MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Anayasa Uzlaşma Komisyonunun alt komisyon toplantısını açıyorum.
Bugün, Toros Üniversitesi adına Rektör Yardımcısı Profesör Doktor Ahmet Özer Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisince yürütülmekte olan Anayasa yapım süreciyle ilgili düşüncelerini, önerilerini ve tekliflerini bizimle paylaşacak.
Sevgili Hocam, hoş geldiniz.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Hoş bulduk.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Siz yakinen takip ediyorsunuz; Meclisimizde grubu bulunan dört siyasi partimizden eşit sayıda milletvekili arkadaşımızın içinde yer aldığı Anayasa Uzlaşma Komisyonu oluşturuldu. Sayın Meclis Başkanımızın riyasetinde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Şu anda, çalışma takvimimize göre veri toplama aşamasındayız. Üniversitelerimizden, siyasi partilerden, toplumun her kesiminden, çokça, yeni Anayasa yapım sürecine katkılar oluyor; bundan da tabii memnuniyet duyuyoruz.
Dün Konya’daydık; başta, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği olmak üzere çatı kuruluşların organize ettiği “Türkiye konuşuyor” isimli bir etkinliğe katıldık, vatandaşların yeni anayasa konusundaki düşüncelerini hep birlikte aldık. Şimdi de siz, Toros Üniversitesi adına buradasınız.
Hocam, buyurun sizi dinliyoruz, söz sizin.
Yalnız, arkadaşlarımızın söyleyecekleri bir şey var mı? Faruk Bey?..
FARUK BAL (Konya) – Dinleyelim, daha sonra.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Daha sonra, peki.
Buyurun.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Çok teşekkürler Sayın Başkan.
Ben de bugün burada, yüce Meclisin çatısı altında böyle bir sorumluluğu yerine getirmiş olmaktan dolayı son derece memnun olduğumu belirtmek istiyorum.
Kısaca, konuşmama geçmeden önce bir bilgi arz edeyim. Biz, daha önce, Toros Üniversitesi olarak “Demokratik Türkiye, Demokratik Anayasa.” adlı bir sempozyum yapmış idik.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Gördüm, burada metni var.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Bu sempozyumun metnini getirdim sizlere.
Ben, bu sempozyumun metninden ziyade, kendim oluşturmuş olduğum bir değerlendirme ve bazı öneriler arz edeceğim. Siyaset bilimci ve sosyoloğum, hukukçu değilim. Bu çerçeve içerisinde benim sunumumu değerlendirirseniz memnun olurum.
Konuşmamı üç başlık altında toplamak istiyorum: Bunlardan birincisi, bir kısa giriş. “Yeni Anayasa nasıl yapılmalı, ne içermeli?” sorularına cevap arayacağım. Bu çerçevede baktığımızda da işin temel felsefesi ne olmalı? Temel ilkeler ne olmalı? Anayasa yapılırken Türkiye’nin sorunlu meseleleri nelerdir? Bunlarla nasıl başa çıkılır? Ve bunun dayanacağı temel felsefe ne olmalı? Son olarak da madde madde on iki tane öneriyle konuşmamı sonlandırmaya çalışacağım.
Girişte şunu söylemek isterim: Bugün karşı karşıya bulunduğumuz sorunların çok dilli, çok kültürlü, çok dinli bir imparatorluktan monist bir devlet yapısına geçişin “Ulus devlet” mantığı içinde bugüne kadar gelmiş olmasında yattığı tespitine dayandırmak istiyorum. Çünkü böyle bir sorunumuz var ki hâlâ -bu kadar yıllık cumhuriyetiz- bir anayasa arayışı içerisindeyiz. Bu anlayışın değişmesi gereği herkesçe kabul ediliyor çünkü daha önce yapılmış olan 12 Eylül darbe Anayasası, toplumun çeşitli kesimleri tarafından kabul edilmeyen ya da benimsenemeyen bir Anayasa. Oysa, anayasalar toplumun en üst değer yargıları, oydaşma metinleridir; herkesin kendisini içinde bulması gerekir. Bu itibarla çok defa değişmiş olmasına rağmen bugüne kadar ruhu ve felsefesi değişmemiş olan bu Anayasa'nın, özellikle yüksek katılımla ve çeşitli kesimleri de temsil eden bir Meclisin, daha önce hem AK PARTİ'nin, CHP’nin, MHP’nin ve BDP’nin de halka vermiş olduğu sözler gereği olarak toplumun büyük bir özlemi şeklinde görülüyor. Dolayısıyla, bana göre, bu Meclisin diğer işleri yanında en büyük tarihî görevi yeni bir Anayasa yapmaktır. Çünkü bir toplum için dünyanın en değerli şeyi altın, elmas değildir, o an geçerli olan ihtiyaçtır. Bugün de bizim sorunlarımızın nirengi noktası, ana çıkış noktasının yeni bir anayasa olacağını düşünüyorum. Bu anlamda, yapım yöntemi, temel ilkeler, sorunlu alanlar ve bunlar da kimlikler, din ve vicdan özgürlüğü, sivil-asker ilişkileri, kuvvetler ayrılığı, değiştirilemez maddeler açısından irdelenmesi ve açıklığa kavuşturulması meselesidir.
