2000 yilindan iTİbaren tüRKİYE’de iŞSİZLİk-genç İŞSİZLİK



Yüklə 0,89 Mb.
səhifə5/5
tarix29.10.2017
ölçüsü0,89 Mb.
#20940
1   2   3   4   5

Tartışmalar
Tüm dünyada son yıllarda tartışmaların odağında bulunan ayrımcılık ve ayrımcılıkla mücadele yolları konumuz açısından Belçika’da da gündem maddelerinden birini oluşturmaktadır. Bu başlık altında gençlerin ve kadınların işgücü piyasalarına entegrasyonlarının önündeki engellerin kaldırılması, gençlerin eğitim sisteminden çıktıktan sonra uzun bekleme dönemleri olmaksızın üretken piyasaya girmelerini sağlamak amacıyla uygulamaya konulan Rosetta Planı bu ülkenin AB tarafından gönderilen tavsiye kararları doğrultusunda şekillenmiş bir önlemdir.
Aslında Belçika’nın temel problemine bakıldığında yaş gruplarına göre istihdam oranlarının özellikle 15-24 yaş grubu ile 55-64 yaş grubu istihdam oranlarından oldukça düşük seviyelerde kalması ve sapma göstermesidir. İki uç yaş gruplarının işgücü piyasasına entegrasyonlarında ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Bunun yanında işgücü piyasasına girmesi gereken aktif nüfusun önemli kaynağı demografik yapı da değişime uğramıştır. Özellikle 1960’lı ve 1970’li yıllardaki hızlı nüfus artışı Belçika’da çalışma çağındaki nüfusun önemli oranda yükselmesine neden olmuştur. Son yıllarda ise, demografik yapı istikrarlı bir yapıya dönmüş, nüfus artışı nötr seviyeye inmiştir. Bu gelişim aslında orta ve uzun vadede işgücü piyasasına girişte yığılma riskini ortadan kaldırabilecek bir gelişmedir. Bu nedenle uygulamaya konulacak teşvik-ceza öngören önlemlerin farklı sonuçlar ortaya çıkmasına neden olabilecek riskleri taşımaması gerekmektedir.
Avrupa’da kamu yardımı almak isteyen kişilere hakların yanında önemli yükümlülükler de getirilmektedir. Toplumsal sorunların çözümünde devlet “workfare” programlarına yönelmiş, bu noktada sorumluluklar, işsiz kişilerden işletmeye, bireyden devlete doğru kaymaya başlamıştır. Bu gelişmeler neticesinde daha önce detayları aktarılan Rosetta Planı bu akım doğrultusunda uygulamaya konulmuştur. Bu planla çeşitli şartlar dahilinde belirlenen kategorilerde genç istihdamını belirli oranda işverenlere istihdam yükümlülüğü getirmiştir. Şartlara uygun sözleşmeler yapıldığında teşvikler getirirken, bu yükümlülüğe uymayanlara cezai yaptırımlar da plan içerisinde yer almaktadır. Ancak, belirli durumlarda muafiyet uygulama imkanını da barındırmaktadır. Planın uygulama süresi geçtikçe yükümlü tutulan işletmelerde yapılan sözleşme sayılarının azalması, muafiyet isteyen işletme sayısındaki artış, ekonomik daralma dönemlerinde planın etkinliğinin zayıflaması hedeflenen sözleşme oranlarına ulaşamamak gibi tespitler planın tartışılmasında odak noktalarını oluşturmaktadır.
Program dahilinde hedef olarak alınan kategorilerin tespiti ise sorgulanmakta olan bir diğer husustur. Yaş grupları esas alınarak belirlenen kategorilerin planda oransal bir hedefe mi yoksa kalifikasyon sürecine mi hizmet edilmesi gerektiğini sorgulamaktadır. Özellikle, uygulama neticeleri gelmeye başladıkça bilhassa niteliksiz grubun istihdamına teşvik öngören planda bu grubun değil nitelikli gençlerin sisteme daha kolay entegre olduğu görülmektedir. Bu süreçte belirlenen kategorilerde sadece yaş faktöründen hareket edilmesi aynı kategorilerde nitelikli olan gençlerin de yer alması toplumsal yapı içerisinde bireysel beşeri sermaye yatırımı düşüncesini ne kadar olumlu etkileyebilir? Bunun yanında plan ruhunda yer alan işletmelerin beşeri sermaye yatırımını teşvik etmesi idealinin de alınan sonuçlarda görülebildiğini söylemek pek mümkün değildir.
Hedef kategorilerde yer alan gençlerin %90’ının iş arayan olarak kayıtlı olması ve bunların %72’sinin yardım almasına rağmen sistemden yararlananların üçte birinden fazlası doğrudan bu sisteme giriş yapmaksızın doğrudan CPE kapsamından faydalanmaları uygulamada şaşırtıcı bir gelişme olarak değerlendirilebilir.
Uluslararası tartışmalarda da özellikle işe alımda ayrımcılık mı yoksa kalifikasyon eksikliği mi sorusu gündeme gelmiştir. Örneğin Danimarka’da kontenjan kullanımı ile ilgili yasal düzenlemelerin gerekliliği gündeme gelmiş ancak bu gerçekleştirilememiştir.
Tartışılan bir diğer konu ise, profil çıkarma kriteri ile hedefleme kriteri arasındaki seçimdir. Hedefleme kriterini taşıyan Rosetta altı aydan az işsiz olan ve asgari kalifikasyona sahip gençleri hedeflemiştir. Ancak, burada çok detaylı bir takip sistemi pratikte mümkün olmasa bile ciddi bir işgücü envanterinin çıkarması gerekliliği üzerinde düşünülmelidir.
