1 nolu alt komisyon tutanaklari iÇİndekiler



Yüklə 2,81 Mb.
səhifə18/39
tarix27.12.2018
ölçüsü2,81 Mb.
#87124
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   39

  • Tabii, bu iki kutup arasında bu düşünceyi geliştirirken… Bu asli kurucu Bu asli kurucu iktidarla ilgili tartışmamız bizim aslında şu noktayı öne çıkarmamıza imkân veriyor. Asli kurucu iktidar ne zaman çıkar sahneye diye sorduğumuzda genellikle anayasa hukuku, kamu hukuku, siyaset bilimi kitaplarına baktığınız zaman görürsünüz işte ya darbeden söz edilir, bir ihtilal olmuştur, bir Hükûmet darbesi olmuştur, bu bizim için çok acıklı bir durum demokrasimiz açısından, Çünkü toplumun yeni bir anayasa yapabilmesi için mutlaka askeri darbe olması gerekir gibi bir önermeyi ima ediyor en azından böyle bir yaklaşım. Dolayısıyla, bunu kabul etmek, anayasaların demokrasiyle olan bağlantısı açısından hem mümkün değil hem de zaten tarihsel örnekler bunu doğrulamıyor. Tarihsel örnekler toplumun büyük değişim dönemlerinde bu asli kuruculuk fonksiyonunun öne çıktığını gösteriyor. Bu asli kuruculuk kavramının ilk kullanıldığı yerlerden bir tanesi galiba da ilk kullanıldığı yer çoğumuzun zannetiğinin aksine Fransa değil, İngiliz İç Savaşı zamanında 1640’larda İngiltere’de kullanılan ama sonra İngiliz anayasacılığının gelişim çerçevesi içinde unutulmuş olan, yani İngilizlerin artık pek kullanmadığı bir kavram. Buna karşılık işte Fransız İhtilali’nden hemen sonra sieysin işte millete atfen kurucu iktidar kavramını kullanmış olduğunu biliyoruz. Fakat bu da bir devrim dönemi, yani ondan sonra da işte hep ya savaş olacak ya devlet yıkılacak, işte bazı anayasa hukukçularının söylediği gibi ya bir hukuk boşluğu doğacak filan diye ama özellikle 1978 İspanya Anayasası’nın yapılmasından itibarın son kırk yılda gelişen yeni anayasa hareketlerine baktığımız zaman aslında normal çalışan, işi yani gündelik yasa yapma, yasama işi olarak seçilmiş olan yasama Meclislerinin de yeni bir anayasayı yaptıkları pek çok örnek var. hatta anayasaların yeni anayasaların son kırk elli yılda b üyük bir çoğunluğu zaten bu tip normal yasama organları tarafından yapıılyor. Ama bu yapılış işleri genellikle çok böyle toplumların geldiği bir dönüşüm noktasında oluyor. Şimdi, Türkiye’nin aslında öyle bir dönüşüm noktasında olmuş olduğunu biz epeydir tespit ediyoruz, fakat bu yeni anayasa konusunda bir türlü anayasa değişikliklerinin ötesine geçen bir yeni anayasa formülasyonuna pek gidemiyoruz. Şimdi dolayısıyla şunu söyleyebiliriz biz en azından fikir düzeyinde veya anayasa kavramsallaştırmaları düzeyinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin asli kurucu iktidara sahip olduğunu zaten söyleyebiliriz, mantıki bir bakımdan, onu isterseniz, sorarsanız söylerim, Çünkü, yani şöyle söyleyeyim asli kurucu iktidar bir anayasa yapıldıktan sonra ortadan kaybolmaz ya da uykuya yatıp da tekrar bir başka kriz zamanını, bir başka darbenin olmasını filan beklemez, hep orada mevcuttur aslında. Bunu teknik olarak da gösterebiliriz. Mesela, Anayasanın bütününü değiştirse şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuda anayasaya aykırılık iddiası ortaya atılacak olsa bu anayasaya aykırılık iddiasına Anayasa Mahkemesinin önüne birisinin götürmesi gerekir. Çünkü Anayasa Mahkemesi Türkiye’de resen hareket e den bir mahkeme değil ve hiç kimse götürmezse, yani toplumda büyük bir uzlaşma var da işte Mecliste 110 milletvekili dahi çıkmıyor Anayasa Mahkemesine bunu götürecek, demek ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir anayasa yapabilir, hani pratik siyasi bakımdan. Ama onların hepsinin de ötesinde asıl belki vurgulanması gereken Türkiye’nin toplumsal olarak aslında bir kavşak noktasında olduğu ve bir politik karar vermesi gerektiği, çünkü şu anki mevcut anayasa düzeni yapılan onca iyileştirmeye ve pek çok reforma rağmen yasa düzeyinde de pek çok reform yapılmış olmasına rağmen istediğimiz, hedeflediğimiz işte hatta üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyi standartları ölçüsünde temel hak ve özgürlüklerle uyumlu bir demokratikleşme düzeyini yakalayabilmiş değil, bunu yakalayabilmiş olmamızın sağlanabilmesi bakımından da işte bu yeni anayasa ihtiyacı var. peki burada toplumun can alıcı sorunları hangi noktalarda düğümleniyor diye sorarsanız, bunlar, birinci mesele Kürt meselesidir. Yani Türkiye’nin Kürt meselesini çözmek için yeni bir anayasa ihtiyacı olduğu hemen hemen herkes tarafından kabul edilen bir şey. Bunu tabii nasıl telaffuz ettiğiniz ve Kürt meselesi derken ne anladığınız ayrı bir konu ama 1991’i hatırlıyorum ben Kürt meselesi olduğu zaman işte Süleyman Demirel o tarihte seçim kampanyası yürütürken en önemli iki slogan ya da üç sloganından bir tanesi şuydu, en önemsizinden başlayayım, Kürt meselesi bakımından hepsi önemli aslında: “Karakollar şeffaf olacak.”

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – “Camdan olacak…”

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – “Camdan olacak…” ikincisi şuydu: “Herkes birinci sınıf vatandaş olacak.” Bu, ima ediyor ki, bazı vatandaşlarımız demek ki, birinci sınıf vatandaş değil. Üçüncüsü de, “Kürt realitesini tanıyacağız.” Şimdi, 91’den biz geldik işte en son sizin iktidarınız döneminde, AK PARTİ iktidarı zamanında 2005 yılında çıkarılan bir kanunla Kürtçe’nin öğretilmesi serbest bırakıldı ama biraz uzun bir adı olan kanunla değil mi: Türk Vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerinin Öğretilmesi Hakkında Kanun diye bir kanunla yani bir türlü ana dil dememek için vesaire yani bunlar Kürt meselesini tam çözecek adımlar mı yoksa değil mi, çünkü Kürt reailtesini tanımanın yolu, Kürt kimliğinin, bu da tabii Kürtçenin kabul edilmesiyle ya da varlığının tanınmasıyla gerçekleşir dersek hani bu işte bir türlü hani adını koyamadığımız bir şey. Şimdi yeni anayasanın birinci, benim bu kişisel değerlendirmelerini parantez içine alsak bile, daha genel olarak toplumta görünen şey, bu Kürt meselesinin yeni anayasanın asıl hareketlendiricisi, müteharrik gücü olduğu, birincisi bu. İkincisi de laiklikle ilgili, laiklik kavrayışımızla ilgili ciddi bir problem var. Bu problem şöyle bir problem. Yani Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna giden süreçte Türkiye Cumhuriyetinin insan unsurunun mensup olduğu din, o dine inananların bu dini nasıl pratik ettiklerinden bağımsız olarak hani hemen hemen tamamı neredeyse Müslüman olan bir kitle üzerine inşa edilmiş. O yüzden bir anlamda uluslararası bakımından Türkiye’nin tescil belgesi olarak kabul ettiğimiz Lozan Antlaşması’nda da azınlıklar sadece gayrimüslimler olarak ifade edilmiş. O bakımdan işte Kürt sorununu, Alevi meselesini başka İslam inancına mensup grupların diyanetle olan sorunlarını filan konuşurken hep bu azınlık meselesi zaman zaman gündeme geliyor ve orada açmaza düşüyoruz, hatta Sayın Türmen belki çok daha iyi bilir benden, bu Avrupa Konseyinin ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele komisyonu diye bir komisyonu var, tam adını şimdi Türkçe doğrusu…

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – ACREE…

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – ACREE evet, onun mesela Türkiye’ye dönük önerilerinden bir tanesi de 1919 Cemiyeti Akvam dönemine özgü bir azınlık kavramına takılıp kalmaktan biraz uzaklaşması gerekiyor Türkiye’nin diye bir önerisi var. ben şahsen bu önerinin ciddi bir boyut taşıdığını zannediyorum ama tabii onlardan ayrı olarak Türkiye Cumhuriyetinin büyük bölümü Müslümanlardan oluşan bir insan unsurunu kendi uygun görmüş olduğu bir ulusal kimliğe göre biçimlendirmek üzere işte kendi uygun gördüğü biçimde Türk ve kendi uygun gördüğü ölçüde Müslüman yapmak üzere hani diyanet İşleri Başkanlığını da bu çerçevede kullanmak istediğini, bunun tek parti döneminde dinin denetim altına alınması şeklinde bir fonksiyon gördüğünü, ama daha sonraki dönemlerde ise Anayasanın 24’üncü maddesiyle mesela çok zor uyumlaştırılan bir müessese olarak karşımıza çıktığını da söylemeliyiz. Anayasa’nın 24’üncü maddesinin son fıkraıs biliyorsunuz, âdeta laiklik tanımı olarak kabul edilir Anayasa Mahkemesi içtihatlarında ve işte dini sembollerin vesaire siyasi şeylere alet edilmemesi gerektiğnii söyler fakat Başbakan bir siyasi kişiliktir, Başbakanı biz seçeriz, yani milletvekili olması gerekir Başbakanın, Başbakan milletin oyunu alan biisidir ve bir siyasi programın sahibidir ve bu siyasi program nedeniyle oy alır, o siyasi kişiliği ve görüşleri nedeniyle oy alır ve Başbakana bağlı genel idare içinde biz diyanet İşleri Başkanlığımız var, şimdi yani Başbakan Diyanet İşleri Başkanlığının da aynı zamanda yöneticisi, dolayısıyla ne yapsa, Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili bir şey olması lazım programında Başbakanın, dolayısıyla din ile siyaset iç içe geçecek. Geçmemesi zaten mümkün değil ama burada özellikle din ve vicdan hürriyetinin önünde birtakım problemler çıktığı, Amerikaların hani vatandaş yerine âdeta kullandıkları taxpare vergi mükellefi kavramına atfen işte Türkiye’de herkesin verdiği vergiden sadece belli bir yorumlanış biçimiyle İslamı promote eden, İngilizcesiyle bir diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilatının varlığı çok yaygın olarak rahatsızlık uyandırmaktadır. Keza bu bağlamda aynı şekilde işte zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersleri de esas itibarıyla bir din dersine dönüştürüldüğü için belli bir dinin öğretilmesi şekline dönüştüğü için ve son zamanlarda yapılan iyileştirme griişimlerinin de bu konuda sonuç vermediği anlaşıldığı için bu gibi meseleler Türkiye’nin politik olarak nasıl bir kavşak noktasında olduğunu da bize gösterdiği için bu iki mesele bana sorarsanız, yani çok daha altta belki sosyoekonomik başka faktörlere bağlayabiliriz bu meselenin tezahür etmesini ama esas itibarıyla Kürt meselesi ve laiklikle ilgili organizasyon ve pratik bozukluğumuz Türkiye’nin demokratik standartlara uygun bir devlet toplum ilişkisini inşa etmesinde ihtiyaç duyduğu yeni anayasanın temellerini oluşturuyor. Benim söyleyebileceklerim bunlar.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Hocam, çok teşekkür ederiz. Böyle bir ders anlatır üslubu içerisinde…