Katılım babında şunları arz etmek isterim: Bir kere, toplumda şöyle bir kaygı var; bu Meclis gerçekten bir anayasa yapabilir mi? İki nedenden dolayı kaygı söz konusu: Birincisi, AK PARTİ'nin üçüncü döneminde çok yoğun güç biriktirdiği, dolayısıyla çoğulcu bir yapıya geçmenin bu gücü yukarıdan aşağıya dağıtacağından dolayı, böyle bir şeye yapıyormuş gibi davransa bile sonuçta yapamayacağı; ikincisi de özellikle komisyonun çalışma ilkelerine ve mozaiğine baktığımız zaman, CHP, MHP, BDP gibi her biri farklı olan partilerin birtakım ana konularda uzlaşmalarının mümkün olamayacağı, dolayısıyla da yeni bir anayasa yapmak yerine, rötuşlarla yapılacak yenilikler açısından bir anayasanın gündeme gelmesi söz konusu olabilir. Zannımca, böyle bir şey yeni bir anayasa yapmaktan ziyade, Türkiye’ye zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramayacaktır. O nedenle, tartışmada açıklık, katkıda bulunan herkese eşit konumda olması, sonucu etkileyecek baskılardan uzak durulması bu anlamda çok önemlidir. Nedir bu? İşte, ifade özgürlüğünün tam olması, “kırmızı çizgi” söyleminin bir tarafa bırakılması, çatışmalı ortam ve benzeri unsurlar. Yani bugün hâlâ Türkiye’de doğudan batıya cenazelerin geldiği bir ortamda, acaba ne kadar gerçekten bir oydaşmayla bir anayasa yapılabilinir? Bu, bir sorudur.
O nedenle, demokratik bir anayasa yapmak için, isteyenin sürece katılmasının önünün açılması ve bu sürecin sadece partilere veya devlete ihale edilmemesi, bu anlamda söylemin içeriğine bakılmaksızın düşünce açıklamaya eşit muameleyle yaklaşıp samimi bir biçimde davranılması çok önemlidir.
Felsefe ve genel ilkeler bakımından baktığımızda, din, dil, etnik köken, mezhep, sınıfsal konum bakımından çok çeşitli bir yapıya sahip olan bir ülkenin Anayasa’sının bütün bu grupları bir arada toplaması gereği vardır ve bunun da çok güç olduğu herkesin malumudur ama zaten önemli olan bu süreçte zor olanı yapmaktır, kolay olanı herkes yapabilir; demin zaten altını çizdiğim güçlüklerin de nedeni bu. “Bunun koşulu nedir?” diye sorulursa, korkulardan ve dayatmadan kaçınmak, “kırmızı çizgi”siz, müzakere edilebilinir bir yapı ortaya koyabilmek, uzlaşmaya açık ve Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayan yeni bir anayasa yapmaktır.
Yeni anayasanın metninin gerçekten yeni olabilmesi için başlıca iki özelliği birlikte ihtiva etmesi gerekir: Biri, anayasanın kendisinden önceki anayasalardan farklı bir felsefi temele dayanması gerekir. İkincisi de yeni anayasanın Türkiye toplumunun kadim sorunlarına yapısal çözümler üretmesi gerekir.