Madsen tarafından kontenjanlara dayalı bütün programların net etkisinin ikame ve kamu kesimine yük etkilerinin büyüklüğüne bağlı olduğunu belirtmesi, bu önlemlerin ekonometrik analizleri ile değerelendirilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatmaktadır. Hiç şüphesiz ki kısa dönemli işsizliğin önlenmesi üzerinde odaklanan istihdam edilebilirliği artırma ilkeleri mevcut kamu kaynaklarının uzun vadeden kısa vadeye kaydırılmasına ve uzun dönemli sorunların çözümsüzlüğe gitmesine neden olabilecektir. Aslında, Belçika’da uygulanan bu önlemin hedef gruba belirlenen düzeyde ulaştığını söylemek zordur. Ancak, en azından belirli bir süre işgücü piyasasında tecrübe kazanmalarının bir kazanç olduğu düşünülse dahi, istihdamın sürekliliğinin sağlanmasına imkan tanıdığını belirtmek mümkün değildir. Kaldı ki planın ilk uygulama sonuçlarına bakıldığında işgücü piyasasında ücretli istihdamını temsil etmeyen marjinal konumdaki sektörlerde hedef grubun CPE kapsamına girdiği görülmektedir. Bu süreç günümüz şartlarında devamlılığının sağlanmasının fazla mümkün olmadığı sektörlerdeki kısa vadeli istihdama sağlanan teşviklerin kamu kesiminin yükünü olumsuz etkilemesi de kaçınılmazdır.
Geniş kategorileri içeren önlemlerde tehdit oluşturabilecek bir diğer husus “kuyruğun konumunu değiştirme” sürecidir. Uygulanan teşvik sistemi kısa süreli ve belli gruptaki vasıfsız işgücünü istihdam etme amacını taşıyorsa, kuyruğun başında bulunan kalifikasyon sahibi işsiz grupların piyasaya girişlerini olumsuz etkileyebilir bu durum ise, gerek bireysel beşeri sermaye yatırımlarının boşa gitmesi gerekse iktisadi faaliyetlerde kalifiye işgücünden yararlanamama sorununu ön plana çıkabilir. Bu nedenle, mevcut grupların profillerinin çıkarılarak diğer gruplara olan ikame ya da tamamlayıcılık özellikleri de dikkate alınarak programların oluşturulması etkinliği artıracaktır. Rosetta planının değerlendirilmesinde ortaya konan kategorinin geniş tutulması ve teşvik sisteminin kamuya aşırı yük getirmeyeceği ifadesi bir noktada işletmelere bir yük olgusunu zımni olarak ifade etmektedir. Ancak, ekonomik üniteler üzerinde maliyet/getiri oranlarında aşırı farkların oluşması piyasada olumsuz bir refleks ortaya çıkararak mevcut istihdam politikaları ve ekonomik yatırımların gözden geçirilmesi sürecini beraberinde getirebilir.
Rosetta Projesi ile yapılan değerlendirmelerde üye ülkelerin bazıları tarafından konuya ilişkin tutum ve değerlendirmeleri ülkelerin özelliklerine göre farklı şekillerde ele alınmıştır. Danimarka bu tür bir önleme, sorunun bir kalifikasyon açığı olması ve işletmelerin bir kontenjan sistemini taşımaya elverişli olmayan küçük ve orta ölçekli olması dolayısıyla ihtiyaç olmadığı yönünde görüş bildirmiştir.
Portekiz benzer sorunlarının ortadan kaldırılması için öncelikle toplumsal ortakların teşvik edilmesinin yanı sıra, iş bulma kurumlarını modernleştirmek ve iş arayan kişilerin işe alınabilirliğini artırmayı amaçlayan özel politikalar geliştirmek için yatırım yapma yaklaşımını ifade etmiştir.
Lüksemburg aslında konumuz açısından yeterli derecede büyüklükte bir evreni temsil etmemekle beraber, şirketler, iş bulma kurumları ve iş arayan gençler arasındaki etkileşimi ifade etmektedir.
Yaklaşık %15’ i yeterli kalifikasyonu kazanmadan mezun olmuş gençlere sahip Fransa, Belçika benzeri düzenlemelerin etkin olacağı yaklaşımında olup benzer önlemleri uygulamaktadır. Genç İş Programı ve TRACE önlem paketleri uygulanmakta, ülke çapında genel politikalar yürütülmektedir. Ancak Fransa’da istihdam kontenjanlarının düzenlenmesinin güç olduğu belirtilmektedir.
İtalya’da istihdam sübvansiyonları sadece genç işsizlerin en zayıf kesimine uygulanmaktadır. Yaptırımlar, riayet etmeme halinde uygulanmaktadır. Zorunlu istihdam kontenjanlarının özürlüler için uygulandığı ülkede, hedefin genişletilmesi ya da değiştirilmesinin kamu kesimi yükünü artırma riski üzerinde durulmaktadır.
Peki Türkiye Rosetta ya da benzeri bir önlem paketini uygulama açısından gerekli iklime sahip mi?
Hiç şüphesiz ki daha önce belirttiğimiz gibi bu sorunun cevabını demografik, sosyal ve ekonomik yapının böyle bir projeyi kaldırabilecek ya da etkin uygulanmasına imkan tanıyacak durumda olması konuyu açıklığa kavuşturabilir.
Her ne kadar sorunlara verilen isimler aynı olsa da bu sorunların kaynağı ve nedenleri farklılık göstermektedir.
Demografik açıdan nüfus artışı stabil olan, Dünya Ekonomik Forumu(WEF)’ na göre küresel rekabet sıralamasında 15. sırada yer alan, Economist Intelligence Unit tarafından İş ve Yatırım Yapmaya Elverişli Ülkeler sıralamasında 13. sırada olan Belçika’ da uygulamaya konulan önlem paketinin, Türkiye’ de benzer şekilde uygulanabilmesi ne derecede mümkün olabilecektir? Önceki kısımda ortaya konulan veriler ışığında değerlendirmemizi yapabiliriz.
Yapısal olarak genç ve dinamik bir yapıya sahip olan ülkemizde nüfus azalan oranda artmaya devam etmektedir. Konumuz açısından genç nüfus hareketliliğine bakacak olursak yaklaşık 15- 24 yaş grubu nüfus 13,5 milyon civarındadır. Yaklaşık her yıl bir milyona yakın insan nüfusa ilave olmakta ve Türkiye açısından istihdam yaratma süreci ciddi bir sorun olarak gündemdeki yerini korumaktadır.
Türkiye’ de İstihdamın Görünümü
Ülkemizde batıdakinden farklı bir gruplandırma gerekmektedir;