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Estağfurullah, hiç öyle bir hadsizlik yapmamışımdır inşallah.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Hayır hayır bunu bir eleştiri olarak değil, çok rahat bir şekilde, anlaşılır bir tarzda ifade ettiğiniz için ifade ettim.

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Sağ olun, teşekkür ederim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Arkadaşlarımızın soruları veya ilave açıklama talepleri olabilir.

  • Teamüle göre Rıza Bey’den başlıyoruz.

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Bunlar tabii çok önemli Levent Bey’in söylediği şeyler, yani teşhisler önemli de, çözüm acaba nedir, Anayasada nasıl yer almalı bu iki konu sorusu akla geliyor, bunları dinleyince tabii. Yani, Kürt sorunuyla ilgili Anayasa’da birkaç tane mesele var işte, vatandaşlık var, yerel özerklik var filan. Bunlar Anayasada nasıl yer almalı, ana dilde eğitim var, laiklikle ilgili söylediklerini anayasaya nasıl koymak lazım? Onları soracaktım.

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Hemen cevap vereyim çok kısaca: Birincisi, şöyle bir şey var, şimdi bazı meseleler Anayasanın metninden kaynaklanıyor ama bazı meseleler Anayasanın metninden kaynaklanmıyor, yorumdan kaynaklanıyor. Anayasanın değiştirilemez denilen işte 2’nci maddesinde cumhuriyetin nitelikleri arasında Atatürk milliyetçiliğine bağlılık ifade ediliyor. Şimdi bu aslında demokratik bir biçimde yorumlansa, sorun yaratmayabilir ama öyle yorumlanmadığı için problem yaratıyor, aslında bir anayasanın bir siyasi ideolojiye bağlılık ifade etmesi doğru bir şey değil ama Atatürk milliyetçiliğinden de ne anlaşıldığı da bir mesele biliyorsunuz ama şöyle bir yola gidilebilir mesela bir orta yol bulmak için, uzlaşma bakımından. Mesela Atatürk milliyetçiliği nedir diye sorsak, işte Atatürk zamanında bu milliyetçilik nasıl tanımlanmıştır diye bakar insan. Atatürk zamanında Atatürk’ün başında bulunduğu siyasi partinin programında yani altı oktan birisi olan milliyetçilik nasıl tanımlanmış, işte diyor ki, orada milliyetçilik, hemen karşısında: “Türk milletinin kendine mahsus özelliklerini muhafaza etmek kaydıyla diğer muasır –çağdaş- milletlerle terakki ve inkişaf yolunda hemahenk yürümek. “ Şimdi, burada birinciyi mi öne alacaksınız, yoksa ikinciyi mi öne alacaksınız? “Terakki ve inkişaf yolunda diğer muasır milletler hemahenk yürümeyi biraz öne çıkarırsanız, aslında demokratikleşme yolundaki bütün reformların önünü de Atatürk milliyetçiliğine bağlayarak aşabilirsiniz, dolayısıyla bazı şeyler işte her zaman yorumlandığı gibi yorumlanmayarak öyle kararlaştırmayabilir. Mesela türban meselesinde Anayasa Mahkemesi bu ilkeyi başka türlü yorumlayıp daha insan hakları standartlarına uyumlu kararlar üretebilir ya da Yargıtayımız vesaire ama öyle olmuyor. Sizin sorunuzla ilgili doğrudan bir mesele ana dilde eğitim meselesi. Burada 42’nci maddede açık bir yasak var. dolayısıyla bu açık yasak orada dururken bunu demokratikleştirici yorum yoluyla hiçbir yargı organının ilerletmesi filan mümkün değil, dolayısıyla bu yasağı oradan çıkarmak lazım. yani ana dilde, okullarda Türkçeden başka hiçbir dil ana dil olarak okutulamaz. Bunu çıkarmak lazım. bunu çıkarmak demek, Türkçe dışındaki başka dillerin ana dil olarak okutulabileceğini kabul etmek demek değildir ama ileride halkın demokratik tercihleri neticesinde ana dilde eğitim gibi bir düzenlemeyi yasama organı yapabilecekse o zaman bir anayasa engeli onun önünde olmaz. Dolayısıyla bu engel kalkmış olur. Mesela birinci yapılabilecek şeylerden bir tanesi bu. Zaten esik anayasalarımızda yoktu böyle bir yasak. Bu yasağı getirenler 12 Eylül darbecileri malumunuz. Dolayısıyla, zaten onların koymuş olduğu, darbe anayasasının getirmiş olduğu bir yasaklama hükmü bu. Herhâlde bu malumunuz 12 Eylül darbecileri önce birtakım yasaları yaptılar, sonra anayasayı yaptılar. Mesela YÖK yasası önce çıktı, sonra yasaya uygun Anayasa yaptılar, yani biraz tuhaf bir şey. Bu herhâlde onun gibi olmadı ama bana biraz öyle bir şeyi çağrıştırdı. Zaten Kürtçenin yasaklanmasını öngören bir yasa çıkarmışlardı 83 yılında yanılmıyorsam giderayak ve rahmetli Özal zamanında 91’de bu yasa yürürlükten kalktı ama mesela Kürtçe’nni serbestçe öğretilmesi bakımından da yasayı AK PARTİ zamanında 2005 yılında mevzuatımızda gördük. Bu engel kaldırılabilir. Bunun dışında Anayasada esas itibarıyla kürt kimliğinin tanınmasının önünde başka tür engeller arasında ne düşünülebilir? Bir vatandaşlık tanımı insanları rahatsız ediyor. Yani Kürtleri rahatsız ettiği gibi Türkleri de rahatsız ediyor. Yani ben Türk olduğum için söylüyorum, mesela beni de rahatsız ediyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür dediğiniz zaman bunu bir etnik bağlamda söylemediğinizi anlatmakta mesela zorlanabiliyoruz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti vatandaş olmayan pek çok halk var ve biz onlara Türk diyoruz. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan insanları da Türk saydığımıza göre demek ki sadece Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olanları Türk saymıyoruz, bir de vatandaşlık bağıyla bağlı olmayan işte Kıbrıs’ta Türkler var, Orta Asya’da Türkler var, Balkanlarda Türkler var. dolayısıyla, bu Türk kelimesi etnik referansları bakımından masum bir kelime değil, yani bir Türk olarak benkendim bu kelimenin pür nötr bir hukuki bağlam içinde bir vatandaşlık bağını ifade ettiği konusunda kendi kendimi ikna edemiyorum ki, bir bundan rahatsız olduğunu söyleyen bir kürt kardeşimizi ben nasıl ikna edebilirim? Dolayısıyla, dünya anayasalarının hemen hemen hepsinde Almanya anayasasına da bakabilirsiniz. Yani bir ben bir televizyon programında bunu söylediğim için Sayın Erdoğan Teziç bana itiraz etti ve Alman anayasasında Almanlığın tanımının yapıldığını söyledi. Daha doğrusu Alman vatandaşının da Alman olarak tanımlandığını söyledi, hâlbuki bu bir geçici maddeyle düzenlenen bir hükümde alman anayasasında coğrafyası çok değişmiş bir devlet Almanya’nın ülkesi, yani Prusya zamanında başka, 1919’da başka, 1949’a Bonn Anayasası yazılırken başka, dolayısıyla o anayasanın bir geçici maddesinde demişler ki işte eski 3. Reich ya da ondan önceki dönemlerde şu ülkelerde bulunan ama şu anda artık Federal Almanya’nın parçası olmayan ülkelerden kimler gelecek, kimler gelmeyecek? İşte onları tanımlamak için getirilmiş olan bir şey. Bunun dışında bizim girmeyi hedeflediğimiz Avrupa Birliği ülkelerinin anayasalarında da mensubu bulunduğumuz Avrupa Konseyi anayasalarında da tahminen söylüyorum ama büyük bir çoğunluğunda en azından böyle bir vatandaşlık tanımı yok. yani İtalyan devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes İtalyan’dır. İşte Alman devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Alman’dır. İspanyol devletine, zaten İspanya Anayasası bu konuda çok ileri bir düzenleme getiren bir anayasa. Dolayısıyla,bizim vatandaşlığı bir hak olarak sadece telaffuz etmemiz ve bu haktan kimsenin mahrum edilemeyeceğini, anayasal güvence altına almamız yeterlidir. Vatandaşın mutlaka bir adlandırmasının olması şart değildir. O nedenden ötürü… Zaten bu da yoktu bizim anayasalarımızda. Ne zamandan, nereden kaynaklanan bir sorundur, izninizle iki dakika, uzatmıyorsam, onu da söyleyeyim: Osmanlı’nın ilk anayasası biliyorsunuz 1876 Kanunu Esasi’si Osmanlı devleti vatandaşlarını tanımlama ihtiyacı içindeydi. Bu, Osmanlı için anlaşılabilir bir şey,çünkü çok değişik etnik gruplar ve çok değişik dini gruplar var, biliyorsunuz millet sistemiyle bu farklılıkları kabul eden bir tarihi müktesebatımız var. aslında bizim işimiz daha kolay, o müktesebatı düşündüğümüz zaman. Çünkü farklılıklar bizi korkutmamalı. Hatta Sloven yazar Zijzek de bu konuda insan hakların doğru dürüst öğrenmek istiyorsanız Osmanlıya bakın diye, böyle, benim hiç beklemediğim bir yazı da yazmıştı birkaç sene önce. Ben o kadar hani yüceltme düzeyinde konuşmuyorum ama hani bizim de bir tarihi avantajımız var bu farklılıkları kabul etme konusunda. Buradan yola çıkabiliriz. Yani Osmanlı vatandaşı Osmanlı ıtlak olunur tabirini biz 1924 Anayasasına Türk ıtlak olunur diye aldık.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ne demek?