Hızlı hızlı geçiyorum Rıza Bey çünkü zaman dar, elli tane slayt var; onun için eğer sorular olursa bunlara cevap vermek isterim, yoksa her biri bunların açıklamaya muhtaç belirlemeler.
O hâlde, yeni anayasa, etnik açıdan nötr, din ve ideolojiler açısından tarafsız olmalı çünkü devletin ırkı, dini olmaz; olursa vatandaşlar arasında niza çıkar.
Birçok işlevi olan demokratik anayasalar, bu anlamda hem devlet hem toplum için bir düzeni öngörür, devleti yetkilendirir, bireylerin ve grupların hak ve özgürlük alanlarını açar, toplumun önüne hedefler ve idealler koyar. Bu işlevleri yerine getirirken nasıl bir siyasi felsefeye sahip olduğunu, hangi değer ve ilkelere dayandığını ve hangileriyle hareket ettiğini önemli ölçüde belirlemesi gerekir.
82 Anayasası’nın bunların hiçbirisine cevap olamadığını düşünüyorum; bu anlamda, devleti yücelten, devletin bekasını birincil politik değer kabul eden, yekpare bir toplum yaratmayı amaçlayan, ideolojik olarak dayatmacı ve anti özgürlükçü olan, tek bir ideolojiyi tartışmasız üstün bir değer ve referans kaynağı olarak gören bir mantaliteye sahip. Zaten, sanırım değişme gereği de bundan dolayı ortaya çıkmaktadır.
Oysa özgürlükçü bir siyasal sistemin "olmazsa olmaz" şartı “Devletin ideolojik tarafsızlığı” ilkesidir; vatandaşlarını belirli bir ideolojiyi kabule zorlamayan, bu konudaki tercihi onlara bırakan tarafsız bir devlettir; bütün ideolojilere bu anlamda eşit uzaklıkta duran bir devlettir.
O hâlde, yeni anayasa, insanı amaç olarak gören, bireyin ve grupların hak ve özgürlüklerini temel değer addeden, toplumdaki çoğulculuğu tanıyan, topluma herhangi bir ideolojiyi dayatmayan, özgürlüğü esas alan bir felsefeye sahip olmalı, bütün bu maddeleri bu felsefeye uygun bir şekilde yazmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin somut ihtiyacı, özellikle üç temel alanda yenilikler ve çözümler üretmesine bağlıdır.
Ben, sözlerimin başında, Türkiye’nin bu Anayasa'da çözmesi gereken sorunlu alanlardan bahsetmiştim; bunlardan biri vesayet rejimi, diğeri din-devlet ilişkilerinin sorunlu yapısı, üçüncüsü de Kürt meselesidir. Yani diğer birçok sorun var, bunları da bunlarla bağlantılı bir biçimde açıklayabiliriz.
Eğer yeni anayasa bu üç konuda gerçekten geçmişin sorunlarını devam ettirirse, yeni olamayacağı gibi Türkiye'nin sorunlarına da çözüm üretmemiş olacaktır; o zaman, sadece zaman kaybından başka bir şey ortaya çıkmamış olacaktır.
İşte bu sorunlu alanlarla ilgili kısaca şunlar söylenebilir: Vesayet sistemini tasfiye eden, tam bir demokrasiye dönüşümü sağlayan, ordunun ve emniyet güçlerinin hükûmet ve Parlamento tarafından etkin bir şekilde denetimini sağlayacak mekanizmalara yer vermeli, askerlere imtiyaz kazandıran ayrı hukuk düzenlemelerinin varlığı bitirilmelidir. Bu anlamda, askerî bürokrasinin ve yargının seçilmişler üzerindeki vesayetine son verilmelidir; seçilmişlerin bu anlamdaki etki ve yetkileri halk adına artırılmalıdır. Bu çerçevede baktığımızda, Millî Güvenlik Kurulunun ya kaldırılması ya yeniden düzenlenmesi, Genelkurmayın da Millî Savunma Bakanlığına bağlanması hem Türkiye'de tartışılan hem de toplumun önemli bir kesimi tarafından beklenen bir arzu olduğunu dile getirmek gerekir.