Geleneksel tarım istihdamı; işgücünün önemli bir kısmı esas olarak aile işletmelerine dayalı üretim yapan, küçük ölçekli, kadın istihdamının ağırlıklı olduğu, yoğun biçimde “ücretsiz aile yardımcıları” kullanan, mevsimlik dalgalanmalara tabi bir istihdam yapısı içindedir ve önemli bir fazlalık bulunmaktadır.


Kentsel kayıt dışı istihdam; %4’ lere varan yüksek kentleşme oranıyla kısa zamanda kentlere dolan ve formel sektörlerde iş bulamayan işgücü kayıt dışı sektörlere kaymaktadır. Bu alanda bulunanlar, vasıfsız işgücü, çocuklar, kadınlar, ikinci işte çalışanlar ve yabancı kaçak işçilerdir.
Kentsel formel istihdam; iş yasalarına, sigorta ve vergi mevzuatına dayanmakta, örgütlenme ve toplu pazarlık uygulamaları bulunmaktadır.
Batı toplumlarında kullanılan kavramların yetersiz kaldığı Türkiye’nin temel sorunu işsizlik sigortasının belirli bir süreden itibaren sadece sigortalı işçiler için geçerli olduğu bir işgücü piyasasında geniş bir tarım sektörü ile, kentlerde gittikçe artan kayıt dışı kesimleriyle Batı’dakinden farklı olarak “çalışmama ve işsiz kalma” nın değil; “istihdamda işsizliğin, yani çalışır gözükürken aslında işsiz olanların belirlenmesi” sorununa dönüşmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’de açık işsizlik kavramları yerini büyük ölçüde “emek arzı fazlalığı” ve “eksik istihdam” yaklaşımlarına bırakmaktadır.
Temel olarak ortaya koyduğumuz bu çerçeveye ek olarak şöyle devam edebiliriz; Rosetta analizinde bahsedildiği gibi bilhassa taraflara yükümlülükler getiren uygulamaların başarısı büyük ölçüde ekonomik konjonktürün istikrarına bağlıdır. Geçtiğimiz yıllarda dalgalı ve kırılgan bir seyir izleyen ekonomik yapıya yönelik politikalarda üretim, yatırım, ihracat ve istihdam yaratan reel sektöre dayalı bir büyüme yaklaşımı benimsenmemiş ve yüksek katma değer üreten iş alanlarına öncelik verilmemiş, faiz ağırlıklı bir ekonomik yapının varlığı reel sektörün istihdam yaratma potansiyelini sınırlamıştır. Bu durum istihdamın önünde çok ciddi bir engel olmuştur. Son yıllardaki ekonomik büyümeye rağmen istihdam yaratılamaması ise, sorunu daha ciddi boyutlara taşımaktadır. Son yıllarda tarım sektöründe istihdamın daralması, ülke genelinde istihdamın daralmasını beraberinde getirmektedir. Tarım dışı sektörlerde tarımdan ayrılan nüfusu emecek kadar iş yaratılamadığı görülmektedir. Sanayi sektöründe de son yıllardaki yüksek oranlı büyümeye uyumlu istihdam artışı gözlenmemiştir. Daha önceki dönemlerdeki verimsizlikleri ortadan kaldırma baskıları teknolojik yatırımları ve istihdam kayıplarını ortaya çıkarmıştır. Ancak, bu sürecin yani istikrarlı büyümenin devam etmesi istihdama yansıma beklentisini oluşturmaktadır.
Yapısal bir sorun olarak kentsel alanlardaki işsizlik kırsal alanın iki katından fazladır. Bu durum ücretsiz aile işçiliğinin yaygın olmasından kaynaklanmaktadır. Ancak, uzun vadeli stratejilerde tarım sektörünün istihdamdaki payının %10’ lara düşürülmesi hedefi bu alanlardan gelecek niteliksiz işgücü, işsizliğin önemli ölçüde artmasına neden olacaktır ki; bu sektörden gelecek işgücüne yönelik planlamaların yapılması ve istihdama katılmalarını sağlayacak önlemlerin acilen hayata geçirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’ de Genç İşsizlik
Türkiye’de 15- 24 yaş grubunun işgücüne katılma oranı %38.7’ dir ve Türkiye genelinin %48.3 olan katılım oranından düşüktür. Ancak, düşük katılıma rağmen işsizlik oranının yüksekliği önemini daha da arttırmaktadır. Bu sorunun çözümünde Rosetta benzeri bir uygulama nasıl netice verebilir? Bu konuda iyimser bir yaklaşım ortaya koymak imkanı genelde mümkün değildir.
Ülkemizdeki genel yapı ile Belçika uygulamasının sonuçları arasında mukayese yapılacak olursa;


