MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Uzlaşma Komisyonunun 1 nolu Alt Komisyonu toplantısını açıyorum.
Efendim, tekrar hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Bugün alt komisyonumuz Adnan Menderes Üniversitemizin, yeni anayasa yapım sürecine katkıları bağlanımda önerilerini dinleyecek. Adnan Menderes Üniversitesini temsilen Komisyonumuza Doçent Doktor Sayın Fatma Neval Genç Hanımefendi, Yardımcı Doçent Doktor Sayın Kerem Batır Bey ve Yardımcı Doçent Doktor Sayın Ramazan Kılıç Bey teşrif ettiler. Kendilerine hoş geldiniz diyorum.
Biraz önce sohbet anında da Komisyonumuzun çalışmaları ve yürüttüğü yol haritasıyla ilgili sizi kısaca bilgilendirmiştim. Şimdi, Adnan Menderes Üniversitemiz yirmi yıllık bir üniversite, sürekli gelişme gösteren bir üniversitemiz. Biraz önce siz de ifade ettiniz, hukuk fakülteniz yok ama İktisadi ve İdari Bilimler Fakülteniz var. Siz bu fakültede görev yapıyorsunuz. Yazılı olarak metninizi gönderdiniz ama şimdi sözlü olarak sizi dinlemek ve önerilerinizi almak istiyoruz. Ayaklarınıza sağlık, çok teşekkür ederiz. Komisyonumuzda tutanak da tutuluyor. Sözü şimdi size vereceğim ancak Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal Bey de Komisyon Üyemiz. Siz söze başlamadan önce belki birkaç cümleyle söyleyecekleri olabilir.
Faruk Bey, buyurun.
FARUK BAL (Konya) – Evet, değerli arkadaşlar, hoş geldiniz. Milletin en önemli hukuk normu olan anayasa yapımı ile ilgili Meclisimiz bir çalışma içerisindedir. Bu çalışmaya ciddi katkılar vereceğinizi ümit ediyor, hoş geldiniz diyorum.
MEHMET ALİ ŞAHIN (Karabük) – Sayın Genç, buyurun efendim.
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DOÇ. DR. FATMA NEVAL GENÇ – Teşekkür ederim Sayın Vekilim.
Öncelikle Kerem Hocamın az önce bıraktığı yerden devam edeyim. Gerçekten biz Adnan Menderes Üniversitesi olarak daha doğrusu merkezden uzak bütün üniversitelerin ortak kaderini paylaşıyoruz. Çoğu zaman matbu yazılar geliyor, biz de onlara hemen anında cevap veriyoruz ama Hocamın da belirttiği gibi hakikaten bu sözlü sunum davetini aldığımda oldukça heyecanlandık. Okulumuz adına, rektörlüğümüz adına bu görev bize verilmişti. Biz de bunu İktisat Fakültesinde -Tıpkı sizin burada yapmaya çalıştığınız gibi- nasıl daha fazla katılımı sağlayarak yapabiliriz diye bir yöntem izledik ve bütün bölümden arkadaşlarımızla oturarak, bölüm başkanlarımızın görevlendirdiği arkadaşlarımızla beraber bir ortak metin hazırlamaya çalıştık. Dediğim gibi bu sözlü sunum daveti hakikaten bizi memnun etti. Burada dikkate alınmak, burada bulunmak hem de sizlerle tanışmak bizim için ayrı bir mutluluk vesilesi. Öncelikle bunun için teşekkür ederim. Bizim hazırladığımız daha çerçeve, daha ilkeler bazında bir metin, daha önce de gönderdiğimiz gibi. Burada arkadaşlarımla toplantıdan önce de konuştuğumuz gibi ben bir giriş yapıp, daha sonra arkadaşlarımla beraber devam etmek istiyorum müsaadeniz olursa.