Din-devlet ilişkilerine baktığımızda da şunları görüyoruz: Laiklik anlayışının şekillenmesinde ve anayasal ifadesinde, bu alanda belirleyici olan sorunlu üç faktörden bahsedilebilinir. Bunlardan biri, dinin toplumsal, kamusal yaşamdan dışlanması; ikincisi, dinin vatandaşlık kimliğinin inşasında önemli bir unsur olması -yani bunlar sorunlu alanlar- üçüncüsü de devletin dinî inancı ve dinî alanı kontrol altına almasıdır. Dolayısıyla, din-devlet-birey ilişkilerine baktığımızda, özgürlük ekseninde yeni bir düzene kavuşturulması zarureti söz konusudur.
Devleti bütün inançlara karşı nötr bir pozisyona koyarak, inanan ve inanmayan herkesin eşit bireyler olarak yaşamlarını sağlayacak haklara yer vermeli, bu anlamda adil bir hukuki, toplumsal düzenin zeminini oluşturmalıdır.
Herhangi bir dine mensup bireylerin ifade özgürlükleri, örgütlenme özgürlükleri, dinî eğitim hakları ve çalışma hakları anayasal garanti altına alınmalıdır. Dindar bireyler ile dinî gruplar ve cemaatler üzerindeki yasaklayıcı düzenlemelere karşı bir güvence oluşturulmalıdır; söz gelimi, nüfus cüzdanlarındaki din hanesi bulunmamalıdır.
Kürt meselesine gelince, bu sorunun bugün itibarıyla üç önemli boyutu önümüzde duruyor: Birincisi; toplumsal barışı sağlamak için silahların behemehâl devreden çıkarılması.
İki; somut adımları hayata geçirmenin altyapısı olan psikolojik altyapının hazırlanması. Bunu da dört tane önemli kavramla açıklamak isterim: Bunlardan biri niyettir. Ünlü Alman filozof Kant “Niyet, yapmanın yarısıdır.” der. Gerçekten, bu işlerle ilgili iki tarafın da niyeti samimi mi değil mi?
İkincisi; empati yapmadır yani doğuda yaşayan insanların batıdaki insanların duyarlılıklarını hesaba katarak hareket etmeleri, batıda yaşayan insanların da doğuda yaşayan insanların yaşadığı ıstırapları içselleştirmesi, barış dilinin kullanılması yani barıştan bahsederken bile savaş dilini kullanması bunu zehirliyor. Maalesef, siyasilerimiz bile barıştan bahsettikleri zaman, karşı tarafı bir anlamda -kavram bulmaya zorlanıyorum- tekzir eden ifadeler kullanıyorlar. Böyle olunca da sıkılı bir yumrukla kimse el sıkışamaz takdir edeceğiniz gibi. Bir de Türkiye’de bir bölünme paranoyası söz konusu. Bundan da behemehâl vazgeçilmesi ve bundan sıyrılması gerekir.
Bana göre, bir sosyolog olarak yapmış olduğum araştırmalarda, doğuda orada yaşayan Kürt vatandaşlarımıza sorduğumuzda, yüzde 87’si bu ülkeden ayrılmak istemediklerini söylemişlerdir. Batıda yaşayan yurttaşlarımıza dönüp sorduklarımız da “Bu Kürtler ne yapmak istiyor?” Onların da yüzde 77’si “Bunlar ayrılmak istiyor.” demişlerdir. Dolayısıyla, burada sosyolojik olarak bir algı ve olgu çatışması söz konusu yani olgu başka, algı başka ama zaten psikolojide de gerçek olan olgu değil algıdır. Dolayısıyla, burada dört partimize de düşen en büyük görev, toplumdaki bu algıları değiştirmektir diye düşünüyorum.