  1. Belçika’daki mevcut ekonomik ve demografik yapı ülkemizden farklıdır. Kaldı ki Belçika’da hedeflenen sonuçlara ulaşıldığını söylemek de zordur.




  1. Rosetta Planı aslında bölgelerarası değerlendirildiğinde farklılıkları arttıran bir rol oynamıştır. Çünkü, genç işsizliğin yoğun olduğu bölgeler ile istihdam yaratma kapasitesinin olduğu bölgeler aynı olmadığından plandan yararlanan gençlerin oranı da farklı tezahür etmiştir. Türkiye’ de de istihdam yaratma potansiyelinin olduğu bölgeler ile bilhassa tarımın da çözülmeye başlaması ile işsizliğin yüksek olduğu bölgeler farklı coğrafyalar olacaktır. Rosetta’da ikamet şartının Türkiye’ de kaldırılması da sadece göçü hızlandıran ve kentsel alanlarda sorunu daha da karmaşıklaştıran bir faktör haline gelecektir.




  1. Türkiye’ de işletmeler istihdam yükümlülüğü hallerine yabancı değillerdir. Özürlü, eski hükümlü, terör mağdurları ve istihdam edilen personel sayısı arttıkça getirilen mükellefiyetler halihazırda işverenlerin her ortamda taşınamayacak bir yük olarak değerlendirmelerini de göz önüne almak gerekliliği bulunmaktadır.

Ülkemizde vergi ve sigorta gelirlerinde azalmaya, işletmeler arasında eşitsiz rekabet koşullarına, çalışanlar açısından sosyal güvenceden yoksun ve kötü çalışma koşullarına neden olan ve %53’ lere varan kayıt dışı istihdam çözülmesi gereken önemli bir sorundur. Tarımın istihdam içindeki yüksek payı, göç, yüksek işsizlik, vergi ve SSK prim oranlarındaki artış, bu sorunu kronikleştiren sebeplerdir.

Türk ekonomisinin istihdam açısından tarım ve hizmetler sektörüne dayalı olması, küçük işletmelerin yaygın olması kayıt dışılığı hazırlayan önemli unsurları oluşturmaktadır. Tarım ve hizmetler gibi izlenme ve denetlenmeleri zor olan sektörler kayıt dışılığa elverişli zemin oluşturmaktadırlar.

Yeni bir grubun istihdam yükümlülüğü ekonomisinin % 99.8’ i küçük ve orta ölçekli işletmelerden oluşan Türkiye’de kayıt dışılığa ve buralarda sağlanan yaklaşık % 80 oranındaki istihdamın da kayıt dışına kaymaya başlamasına neden olabilecektir.