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Denir, Türk denir, yani Osmanlı tebasına Osmanlı denir’i aynen 24 Anayasası 88’inci maddesinde Türkiye ahalisine din ve ırk ayrımı gözetilmeksizin vatandaşlık bakımından Türk denir ifadesiyle aynen aldı. Türk ıtlak olunur diye ama 61 Anayasasını yapanlar, bugünkü maddeyi yazdılar. Dolayısıyla, bu bizim tarihimizde son 50-60 yılın ürünü olan bir kavrayış. O yüzden bunu çıkarmakta bir beis de yoktur, tarihimize bir haksızlık da yoktur. demokratikleşmenin önündeki önemli engellerden bir tanesi de kalkmış olur, vatandaşlığı tanımlama diye bir ihtiyacı söz konusu değil.

  • Diyanet İşleri Başkanlığı konusunda, Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal statüsü 1961 Anayasasından önce yoktu. 1961 Anayasasında bir cümledir. Genel idare içinde diyanet İşleri Başkanlığı kurulur diye ama bugünkü anayasada çok garip bir ifadelendirme vardır 136’ncı maddede, her türlü siyasi görüşün dışındakalarak dedikten sonra milletçe bütünleşme ve dayanışmayı amaç edinerek diyor, bu ikincisi siyasi bir düşüncedir. Dolayısıyla, aslında Anayasanın başlangıç ve ikinci maddesinde var olan Atatürk milliyetçiliğine sanki bunu bağlamak suretiyle bir ulusal kimliğin inşası görevi diyanet İşleri Başkanlığına Anayasa açıkça vermektedir. 1961 formülüne dönülebilir veya TDiyanet İşleri Başkanlığına bana sorarsanız daha doğru olanı tam manasıyla özerk bir kamu kurumu hâlinde yeniden organize edilmelidir ve genel idare içinde olmaktan çıkarılmalıdır. Galiba bu kadar.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Teşekkür ederim.

  • Rıza Bey, var mı başka sorunuz?

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Yok efendim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Faruk Bey buyurun.

  • FARUK BAL (Konya) – Hocam çok teşekkür ederiz, zevkle dinledik saydıklarınızı.

  • Şimdi, ben tabii, doğru algılayabilmek için bunu sormak istiyorum: Bütün anayasalar ya hiç kimse diye temel özgürlüklerden başlar ya da herkes diye başlar. Tabii, her anayasanın da hangi topluma yapılıdğına ya da hangi devlete yapılıdığına ilişkin vurgular da elbetteki olacaktır, her anayasada bu var. Tartışma yaratmama adına öğrenmek istiyorum. Kürt kimliğini tanıdığımız zaman maddeler yazılırken sizin ifade ettiğiniz çerçeve içerisinde, elbette ki, Kürt kimliği dediğimiz kimlik, toplumumuzun bir parçasıdır ama bu herkes ve hiç kimseyi bir kenara bırakmış olacağız. O zaman nasıl başlayak temel hak ve hürriyetler, ödevler işte vesaire?

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Yok orada bir sorun yok, gene hiç kimse ve herkes diye başlar.

  • FARUK BAL (Konya) – O zaman tanıma, yani bunu anayasal sorun hâlinde görmüyorsunuz demektir bu takdirde?

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Hayır, Kürt kimliğini dışlayan bir anayasal vatandaşlık tanımımız var.

  • FARUK BAL (Konya) – Sadece anayasa değil, tamamında ifade ettim ben. Dedniz ki, anayasanın temel sorunu, Kürt meselesi, laiklik, din dersi vesaire diye. Şimdi bu meseleyi çzeceğiz diyoruz, anayasa da yapacağız, genellikle temel hak ve hürriyetler kısmında bu ortaya, bir de belki yerel yönetimlerde ortaya çıkacak. Evet, bu bir sorun ise, o zaman nasıl başlayacak çözüm?

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – İşte, çözümün birinci aşaması, anayasanın içinde birincisi devletin milliyetçiliğini anayasadan bana sorarsanız çıkarmak.

  • FARUK BAL (Konya) – Hayır hayır, onlar varsayalım ki çıktı, bu sorun ise, çözüm nasıl olacak? Yani örneğin, temel hak ve hürriyetlerden en azından vatandaşın ödevlerini bahsedeyim, vergi ve askerlik yapacak. Yapmayacak mı, az mı yapacak ya da temel hak ve hürriyetlerden az mı yararlanacak, çok mu yararlanacak, yani bu herkes, anayasayla ilgili olan herkes ya da hiç kimse kavramlarını etnik vurguyla böylece bozmuş oluyoruz gibi geliyor bana, ikincisi…

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Hayır, tam tersi, etnik vurguya çıkaralım diyoruz.

  • FARUK BAL (Konya) – Hayır hayır, mesele Kürt dediğinize göre, öbürünü ayrı bir tartışma mevzusu. Çözümü de Kürt diye başlamak lazım, o zaman nasıl başyaaycağız, nasıl genelliği ortadan kaldıracağız, genel ilkeleri nasıl ortadan kaldıracağız? Eşitlik ve genelliği nasıl kaldıracağız?

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Hiçbir etnik isme yer vermeden çözmek; benim anladığım o.

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Evet, ben de onu söylemeye çalıştığımı zannediyorum ama. Benim söylemek istediğim şu: Mevcut bir anayasa varken, Türkiye Büyük Millet Meclisi o anayasayı bir kenara bırakıyor ve zannediyorum uzlaşma komisyonunun üzerinde ilk uzlaştığı şeylerden bir tanesi 82 Anayasası yokmuş gibi bir yeni anayasa yapmak, zaten öyle demeseniz bile yeni anayasa lafı zaten onu çağrıştırıyor.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet.

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Şimdi, böyle bir girişim asli kurucu iktidar yetkisini kullanıyorum demektir. Asli kurucu iktidar yetkisi de bunu bir kez daha ifade etmek isteyeyim o zaman: Ya işte darbe, savaş, ihtilal, devrim gibi dönemlerde çıkar ya da işte ülkeler bazen geçmişlerinde vermiş oldukları ve bir anayasa düzeninin temelini oluşturan politik kararlarını değiştirme noktasına gelirler. Galiba Türkiye bu son noktada duruyor. Yani 1920’lerde bir, ona uzun uzun girecek zannederim zamanımız yok, ama Türkiye devletinin insan unsurunu Müslümanlık esasına göre mi tanımlayacğaız yoksa Türklük esasına göre mi tanımlayacağız şeklindeki bir çelişkinin 1920 ve 1924 arasındaki dönemde yaşanmış olduğunu ve 24’ten sonraki süreçte bunun çok ayan beyan bir biçimde işte Türklük lehine tercih edilmiş olduğunu görebilirsiniz. Şimdi gelmiş olduğumuz nokta bu politik kararı değiştirmek. Onun da aslında 1961 ve 82 ama özellikle 82 anayasasında şöyle bir izi var: yani anayasada bakın eğitim hakkını düzenleyen maddede siz Türk kelimesini kullanıyorsunuz, yani Türkçeden başka hiçbir dil ana dil okutulamaz diye eğitim hakkıyla ilgili maddeyi yazmışsınız. Kürtçe de ana dil okutulabilir diye yazalım demiyorum ben, ya da Kürt kelimesi anayasada o şekilde yer alsın demiyorum, o da düşünülebilir, ama bunu çıkarabilirsiniz. Bu madde yoktu. Yani Türkçeden başka bir dil ana dil olarak okutulamaz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – 82’ye kadar yoktu diyorsunuz?

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – 82’ye kadar yok böyle bir madde, böyle bir yasak yok. yani Türkiye’de farklı ana diller olduğunu biliyoruz.

  • FARUK BAL (Konya) – Evet, son bir soru Hocam, anayasada okutulamaz diyor, bu çok anlamsız bir ifade, okutmak ne demek yani?

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – “Okutulamaz” mı diyor, “öğretilemez” mi diyor, öyle bir şey.

  • FARUK BAL (Konya) – “Okutulamaz” diyor galiba, ben öyle hatırlıyorum, neyse. Şimdi, eğitim farklı bir anlamı içeren kelime, öğrenim de farklı bir anlamı içeren bir kelime. Ben eğitim ve öğrenim kelimelerinin karıştırıldığı ve bu karışıklıktan da kirli bir bilgi yayıldığı düşüncesine hâkimim. Siz ana dille eğitim mi düşünüyorsunuz, ana dilin öğrenilmesini mi düşünüyorsunuz?

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Ana dilin öğrenilmesi ve öğretilmesi önünde bir engel zaten yok, yani galiba talep de ana dilde eğitim şeklinde. Bunun çeşitli tatbikatları var, dolayısıyla yani Türkiye’d ana dilde eğitim üzerinde düşünülebilir ama bunu anayasaya koymak gerekmez, bu anayasa sorunu değil benim söylediğim. Yani anayasadan kaynaklanan bir sorun var, o madde oradan kalktığı zaman bu bir anayasa sorunu olmaktan çıkar, bir yasa sorunu hâline gelir. O zaman da yasa yapıcılar bunu çözerler.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, teşekkür ederim.

  • Ayla Hanım, buyurun.

  • AYLA AKAT ATA (Batman) – öncelikle çok teşekkür ederim, gerçekten çok aydınlatıcı oldu bizler açısından da, verdiğiniz örnekler üzerinden biraz daha anlaşılır olduğunu kabul etmek gerekiyor.