Yeni anayasa çalışmaları tabii ki tüm toplumsal yapıda çeşitli ölçülerde gündemde ve tartışma buluyor. Özellikle akademik çevrelerin de yeni anayasa konusuna ilgisi yoğun, muhalefet etme veya destekleme anlamında olsun. Çok canlı bir tartışma sürüyor. Dolayısıyla bu açıdan değerlendirdiğimizde belki bir anayasa hazırlık çalışmaları açısından bir vaka olarak da düşünülebilir bu süreç, katılıma, diyaloga bu kadar çok önem verilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi nezdinde. Bence bu da başlı başına değerlendirilmesi gereken bir konu.
Bizim önerilerimize geldiğimizde, ben dediğim gibi kısa bir giriş yapmak istiyorum. Bizim okulda da konuştuğumuz, arkadaşlarımızla da konuştuğumuz temel meselelerin başında, 1982 Anayasası’nın en çok dile getirilen, ona yönelik en çok eleştirilerden biri olarak çok ayrıntılı bir anayasa olması, uzun bir anayasa olması ve hemen hemen her şeyi içine almaya çalışan bir anayasa olması noktasında daha çok birleşti eleştiriler. Dolayısıyla belki şekil itibarıyla ilk başta bundan bahsetmekte fayda var.
Farklı ülkelerin anayasalarına da baktığımızda daha çerçeve niteliğinde, temel ilkeleri çizen, genel ilkeleri ortaya koymaya çalışan ve evrensel ilkeler bazında bir çerçeve öneren yapılar olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla yeni yapılacak olan anayasanın da mevcut Anayasa’nın bu çok ayrıntılı, her şeyi düzenlemeye çalışan, belki de her şeyi kontrol etmeye çalışan anlayıştan biraz daha uzak, biraz daha az ayrıntılı ve çerçeve niteliğinde olması bizim bu tartışmalarımızda ilk öne çıkan durum tespiti oldu. Dolayısıyla bu uzunluk meselesinin, ayrıntılılık meselesinin giderilmesi veya bu problemin giderilmesi, yeni anayasada daha az ayrıntıya yer verilmesi önerilerimizin başında geliyor.
En çok konuşulan meselelerden bir başkası, yine bizim üniversitemizin önerisinde: Özellikle başlangıç hükümleriyle alakalı, başlangıçtaki ifadelerle, başlangıç metniyle alakalı gelişti. Buranın da yine anayasanın genelinin ayrıntılı olması gibi buranın da çok ayrıntılı, belli bir perspektifi haklılaştırmak istercesine uzun tutulmuş bir başlangıç bölümü olması eleştirilen konulardan bir tanesi olmuştur.
Yine burada anayasanın özü, ruhu, çoğu hukuk kuralında da buna dayanılması, anayasanın özü ve ruhu kavramlarına. Bir taraftan anayasaların ideolojisiz olması gerektiğini savunurken diğer taraftan bir anayasanın bir özünün ve ruhunun olmasının bir tezat oluştuğu noktasında yine eleştiriler gelmişti.
Yapılacak olan anayasanın ideolojilerden uzak veya tüm ideolojilere eşit mesafede, temel vurgusunun insan olması, devletten ziyade insan olması, insan üzerinde, birey üzerinde durması ve buna göre şekillendirilmesi ya da bunu nirengi noktası alarak şekillendirilmesi ve temel vurgunun bununla bağlantılı olarak yine insan hakları, temel hak ve özgürlüklerine dayalı devlet üzerine inşa edilmesi gerektiği noktasında bizim tartışmalarımız şekillenmişti.
Dediğim gibi bu sözünü ettiğim, iki üç temel nokta aslında bizim önerimizin esas öne çıkan boyutlarını oluşturuyor. Ben böyle bir girişle noktalamak istiyorum, arkadaşlarıma da süre açısından söz vermek adına.
Teşekkür ederim tekrar.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Teşekkür ederim.
Kerem Bey, buyurun.
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ YARDIMCI DOÇENT DOKTOR KEREM BATIR – Çok teşekkür ederim efendim.