Yukarıda bahsedilenler çerçevesinde Türkiye’nin ekonomik yapısı, işletme büyüklükleri işsizliğin önlenmesine yönelik olarak geliştirilebilecek plan ve projelerde dikkate alınması gerekli olan konulardır. Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının iktisadi faaliyet kolları itibariyle gelir yönünden dağılımına bakıldığında sanayiden %30’a yakın pay aldığı görülmektedir. Sanayi sektörünün, özellikle imalat sanayinin önemli bir payına sahip olarak, gelir yaratılmasında büyük katkısı olan KOBİ’lerin sosyo-ekonomik yerinin tespiti yapılırken istihdam edilen kişi sayısı, işyeri sayısı ve yaratılan katma değer gibi göstergelere bakılmaktadır.
Sanayi sayımı sonuçlarına bakıldığında; Türkiye’deki KOBİ’lerin tüm işletmeler içinde büyük bir yere sahip olduğu görülmektedir. Sanayi sayımları ile ilgili son verilerin elde edildiği 2002 Genel Sanayi ve İşyeri sayım sonuçlarına göre Türkiye’de 1.720.598 adet işyerinde toplam 6.325.036 kişinin istihdam edildiği, sadece işletme sahibi veya aile fertlerinden oluşan cüce işletmelerin sayısının da 23.762 olduğu gözlenmiştir. 1-9 kişi çalıştıran çok küçük işletmeler 1.633.509 olup, işletmelerin %94.94’ünü, 10-49 kişi çalıştıran küçük işletmeler 53.246 olup, işletmelerin %3.09’unu ve 50-59 kişi çalıştıran orta boy işletmeler de 5.080 olup işletmelerin %0.30’unu oluşturmaktadır. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de işletmeler arasında mikro ölçekli işletmelerin işletmeler arasında en büyük payı aldığı ve cüce işletmelerin de (işletme sahibi ve aile fertleri) sayıca orta ölçekli işletmelerden fazla olduğu dikkati çekmektedir.
OECD verilerine göre, 30 OECD ülkesi içinde istihdam vergilerinin ağırlığı bakımından en üst sıradadır. Ailevi vergi desteklerinin hesaba katıldığı OECD verilerine bakıldığında Türkiye’ de ortalama işçilik maliyetinin % 42’sinin istihdam vergilerine ayrıldığı görülmektedir. Bu oran OECD genelinde ortalama %24, ABD’ de %17.6, İrlanda’ da %9’ dur. Üretim üzerindeki vergi yükünün ağırlığı, yeni yatırımları engellemekte, ekonominin rekabet gücünü azaltarak işsizliği artırmaktadır.
Diğer açıdan Türkiye’nin OECD’nin kişi başına düşen milli gelir bakımından en yoksul ülkesi olmasına rağmen, vergi yükü ABD ve Japonya gibi zengin ülkelerin üzerindedir. Bunların yanında gelir vergisi ve KDV oranları kayıt dışılığı teşvik eden ölçülerde yüksektir.
Ülkemizde sanayi faaliyetlerinin dolayısıyla verimli ve sürekli istihdam yaratma potansiyelinin olduğu illerde vergi yükünün çok yüksek olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Sosyal güvenliğe ilişkin (işsizlik sigortası dahil) yasal işçi yükümlülük oranı %15, işveren yükümlülük oranı %22.5- 30 oranındadır. İşletmelerin SSK prim yükünün net ücretin yarısını geçmesi de kayıt dışılığı zorlamaktadır. Oysa OECD ülkelerinde sosyal güvenlik prim yükünün işgücü maliyetine oranına bakıldığında, bu ülkelerde işçi ve işveren prim oranları düşük düzeyde eşitlenmiştir.
Kayıt dışı istihdamın neden olduğu vergi ve prim kaybının 10 katrilyon TL/ yıl’ ın üzerine çıktığı hesaplanmaktadır.


  1. Ülkemizde mevcut yapısal sorunlar ve işsizlikle ilgili sıkıntılar yaşanırken, bir de eksik istihdam ve bunun beraberinde getirdiği yeni sorunlar çözüm beklemektedir. Düşük çalışma saatleri ya da gelir düşüklüğü enformel ya da kayıt dışı sektöre ek gelir elde etmek amacıyla yönelmelere veya emekli olma imkanını elde etmelerine rağmen istihdamda kalmalarına, veyahut emekli olup işyerlerinde çalışmaya devam etmelerine neden olmakta, işgücü piyasasına girmek isteyen genç işgücünün bekleme sürelerinin uzamasına neden olmaktadır.




  1. Yüksek prim ve vergi oranları yanında yeni yükümlülüklerin getirilmesi negatif dışsallığa neden olarak istihdam hacminin daralmasına neden olabilecektir. 50 ya da daha fazla işçi istihdam eden işletmeler personel planlamasını yaparak yükümlülük sınırlarına gelmeden işletmelerin bölünmesi, ihtiyaç olsa dahi yeni işçi alımı yapmadan mevcut işgücünü daha fazla çalıştırma ve böylece istihdam imkanı bulunurken yeni işçi talep etmeyerek istihdamın genişlemesine engel olacak davranış profilini oluşturabilecektir. Küresel rekabet sıralamasında 52., iş ve yatırım yapma sıralamasında 46. sırada olan Türkiye’ de öncelikle yapısal tedbirlere ihtiyaç duyulduğu görülmektedir.