Gene, 82 Anayasası’nda özellikle etnisiteye vurgu söz konusu. Farklı kimlik, dil, kültürlerin zoraki bir aradalığını dayatan bir millî dayanışma kavramı ve Anayasa'da etnik kimliklerden birinin, örneğin Türklüğün diğerlerine, örneğin Kürtlere, gayrimüslimlere kabul ettirilmesi söz konusu çünkü bunun nedeni geçmişte anlaşılabilinir. Geçmişte, çokluk ve farklılıklar bir zayıflık nedeni olarak görülmüş, ülkenin huzurlu ve güçlü olması o günün ulus devlet mantalitesi içinde teklik ve birlikte aranmıştır ama bugün gelmiş olduğumuz noktada, artık, Türkiye Cumhuriyeti çağdaş bir devlet olacaksa çağdaş devletlerin bulunmuş olduğu seviyede bundan sıyrılması, vazgeçmesi gerekir. O nedenle, Anayasa'nın “Başlangıç” bölümü dâhil olmak üzere bütününde, bu tür dil farkı, etnik kökene mensup insanlardan oluşan Türkiye toplumunun çoğulcu yapısıyla bağdaşmayan etnik vurgulardan vazgeçilmesi gerekir çünkü yani bu etnik vurgu şu değildir: Bir etnik vurgudan vazgeçerken onun yanına bir başka etnik vurgu yapmak değil, etnik açıdan nötr olduğu zaman, Kürt de Türk de Laz da Çerkez de kendini bu ülkenin onurlu, eşit vatandaşı sayan, bundan memnun olan herkesin kendini içinde görebileceği bir tarzda olursa o zaman vatandaşlar kendilerini dışlanmış saymayacaklardır. Yoksa, yasaları yaparsanız, o yasalar eğer sosyolojiyle uymazsa sosyoloji onu tekzip eder, yasa bu anlamda, belki yasal anlamda hüküm sürebilir ama sosyolojide hükmü geçersiz olur.
Temsil noktasında ise belki anayasal değişiklik gerektirmeyen -bugüne kadar bu Mecliste de tartışılıyor- CHP’nin de böyle bir önerisi olduğunu biliyoruz yüzde 10 barajı meselesi. Siyasi Partiler ve Seçim Yasası gibi yasaların, hatta tartışılmakta olan özellikle demokratik bir anayasanın yapılabilmesi için, anayasayı beklemeden bir yol temizliği olabilecek bu türden birtakım yasal değişikliklerin yapılmasının, en azından bu yasa yapıcıların elini kolaylaştıracağı şeklindeki bir algı söz konusudur.
Bir diğer nokta da özellikle merkeziyetçilikten vazgeçilmesi meselesidir. Bu, ikili bir katkı sunacaktır çünkü baktığımız zaman, bugün bütün kaynaklar Ankara’da toplanıp dağıtılıyor, bütün çözümler Ankara’da tartışılıyor ve Ankara bu anlayışla… Kürt meselesi de aslında 30'lu Ankaraların izlerini taşıyor yani bu bapta onu söylemiştim. Dolayısıyla bu katı merkeziyetçi yapıdan vazgeçilmesi, ademimerkeziyetçi bir yapının ihya edilmesi, sadece kültürel, etnik meseleleri değil, aynı zamanda Türkiye'nin beledi meselelerini de, birikmiş diğer meselelerini de çözecektir diye düşünüyorum. Yani bu, daha önce sanırım AK PARTİ'nin de kamu yönetimi yasa tasarısı şeklinde Meclise verip veto edilen bir yasa vardı. Bu da şunu gösteriyor yani bu MHP için de CHP için de geçerli, Türkiye'nin mevcut yönetim yapısının daha verimli ve etkili olabilmesi için bir değişikliğe ihtiyaç duyuyor. Gerçi, sanırım burada BDP temsilcisi yok.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Şu anda yok, gelemedi, onlar da katılıyorlar.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Evet, onlar da mesela diyelim ki yönetimle ilgili belki etnik vurguya dayalı bir model öneriyorlar. Oysa, Türkiye'de bir etnik vurguya dayalı olmaksızın, Türkiye'nin batısı, doğusu, güneyi, kuzeyi için geçerli olabilecek bir yeniden ademimerkeziyetçi bir yönetim anlayışının ihya edilmesinin, Türkiye'nin geleceği bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.
Şimdi, bu temel felsefe ve girişten sonra, kısaca önerilerime geçmek istiyorum.
Ne kadar vaktim var acaba daha?
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Yirmi dakika var, beş dakika opsiyon tanıyabiliriz, yirmi beş dakika olur.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Peki.
Bir; yeni anayasada insan ve insan onuru esas alınmalıdır. Tüm dezavantajlı gruplara pozitif ayırımcılık yapılmalı, devletin insanı değil insanın devleti esas alınmalıdır; bu anlamda özgür birey, sorumlu toplum, demokratik devlet esas alınmalıdır. Devlet, tarafsız ve ideolojisiz olmalıdır. Devlet, farklılıkları değiştirip dönüştüren değil, tüm ideolojiler, inançlar ve değerler karşısında yansız, bunlara karşı eşit mesafede duran bir niteliğe sahip olmalıdır. Yani demin temel ilkelerini ve felsefelerini belirtmiş olduğum konuşmamı şimdi somutlaştırmaya çalışıyorum.
Çoğulcu ve çok kültürlü yapıyı tanıyan ve gelişmesini esas alan bir mantalite içermelidir. Anayasada hiçbir hükme kutsiyet atfedilmemelidir. “Değiştirilemez” veya “Değişmesi teklif edilemez” hükümler olmamalıdır. Çünkü eğer yeni bir anayasa yapılacaksa her şey tartışılmalı ve anayasa yenilik taşımalıdır. Belki bazı maddeler aynı kalır, bazı maddeler değişikliklere uğrayabilir yani “değiştirilebilirlik” illa o değişmesi gereken maddelerin topyekûn değişmesi anlamına gelmez yani Türkiye'nin başkentinin değişmesi, “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olması” ilkesinin değişmesi anlamında değil yani yeni bir anayasa yapılacaksa her şey yeni baştan düzenlenir, o maddelerle ilgili olarak da benimsenenler kalır, değiştirilmesi gereken şeyler varsa da değiştirilir, bu anlamda söylüyorum yanlış anlaşılmalara yer vermemek için.
Thomas Paine'in bu anlamda bir sözünü hatırlatmak istiyorum; der ki: "Anayasaya değişmez hükümler koymak ‘ölülerin dirilere hükmetmesi’ demektir." Çünkü siz bugün bu anayasayı yapıyorsunuz ama sizden sonra da devam edecek, yeni kuşaklar da gelecek. Bugün yaptığınız anayasayı elli sene sonraki kuşaklara da “Siz bunu değiştiremezsiniz.” demek, elli sene sonra yaşayacak insanların iradelerine de bugünden ket vurmak demektir. O nedenle de bunun hem insani açıdan hem sosyolojik açıdan hem de hukuki açıdan çok fazla bir geçerliliği olduğunu düşünmüyorum.
Hiçbir ırka vurgu yapmayan, Kürtlük ile Türklük veya diğer etnik kimlikler arasında ayrımcılığı esas almayan bir mantalite, yeni bir anayasal vatandaşlık tanımı olmalıdır. Mesela, Anayasa'nın 66’ncı maddesi gibi benzeri maddelere yer vermemelidir. Buraya bu vurguyu yapmamın nedeni şu: Bildiğiniz üzere, Türkiye'nin bugün en sıkıntılı olduğu, en tartışmalı olduğu alanlardan birisi de bu, yeni anayasa yapılamayacak beklentisi de buradan çıkıyor. Yani buradaki dört grubun bu tür konularda anlaşamayacağı gibi bir beklenti var toplumda. Yapmış olduğumuz bu toplantılarda da bunlar ortaya çıkıyor ama ben umutlu olmak istiyorum, bu kanaatte değilim. Bence, belki en uç gibi görünen MHP’yle BDP arasında bile Türkiye'nin hayrına olacak değişmelerde, değişikliklerde herkes biraz feragat ederek, azami koşullarda değil asgari noktalarda buluşmak durumundadır diye düşünüyorum.
FARUK BAL (Konya) – O “Uç” tabirini MHP’nin başından çıkarırsanız sevinirim Hocam.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Olur yani “Uç” derken şu anlamda…
FARUK BAL (Konya) – “Uç” diyorsunuz da bir partiyi ilzam edecek sözler, kayda geçiyor, burası Türkiye Büyük Millet Meclisinin zabıtları.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – O anlamda…
FARUK BAL (Konya) – Geri alın.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – O anlamda söylemedim yani “birbiriyle anlaşma” anlamında söyledim.
FARUK BAL (Konya) – “Geri alıyorum.” diye ifade edin Hocam.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Geriye alıyorum.
FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ediyorum.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Yani sizi ilzam etmek anlamında söylemedim bunu. Aynı şeyi BDP için de diyorum yani toplumdaki beklenti bu noktada.
FARUK BAL (Konya) – Geri aldınız, anlaşıldı, evet.
MEHMET ALİ ŞAHİN (Karabük) – Devam edebilirsiniz.
Buyurun Hocam.
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Herkes için din ve vicdan özgürlüğü sağlanmalıdır. Kuvvetler ayrılığı belirgin olmalı, kararlarında devleti değil adaleti esas almalı, hukuk bağımsız ve tarafsız olmalı, bağımsızlık ve tarafsızlık iktidarların keyfine bırakılmamalı, bu söylemin teknik ve hukuki altyapısı oluşturulmalıdır. Yasama, yürütme ve yargı organları dâhil olmak üzere halk adına görev yürüten herkesin, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında tüm eylem ve faaliyetleri serbest olmalı, tüm kurum ve kuruluşların işlemlerine etkin bir yargı denetimi oluşturulmalı, devletin tüm kuruluşları hesap verebilmelidir. Bürokratik devleti demokratik devletten ayıran demokratik devletten ayıran da budur yani bürokratik devlette hesap vermez, her şey yapanın yanına kâr kalır ama demokratik devlette kim ne yaparsa onun hesabını vermek durumundadır.
İdeolojik ve millî gerekçelerle siyasi partilerin faaliyetleri sınırlandırılmamalı, siyasi partiler kapatılmamalıdır. İfade özgürlüğü ancak örgütlenme özgürlüğüyle beraber anlam kazanır. Atanmışların ve merkezî yönetimin seçilmiş yerel idareler üzerindeki vesayetine son verilmelidir.
Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulmuş olan çekinceler kaldırılmalıdır. Sanırım CHP’nin böyle bir teklifi vardı izleyebildiğim kadarıyla.
RIZA TÜRMEN (İzmir) – Özür dilerim, o Avrupa Birliğinin değil sadece Avrupa Konseyinin…
TOROS ÜNİVERSİTESİ REKTÖR YARDIMCISI PROF. DR. AHMET ÖZER – Avrupa Konseyi… Pardon… Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, affedersiniz.
Anayasa yaparken şu soruya cevap vermemiz gerekir: Devlet nasıl bir devlet olacak? Sınırlı bir devlet mi sınırsız bir devlet mi olacak? Hangi organlara sahip olacak ve organların yetkileri ve ilişkileri ne olacak? Bu devlet vatandaşa hesap verecek mi vermeyecek mi? Devlet iktidarını kullananların o mevkie gelmesinde vatandaşların katılım hakkı ve imkânı olacak mı olmayacak mı? Bu çerçeve içerisinde demokratik toplumun gereği olarak başlangıç bölümlerinin yazımında belirli temel ilkelere riayet edilmelidir. Başlangıç bölümleri kısa ve öz olmalı, toplumun belirli bir kesimini veya kesimlerini dışlayıcı, ayırıcı veya aşağılayıcı ifadelerden kaçınılmalıdır. Toplumun çok kültürlü, çok etnisiteli, çok dinli yapısını tanıyarak herhangi bir kişi, kurum veya değere kutsallık ve bağlılık atfetmemeli, devletin çoğulculuk, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi evrensel değerlere bağlılığını belirtmelidir. Bunları birer zenginlik olarak görmelidir. Örneğin Anayasa’nın “Giriş” kısmı şu şekilde değiştirilebilir, bu sadece bir öneri: “Herkesin evrensel hak ve hürriyetlere sahip olduğu inancından hareket eden, her türlü ayrımcılığı reddeden, bütün farklılıkları tanıyıp onları kültürel ve demokratik zenginlik olarak kabul eden, evrensel barış idealini paylaşan ve dünya barışına katkıda bulunmayı bir sorumluluk addeden biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları; insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, özgürlüğü ve eşitliği esas alan ve herkesin insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamasını hedefleyen demokratik bir düzen kurmak için bu Anayasa’yı birlikte yaşama irademizin bir beratı olarak kabul ve teyit ederiz.”