Şimdi, tabii ki böyle bir yazı bize gelince, fakültemizde böyle bir masa toplantısı yapıp, bir beyin fırtınası yaptık yani biz nasıl bir katkı verebiliriz bu sürece diye.
Bir İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi olarak hukuk bilimleri ana bilim dalımız var. Anayasa hukuku dersleri veriyoruz ancak tabii ki teknik olarak Anayasa hukukçumuz yok yani onun için biz teknik olarak zaten burada teknik bir çalışma yapılacağı dolayısıyla bir anayasa tasarısı hazırlanacağı için ilk önce acaba sadece yükseköğrenime has bir görüş mü bildirsek yoksa geneli hakkında mı görüş bildirsek diye düşündük. Hâkim olan anlayış, öğrencilerle sürekli bir arada olan bizlerin, onların da fikirlerini esas alarak bir entelektüel olarak toplumda yaşayan bireyler olarak geneli hakkında görüş bildirmenin daha uygun olacağını düşündük ve bu konuda Hocamın da belirttiği gibi çerçeve ilkeler bazında bir görüş bildirmeye gayret ettik.
Şimdi tabii ki özelde yükseköğrenim sistemi hakkında da söylenebilecek birkaç söz var ama genel olarak baktığımızda, bir defa anayasanın kısa olması yani kısa derken ana hatlarla, ana maddelerden oluşması hususuna dikkati çekmek istedik. Çünkü, bildiğiniz gibi bugün Avrupa insan hakları sistemi içindeyiz. Anayasaların en temel fonksiyonu bireylerin hak ve özgürlüklerini bir tarafta ifade ederken diğer tarafta da devletin temel organizasyonunu belirtmek. Bunun dışındaki hükümler aslında anayasaya konması gerekmeyen hükümler.
Ve yine bildiğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti bugüne kadar hiçbir anayasasını olağan bir dönemde yapamadı. Yani, en olağan anayasa diyebileceğimiz 1924 Anayasası bile esasen Cumhuriyetin kurulmasından sonra yine böyle bir dönemde yapıldı. 1876’dan bu yana bütün anayasalarımız bir olağanüstü hâl döneminde -tabii teknik olarak olağanüstü hâl değil, ifade olarak, sosyal bir olgu olarak söylüyorum- yapıldı. Dolayısıyla her anayasanın içinde bulunduğu dönemin ihtiyaçlarına hitap eden bir yönü var. Artı bir önceki döneme tepki olan bir yönü de var. Yani, 1924 Anayasası saltanata tepki idi, 1961 Anayasası tek parti iktidarına tepki idi, 1982 Anayasası işte bir önceki döneme tepki idi. Sürekli bir tepkisel bir yaklaşım söz konusu.
İlk defa Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir olağanüstü hâl olmadan normal bir dönemde anayasa yapma şansını elde ediyor. Bu çok önemli ve bunun için artık hiçbir şeye tepkisel olmayan bir anayasa yapmamız lazım. Yani, yaşayan, yaşayacak, ileriye dönük, işte Amerika Birleşik Devletlerindeki gibi belki yüz yıl iki yüz yıl yaşayacak bir anayasa yapmak lazım ve anayasanın da sık sık değişmemesi lazım. Bahsettiğiniz gibi yani 1982’den bu yana anayasa neredeyse bir buçuk yılda bir değişmiş ya da on dört ayda bir değişmiş yani bu tarz bir anayasa sebebi o dönemin olayları üzerine kurulduğu için ya da belli bir tepkisellik içerdiği için toplum değiştikçe, ortam değiştikçe değişikliklere uğrar hâle gelmiş. Ama anayasa temel metindir. Anayasa mümkün olduğu kadar ana ilkeleri, ulaşmak istediğimiz hedefleri koyması gereken bir metindir ve projeksiyonu geleceğe yönelik yapmalıdır. Bugünkü bazı hadiseler, bugünkü bazı olumsuzluklar ya da bazı şeyler bizim anayasamızın bugün için değerlendirmemize sebebiyet vermelidir diye düşünüyoruz.