  1. Rosetta Planı benzeri bir uygulama ve geniş bir kitlenin hedef alınması halinde Türkiye’de daha farklı ve olumsuz bir gelişme yaşanması mümkündür. Kabul etmek gerekir ki, önemli bir sorun olan genç işsizliği yanında her kategoride işsizlik yaşanırken nitelik ve beşeri sermaye yatırımlarına bakış açısını olumsuz etkileyebilecek gelişmeler oluşabilir. Aynı Portekiz’de olduğu gibi istihdam edilenlerin %70’inden fazlası düşük nitelikli olan ve işsizler içerisinde yüksek öğrenim gören gençlerin yadsınamayacak derecede olmaları paradoksal bir durum yaratmaktadır. Yaş ve nitelik şartına bağlı uygulamalar halinde işsizlik baskısı altında verimsiz, düşük gelir sağlayan ve sürekli olmayan işlerde istihdamı kabullenme eğilimine gireceklerdir. Bu durumun toplumun bireye yaptığı ve beklediği üretken katkıyı sağlayamayan verimsiz yatırım haline dönüşmesine neden olacaktır.




  1. Belçika’ da uygulanan önlemde de görüldüğü üzere gençlerin üretken ve devamlılığı olan sektörlerde istihdamı ancak nitelik düzeylerine bağlı olarak gerçekleşebilmektedir. Bu nedenle, eğitim- işgücü piyasası ilişkisinin kurulması ve buradan işletmelere spesifik eğitimle tamamlanan sürekli istihdam imkanı oluşturacak bir yapının kurulması ihtiyacı bulunmaktadır.




  1. Daha önce vurguladığımız ve kayıt dışına eğilimi artıran yüksek maliyetlerin OECD ülkeleri ortalamasına çekilmesi dahi önemli bir teşvik olarak değerlendirilecek ve işgücü piyasası aktörleri pozitif yönde hareket eğilimi kazanacaklardır.




  1. Ülkemizde işgücü piyasasını tamamen kucaklayacak, işgücü yapısına hakim uygulamaya konulacak önlemleri işgücü, işletmeler, ekonomik yapı üzerindeki etkileri ölçme ve değerlendirme yeteneğine sahip bir iş kurumu yapısının oluşturulması, piyasanın geneline hitap edebilecek etkinliğe kavuşturulması önemli yapısal ve kurumsal bir ihtiyaç durumunu devam ettirmektedir.



10) Ülkemizde işgücü piyasasının düzenlenmesinde önemli rol oynayan konulardan biri de daha önce değindiğimiz eğitim-istihdam ilişkisidir. Türkiye’de bu ilişkinin yeterli düzeyde kurulduğunu söylemek bir hayli güçtür. Türk milli eğitim sistemi “örgün” ve “yaygın” olarak iki ana bölüme ayrılmıştır. 2089 sayılı kanun ile çıraklık eğitiminin ayrıca düzenlenmesi, bu eğitimin sistem içerisindeki yeri konusunda tartışmalara neden olmuştur. Bir kesim, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ile yapılanmanın esas olduğunu belirterek, çıraklık eğitiminin yaygın eğitim içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Diğer kesim ise 2089 sayılı kanun ile Türk milli eğitim sistemindeki örgün ve yaygın eğitime farklı bir alt sistem olarak çıraklık eğitiminin eklendiğini savunmuştur. Bu tartışmalar örgütlenmeyi ve uygulamayı büyük ölçüde etkilemiştir. Nitekim, Milli Eğitim Bakanlığı Merkez Teşkilatında önce ikinci görüşü savunanların taleplerine uygun olarak “Çıraklık Eğitimi Genel Müdürlüğü” kurulmuş, daha sonraki teşkilatlanmada ise Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü ile Çıraklık Eğitimi Genel Müdürlüğü birleştirilerek “Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü” oluşturulmuştur. Çıraklık eğitiminde beklenen gelişmelerin sağlanamaması üzerine 1980’li yılların ortalarında sistemin yeniden yapılandırılması çalışmaları başlatılmış, daha sonra bu çalışmalar mesleki ve teknik öğretimin tümünü kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Sözü edilen çalışmaların sonunda çıraklık, örgün ve yaygın mesleki ve teknik öğretimi sistem bütünlüğü içerisinde yeniden düzenleyen 3308 sayılı Çıraklık ve meslek Eğitimi Kanunu çıkarılmıştır. 2001 yılında bu kanunun adı “Mesleki Eğitim Kanunu” olarak değiştirilmiştir. 1986 yılında çıkarılan ve 2001 yılında değiştirilen 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanununda Türk milli eğitim sisteminin genel eğitim ve mesleki eğitim olmak üzere iki ana bölümden meydana geldiği yaklaşımına dayanılarak yapılandırıldığı görülmektedir. Eğitim sistemini farklı yaklaşımlarla yapılandıran her iki kanun hükümlerinin de yürürlükte bulunmasının örgütlenmede ve uygulamada sorunlara neden olduğu görülmektedir. Türkiye’deki çıraklık eğitiminin de iki farklı şekilde uygulandığı görülmektedir. Birincisi, 3308 sayılı kanun kapsamında MEB tarafından belirlenen il ve meslek dallarında yapılan uygulamadır. İkincisi ise, MEB’in çıraklık eğitimi yapmadığı meslek dallarında ilgili meslek kuruluşlarının koordinasyonunda verilen geleneksel çıraklık eğitimi uygulamasıdır. Bu yapılanma ülkemizin en temel eğitim sorunlarından biri olan teorik ile pratik bilgisinin birlikte ve yeterince nitelikli olarak verilememesinde önemli bir rol oynamaktadır. Meslek liselerimizde verilen eğitimler görece iş hayatında bir takım bilgileri ihtiva etse de gelinen noktada yetersiz kalmaktadır. Üniversitelerimizde verilen teorik eğitimler ise öğrencilerin mezun olduklarında iş hayatının gerçeklerinden neredeyse habersiz olmalarına neden olmaktadır. Bu nedenle, mesleki eğitim noktasında bir takım müdahalelere gerek vardır. Bu müdahale çerçevesinde meslek liseleri- üniversiteler ile sanayi işbirliğinin kurulması, İŞKUR, Belediyeler, STK’lar, Odalar, İşçi ve İşveren Sendikalarıyla işbirliği yapılması gereklidir. Bu işbirliği neticesinde ihtiyaç duyulan ve duyulacak meslek dalları, verilecek eğitimin içeriği ve süresi hakkında yeni ve nitelikli düzenlemelere gidilmelidir.

Sonuç olarak Belçika’da aktif işgücü piyasası önlemi olarak uygulanmakta olan Rozetta Planı uygulaması sonuçları ve Türkiye’de uygulanabilirliği noktasında doğrudan bir olumlu ya da olumsuz bir yaklaşımın geliştirilmesi başlangıç aşamasında iken uygun olmayacaktır. Rozetta uygulaması sonuçlarında genellikle işgücü piyasasına ilişkin sayısal verilerin ortaya konduğunu bu uygulamanın işgücü piyasası aktörlerinin genelindeki etkileri ve davranışları üzerindeki değişime ilişkin ekonometrik analizlerin değerlendirilmesi de incelenmelidir. İncelenen kısa vadeli sonuçların ekonometrik analizlerinin ortaya konulmaması plan vasıtasıyla elde edilen rakamsal değerlerin istihdam sürecinde yer alanlar, diğer işsiz gruplar içerisinde yer alanlar , işletmeler ve davranış kalıpları üzerindeki etkilerinin de orta ve uzun vadeli süreçler açısından dikkatli incelenmesi gerekmektedir.Planın ortaya konulduğu başlangıç tarihi ile Aralık 2001 tarihleri arasındaki periyotta elde edilen sonuçlar ancak bir önceki uygulamada elde edilen sayısal sonuçlardan daha yüksek bir başarı sağlamıştır. Rozetta raporlarında da açıkça belirtildiği gibi özellikle ekonomik konjonktördeki durgunluk yada daralma eğiliminin ortaya çıktığı dönemlerde sözleşme sayılarında ki azalma ve işverenlerin bu yükümlülüklere uyma konusunda pek istekli olmadıkları yönündeki yaklaşımlarının güçlendiği belirtilmektedir. Kaldı ki bu durumda denetim sistemindeki gevşeme önemli bir faktör olarak gösterilse de yapılan denetimlerde uyumsuzluk tespit edilen işletmelere yoğun bir yaptırım uygulamasına konjonktöründe etkisiyle gidilmediği belirtilmektedir. Planın uygulama etkinliğinin, genel konjonktürel gelişmelerden etkilenme olasılığını önlemek adına, planda getirilen oransal yükümlülüklerin daha uygulanabilir bir seviyeye çekilmesinin de olumlu sonuç doğurabilecek ve Rozetta işlerinin sayısının olumlu yönde gelişebileceği düşüncesinin güçlenmeye başladığı değerlendirme raporlarından da anlaşılmaktadır. Tabii ki plan hedeflerine tam olarak ulaşılamasa da hayata geçirilen bu önlem vasıtasıyla gençlerin işgücü piyasasına entegrasyonu ve tecrübe edinmeleri, istihdam imkanı bulmaları olumlu gelişme olarak değerlendirilmelidir. Özellikle işgücü piyasasına girebilmebilme imkanı çok sınırlı olan nitelik seviyesi düşük yada niteliksiz gençlerin önünü açan bir yaklaşım ortaya koyması bireysel ve toplumsal getirileri pozitif yönde etkilemektedir. Ancak öncelikli hedef içerisinde yer alan, eğitim sisteminden ayrılmış niteliksi gençlerin kalifikasyonlarının artırılması amacını taşıyan , teşvik kapsamında olan eğitim içeren iş sözleşmelerinin çok düşük oranda kalması , orta ve uzun vadede bu kapsamda yer alan grubun işsizlikle karşılaşması olasılığını artırmaktadır. Özellikle nitelik gerektirmeyen işlerin sayısının hızla azaldığı günümüzde, plan ruhunda da yer alan ,işletmelerde kalifikasyonların artırılması sürecinde aktif olarak yer alması düşüncesi büyük önem taşımaktadır.


Ülkemizde de genç işsizliği genel işsizlik oranlarının çok daha üzerinde olması, gençlerin işgücü piyasasına girmelerinin önündeki engellerin kaldırılması hayati bir önem taşımaktadır. Örnek uygulama olarak Belçika’dan farklı olarak , azalarak da olsa nüfüs artışı , zorunlu eğitimin 11 yıl değil 8 yıl olması gibi faktörler gençlerin işgücü piyasası üzerindeki baskısını artırmaktadır. Özellikle eğitim sisteminden mezun olan ya da ayrılan gençlerin nitelikli olmaması , sisteme giren ve girme potansiyeli olan bu gruba yönelik özel politikaların önemini daha da çok artırmaktadır. Bu yönüyle ülkemiz de de günün şartlarında üretken ve istihdam edilebilir işgücü profili oluşturulmasında, işletmelerde mesleki tecrübe kazanılması ve kalifikasyonların yükseltilmesi, bu sorunun çözümüne büyük katkı sağlayacaktır. Daha önce belirttiğimiz yapısal özelliklerde dikkate alınarak ve ülke uygulamaları tecrübesinden faydalanarak hedeflenen gruplara yönelik özel politikalar uygulanabilir. Ülkemizde de bu uygulamaya ihtiyaç duyulan hedef grup nüfusunun yüksek olması , ekonomik dönüşüm sürecinde sektörel oluşumların ve istihdam kapasitelerinin de değişime uğraması genel ekonomik yapının istikrarlı bir zemine oturması , en az bunun kadar önemli olan işgücü piyasası aktörlerinin de orta ve uzun vadede bu yapının bozulmayacağı düşüncesini taşıması beklentileri ve politikalarını bu yapı üzerine inşa etmeleri gereklilik oluşturmaktadır. Uygulamada Rozetta Planı’nda yer alan sayısal ve oransal mükellefiyetlerin daha stabil bir yapıya sahip Belçika uygulamasında da tartışılmaya başlandığı görülmektedir. En azından günümüze kadar gelen süreçte istihdam yaratma kapasitesi sınırlı olan ve yasal yaptırımlarla aslında negatif dışsallıklara neden olan işgücü piyasamızda mükellefiyetlerin piyasa aktörlerinin mutabakatı ile yürürlüğe konulması başarıya ulaşmak açısından motivasyonu güçlendirecek yapı taşı olarak görülmelidir.

Ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı ve piyasa taraflarının davranışsal özelliklerinin tahlili ile hedef gruplara yönelik önlemlerin uygulanabilme imkanı yaratılmalıdır. Bu modellemeler üzerinde hedef grupların belirlenmesi, uygulamalara ait gelişmeler ve sonuçların kısa,orta ve uzun vadeli politikalara ışık tutabilmesi için de etkin bir bilgi ağının oluşturulması çalışmalarda göz önünde tutulmalıdır. Hedeflenen grupların çok geniş bir aralığı oluşturmasının diğer gruplara etkilerinin de göz ardı edilmemesi ayrı bir husustur.



Ülkemizde bu anlamda uygulamaya konulacak önlemlerde şimdiye kadar yapılan teşvik uygulamalarından yeterli sonuçlara ulaşılmadığı ve bölgesel farklılıklar da dikkate alınarak bölge – sektör olarak teşvik sisteminin daha etkin sonuçlar alınmasına hizmet edebileceği de söylenebilir. İstihdam mükellefiyeti getiren bir uygulamanın mevcut şartlarda ülkemizde gerek uygulamaya konulma aşamasında gerekse uygulamada işletmeler tarafından kabul görmesi olasılığı gerçekçiliği yansıtmamaktadır. Ancak bu durum, işletmelerin bu toplumsal sorumluluktan uzaklaşmaları anlamına da gelmemelidir. Bu anlamda ülkemizde daha önce belirttiğimiz yasal ve yapısal sorunlar ülke özellikleri de dikkate alınarak çözülmeye çalışılırken , genel ekonomik yapının ve istihdam sürecinin aksamasına neden olmayacak, staj sistemini de genelleştirecek, işsizlik sigortası fonlarının da etkin kullanılabileceği modellemeler üzerinde çalışılmalıdır.


1 Gazi Üniversitesi, İİBF, İktisat Bölümü Öğretim Üyesi

2 http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/ix/taslak.pdf, 13

3 http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/ix/taslak.pdf, 13.

4 http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/ix/taslak.pdf, 14.


Yüklə 0,89 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin