüz şeylerdi. Yani Sayın Şahin’in dediği gibi bunları dikkate mutlaka alacağız, ama bir üniversiteden gelmesi tabii ki daha önemli, ama bir şeyi beklerdim sevgili Hakan, söyleyeyim, mesela yargının bağımsızlığı konusunda bir iki şey daha muhakkak söylemen lazımdı. Yani, hayır, muhakkak benim istediğim, onun istediği değil, yani yargının bağımsızlığı konusunda bir hukuk fakültesinden muhakkak birtakım öneriler gelmeli. Yani nasıl yargı bağımsız olabilir. Yıllardır tartıştığımız şey. Nasıl yargı daha bağımsız veya bağımsız olabilir, bu konuda da gene düşünün üstünde, her zaman iletebilirsiniz.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Çok konuşulan bir konu olduğu için biz…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (İstanbul) – Evet, yani savunma çok doğru, biz de Barolar Birliğinin taslağında yazmıştık, savunmayı alalım içeri diye, ama işte, HSYK’sından tut bilmem nesine, yani genel yargıya ilişkin düzenlemelerde acaba nasıl yapmak lazım, bu konuda da bütün hukuk fakültelerinin çok daha katkısı olur diye düşünüyorum, ama çok teşekkür ediyoruz ayrıca.
FARUK BAL (Konya) – Evet, çok teşekkür ederiz, zahmet vermişsiniz.
Ben kayda geçtiği için ifade ediyorum, bir şey eksik kaldı gibi ya da isimlendirme. Şimdi “Parlamenter demokraside Cumhurbaşkanının mevcut anayasaya göre yetkisi çok fazla.” dediniz. Doğrudur, “Ama halk tarafından seçildiği için bu yetkiler kısıtlanmamalı, hatta biraz artırılmalı.” dediniz. Eğer bu doğruysa buna bir isim vermek lazım, çünkü parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı sorumsuz. Sorumsuz kişiye daha fazla yetki verdiğiniz zaman sorumsuz ve yetkili hâle getiriyorsunuz, bunun anayasa açısından bir anlamı var mı ya da önerdiğiniz bir başkanlık sistemi gibi mi yoksa yarı başkanlık sistemi mi, bunu açıklayabilirseniz sevinirim.
Teşekkür ederim.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Hayır efendim, öyle bir önerimiz yok, yani başkanlık sistemi veya sistem önerimiz yok, ama mantıki olarak onu düşünüyoruz, yani mademki… Bu tabii anayasal sisteme uymayabilir, şu anki de ne derece uyuyor o da ayrı bir mesele ama, sonuçta mademki halk seçiyor, o zaman bu yetkilerde azalma olmamalı diye düşünüyoruz.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. GÜLFETTİN ÇELİK – Efendim, bir ilave, müsaade ederseniz.
Tabii, parlamenter sistemde Parlamento kendi yasama yetkisinde o noktada sebat yine ediyor, Cumhurbaşkanı yürütme ayağında var olacağı için çok ciddi bir çelişki, bir açık doğmaz kanaatimce, yani Meclis kendi yetkisinde yine musır durumda diye düşünüyorum.
FARUK BAL (Konya) – Peki, teşekkür ederiz.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz.
İSTANBUL MEDENİYET ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. HAKAN HAKERİ – Biz teşekkür ederiz efendim, bize bu imkânı verdiğiniz için aynı zamanda.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Efendim, hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Konya Karatay Üniversitesi adına, Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Şahin Akıncı Bey ve aynı zamanda hukuk fakültesi öğretim görevlisi Doçent Doktor İbrahim Dülger Beyler, Türkiye Büyük Millet Meclisince yürütülmekte olan yeni anayasa yapım sürecine katkıda bulunmak için buraya kadar zahmet ettiler, ilginiz sebebiyle ve biraz sonra sunacağınız sunum sebebiyle sizlere şimdiden teşekkür ediyoruz.
Komisyonumuz, şu anda, başta siyasi partiler, anayasal kuruluşlar -ki üniversiteler bu kapsamda değerlendiriliyor- sivil toplum örgütleri, hatta bireysel olarak vatandaşlarımızın yeni anayasaya katkılarıyla ilgili önerilerini tespite çalışıyor. Şu anda yapmış olduğumuz çalışma da bir nevi veri toplama ve zamanı geldiğinde de bu verileri değerlendirme gibi bir çalışma içerisindeyiz. Siz de ilgi gösterdiniz, teşrif ettiniz, çok teşekkür ederiz.
Sanıyorum Sayın Akıncı Hocam sunumu yapacaklar Hukuk Fakültesi Dekanı olarak. Size söz vermeden önce komisyon üyesi arkadaşlarımız Süheyl Batum Hocam ve Faruk Bey de herhâlde birkaç cümleyle katkıda bulunmak isterler.
BEDİİ SÜHEYL BATUM (İstanbul) – Efendim, ben de Sayın Başkanın söylediği gibi sizlere çok teşekkür ediyorum.
Değerli meslektaşlarımız, değerli arkadaşlarımız bu alanda, anayasa alanında bize görüşlerini sunacaklar, ama şu anda, bu sadece bir meslektaşlar arasındaki veyahut da Parlamento ile üniversite arasındaki bir fikir alışverişi değil, anayasa çalışmasının şu anda en önemli boyutu, Sayın Şahin de söyledi, çünkü biz Nisana kadar dedik ki, toplumun değişik katmanlarından gelecek görüşlere yer vereceğiz, dinleyeceğiz ki anayasanın yapılmasında onlardan yararlanabilelim diye, en önemli aşaması bu.
Demin söylediğimi tekrar söylüyorum, sizin işleviniz bizim için şu açıdan çok önemli: Üzerinde uzlaşmayla yapılacağını söylüyoruz bu anayasanın, oy birliğiyle bu komisyondan, 12 kişiden çıkacağını söylüyoruz, o yüzden sizin formülleriniz bu işlevi yerine getirmeye yönelik de olabileceğini düşünüyoruz, uzlaşmaya temel teşkil edeceğini.
O yüzden çok teşekkür ediyorum daha başlamadan bile, hoş geldiniz, iyi ki geldiniz, biz teşekkür ediyoruz size.
FARUK BAL (Konya) – Evet, Sayın Hocam, sayın hocalarım, hoş geldiniz, şeref verdiniz, sizi Mecliste görmek güzel bir duygu, Konya’da gördükten sonra.
Ben iyi bir sunumda bulunacağınızı ümit ediyorum. Biraz önceki gelen İstanbul Medeniyet Üniversitesi için de söylemiştim.
Benim şahsen karşılaştığım temel sorun, kavramlara doğru anlam yüklemeden anayasa konusunda öneride bulunuluyor, bu da bir bilgi kirliliği yaratıyor. Dolayısıyla, bilgi nakisasıyla malul fikirler demetiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bunlara açıklık getireceğinizi ümit ediyorum ve teşekkür ediyorum.
Hoş geldiniz.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, Şahin Hocam, buyurun.
KONYA KARATAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. ŞAHİN AKINCI – Ben de çok teşekkür ediyorum.
Öncelikle, şahsım ve üniversitem adına, fakültem adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bizi buraya davet ettiğiniz için de ayrıca teşekkür ediyor, şükranlarımızı sunuyorum.
Biz, Konya Ticaret Odası Karatay Üniversitesi Hukuk Fakültesi olarak yeni kurulmuş bir üniversiteyiz, henüz ikinci yılımızdayız, fakat tabii, bizim kuruluş çalışmalarımız başladı, kısa bir süre sonra da anayasayla ilgili çalışmalar başladı. Biz bunu bir görev telakki ettik kendi açımızdan, çok geniş bir ekibimiz, kadromuz olmamasına rağmen, arkadaşlarımızla kolları sıvadık, ne yapabiliriz, nasıl bir katkıda bulunabiliriz diye, bir ilkeler bazında ne olması lazım geldiği noktasında belli görüşler ortaya çıktı. Tabii, malum iki hukukçunun olduğu yerde en az üç görüş vardır derler, bizim de görüş ayrılıklarımız oldu, ama biz çoğunluğun görüşünü burada mümkün mertebe yansıtmaya, aksettirmeye gayret sarf edeceğiz.
Öncelikle, tabii, en çok tartışılan konular var, ben oradan meseleye girmek istiyorum, kamuoyunda çok tartışılan konular, bu noktalardaki bakış açımız nedir?
Bir, yetki konusu çok da tartışıldı, malumunuz, bu Meclis yeni bir anayasa yapabilir mi, yapamaz mı konusu. Bu noktada, acaba ilk üç maddeyi değiştirmeye de yetkisi var mıdır, yok mudur meselesi gündeme geldi.
Bu konuda yine bizim fakültemiz içerisinde de farklı görüşler bulunmakla birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni bir anayasa yapma konusunda yetkisinin olduğu kanaati bizde hasıl oldu, özellikle asli kurucu iktidar, tali kurucu iktidar ayrımlarına girmeden, madem egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve Türk milleti bu egemenliği vekilleri aracılığıyla kullanır, o hâlde yeni bir anayasa yapılabileceği kanaatindeyiz. Fakat “Yeni bir anayasa yapılmalı mıdır?” sorusunu sorduğumuz zaman, genellikle şöyle bir kanaat ortaya çıktı: Özellikle temel kanunlar değişirken, bu Medeni Kanun’la başlayan bir süreç var malumunuz, sonra işte Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu daha önce değişti, çok tartışılıyordu, acaba kanun olduğu gibi bütünüyle mi değiştirilmeli mi, yoksa madde numaraları veya kanunun numarası muhafaza edilmek suretiyle gerekli görülen yerlerde mi değişiklik yapılmalı?
Hukukçuların büyük bir çoğunluğu -Medeni Kanun’da özellikle bu dirençle çok karşılaşıldı, diğerlerinde de devam etti- madde numaralarına varıncaya kadar bütün bir kanunun değişmesinin çok doğru olmadığı noktasında görüş beyan ettiler ve hâlâ da bunların sıkıntılarını yaşıyoruz. Medeni Kanun noktasında, Borçlar Kanunu’nda, Ceza Kanunu’nda bunlar yaşanıyor.
Anayasa’yla ilgili olarak da böyle bir şey düşünülebilir, fakat şöyle bir görüş de dillendiriliyor: Anayasa’yla ilgili çok değişiklik oldu, âdeta Anayasa yamalı bohçaya döndü, böyle yapmak yerine yeni bir anayasa yapmak daha doğrudur görüşü de dillendirilmeye başlandı.
Anayasa’nın yapısına baktığımız zaman -birazdan eleştireceğimiz hususlar da var- bu görüş sanki bizce de daha doğru gibi geliyor, biz de Anayasa’nın bu çerçevede yeniden yapılabileceği kanaatindeyiz, tabii farklı görüşte olan arkadaşlarımız da var.
Anayasanın yapım usulünün nasıl olması gerektiğini tartıştık.
Ben kısa kısa müsaadenizle bunları arz edeceğim, Sayın İbrahim Dülger arkadaşımız da izniniz olursa belki katkı yapabilir, araya girebilir veya detaylandırabiliriz. Anayasalar bir millî mutabakat belgesidir, bunun böyle olabilmesi için…
BEDİİ SÜHEYL BATUM (İstanbul) – Onu bize vereceksiniz değil mi?
KONYA KARATAY ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. ŞAHİN AKINCI – Gönderdik biz size. Daha ayrıntılı bir görüş gönderdik, ben onu özetlemeye çalışıyorum.
Anayasaların bir millî mutabakat belgesi olabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinin katılımı gerekmektedir. Dolayısıyla, tüm kesimlerin görüşlerini özgürce açıklayabilmeleri icap eder ki şu süreçte bizim gördüğümüz, Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu büyük bir titizlikle yürütüyor, bu noktada herhangi bir sıkıntı görmüyoruz. Fakat anayasalar kolay değişen metinler olmadığı için bu süreçte aceleci davranılmaması gerektiğini, bütün kesimlerin görüşü alınıp tartışıldıktan sonra taslaklar üzerinde de bir tartışma ortamının açılması ve ondan sonra nihai metnin kabul edilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Tabii, 2012 yılı sonuna kadar anayasa çalışmaları tamamlanacak şeklinde Sayın Meclis Başkanımızın açıklamaları var. Bu süreç içerisinde acaba yetişir mi yetişmez mi, doğrusu o noktada tereddütlerimiz var, çünkü hukukçu olmamıza rağmen bunları oturup hazırlamamız bile bazen çok uzun bir zaman alabiliyor.
Yeni bir anayasa yapılacaksa bunun genel özellikleri neler olmalıdır? Öncelikle, anayasa ayrıntılı hükümler mi içermeli, yani kazuistik bir yöntemle mi yapılmalı, yoksa genel hükümler mi içermeli sorusu hep sorulur.
Bu noktada bizim kanaatimiz ayrıntılı düzenlemelerden kaçınmak lazım geldiği, kazuistik bir metotla anayasanın yapılmaması gerektiği, olabildiğince kısa ve çerçeve anayasa özelliklerinde bir metnin hazırlanmasının doğru olacağı kanaati bizde hasıl oldu ve gerekli bir kısım ayrıntılı düzenlemelerin de kanuna bırakılması lazım.
Mesela yükseköğretim kurumları anayasada düzenleniyor, ama çok detaylı bir düzenleme var, ihtiyaç duyulduğu zaman değiştirilmesi zor oluyor. Vakıf üniversitelerinin kurulması mümkün ama, şirketlere bizim Anayasa’mız üniversite kurma yetkisini vermiyor, ama benim şahsi kanaatim -arkadaşların da çoğu bu kanaatte- şirketlerin de üniversite kurabilmesinin doğru olacağı yönünde. İlköğretim okulunu şirketler açabiliyor, ortaöğretimi açabiliyor, üniversiteyi de açabilsin, ama Anayasa buna izin vermediği için böyle bir değişikliği yapamıyoruz. O yüzden detayları mümkün mertebe kanunlara bırakmakta fayda görüyoruz ve program hüküm niteliğindeki hükümlerin de anayasadan çıkarılması, kısaltılması açısından faydalı olur diye düşünüyoruz. İşte, “Devlet çiftçiyi koruyucu tedbirleri alır.”, “Sanatçıyı koruyucu tedbirleri alır.” gibi içi çok doldurulamayan hükümlerin çıkarılmasının doğru olacağı kanaatindeyiz.
Anayasanın diliyle ilgili birkaç şey söylemek istiyoruz. Bu temel kanunlarda dil konusunda belli sıkıntılar yaşandı. Anayasanın dilinin açık, anlaşılır, tutarlı olması lazım ve kavram birliğinin sağlanması lazım.
Bir kısım kanunlarımızdan Arapça ve Osmanlıca kökenli olduğu gerekçesiyle bazı kelimeler çıkarıldı ama, herkesin bildiği, anlayabildiği yerleşik kelimeler de çıkarıldı. Mesela Borçlar Kanunu’nda “hata” kelimesi çıkarıldı ve “hata”nın yerine “yanılma” denildi, “hile”nin yerine ise “aldatma” denildi. Hâlbuki hatayı da hileyi de bilmeyen yoktur ve bunlar yerleşmiş kavramlardır ya da bazı yerlerde “hata” bazı yerlerde “aldatma” gibi aynı kavramların kullanılması gerektiği hâllerde farklılıklar da olabiliyor, bu birliğin sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.
Ayrıca anayasanın sade ve anlaşılır olabilmesi için maddelerin ve cümlelerin kısa olması lazım. Bizim İsviçre Medeni Kanunu’ndan tercüme ettiğimiz Medeni Kanun’umuz ve Borçlar Kanunu’muz bu noktada güzel örneklerdir. Bir madde üç fıkra, bir fıkra da üç cümleyi geçmiyor, 24 Anayasası’nda da bu özelliklerin önemli ölçüde olduğunu görüyoruz ama, 82 Anayasamız sanki bir anayasa hukuku gibi uzayıp gidiyor, anlaşılması zor ve anayasanın bu noktada, hem kısa hem de üslup olarak kendine has bir üslubunun olması gerekiyor, mümkün olduğunca veciz ifadeler, akılda kalıcı ifadeler, şiir yazmıyoruz ama şiir gibi veciz ifadeler kullanılabilirse uygun olacaktır.
Yorumuyla ilgili, anayasada bir yorum kuralının olması gerektiği kanaatindeyiz, özellikle temel hak ve hürriyetlerle ilgili. Malumunuz demokratik ülkelerde temel hak ve hürriyetler kural, bunların sınırlandırılması istisnadır ve istisnalar da hukukta her zaman dar yorumlanır, ama geçmişte istisnaların geniş yorumlandığına çok şahit olduk ve bundan dolayı da temel hak ve hürriyetler, uygulamada, Anayasa’mız öyle demediği hâlde, bazen aşırı derecede daraltıldı, ortadan kaldırıcı, kısıtlayıcı yorumlar yapıldı. Bunun için belki bir yorum kuralı konulabilir buna ilişkin, istisnaların dar yorumlanacağı, tereddüt hâlinde temel hak ve hürriyetleri genişletici yorum tarzının kabul edileceği yönünde bir yorum kuralının konulmasında fayda görüyoruz.
Anayasanın bir başlangıç kısmının olması gerektiğine kısmının olması gerektiğine inanıyoruz, veciz bir şekilde kaleme alınmış bir başlangıç kısmı.
Ve çok tartışılan konulardan bir tanesi değiştirilemez hükümler, ilk üç madde… Bu noktada bizim kendi fakültemizde de görüş ayrılıkları oldu, acaba teknik olarak değiştirilebilir mi değiştirilemez mi... Bazı arkadaşlarımız 4’üncü madde hükmünden hareketle ilk üç maddenin değiştirilmesinin teknik olarak mümkün olmadığı kanaatindeler, bir kısım arkadaşlarımız da değiştirilebileceği kanaatindeler. Şahsen ben de değiştirilebileceği kanaatindeyim, teknik ve hukuki olarak bir problem olmayacağını düşünüyorum ancak değiştirilmesi teknik olarak mümkün olmakla birlikte değiştirilmesinin doğru olmayacağını, en azından şu ortamda doğru olmayacağı kanaatini taşıyorum. Özellikle ilk üç madde değiştirildiği zaman çok ciddi ve büyük tartışmalar gündeme gelecektir ve bu, toplumda da bir toplumsal bölünmeye yol açacaktır. Malumunuz olduğu üzere, özellikle başımızı çok ağrıtan terör örgütü bölücü birtakım niyetlerle belli talepler ileri sürüyor ve bu talepler de özellikle ilk üç maddede düğümleniyor. Buna karşı da toplumun geri kalan kesimlerinde ciddi tepkiler var. Eğer değiştirilsin denilirse terör örgütünün taleplerini karşılayacak mıyız karşılamayacak mıyız? Karşılanacak olursa bu sefer toplumun diğer kesimlerinden ciddi bir tepki gelecek. Bu nedenle eğer anayasa çalışmalarını sağlıklı bir biçimde tamamlamak istiyorsak, sonuç almak istiyorsak bu üç maddeye dokunmadan devam etmenin faydalı olacağı kanaatini taşıyoruz ancak bu üç madde içerisinde de laiklik çok tartışılan konulardan bir tanesi. Belki laikliğin tanımı yapılabilir ya da bu ilkenin din, vicdan ve ibadet hürriyetini teminat altına aldığı, laikliğin bu hürriyetleri kısıtlayacak şekilde yorumlanamayacağı başka bir maddede düzenlenebilir.
Temel hak ve hürriyetlerinin düzenlenişiyle alakalı olarak, tabii ki genişletici yorum tarzının kabul edilmesi lazım, özellikle insanların doğuştan sahip olduğu, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez haklar -hayat hakkı, mülkiyet hakkı gibi- teminat altına alınmalıdır. Seçme-seçilme hakları gibi siyasi haklar ve hürriyetler teminat altına alınmalıdır. Sosyal haklar, iyi bir çevrede yaşama, sağlıklı bir ortamda yaşama, iyi bir eğitim alma hakkı gibi haklar mümkün olduğunca korunmalı ve geliştirilmelidir. Bu noktada iki türlü hareket edilebilir, belki temel hak ve hürriyetler sayılabilir, mevcut Anayasa’mızda da böyledir ama böyle bir yol benimsenirse bunların nasıl sınırlandırılacağı de her maddede belirtilmelidir. Fakat sayma yoluna gittiğimiz zaman da sanki temel hak ve hürriyetlerin bunlardan ibaret olduğu gibi bir sonuç veya bir algılama da olabilir. Dolayısıyla, sayma yoluna gitmekten ziyade belki temel hak ve hürriyetlerin, asıl bunların sınırlamasının istisna olduğuna ilişkin bir genel hüküm, temel hak ve hürriyetlerle ilgili olarak konulup ancak nasıl sınırlanacağı ayrıca düzenlenebilir.
Takdir olunacağı üzere hiçbir hak ve hürriyet sınırsız değildir. Temel hak ve hürriyetlerin sınırlarının da öncelikle başkalarının haklarının ve hürriyetlerinin başladığı yerde bitmesi lazım çünkü birimiz bir hakkımızı kullanırken bir başkasının hakkına tecavüz edemeyiz. Bir de bunun tabii en önemli sınırı kamu düzenidir ama “kamu düzeni” muğlak bir kavramdır. Kamu düzeni sebebiyle temel hak ve hürriyetler sınırlandırılırken de dikkatli olunması icap eder. Elbette ki kamu düzeninden vazgeçemeyiz fakat kamu düzenine aşırı önem verildiği zaman hakların istenmeyen ölçüde sınırlanması gündeme gelecektir. Doğru olan, kamu düzeniyle temel hak ve hürriyetler arasında anlamlı bir dengenin kurulması ve bunun sağlıklı bir zemine oturtulabilmesidir.
Sınırlamanın istisnai bir tedbir olarak sadece zorunluluk hâlinde ve gerekli ölçüde yapılabileceği anayasada belirtilmelidir. Yine bunun anayasanın özüne, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı ve ancak hakkın özüne dokunmayacak biçimde yapılabileceği belirtilmelidir.
Sınırlamayla ilgili şöyle bir yol da düşünülebilir: Sınırlama hâllerine ilişkin düzenleme yapılırken kapsamlı bir düzenleme yapılması ve sadece olağanüstü hâl ve savaş hâli dışında kalan durumlarda ancak nitelikli çoğunlukla temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması da bir yol olarak önerilebilir.
Bu arada temel hak ve hürriyetlerle ilgili olarak milletlerarası anlaşmalarda yer alan hükümler bizim iç hukukumuza göre ve hatta Anayasa’mıza göre daha üst normlardır ve yürürlükteki Anayasa’mız ihtilaf hâlinde milletlerarası anlaşmaların kabul edileceğini düzenliyor. Bu doğrudur ama bizim Anayasa’mızda temel hak ve hürriyetlerle ilgili milletlerarası anlaşmalar, uluslararası hukuk normlarına göre daha güzel bir hüküm varsa, daha genişletici bir hüküm varsa onları kabul etmemiz doğru değil. O yüzden böyle bir değişiklik yapılabilir. Eğer bizim Anayasa’mız genişletici bir anayasaysa uluslararası normların değil bizim Anayasa’mızın üstün tutulması gerektiği noktasında bir hüküm konulabileceğini düşünüyoruz.