Onun için mümkün olduğu kadar çerçeve genel prensipleri konan ve yasama organına takdir yetkisi bırakan, yasama organının olaylar geliştikçe kendi yasama faaliyeti içinde bunları çözebileceği bir anayasa öneriyoruz. Tabii bunu önerirken dediğimiz gibi anayasanın birinci hedefi temel hak ve özgürlükleri düzenlemesi ve bu konuda da esasen çok da bir şey yapmasına gerek yok anayasanın. Niye? Çünkü, Avrupa insan hakları sistemi içindeyiz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisini kabul etmiş durumdayız. Türkiye’deki bir yargı süreci sonunda insanlar Avrupa’ya insan hakları yargısına gidebiliyorlar ve o kararlar Türkiye’de artık uygulanabiliyor, yargılamanın iadesi şeklinde.
Dolayısıyla yapılması gereken en nihayetinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin bir nevi iç hukuka geçirilmesidir. Tabii ki bu sözleşme iç hukuka geçirildi, uluslararası anlaşmaların Anayasanın 90’ıncı maddesi gereğince temel haklar ve özgürlükler konusundakilerin üstünlüğü var ama niye böyle bir ikilem olsun? Yani, biz Anayasa’mızın insan haklarına ilişkin maddelerini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddelerini alıp koysak ve zaten bunlara tabiyiz. Böylece uygulamada bir farklılık doğmasa insanlarımız bizim mahkemeden aldığı kararları götürüp Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşımak zorunda kalmasalar. Dolayısıyla evrensel, uluslararası standartlarda bir temel hak ve özgürlükler bölümümüz olsa ve tüm işte Avrupa Birliğinden gelen eleştirileri ya da diğer işte Amerika’nın dışişleri raporu bilmen nesi falan yani bu tip şeylere artık maruz kalmasak diye düşünüyoruz. Temel haklar ve özgürlüklere ilişkin şu anda çok detaylı düzenlemeler var Anayasa’mızda. Buna gerek yok yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin madem tarafıyız, uyguluyoruz. Zaten oraya başvurabiliyoruz yargı yoluyla ve onu uygulayabiliyoruz Türkiye’de. Bu artık bizim anayasamızın bir parçası olsun. Yeni yeni özgürlük tanımları aramayalım, tüm Avrupa’da kabul edilen evrensel değerleri alıp burada kullanalım diye düşünüyoruz.
Yine bir başka konu: Özellikle günümüzde Avrupa’da da, Türkiye’de de etkinliğini yavaş yavaş kaybeden bir sosyal devlet olgusu var. Sosyal devlet olgusunun ülkemizde hâlâ çok gerekli ve geçerli olduğunu düşünüyoruz. Bir ay kadar önce meydana gelen bir hadise beni çok etkiledi. Bir birinci sınıf öğrencim, Kredi ve Yurtlar Kurumundan yurt çıkmadığı için okulu bırakmak zorunda kaldı. Sebebi şu: Çocuk öğrenim görebilmek için yazın gitmiş bir mağazada kasiyerlik yapmış. Üç ay çalışmış ve oradan işte belli bir miktar para yapmış, okuyacak. Gelmiş devlet bursuna başvurmuş, işte yurda başvurmuş. Fakat, burs incelemesinde sigortalı çıkmış çünkü yazın o dönemde üç ay sigortalı bir yerde çalışmış. Ailesinin bir geliri yok, hiçbir şeysi yok ve çocuk ne burs alabildi ne de Kredi ve Yurtlar Kurumunun yurtlarına yerleşebildi, şu anda okulu bırakıyor yani ikinci dönem gelmeyecek çünkü bir yurtta kalacak ya da bir evde kalacak parası yok.
Şimdi, bizim öğrencilerimiz genellikle gelir düzeyi düşük ve orta düzeyde olan öğrenciler ve bir kısmı çalışarak okuyor, bir kısmı da devlet yardımına muhtaç bir şekilde, yurt ve kredi desteğine muhtaç bir şekilde hayatını devam ettiriyor. Zaman zaman tartışmaları görüyoruz, artık sosyal devletin eskidiği, işte sosyal devletin artık hükmünü kaybettiği yönünde birtakım açıklamalar oluyor ama bu bir gerçek. Biz bire bir öğrencilerimizden bunu görüyoruz ve gerçekten o kredilere muhtaç, onlarla geçinen çok sayıda öğrencimiz var. Bunu da özellikle sosyal devlet ilkesinin anayasada vurgulanması ve gençlerin bu konuda desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Yine uluslararası anlaşmalar konusunda Anayasa’mızda hüküm var, geliştirildi. Temel haklar ve özgürlükler konusundaki uluslararası anlaşmalar da üstünlük sanıldı ama hâlâ uygulamada uluslararası anlaşmalara mahkemelerin çok fazla değer vermediğini görüyoruz. Bunun nasıl yapılacağı konusunda yani bir anayasa hükmü orta yerde olmasına rağmen uygulamada hâlâ bu şey sağlanamadığı için, sıkıntı devam ettiği için, bunu belki bir şekilde çünkü hem çalışma… Hocam bahsedecektir, ILO sözleşmeleri bağlamında ya da başka uluslararası anlaşmalar bağlamında da uygulamada ciddi sıkıntılar var. Bunlara da değinmek istedik. Bunlar dışında yani genel hatlarıyla artık dediğimiz gibi kabuğumuzu kırdık diye düşünüyoruz, özgürlükler anlamında, diğer anlamda. Anayasa’mızın da kendi kabuğunu kırması, belli bir ideolojiye, belli bir görüş açısından değil genel evrensel hukuk değerlerini esas alarak, herhangi bir ideolojiye bağlı olmaksızın, toplumda yaşayan bireylerin kendilerini nasıl hissediyorlarsa, nasıl ifade ediyorlarsa o şekilde ifade edebilecekleri bir anayasa olmasını istiyoruz.
Burada çok tartışmalı bir konu var. İşte “Türk milliyetçiliğine bağlı ya da Atatürk milliyetçiliğine bağlı” ifadesi, yine birkaç atıf. Bunları biz okulda da tartıştık. Eğer toplumun bir kesimi kendini farklı ifade ediyorsa, farklı düşünüyorsa ve bu toplumun bir araya getirici unsuru anayasa ise eğer ve onların da kendilerini kendi düşündükleri gibi ifade etmeleri gerekir diye düşünüyoruz. Dolayısıyla bu konuda çok vurgucu, çok şey olmayan ama devletin temel niteliklerini elbette düzenleyen, bizi bir arada tutan unsurları elbette düzenleyen bir anayasa olması hususunda da görüş bildirmek istiyoruz.
Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Kerem Bey, biz de teşekkür ederiz.
Ramazan Bey, buyurun.
ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ YARDIMCI DOÇENT DOKTOR RAMAZAN KILIÇ – Teşekkür ederim efendim.
Öncelikle ben de arkadaşlarım gibi, yapmış olduğunuz bu davetten dolayı teşekkürlerimi arz ediyorum. Gerçekten taşradaki üniversiteler olarak elbette ülke gündemini ilgilendiren, uzun süredir meşgul eden bu konuyla ilgili bizler de en başta bu ülkenin vatandaşları olarak, daha sonra da üniversitelerinde görev yapan akademisyenler olarak hani ne kadar çok da fazla teknik detaya girecek uzmanlığımız olmasa da konuyla ilgili görüşlerimizi sizlere aktarmak isteriz.
Şimdi öncelikle ben şunu ifade etmek isterim: Bu referandum sürecinden sonra ortaya çıktı ki halk ve herkes yani siyasi partilerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız böyle bir yeni anayasaya hazır yani böyle bir yeni anayasa yapılmasını istiyor. Bu anayasayı da bu Meclisin yapmasını istiyor. Yani bir dönem epey bir tartışma konusu olmuştu, işte Meclislerimiz anayasa yapabilir mi, sadece kurucu meclisler yapar gibi değişik görüşler ortaya atılmıştı.
Elbette ki Meclis anayasa yapabilir yani biz hukukun kaynaklarını anlatırken derslerimizde, en başta anayasayı yazıyoruz ve bu anayasayı yapan organın da Meclis olduğunu söylüyoruz. Meclis elbette ki anayasa yapabilir ve şu dönemde başlatılan bu çalışmaların sonucunda Meclis anayasa yapmalıdır. Çünkü az önce de ifade ettim, böyle bir beklenti oluştu. Şayet hiç arzu etmeyiz ama bu çalışmalar somut bir şekilde meyvesini veremeyecek olursa, inanın toplumda büyük bir inkisarıhayal ortaya çıkacak, hayal kırıklığı oluşacak ve bu bir başarısızlık olarak değerlendirilecek ve bu başarısızlık yani sizlerin de içinde bulunduğu siyasi partilerle birlikte belki de komple bütün bir halka yayılacak bir başarısızlık olacak yani Türkiye böyle bir yeni anayasa yapmayı başaramadı. Dolayısıyla bunu dosta düşmana söyletmemek için gerçekten bu anayasa çalışmalarının ben nihayete erdirilmesi ve neticede bir metin ortaya çıkarılması ve bu metnin de Meclisimizde kabul edilmesini bütün kalbimle arzu ediyorum, diliyorum.
Tabii bununla ilgili çalışmalar başladı, biz de takip ediyoruz. Az önce de sizinle görüştük, belli bir takvime de bağlanmış. Buraya gelerek şunu da gördük ki gerçekten bu çalışmalar samimi olarak yürüyor, samimi olarak devam ediyor yani bazılarının ifade ettiği gibi işte vakit geçirmek için veyahut da işte daha değişik birtakım mazeretler bulabilmek için bu süreçler oluşturulmuş değil. Gerçekten samimi olarak bir anayasa yapılmak isteniyor ve bununla ilgili de halkın bunu yapabilmesini sağlayabilmek için katkı verebilecek her kesimin görüşlerine başvuruluyor. Bu noktada olumlu bir çalışma yapıldığını ifade etmek isterim.
Yalnız buradaki endişemi de belirtmeden geçemeyeceğim. Her ne kadar takvimi siz ifade ettiniz ama yani bu takvimin çok da uzamaması için hani bizim bir sözümüz vardır “Demir tavında dövülür” hesabı, çok da fazla uzatmadan bu işi bir sonuca bağlanması önemli. Onu da ifade etmek isterim.
Şimdi bizim Anayasa’mıza baktığımızda devleti esas alan ve devleti koruyan bir anayasa olduğunu görüyoruz. Hâlbuki anayasalar güçlü olan devlete karşı güçsüz olan vatandaşını koruması gerekir yani biz daha önce bir burs vesilesiyle yurt dışında Belçika’da bulunurken orada bizim bir hocamız vardı. Hocamız “işte anayasa şöyle önemli, kişiye birtakım haklar verir hatta Avrupa Birliğinde yeni bir şart kabul edildi, temel insan hakları şartı…” diye anlatıyor ve yapılan çalışmaların çok büyük bir kısmı devlet karşısında vatandaşın haklarını koruyan çalışmalar olarak karşımıza çıkıyor. Biz de ise devlet korunuyor yani devletin işte şu kurumu bu kurumu işte devlete karşı işlenen suçlar. Elbette devlet korunacak yani devlet önemli. Devletsiz millet, toplum olmaz fakat burada anayasalarda vatandaşın esas alınarak bireyin korunması, bireyin temel hak ve özgürlüklerinin garanti altına alınmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Tabii bizim ülkemiz maalesef değişik süreçlerden, aşamalardan geçti. Devletin yahut devlet kurumlarının diyelim vatandaşa karşı bir güvensizliği var, halka karşı bir güvensizliği oldu ya da diyelim veyahut da devam ediyor da olabilir. Bundan artık devletin vazgeçmesi gerekir yani halkımız devletini seviyor. Yani devletin bekası için elinden gelen her şeyi yapmaya hazır. Allah göstermesin yarın öbür gün önceki dönemlerde karşılaştığımız şartlarla karşılaşır isek yine bu millet her şeyi ile söz konusu badireleri defetmek için elinden geleni yapacaktır. Bu açıdan devletin de vatandaşına şefkatli yaklaşması, kucaklayıcı olması gerekmekte ve kesinlikle halkından korkmamalı.
Şimdi, az önce Kerem Hocam, ülkemizde yapılan anayasaların genelde tepki anayasalar olarak hazırlandığından bahsetti. Şimdi, maalesef şu dönemde de daha ziyade böyle bir etnik grubun öne çıkarılarak bu anayasa tartışmalarının şekillendiğini yahut odaklığını görüyoruz. Hayır, yani bu değil, sadece bu değil anayasada düzenlenmesi gereken konu. Belki o da düzenlenmeli ama genel olarak halkın, toplumun ihtiyaçlarının, vatandaşın ihtiyaçlarının giderilmesi ve korunmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Şimdi bir de bizim Anayasa’mızda değiştirilemez maddeler var. Bu değiştirilemez maddelere çok da gerek olduğunu düşünmüyoruz açıkçası. Çünkü artık bugün yani hiç kimsenin artık ülkenin rejimiyle veyahut ülkenin başkentiyle, ülkenin işte resmî diliyle herhangi bir problemi yok. Bunlar belli. Bunları değiştirmek zaten söz konusu değil. Dolayısıyla oradaki değiştirilemez maddelerin yeni yapılacak anayasada çok da gerekli olmadığını düşünüyoruz. Çünkü bu değiştirilemez maddelerden yola çıkılarak diğer maddelerde yapılacak birtakım değişikliklerin de önüne geçilebildiğini geçmiş dönemlerdeki gördük. Dolayısıyla buradan bir ders alıp anayasaya bu tür değiştirilemez maddelerin konulmamasının yararlı olacağını düşünüyorum.
Bu başlangıç kısmında çok fazla hamaset ifade eden anlatımlar var. Buna da hiç gerek yok. Başlangıç yani olması gerekir mi? Olmazsa da bence bir eksiklik sayılmaz anayasa için, hele şu hâliyle kesinlikle o başlangıcın anayasada yer almaması gerektiğini düşünüyoruz.
Şimdi bir de benim kendi alanımla ilgili olarak -ben mali hukuk bölümü öğretim üyesiyim- vergilemeyle ilgili birkaç hususu müsaadenizle belirtmek isterim. Şimdi Anayasa’mızda gereksiz birçok açıklama, birçok düzenleme var. Az önce hocalarım bahsetti. Bunların kaldırılması yerinde olacak. Şimdi vergilemeyle ilgili de 73’üncü maddemiz var. 73’üncü maddede vergilemeyle ilgili genel prensipler ifade edilmeye çalışılmış fakat orada mükellef haklarıyla ilgili hiçbir şey yok. Şimdi mükellef hakları konusu dünyada, modern ülkelerde diyelim, Batı toplumlarında son zamanlarda oldukça önem arz eden bir konu. Vergi daireleri bu konuda çok ileri boyutlara varan uygulamaları hayata geçiriyorlar. Bizim Gelir İdaresi Başkanlığımız da “Mükellef hakları” diye bir kurallar bütünü yayınladı. Fakat, bu mükellef haklarının herhangi bir hukuki bağlayıcılığı yok yani ne kanunlarda bununla ilgili bir düzenleme var ne Anayasa’da bununla ilgili bir düzenleme var. Dolayısıyla vergi kesinlikle alınacak, devletin vergiyi alması lazım fakat vergilemeyi yaparken de öncelikle kuralların anlaşılabilir olması -vergi kanunları malumunuz çok karışık yani anlaşılması çok zor- mümkün olduğu kadar sade olması ve mükellef haklarına da riayet edilmesi, belki bu noktada da anayasaya bir atıf yapılabilir diye düşünüyorum. Bu kapsamda mükelleflere de mükellef hakkı olarak birtakım düzenlemelerin yapılacağı belirtilebilir. Tabii vergilemenin yine adaletli yapılması çok önemli. Ayrıca özel vergileme konusuna girmeyelim ama sadece bu vergilemenin adil, adaletli ve anlaşılır olması belki ifade edilebilir.
Yine bizim yerel yönetimlerle ilgili bu bağlamda tam da söylenebilecek hani yerel yönetimlerin görevleri artırıldı bizim ülkemizde fakat kaynaklar bağlamında yeni kaynak verilmedi. Belki işte genel bütçeden aldıkları paylarda bir kısım artırımlara gidildi. Şimdi yerel yönetimlerin biraz kendi inisiyatiflerine bırakılabilecek kaynaklar konusu da yeni anayasada hüküm altına alınabilir belki. Buna müsaade edilebilir. Tabii bu belediyelerin, yerel yönetimlerin kendi kendilerine yeni bir vergi koymaları şeklinde değil de -çünkü biz üniter yapıya sahip merkezî bir devletiz- belirli hadler dahilinde, belirli oranlar, alt ve üst limitler dahilinde değişiklik yapma yetkilerinin yerel yönetimlere, belediyelere bırakılması şeklinde bir düzenlemenin önü açılabilir. Şu anda öyle bir uygulama söz konusu değil. Ama, buna da yer verilebilir. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, en azından mali özerklik bağlamında ciddi bir katkısının olacağını düşünüyorum.
Ben de bu kadarla iktifa edeyim. Tekrardan teşekkür ederek sözlerimi noktalamak istiyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) - Evet, her üç hocamıza da sunumları sebebiyle teşekkür ediyoruz. Bir yeni anayasanın yapımı ve oluşturulması bağlamında nelere dikkat edilmesi gerektiği konusunda düşüncelerinizi bizlerle paylaştınız. Bu görüşleriniz Komisyonumuzca yapım çalışmalarına başlandığında mutlaka göz önünde bulundurulacak ve bunlardan yararlanmaya çalışacağız. Ben zahmetleriniz nedeniyle sizlere tekrar teşekkür ediyorum. Lütfen bizim selamlarımızı götürün üniversitenize, fakültenize. Başarılı çalışmalarınızın devamını diliyoruz.
Faruk Bey, söyleyeceğiniz bir şey var mı?
FARUK BAL (Konya) – Evet, ben teşekkür ediyorum hocalarımıza.
Ama, bir hususu da paylaşmak istiyorum. Bu ideolojisiz anayasa herkesin zaten dileği ama ideolojisiz anayasa lafının arkasına sığınıp da anayasadaki “Türk milleti” tanımı ile hesaplaşmak isteyenlerin kastı ayrı, o çerçeve içerisinde değerlendirmiyorum sizin bu sunumunuzu.
Ancak şunu ifade etmek istiyorum: Bir eser üretiyorsunuz, bu esere bir ad koyacaksınız. Bilim adamı olarak yazıyorsunuz, çiziyorsunuz. Bir iş yapıyorsunuz, o işin bir ruhu oluyor. Biz de burada en önemli işi yapmaya çalışıyoruz. Bu işin bir adı olacak bir de ruhu olacak. İşte o “ideolojisiz anayasa” tabiri o ad ve ruhla mücadele eden bir anlayış hâline gelmemeli bu anayasa yapımında.
Teşekkür ediyorum.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Faruk Bey’e ben de teşekkür ediyorum.
Değerli hocalarımız katılımızın için teşekkür ederiz.