  • Burada 42’nci maddede dil konusunda yani ana dilin kullanımı, eğitimi öğretimi boyutuyla evet bir düzenleme var ama ana dilin genel anlamda kullanımının önündeki engellerin kalkması noktasındaki düşünceleriniz yani sadece eğitim öğretim anlamında değil, kamusal alan da dâhil olmak üzere. Bunu, merkezî yönetimin yetkilerini yerel yönetimlerle paylaşma sürecini ülke bütünlüğü içerisinde değerlendirirsek nasıl değerlendiriyorsunuz? Son olarak bu konudaki düşüncenizi de alalım çünkü iki başlık koydunuz, o iki başlığın anayasanın genelinde tartıştığımızda…

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Yani o konuda da ben çok netim. Şimdi, bizim Anayasa’mızın bir üniter devlet yapısını getirdiği ve bunun değiştirilemez olduğu yönünde bir tespit var. Tabii, bazı siyasi görüş sahipleri de bu tespiti yapıyor ama esas itibarıyla bir yargı yorumudur aynı zamanda yani Anayasa Mahkemesi de bu yorumu yapıyor. Yorumun temel dayanakları da 3’üncü madde “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” Keza 126, 127 yani 125’le başlayan, yanılmıyorsam, idareyle ilgili kısımlar.

  • Ben, rahmetli Hocam Yavuz Sabuncu’nun kitabınde yer verdiği bir değerlendirmeye daha yakınım bu çerçevede. Birincisi şu: 3’üncü maddede devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünden bahsediliyor ama bu üniter olmasını gerektiren bir durum değildir yani devletin ülkesi ve milleti bir federasyonda da pekâlâ bütün olabilir. Örneğin Almanya ülkesi bir bütündür ama Almanya federasyon şeklinde örgütlenmiştir. Aynı şekilde İspanya ülkesi bir bütündür. Bunlardan daha ilgi çekici örnekler olarak mesela üniterliği tamamen tartışma dışı olan Fransa, hem de değiştirilemez bir biçimde Fransa üniter bir, bütünlüklü bir devlettir yani bölünemez bir cumhuriyettir dedikten sonra 2003 yılında, yanılmıyorsam, anayasalarını değiştirip -onlar da biraz geri kaldılar aslında Avrupa müktesebatına katılmak bakımından- yerel özerkliği kabul eder, ademimerkezileşmeyi -daha doğrusu- kabul eder şeklinde bir anayasa değişikliği yaptılar. Aynı şekilde yine üniterliği ve ülkesel bütünlüğü tartışılmaz olan İtalyan Anayasası’nda bölge idarelerinden söz edilmekte ve her bölge idaresinin hangi konularda yasama yetkisine sahip olacağı da ayrıntılı bir biçimde anayasaya madde olarak yazılmış durumdadır. Yani çeşitli yollar var merkezî yönetim ile yerel yönetimler arasındaki ilişkinin düzenlenmesi bakımından. Dolayısıyla birincil olarak belki şundan vazgeçmemiz gerekir: Türkiye devletinin bir üniter devlet olarak örgütlenmesi değil, aslolan ülke bütünlüğü ve ulusal bütünlüktür. Ulus da vatandaşlar topluluğudur yani herhangi bir etnik referans yapmıyorsak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının oluşturduğu bir bütünlük bizim ulusumuzu, milletimizi meydana getirir. Bu milletin herhangi bir adlandırmaya ihtiyacı yoktur, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından oluşur, ülkesi de Türkiye Cumhuriyeti’nin şu anki ülkesidir ama bu sınırlar içinde biz çağdaş demokratik devletlerin anayasalarında var olduğu biçimiyle demokratik ademimerkeziyetçi yani yerel anlamda özerk idareler kurabiliriz. Esas itibarıyla zaten bizim şimdiki Anayasa’mıza göre de yerel yönetimler özerktir fakat bu özerklik, Anayasa’nın, idarenin bütünlüğü ilkesinin bir parçası olarak merkezin vesayetçi kontrolü altındadır. Buradaki idari vesayeti yumuşatmak yani hepimizin bildiği Amerika’yı yeniden keşfedecek durumda değiliz. İşte Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı bile nispeten geri bir belge olarak kalmıştır. Yani insanların daha doğrudan kendi mahallerinde –ben, bunu çok önemsiyorum çünkü sadece Kürt meselesi bağlamında değil- doğuda, batıda, Türkiye'nin her yerinde insanların kendi lokal meseleleriyle ilgili doğrudan karar alma mekanizmalarına daha erişebilir olmaları çok önemlidir. Çünkü yerele indiğimiz zaman yüz yüze ilişkiler daha öne çıkmakta ve böylece siyasi farklılıklar aslında o lokal sorun bağlamında mesela aslında belki biraz da anlamsızlaşmaktadır. Dolayısıyla Ankara’daki iktidarı ele geçirmek için yapılan bir parti siyasetinde çok kolaylıkla iktidar kavgasına malzeme olabilecek birtakım meseleler, yerele indiğiniz zaman, yerinde çözmeye kalktığınız zaman pekâlâ insanlar arasında bir anlaşma ortamının bulunmasına da yol açabilmektedir yani Türkiye'nin merkeziyetçiliği tasfiye etmesi acil bir ihtiyaç. Onu Sayın Türmen’in sorusuna da aslında cevap verirken söylemem gerekirdi. Bu, hem Kürt meselesini çözecektir ya da çözme yoluna sokacaktır hem de aslında Türkiye'nin genel olarak, hepimizin de düşündüğü şeyler zannediyorum. Hatta 12 Eylül darbesinin lideri dahi “Biz de bölge idareleri kurmayı düşünmüştük.” dedi. Herhâlde onların kafalarında başka şey vardı yani daha otoriter bir yapılanmayı bölge valilikleri eliyle sağlamak gibi bir düşünceleri belki olmuş olabilir ama yani bu bölgesel yönetim düzeninden, onun üzerinde düşünmekten, bunun önündeki anayasal engelleri kaldırmak ve bunu da bir yasa meselesi hâline getirmek bence uygun bir yol olur. Çünkü Anayasa’nın özellikle 126, 127 ki bunlar değiştirilemez hüküm değil dikkat ederseniz, 3’üncü madde buna engel değildir bana sorarsanız. Dolayısıyla pek rahatlıkla bu konuda yasama organının yani bizim aslında yapmamız gereken şey, yasama organının milletin temsilcilerinden oluşan organ olarak bu milletin demokratikleşme yönündeki taleplerinin önündeki var olan anayasal engelleri kaldırması suretiyle önünün açılması. Dolayısıyla kendisi ondan sonra milletin temayülleri doğrultusunda yolunu bulacaktır yani özerkliği yasayla, ana dilde eğitimi yasayla ne şekilde düzenleyeceği daha sonraki bir politik süreçte düşünülebilir. Önemli olan Anayasa’daki bu engellerin kaldırılmasıdır.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ayla Hanım, tamam herhâlde?

  • AYLA AKAT ATA (Batman) – Evet.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Hocam, çok teşekkür ederiz, ayağınıza sağlık.

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Estağfurullah.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok yararlandık.

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – Ben teşekkür ederim, lütfedip dinlediniz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Arkadaşlarımızın ifade ettiği gibi, çok aydınlatıcı oldu.

  • Başka vesilelerle sizinle tekrar görüşmek dileğiyle efendim, başarılar diliyoruz.

  • PROF. DR. LEVENT KÖKER – İnşallah.

  • Sağ olun.



  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Hoş geldiniz.

  • Hocam, aynı zamanda Yardımcı Doçent Doktor Sami Doğru Bey’le birlikte Çağ Üniversitesi olarak şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde yeni bir anayasa yapmak amacıyla kurulmuş olan Uzlaşma Komisyonunun 1 no.lu alt komisyonundasınız. Bu komisyonun görev alanına siyasi partilerimiz ve anayasal kuruluşların bu süreçle ilgili önerilerini, tekliflerini, tabii ki düşüncelerini almak suretiyle ve diğer iki komisyonumuz da sivil toplum örgütlerinin, hatta bireysel olarak vatandaşlarımızın görüşlerini almak suretiyle komisyonun mayıs ayında başlayacağı yeni anayasa yapım sürecinin alt yapısını oluşturmaktır.

  • PROF. DR. YÜCEL ERTEKİN – Çok güzel.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Bu amaçla, siz, eksik olmayın, üniversite olarak bu çalışmalara ilgi gösterdiniz, katkılarınızı ifade etmek istediniz, hem yazılı hem de şimdi sözlü olarak, buraya kadar zahmet ettiniz.

  • Sözü şimdi size veriyorum Sevgili Hocam, sizi dinlemeye hazırız.

  • PROF. DR. YÜCEL ERTEKİN – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım ve Komisyonumuzun değerli üyeleri; hepinizi Çağ Üniversitesi adına saygıyla selamlıyorum.

  • Bizi buraya kadar davet etmek ve Türkiye'nin gerçekten çok önemli bir sorun alanını oluşturan anayasa yapımı meselesinde görüşlerimizi sunma fırsatı verdiğiniz için de ayrıca teşekkür ediyorum.

  • Bildiğiniz gibi, bir toplumun siyasal açıdan örgütlenmesini düzenleyen, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan en üst norm sistemi, bir toplumsal uzlaşma metni olan anayasalardır. Cumhuriyet tarihimizde 1921 ve 1924 anayasalarını ayrı tutarsak 1961 ve 1982 anayasalarının hep olağanüstü koşullarda ve toplumsal uzlaşmaya pek fazla imkân vermeden yapıldığını görmekteyiz. Bu nedenle, anılan anayasalar, yapılmalarının hemen sonrasında toplumun çeşitli kesimlerinde eleştirilmeye başlanmış ve değiştirilmesi yönünde de girişimlerde bulunulmuştur. Bu yönden, ülkemizde toplumsal mutabakat esas alınarak yapılmış bir anayasa ihtiyacı ve bu ihtiyacın giderilmesi yönünde ciddi bir beklentinin yıllardır olduğunu tespit etmemiz gerekir.

  • Eğer toplum olarak gerçekten kendi irademiz ve uzlaşmamızla anayasa yapabilirsek bu anayasa gerçekçi bir üst norm değeri kazınır, kalıcılığı olur, saygınlığı olur ve giderek tabiatıyla bağlayıcılığı daha güçlü olur. Bu amaca yönelik olarak Sayın Meclis Başkanımızın inisiyatifinde başlatılan yeni anayasa çalışması her türlü takdirin üstündedir.

  • Bilindiği gibi, üniversitelerin asli görevlerinden biri de çeşitli araştırma ve çalışmalarla yöneticilere ışık tutmaktır. Bu kapsamda biz de Çağ Üniversitesi olarak oluşturduğumuz bir çalışma grubu marifetiyle –ki içerisinde birtakım profesör arkadaşlarımız ve konunun uzmanı elemanlarımızla birlikte- bir çalışma yaptık ve sizlere takdim ettik. Biraz sonra yardımcımın detayları hakkında bilgi vereceği çalışmanın incelenmesinden de görüleceği gibi, yapılacak yeni anayasanın kazuistik bir yöntemle yapılan 1982 Anayasası’nın aksine devletin temel kuruluşunu ve temel hakları ana hatlarıyla belirleyen bir çerçeve anayasa olması, dilinin hukuki kavramlardan uzak yurttaşlarımızın kolayca anlayacağı şekilde sade ve basit olması, bizim savunduğumuz görüşlerden biridir.

  • Yaptığımız çalışmada yeni anayasanın yapılış usulü ile içeriği konusunda önemli gördüğümüz birtakım hususlara değindik ve bazılarında da somut önerilerde bulunduk.

  • Şimdi, müsaadenizle, ben, arkadaşıma sözü bırakmak istiyorum.

  • Buyurun Sami Bey.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Sami Hocam, buyurun.

  • YRD. DOÇ. DR. SAMİ DOĞRU – Sayın Başkan, sayın milletvekillerim; ben de milletimizin iradesinin tecelli ettiği bu yüce çatı altında bulunmanın heyecanı içinde, mutluluğu içinde olduğumu belirtmek istiyorum. Hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

  • Çağ Üniversitesi olarak yeni anayasa konusundaki çalışmalarımızı biz iki başlık altında topladık. Önce anayasanın yapım usulü. Bu çerçevede, 24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin fonksiyonu dâhil bu işleri kimin yerine getirebileceği noktasındaki görüşlerimizi, sonra yapılacak anayasanın genel çerçevesinin nasıl olması gerektiği konusunda ve içeriğinde yer alacak önemli konularda somut teklifler arz edeceğim.

  • Bilindiği gibi, ister demokratik ister demokratik olmayan yollarla olsun yeni anayasa yapma ve mevcut Anayasa’yı değiştirme iktidarı anayasa hukukunda “Kurucu iktidar” kavramıyla ifade edilir. Biz, hukuk fakültesindeki derslerde de bunu öğrencilerimize anlatıyoruz.

  • 24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin tali kurucu iktidar yetkisini kullanarak 1982 Anayasası’nın değiştirilemeyen ilk dört maddesi dışındaki maddelerini değiştirebilme yetkisine sahip olduğuna kuşku yok ancak aynı tespiti aynı kesinlikle asli kurucu iktidar için yapmak kolay gözükmemektedir. Bu konudaki teorik tartışmalara girmek istemiyoruz. Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin oluşturduğu web sitesinde de yayımlanan bir araştırma raporunu da inceledim. Oradan da edindiğim hususları sizlere hatırlatarak, her ülkenin kendi koşulları çerçevesinde anayasasına değiştirilemeyecek maddeler koymasının evrensel hukukla bağdaşmaz bir yanının olmadığını değerlendiriyoruz.

  • Bu kapsamda bir ayrıntıyı da dikkatlerinize sunmak istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma merkezinin yaptığı bu çalışmada demokratik bir toplumun demokratik usullere uygun olmasına rağmen ihtiyaç hâlinde çoğunluk tarafından değiştirilemeyen anayasal hükümler düzenleme ihtiyacını neden duyduğunu ünlü teorisyenlerin bakış açısıyla değerlendirmiştir. Bu çerçevede bir düşünürün tespitini paylaşmak istiyorum sizinle. Ulysses’in bir ifadesi var, bir metaforu var, siren şarkılarından etkilenmemek için tayfasından kendisini bu dönemlerde direğe bağlamasını istemektedir. Aynı şekilde toplum da kendini katı anayasalar ile direğe bağlayarak kısa dönemli siyasal çalkantılardan kurtulmaya, dolayısıyla bu çalkantılardan etkilenmemeye çalışmaktadır.

  • Bu tespitlerden geldiğimiz nokta, yeni anayasa yapılması için asli kurucu iktidarın mevcut olması gerektiğidir. 24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, meşruiyetini 1982 Anayasası’ndan aldığı ve bu nedenle, asli kurucu iktidar olmadığına göre, Türkiye Büyük Millet Meclisini asli kurucu iktidar kılmanın yollarını aramak gerekecektir. Bir kurucu Meclis oluşturulmak suretiyle bunun yapılabileceğini ileri sürenler olmakla birlikte, içinde bulunduğumuz bu dönemde 24’üncü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi bu işe başladığından artık bunu tartışmanın da bir manası olmasa gerektir. O zaman, biz, toplumun büyük çoğunluğunun arzuladığı yeni anayasayı yapamayacak mıyız? Öncelikle bunun cevabını aramamız gerekmektedir.

  • Burada akla ikinci bir soru gelmektedir: Biz bu Anayasa’yı neden değiştirmek istiyoruz, Anayasa’nın içeriğinin günümüz demokratik değerlerine uygun olmadığı için mi, yoksa sırf darbe Anayasası olduğu için mi? Bu sorulara cevap verdiğimizde görülmektedir ki toplumdaki yeni anayasa arzusu büyük oranda 1982 Anayasası’nın özgürlükleri kısıtlayıcı niteliğinden kaynaklanmaktadır. Her ne kadar 1982 Anayasası günümüze kadar 17 defa değiştirilmiş olsa da bu değişiklikler çoğunlukla birbirinden bağımsız ve bir bütünü gözeterek yapılan değişiklikler olmadığı için Anayasa’nın genel kurgusu da bozulmuştur.

  • Hâl böyle olunca yapılacak iş, mevcut Anayasa’yı, 175’inci maddedeki, anayasanın değiştirilmesi hükümlerine dayanılarak ilk dört madde dışındaki bütün maddelerini değiştirip, yeni anayasa hâline getirmektir. Hatta bu çerçevede adını da değiştirip yeni anayasayı “Türkiye Cumhuriyeti 2012 Anayasası” olarak adlandırabiliriz. Bu yöntem, ayrıntılarda farklılıklar olsa da az önce zikrettiğim Meclisin hazırladığı raporda da belirtildiği gibi, 1990’larda Orta ve Doğu Avrupa’daki anayasal değişikliklerde uygulanmıştır. Böylece tali kurucu iktidar kullanılarak Anayasa’nın yine anayasada öngörülen yol ve sınırlarla değiştirilmesiyle, bütünüyle yeni bir anayasa yapılmasının ortaya çıkardığı bu Meclisin bir kurucu Meclis olmaması nedeniyle yeni bir anayasa yapamayacağı gibi gereksiz meşruiyet tartışmaları da ortadan kalkmış olacaktır.

  • Yeni yapılacak anayasanın şekle ilişkin önerileri az önce Sayın Dekanım arz ettiler. Ben, vaktinizi bu konuda almak istemiyorum, esasa ilişkin önerilere gelmek istiyorum.

  • Anayasa’nın “Başlangıç” kısmı öncelikle zikretmek istediğim bölüm. Bu başlangıç kısımları, dayandıkları felsefenin, anayasanın dayandığı felsefenin açıklandığı bölümlerdir. Bu kapsamda yazılacak başlangıç kısmı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, temel değerlerini belirten, aynı zamanda evrensel insan haklarına vurgu yapan bir metin şeklinde olmalıdır.

  • Bu çerçevede, 1982 Anayasası’nın değiştirilemeyecek hükümlerinden olan “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2’nci madde, başlangıçta belirtilen temel ilkelere atıf yapmaktadır. Bu temel ilkeler korunarak “Başlangıç” kısmının sadeleştirilebileceğini düşünüyoruz.

  • Biz “Anayasaların ideolojisi olmaz, rengi olmaz.” görüşüne katılmıyoruz. Tam tersine, anayasalar, ülkelerin yol haritalarıdırlar. Anayasalar olmadan ülkeler amaçsızca seyrederler. Bu bakımdan, her anayasanın güçlü bir felsefesi, ideolojisi olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti devletini yol haritasız, amaçsız, konjonktürel dalgalanmalardan etkilenebilecek şekilde bırakmak mümkün değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olmasıdır.

  • Yine “Başlangıç” kısmından sonra “Genel Esaslar” bölümünde değiştirilemeyecek maddelerle ilgili görüşlerimizi arz etmek istiyorum. Malumlarınız olduğu üzere, 1982 Anayasası’nda değiştirilmez maddeler var. Cumhuriyet anayasalarıyla, az önce Sayın Dekanım da arz ettiler, 21, 24, 61 ve 1982 anayasalarında belirtilen, korunmak istenen temel değerleri ifade eden bu değiştirilmez maddelerdeki ilkeler genellikle bugüne kadar yapılan anayasalarımızda korunmak istenen temel değerlerdir. Ancak bu temel değerleri zedelemeden, değiştirilmez ilkelerin düzenlendiği maddelerin ifade tarzında ve norm niteliği taşımayan ifadelerde düzeltmeler yapılabileceğini değerlendiriyoruz. Bu kapsamda 2’nci maddede yer alan “…toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde…” ibaresi maddeden çıkarılabilir çünkü 4’üncü madde de 2’nci maddenin tümünü değil, cumhuriyetin niteliklerini değişmezlik kapsamına almıştır. 3’üncü maddede yer alan “Dili Türkçedir.” kuralını da “Resmî dili Türkçedir.” şeklinde değiştirmek pekâlâ mümkündür. Böylece, bu değişiklik, yeni bir kural oluşturmayacaktır. Zaten maddenin kenar başlığı da bu kuralda resmî dilin amaçlandığını göstermektedir.

  • 82 Anayasası’nın ilk üç maddesi ile “Başlangıç”ta belirlenen temel ilkelerde esasen Anayasa’nın temel felsefesi ortaya konmuştur. Başta cumhuriyetçilik, laik devlet ve üniter devlet ilkeleri olmak üzere 4’üncü maddede sayılan devletin kimliğini, temel felsefesini oluşturan değiştirilmez kurallar, Türk milletinin özenle korumak istediği ebedî değerlerin anlatımı olup bu değerlerin ebediyen korunması konusunda toplumda büyük bir mutabakat bulunmaktadır.

  • Bu kapsamda düşündüğümüz önemli maddelere ilişkin tekliflerimiz var. Onları, uygun görürseniz, sizlerle paylaşmak istiyorum. Örneğin devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti. Az önce zikrettiğim husus, burada “Resmî dili Türkçedir.” şeklinde değiştirilerek bu şekilde bir yazım tekniğiyle bunu bu hâle getirebileceğimizi değerlendiriyorum.

  • Bir diğer husus egemenlik konusu. İçinde bulunduğumuz dönemde Avrupa Birliğine giriş ve aynı zamanda özellikle anayasa değişikliklerinde halk oylaması, doğrudan demokrasinin araçlarından olan halk oylamasının da kullanılması dikkate alındığında bu maddeye yansıda da belirttiğim, renklendirdiğim ilavelerin yapılmasının uygun olacağını değerlendiriyoruz.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – “Doğrudan” kelimesiyle kastettiğiniz referandum mu sadece?

  • YRD. DOÇ. DR. SAMİ DOĞRU - Evet, evet, şu anda ama bu yeni anayasayla farklı araçlarda belki gündeme gelebilir.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Tabii ki.

  • YRD. DOÇ. DR. SAMİ DOĞRU - Bir diğer husus, yasama yetkisi. Elbette ki yasama yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir ancak az önce bahsettiğim gibi, halk oylamalarıyla doğrudan halkımız da bu yetkiyi kullanıyor. Belki o bakımdan buraya böyle bir ilave yapılmasının uygun olacağını değerlendiriyoruz.

  • Yargı yetkisi konusunda yine bir teklifimiz var. Mevcut 82 Anayasası’nda yargı yetkisinde bağımsız mahkemelerden bahsediyor. Buraya bir de “Yansız mahkemeler” ifadesinin eklenmesinin uygun olacağını değerlendiriyoruz.

  • Ülkemizde çok fazla tartışılan din ve vicdan özgürlüğü konusu var. Bu milletimizi oluşturan farklı din, mezhep ve inanç mensuplarının tümünün birlikte dinî eğitime tabi tutulmaları fiilen mümkün olmadığı gibi inanç özgürlüğü bağlamında çocuklarına din eğitimi ve öğretimi aldırmak istemeyen vatandaşlar da olabilecektir. Günümüzde yaşıyoruz bunun sıkıntılarını. Devletin vatandaşlarına zorla din öğretmek gibi bir yükümlülüğü ve görevi de bulunmamaktadır. 82 Anayasası’nın 24’üncü maddesinde din kültürü ve ahlak dersi, uygulamalarda zorunlu din dersi olarak algılandığından milletin değişik kesimlerinde değişik eleştirilere uğramış, hatta konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dahi götürülmüştür. Bu nedenle, biz, yeni bir yazım öneriyoruz. Özellikle sarıyla gösterdiğim ifadeyle bu sorunun aşılabileceğini değerlendiriyoruz: “Bu eğitim ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır.” şeklinde.

  • Bir diğer teklifimiz yine günümüzde çok fazla tartışılan bir konu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı konusu. Bu maddeyi de yansıda gördüğünüz sarı şekliyle ifade edilen “Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır.” ifadesi eklemekle bu sorunun çözülebileceğini değerlendiriyoruz.

  • Bir diğer husus, tabii ki devletin bu ana çatısının belirleneceği anayasada yasama, yürütme, yargı organlarının nasıl şekilleneceği. Bu konuya ilişkin de bazı özet düşüncelerimi anlatmak istiyorum, arz etmek istiyorum. Özellikle son zamanlarda başkanlık sistemine geçişin gündeme getirildiği gözlenmektedir. 1924 Anayasası’ndan bu yana Türkiye’de uygulanan parlamenter sistem ile başkanlık sistemi karşılaştırıldığında elbette ikisinin de güçlü ve zayıf yanları bulunacaktır. Bununla birlikte ülkemizde uzun yıllardır işletilmeye çalışılan parlamenter sistem kapsamında mevcut kurumsal birikimimiz ve Türkiye'nin özel koşulları parlamenter sistemin özel koşulları parlamenter sistemin muhafazasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Elbette 2007 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle getirilen Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kuralı bir parlamenter sistemde olması gerektiği hâline döndürülmelidir. Buna biraz sonra ayrıca değineceğim.

  • Bir de bu çerçevede yasama organıyla ilgili, mevcut 1982 Anayasası’nın düzenlemesinin uygun olduğunu yani tek Meclisli bir yasama organında kalınmasının uygun olacağını değerlendiriyoruz.

  • Yasama konusuna gelindiğinde çok fazla tartışılan husus dokunulmazlık, yasama dokunulmazlığı konusu. Malumları olduğu üzere, biz Anayasa derslerinde de yasama dokunulmazlığını ikiye ayırıyoruz; yasama sorumsuzluğu ve yasama dokunulmazlığı şeklinde. Yeni yapılacak anayasamızda da bu iki hususun birbirinden ayrı maddeler hâlinde düzenlenerek yapılmasında fayda mülahaza ediyoruz. Bu kapsamda yasama sorumsuzluğunda hiçbir tereddüt yok, herkes hemfikir ama yasama dokunulmazlığı konusunda da yeni bir yazım teklifimiz var. Buna göre, yine, milletvekili seçilenlerin tutuklanması, sorguya çekilmesi hâlleri tabii ki dokunulmazlık kapsamında olacak ama buna bir istisna getirilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Örneğin, bir yıldan daha fazla hürriyeti bağlayıcı ceza gerektiren suçların suçüstü hâllerinde yakalama, gözaltına alma, sorguya çekme ve tutuklama koruma tedbirlerinin yetkili makamlar tarafından yapılmasına ama Meclise bildirilmesine, ancak ondan önce taksirli suçlar hariç bir yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir suç işlediği ileri sürülen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılsın ama Meclis kararı olmadıkça da tutuklanmasın yani yasama faaliyetinin engellenmesinin önüne geçilmesini arzu ediyoruz. Tabii ki kamu vicdanının yaralanmaması açısından, gerektiğinde, eğer yargılanması gerekiyorsa da Meclis buna karar versin diye değerlendiriyoruz.

  • Bir diğer husus, Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinde düzenlenen uluslararası anlaşmaların diğer kanunlarımıza göre ne durumda olduğu. Malumları olduğu üzere, 2004 yılında yapılan bir Anayasa değişikliği ile “Uluslararası anlaşmaların sadece temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanları kanunlardan önce gelir.” diye bir ifade konmuştu. Bu bir çeşit sorunları çözdü ama sadece kısmi bir çözüm bu. Hâlbuki Anayasa’nın başka maddelerinde bu maddeye atıflar var, uluslararası sözleşmelere atıflar var. Bütün bunlar dikkate alındığında bizim şöyle bir teklifimiz var: Örneğin, 16’ncı maddede, 42’nci maddede eğitim ve öğretim ilgili, 92’nci maddede savaş hâli ilanıyla ilgili. Dolayısıyla bunu sadece temel hak ve özgürlüklerle ilişkili tutmak yetersiz olacak diye değerlendiriyoruz. O zaman nasıl olsun? Şöyle bir teklifimiz var: Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi hâlinde çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşmaların hükümleri esas alınsın diyoruz tamamen.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – İstisna getirmiyorsunuz.

  • YRD. DOÇ. DR. SAMİ DOĞRU – Getirmeyelim diyoruz, evet.

  • Yürütmeyle ilgili söylemek istediğim birkaç şey var. Yeni anayasanın parlamenter demokrasinin gereklerine uygun hüküm ve mekanizmalar içermesi gerektiği düşünülmektedir. Bu nedenle yürütme yetkilerinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu arasında paylaşıldığı, yürütmeye ait asıl yetkilerin Bakanlar Kuruluna tanındığı, Cumhurbaşkanının yetkilerinin ise sembolik konularla sınırlandığı klasik parlamentarizmin Türkiye için en uygun tercih olduğu düşünülmektedir. Bu çerçevede parlamenter sistemin felsefesine uygun şekilde Cumhurbaşkanının Parlamento tarafından seçilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. 1982 Anayasası’nın güçlü yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanlığı ile parlamentarizmin temel unsurlarının yer aldığı melez bir hükûmet sistemini benimsemiş olması uygulamada ciddi sorunlar yaratmıştır. 82 Anayasası’nın yarattığı bu sistemde parlamenter geleneğin etkisiyle Cumhurbaşkanının sorumsuzluğu hükmüne yer verilmiş ancak Cumhurbaşkanlığına parlamentarizmin özüyle bağdaşmayan güçlü yetkiler sunulmuştur. Böylece sorumsuz olanın yetkili olduğu, sorumlu olanın ise yetkiyi kullanamadığı, dünyada örneği olmayan melez bir hükûmet sistemi doğmuştur. 2007 yılında Anayasa’da yapılan değişiklikle bu melez yapı daha da güçlenmiştir. Bundan böyle, cumhurbaşkanlarıyla, hükûmet ve Parlamento çoğunluğu arasında görüş ayrılıkları ortaya çıktığında, Cumhurbaşkanı, halk tarafından seçilmenin manevi rolünün de etkisiyle anayasal yetkilerini sonuna kadar kullanmakta tereddüt göstermeyecek, böylece daha önce de ortaya çıkmış olan devlet hayatının kilitlenmesi sorunu daha da vahim boyutlara ulaşacaktır. Bu nedenle, yeni anayasada bu yanlışlığın mutlaka düzeltilmesi yani Cumhurbaşkanının Parlamento tarafından seçilmesi ve klasik parlamentarizmin doğasıyla, yetki ve sorumluluğun paralelliği ilkesine uygun olarak yetkisiz ve sorumsuz bir Cumhurbaşkanlığı yapısının kabul edilmesi gerektiği düşünülmektedir.

  • Yine, 82 Anayasası’nda Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı konusunda açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bu konu çeşitli vesilelerle gündeme gelmiş, hatta istismar edilmiştir. Bu bakımdan yeni anayasada Cumhurbaşkanının dokunulmazlığı konusu açık bir şekilde belirtilmelidir. Aynı şekilde, görev dışı konularla ilgili sorumluluğu ve sorumsuzluğunun da düzenlenmesinin uygun olacağını değerlendiriyoruz. Fazla detaylara girmek istemiyorum vaktinizi almamak için.

  • Yargı yolu konusuna ilişkin söyleyeceklerimiz var. 1982 Anayasası’nın 125’inci maddesine göre idarenin her türlü eylem ve işlemleri yargı denetimine tabi olmasına karşın, kimi maddelerde bazı istisnalara yer verilmek suretiyle bu hakların kullanılamadığını görüyoruz. Bu bakımdan, özellikle Askerî Şûra kararlarının, Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlere ilişkin olarak yargı yolunun açık tutulmasında fayda var diye değerlendiriyoruz.

  • Şimdi, bizim de çok önemsediğimiz yükseköğretim kurumları ve üst kuruluşlar konusunu arz etmek istiyorum. Malumları olduğu üzere, 1982 Anayasası’nın 130 ve 131’inci maddelerinde yer alan yükseköğretim kurumları ile üst kuruluşları, özellikle yükseköğretim kurumlarının yönetsel ve bilimsel özerkliğe sahip olmamaları ve YÖK’ün bu bilimsel ve yönetsel özerkliği ortadan kaldırdığı gerekçeleriyle eleştirilmektedir. Üniversiteler evrensel ölçekte bilim ve eğitim yapan özerk, bilimsel ve felsefi kurumlar hâline getirilmelidir. Bu nedenle, yükseköğretim kurumlarının bu iki özerkliğe de kavuşabilmeleri için kendileri tarafından seçilen organlar eliyle yönetilmeleri, YÖK yerine sadece yükseköğretim kurumları ile ilgili eş güdümü sağlayacak bir organın oluşturulması gerekmektedir. Eş güdümü sağlamak amacıyla belirlenen bu organın aynı zamanda eğitim standartlarını yükseltmek maksadıyla yükseköğretim kurumlarını yönetsel ve bilimsel özerkliklerini korumak şartıyla denetlemesini de öngörüyoruz. Yükseköğretim kurumlarının mutlaka bir denetim mekanizması içinde olması gerektiğini değerlendiriyoruz.

  • Diğer taraftan, yine 1982 Anayasası’nın düzenlediği devlet ve vakıf üniversitelerine cevaz veriyor malumlarınız. Bizim, vakıf üniversitelerinden edindiğimiz bir tecrübeyi de dikkate alarak, artık, özel üniversitelerin de kurulması gerektiğini değerlendiriyoruz çünkü bu yasak sürdüğü sürece vakıf üniversitesi kurmak yoluyla özel üniversite kurmanın bir nevi arkasından dolanılmaktadır dolayısıyla bunu açık tutmak, denetim mekanizmalarını gerektiği gibi yapıp bu serbestliği de getirmenin uygun olacağını değerlendiriyoruz. Bu kapsamda teklif ettiğimiz yeni bir yazım modeli şöyle: Burada az önce de arz ettiğim gibi yönetsel özerkliğe sahip üniversiteler yükseköğretim koordinasyon kurulunun koyduğu kural ve standartlara göre kurulsun istiyoruz. Özel üniversitelerin kurulmasını arzu ediyoruz. Bir de yükseköğretim kurumlarının koordinasyonunu sağlayacak yükseköğretim koordinasyon kurulu kurulsun istiyoruz. Bu koordinasyon kurulu da üniversiteler tarafından seçilecek kişilerden oluşacak. Onların seçeceği ve nihai olarak da Cumhurbaşkanın atayacağı kişilerden oluşması gerektiğini düşünüyoruz.

  • Bir diğer arz etmek istediğim husus, Türkiye de çok da fazla tartışılan Diyanet İşleri Başkanlığı konusu. Malumları olduğu üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı -içinde bulunulan 82 Anayasası ve uygulamasını da dikkate aldığımızda- özellikle farklı din ve mezheplerden oluşan bireylere gerekli hizmetleri veremediği noktasında eleştirilmektedir. Bu nedenle böyle bir yazım modelimizle bu eleştiriyi de ortadan kaldıracağımızı değerlendiriyorum.

  • Yargı konusuna ilişkin bazı önerilerimiz ve değerlendirmelerimiz var. Demokratik bir anayasa düzeni için vazgeçilmez olan temel prensip yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığıdır. Gerçekten yargının tarafsız ve bağımsız bir güç olması yasama ve yürütme gibi siyasal organlarla idari makamların yetkilerini hukukun üstünlüğüne bağlı olarak kullanmalarının en önemli garantisidir. Bu maksatla yargının kurumsal bağımsızlığının temin edilmesi için 82 Anayasası’ndaki hükme paralel bir düzenleme yapılması uygun olacak ancak diğer taraftan hâkim ve savcıların bireysel bağımsızlığının sağlanması için yargı organının yönetiminin yürütmenin etkinliğinden çıkarılması gerekmektedir. Bu kapsamda bizim şöyle bir teklifimiz var: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ikiye bölünsün; Hâkimler Yüksek Kurulu, Savcılar Yüksek Kurulu olsun. Hâkimler Yüksek Kurulunun içinde Adalet Bakanlığı bakanı ve müsteşarı bulunmasın. Savcılar Yüksek Kurulunun içinde onların bulunmasında bir mahzur görmüyoruz.

  • Yargıya ilişkin arz etmek istediğim bir diğer husus, malumunuz tabii ki yargı üç ayaklı; savunma var, karar verici makam var, iddia makamı var. Savunma makamının da yani avukatların da anayasada kurumsal olarak düzenlenmesinin uygun olacağını değerlendiriyorum.

  • Çok teşekkür ediyorum, sağ olun.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Evet, Sami Hoca’ya çok teşekkür ederiz.

  • Hocam, zahmet ettiniz. Derli toplu, anlaşılır bir şekilde bir sunum yaptınız. Çok teşekkür ederiz. Düşünceleriniz, önerileriniz gayet iyi anlaşıldı. Biz, şu anda, konuşmamın başında ifade ettiğim gibi, kamuoyunun, siyasi partilerimizin, üniversitelerimizin, sivil toplum örgütlerinin ve vatandaşlarımızın bu süreçle ilgili önerilerini topluyoruz, tespit ediyoruz. Sonra bunlar bir değerlendirme raporuna bağlanacak, sonra Komisyonumuz bütün bunlardan yararlanarak inşallah yeni bir anayasayı yapmaya çalışacak. İnşallah muvaffak oluruz.

  • Size de çok teşekkür ederiz. Kolay gelsin, başarılar diliyoruz.

  • PROF. DR. YÜCEL ERTEKİN – Teşekkür ediyoruz, saygılar efendim.

  • Kapanma Saati: 15.44



  • DÖRDÜNCÜ OTURUM

  • Açılma Saati: 15.51



  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

  • Bundan bir süre önce Parlamentomuzda kurulmuş bulunan Anayasa Uzlaşma Komisyonunun 1 no.lu Alt Komisyonunun bugünkü çalışmasına hoş geldiniz.

  • Türkiye Partisi adına Merkez Disiplin Kurulu Başkanı Sayın Tahsin Türkçapar, Genel Başkan Yardımcısı Sayın Nurettin Bilici, Genel Sekreter Mehmet Erşahin ve Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi Memet Ali Suçin.

  • Parlamentomuzda grubu bulunan dört siyasi partiden eşit sayıda milletvekili arkadaşımızın içinde yer aldığı Anayasa Uzlaşma Komisyonu üç alt komisyon kurdu. Şu anda burada bulunan arkadaşlarımız 1 no.lu Alt Komisyonda görev yapıyor. Başta siyasi partilerimiz olmak üzere anayasal kuruluşların anayasa yapım süreciyle ilgili önerilerini, düşüncelerini ve tekliflerini tespite çalışıyoruz. Bu çalışmalarımız nisan sonuna kadar devam edecek. Diğer alt komisyonlarımız da diğer sivil toplum örgütlerinin, baroların, odaların, derneklerin, vakıfların ve vatandaşlarımızın bu konudaki önerilerini tespite çalışıyorlar. En sonunda teknik heyetlerimiz birer değerlendirme raporu hazırlayarak Komisyonumuza sunacaklar ve biz de 12 kişiden oluşan Sayın Meclis Başkanımızın da riyasetinde Komisyon olarak yeni anayasa yapım sürecini başlatacağız. İnşallah başarılı oluruz. Sizin bu sürece ilgi göstermeniz ve katkıda bulunmak istemeniz bizi ziyadesiyle memnun etti, o bakımdan çok teşekkür ediyorum. Sayın Genel Başkana da teşekkürlerimizi ve saygılarımızı iletiniz lütfen.

  • Sunumu sanıyorum siz takdim edeceksiniz değil mi?

  • TÜRKİYE PARTİSİ MERKEZ DİSİPLİN KURULU BAŞKANI TAHSİN TÜRKÇAPAR – Evet, izinlerinizle.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Tabii.

  • Buyurun Sayın Türkçapar.

  • TÜRKİYE PARTİSİ MERKEZ DİSİPLİN KURULU BAŞKANI TAHSİN TÜRKÇAPAR – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, muhterem katılımcılar; daha mükemmel bir anlayışla adaleti sağlamak, ülke içinde huzuru güven altına almak, genel refahı artırmak ve özgürlüğün nimetlerini kendimize ve gelecek kuşaklara mal etmek için yapılmakta olan anayasa çalışmalarının başarılı sonuçlanması dileklerimle sizleri saygıyla selamlıyorum ve Türkiye Partisinin bu konudaki görüşlerini arz ediyorum.

  • Anayasalar, bilindiği gibi, devletin hukuksal yapısının temelini oluşturan, ulus adına yetki kullanacak anayasal organları, yetkilerin sınırlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini belirleyen, hak ve özgürlükleri düzenleyen temel hukuk metinleridir. 1982 Anayasası'nın yürürlülüğe girdiği tarihten itibaren hemen her siyasi partinin yeni anayasa isteğini açıkladığı, teklifler ileri sürdüğü, komisyonlar kurduğu bilinmektedir. Bu arada, ülkemizin önemli sivil toplum kuruluşları tarafından kamuoyuna açıklanmış taslak metinler de bulunmaktadır.

  • Türkiye'de çok partili siyasi hayata geçildikten sonra, 1961 ve 1982 anayasaları hazırlanmış; ilki, seçmenlerin yüzde 81'inin katıldığı oylamada yüzde 61,5 çoğunlukla, ikincisi seçmenlerin yüzde 91,7'sinin katıldığı oylamada 91,37'sinin oyuyla kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir ancak seçmen katılımının, kabul oylarının yüksekliği bu iki Anayasa’nın da askerî müdahale koşullarının ürünü olduğu gerçeğini değiştirememiştir ve bugün ihtiyaç duyulan sivil anayasa talepleri, 1982 Anayasası'nın yüzde 91 oyla kabul edilmesine rağmen hazırlanış koşullarına duyulan itirazı anlatmaktadır. Mevcut Anayasa'nın 117 maddesi günümüze kadar değişmiş olmasına rağmen yeni anayasa talebi karşılanamamıştır dolayısıyla Türkiye Partisi olarak Türkiye'nin askerî müdahaleye maruz kalmamış, üzerine mevcut iktidarın gölgesi düşmemiş ve toplumsal mutabakatla hazırlanmış yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğuna inanmaktayız. Eğer yeni anayasanın hazırlanma süreci, Türkiye Büyük Millet Meclisinde çoğunluğa sahip iktidar partisinin gölgesinde gerçekleştiği bir izlenimi toplumda uyandırırsa yüzde 91 oyla kabul edilip yürürlüğe giren 1982 Anayasası'ndan daha fazla tartışma konusu olacağı açıktır dolayısıyla usul her işin başıdır. Mecelle’de bir hüküm var, müsaadenizle arz edeyim: “Usul hakka vusuldür.”

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Ulaşmadır. “Vusul” ulaşma demek değil mi?

  • TÜRKİYE PARTİSİ MERKEZ DİSİPLİN KURULU BAŞKANI TAHSİN TÜRKÇAPAR – Evet. Yani usul sağlam olmadıkça esasa ulaşmanız hiçbir zaman mümkün değildir.

  • Devam ediyoruz. Türkiye Partisinin görüşleri bu temele dayalı olarak aşağıda sunulmuştur.

  • Birinci öneri: Sürdürülen anayasa çalışmaları toplumda hiçbir heyecan doğurmamıştır çünkü izlenen yöntem yanlıştır. Bu yöntem böyle sürdürülürse başladığı gibi bitecektir. Her şeyden önce mevcut Anayasa'da, Anayasa değişikliklerinin nasıl yapılacağı belirlenmiş olmakla birlikte yeni bir anayasanın nasıl yapılabileceği düzenlenmemiştir. Bu durumda Türkiye Büyük Millet Meclisinin mevcut Anayasa'yı toptan yürürlülükten kaldırıp yeni bir anayasa yapma yetkisi yoktur. Üstelik mevcut milletvekillerinin "Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim." diye yemin ederek göreve başladığı düşünülecek olursa konunun önemi daha da iyi anlaşılır. Bu Anayasaya bağlı kalacağına yemin eden milletvekilleri Anayasa’nın değiştirilmesini, teklif edilemez maddelerini değiştiren yeni bir anayasa teklifini nasıl yapacaklardır? Değiştirilmesi teklif edilemez maddelere dokunulmayacaksa hazırlanan anayasa nasıl yeni bir anayasa sayılacaktır? 1982 Anayasası'nın yeni bir versiyonu ortaya çıkacaksa bunca çabanın ne anlamı olacaktır? Ayrıca mevcut hukuk düzeni, yeni anayasa çalışmalarında izlenecek usul ve esaslar açısından bağlayıcıdır. Anayasa, Madde 6: "Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz." Bu kuralın Anayasa'da hiçbir istisnası yoktur. Dolayısıyla, nihai amaca ulaşmak açısından kurulan alt komisyon dâhil şu ana kadarki anayasa çalışmalarının hukuki dayanağı yoktur. O hâlde nasıl bir yöntem izlenmelidir? Bu engelin aşılabilmesi için yapılacak ilk iş, bir anayasa değişikliği ile Anayasa’nın tamamının değiştirilmesi konusunda milletten yetki alınmalıdır. Bu anayasa değişikliğinde, yeni anayasanın hangi usul ve esaslar çerçevesinde yasalaştırılacağı da düzenlenmelidir.

  • İkinci öneri: Yeni anayasa teklifinin hazırlanmasında uygulanacak usul önemlidir. Şu anda izlenen yöntem yeni bir anayasa için ihtiyaç duyulan katılıma sahip değildir. Mecliste grubu bulunan partilerden oluşan üyelerin bir araya gelmesiyle katılım tamamlanamaz. Başkanlığınızda Komisyon üyeleri ile birlikte dolaşıp sivil toplum kuruluşlarını ziyaret ederek katılım sağlamaya çalışmak konunun ciddiyetiyle de bağdaşmıyor görüntüsü vermektedir. Belirtildiği gibi yeni bir anayasa yapmakla anayasa değişiklikleri yapmak aynı şey değildir, aynı usule tabi tutulamaz. Nitekim, bazı Avrupa ülkeleri anayasaları, anayasanın toptan değiştirilmesine ilişkin özel düzenlemeler içermektedir. Örneğin İspanya Anayasası'nın 168’inci maddesine göre, Anayasa'nın topluca değiştirilmesi önerilirse üçte 2 çoğunlukla oylanacağı, Parlamentonun derhâl fesholunacağı ve yeni seçilmiş meclisin üçte 2 çoğunlukla yeni anayasayı inceleyip onaylayacağını hükme bağlamıştır.

  • Yeni anayasa teklif metninin hazırlanmasında farklı ve gerçekten katılımcı bir yapının oluşturulması gerekmektedir. Özel bir anayasa meclisi kurulmalıdır. Bu meclis, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan partilerin temsilcilerinden değil, aynı zamanda 2011 genel milletvekili seçimine girmeye hak kazanmış partilerin, sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, belediyelerin, bazı kamu kurum ve kuruluşlarının ve değişik sosyal kesimlerin temsilcilerinden oluşturulmalıdır. Anayasa meclisinin kuruluş ve çalışma esasları birinci öneride zikredilen anayasa değişiklik teklifinde yer almalıdır.

  • Üçüncü öneri: Yeni anayasada, cumhuriyetin temel organlarına ilişkin düzenlemelerin yapılmasından önce, önerilen anayasa meclisinin öncelikle sistem konusunda bir karar vermesi gerekir. Türkiye Cumhuriyeti parlamenter demokrasi mi olacak, yoksa başkanlık sistemine mi geçilecek? Bizim demokrasi geleneğimiz parlamenter demokrasiye özgü kurumlar ve kurulların gelişimiyle bugüne ulaşmış bulunmaktadır. Parlamenter demokrasi, demokrasimizin ruhu niteliğine bürünmüştür. Bu, tarihî birikimin bir sonucudur. Dolayısıyla, Türkiye Partisi olarak yeni anayasanın parlamenter demokrasi esas alınarak hazırlanmasından yanayız ancak her iki sistemi var kılan kurumsal yapılarda önemli farklılıklar bulunduğundan önce sistemin ne olacağına karar verilmesi, sonra organların buna göre düzenlenmesine ihtiyaç vardır. Parlamenter demokrasinin üzerine oturtulabileceği bir yapıya başkanlık sistemi monte edilemez diye düşünmekteyiz.

  • Dördüncü öneri: Eğer yeni anayasa parlamenter demokrasiyi esas alacaksa Millî Güvenlik Kurulu, YÖK, Anayasa Mahkemesi kaldırılmalı ve her halükârda seçim barajı olmamalıdır ve yapılacak anayasada ayrıca hangi tip bir millet meclisi seçilme yöntemi uygulanacağı da vurgulanmalıdır, belli edilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı devlete bağlı bir kurum olmaktan çıkarılarak özel bir şekilde yeniden düzenlenmelidir. Siyasi partiler, demokrasinin ürünüdürler ancak siyasi partilerin kendi iç işleyişleri demokratik değildir. Siyasi partiler ve seçim kanunlarının demokratik bir nitelik kazanması, mevcut partilerin egemen olduğu yasama sürecinde mümkün değildir. Bu nedenle, anayasa meclisinin, yeni anayasa teklifi ile birlikte aynı zamanda Siyasi Partiler Kanunu ve seçim kanunları teklifini de hazırlaması gereklidir. Birinci öneride belirtilen anayasa değişikliğinde söz konusu husus dikkate alınmalıdır. Nitekim, 1982 Anayasası’nın yapılması sırasında siyasi partiler ve seçim kanunları o Anayasa ile birlikte aynı gün yürürlüğe girmiştir, aynı kurum hazırlamış ve…

  • Beşinci önerimiz şudur: Yeni anayasa tamamıyla çağdaş, demokratik değerlere, insan hak ve özgürlüklerine dayalı olarak çağdaş uluslararası metinler de dikkate alınarak hazırlanmalıdır.

  • Saygı ile arz ederim.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz Sayın Türkçapar.

  • Biz, Komisyon üyeleri olarak sadece kurumlarımızın ve kişilerin önerilerini, görüşlerini alıyoruz, herhangi bir tartışmaya prensip olarak girmiyoruz çünkü bütün bu önerileri daha sonra biz Komisyon olarak çalışmaya başladığımızda çok geniş şekilde değerlendireceğiz ama arkadaşlarımızın belki söyleyecekleri olabilir.

  • Cumhuriyet Halk Partisi Grubunu temsilen Rıza Türmen Bey Komisyonumuzda.

  • Söyleyeceğiniz bir şey var mı?

  • RIZA TÜRMEN (İzmir) – Çok teşekkür ediyorum Tahsin Bey’e.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Faruk Bey, Milliyetçi Hareket Partisi?

  • FARUK BAL (Konya) – Ben de çok teşekkür ediyorum, sağ olun.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Barış ve Demokrasi Partisi adına Ayla Hanım?

  • AYLA AKAT ATA (Batman) – Ben de çok teşekkür ediyorum.

  • İşin usulü kadar esasa değinmemişsiniz, usulü daha çok önemsemişsiniz. Ben, esas hakkında da deneyimlerinizi ya da görüşlerinizi aktarmanızı beklerdim açıkçası.

  • TÜRKİYE PARTİSİ MERKEZ DİSİPLİN KURULU BAŞKANI TAHSİN TÜRKÇAPAR – Tabii, detaya girmek olacağı için biz bir siyasi parti olarak böyle bir tartışmanın içine girmek istemiyoruz. Bizim kişisel olarak birçok önerilerimiz var, ben onu şahsen, benim kendi görüşüm olarak Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına iadeli taahhütlü mektupla gönderdim. O mektupta ayrıca benim şahsi görüşlerim var fakat bu bizim partimizin görüşü.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Nurettin Bey, buyurun bir şey mi söyleyeceksiniz?

  • TÜRKİYE PARTİSİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI NURETTİN BİLİCİ – Efendim, bu konu da aslında var metnimizde. Yani işin esas tarafı aslında var. Yani bir “anayasa” dediğimiz vakit bir teşkilat boyutu var bir de insan hakları boyutu var. Yani daha çok teşkilatla ilgili kısmın ve bu şekille ilgili kısmın ilk başta açıklığa kavuşturulması gerekir diye bu metnimizin özeti o ama öbür tarafta insan hakları, onlarla alakalı değerlendirmeler de burada var, belki çok küçük kaldı, çok kısa kaldı ama bu çok şey ifade ediyor. Yani bu son beşinci önerimiz kapsamında yer alan çağdaş demokratik değerler, insan hakları, özgürlükler, tamamen o evrensel değerler, onlar ortadadır, İnsan Hakları Uluslararası Beyannamesi. Yani referansımız orasıdır tamamen.

  • MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Çok teşekkür ederiz Nurettin Bey.

  • Peki, çok teşekkür ederiz.



  • Kapanma saati: 16.09













  • Yüklə 2,81 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   39




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin