2019 Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Tasarısı’na ilişkin Plan ve Bütçe Komisyonu muhalefet şerhimiz aşağıdaki gibidir



Yüklə 1,43 Mb.
səhifə15/33
tarix27.12.2018
ölçüsü1,43 Mb.
#87132
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   33

SOSYAL HAKLAR

“Sosyal Hak” Kavramı


Sosyal hak, kişinin insanca, onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesinin sağlayan hakların bütünüdür. Kişinin doğduğu andan itibaren insanca, onurlu, güvenli bir yaşamı sürdürmesi için gerekli temel ürün ve hizmetleri güvence altına alan; tüm kamu hizmetlerinden eşit ve adil biçimde yararlanmasını sağlar. Bu nedenle herhangi bir kriz, ekonomik ya da kamusal belirsizlik durumları öne sürülerek çeşitli gerekçelerle vazgeçilebilecek veya ertelenebilecek haklar olarak görülmemektedir.

Sağlıklı ve barış içerisinde olan bir çevrede yaşamak; sağlıklı, temiz içme ve kullanma suyuna erişmek; sağlıklı ve yeterli beslenebilmek, güvenli gıdaya ulaşabilmek; güvenli ve görece konforlu barınabilmek, kendi arzusu dışında ve stratejik, ekonomik ve kamusal gibi gerekçelerle yerinden, yurdundan edilmemek, göç etmek zorunda bırakılmamak, yaşamını kendi arzusuyla doğup büyüdüğü ortamda sürdürebilmek; ücretsiz, kaliteli ve güvenli sağlık hizmetlerine ulaşabilmek, en yüksek fiziksel ve zihinsel sağlık standardına sahip olabilmek; Eşit, adil, evrensel ve laik eğitimi özgür ve güvenli şekilde alabilmek; Güvenli, saygın ve sağlıklı koşullarda adil bir ücretle çalışmak, sendika üyesi olarak örgütlenebilmek; insanca ve saygın yaşam koşullarında emekli olabilmek, çalışma dışında dinlenme zamanına sahip olabilmek, özgürce seyahat edebilmek, eğlenme faaliyetlerine zaman ve para ayırabilmek, evrensel ve yerel kültür ve sanata eşit ve ucuz imkanlarla ulaşabilmek Anayasa ile koruma altına alınmış sosyal haklar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak mevcut iktidar, saray rejimi; anayasa metnini kendi öz kararlarının altında ezilmiş, inançlarının, geleneklerinin karşısında duran bir engel olarak görmekte, hak kavramının kendilerinin belirlediği ölçüde gerçekleştiğini/gerçekleşeceğini salık vermektedirler. Bu noktadan yola çıkarak ele alacağımız kısım 2019 yılı merkezi bütçesinin tek elden, tek bir amaca hizmet eden, sermaye ile karara bağlanmış, sermaye sahipleri ile fikir alışverişinde bulunularak son hali ortaya çıkarılmış, diğer yandan emekçi, çiftçi, kadın, çocuk, engelliler ile herhangi bir ortak platformda görüşülüp, fikir alışverişi yapılmamış olup tek taraflı bir bütçe ortaya çıkarmıştır.

Oysa anayasanın hüküm çerçevesini belirlediği devlet; yurttaşın sosyal haklarını korumakla mükelleftir. Bunu toplumun ve içinde yaşadığı ortamın ürün ve hizmetlerinin eşit ve adil bölüşümünü güvence altına alarak yapar. Bu ürün ve hizmetlerin piyasalaşarak belirli ellerde toplanmalarına engel olacak yasal düzenlemeleri yapar. Tekelleşmeyi önlemeye yönelik tedbirler alır ve bunları uygular. Birer sosyal hak olan hayati ihtiyaçların en uygun ve güvenli koşullarda kişiye ulaştırılmasını sağlar.

Bu haklardan faydalanan bireylerin din, dil, cinsiyet, etnik köken, yaş, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, engellilik hali, hastalık ve benzeri sebeplerden ötürü bir ayrımcı muameleye maruz kalmaması için gerekli tedbirleri alır. Öte yandan çocuklar, engelliler ve yaşlılar gibi farklı koşullara sahip bireylerin sosyal haklara erişimi için özel koşullar oluşturur. Devlet bu hakları koruma ve güvence altına almakta sorumludur.



Sosyal haklara sahip olma durumları AKP döneminin Türkiye’sinde başta çıkarılan çeşitli yasalar ile engellenmiştir. Ekonomi temelli politikalar ise neoliberal ekonomi politikalarının uygulanması ile emekçilerin iş güvenceleri ellerinden alınmış, sermayenin çıkarları ön plana çıkarılmıştır. Güvenlikçi politikaların arttırılması ile beraber sendikalaşma ve buna bağlı olarak grev hakları ortadan kaldırılmıştır. Çeşitli sebeplerle grevlere yasaklar getirilmekle birlikte güvenli ve sağlıklı çalışma koşulları ortadan kaldırılmıştır. AKP, uyguladığı politikalarla işçiden değil işverenden yana bir tutum ortaya koymuştur. Bu sebeple iş cinayetleri her geçen gün artmaya devam etmektedir. Çocukların ve gençlerin korunması konusu göz ardı edilmiş olup, çocuklara yönelik şiddet ve cinsel istismar had safhaya ulaşmıştır. Bu noktada AKP’nin cemaatleri koruma altına alması ve özellikle çocuklar ve gençlerin söz konusu cemaatlere bağlı eğitim kurumlarına mecbur bırakılmaları etkili olmuştur. Engelli yurttaşların sosyal yaşama dahil edilmesi ve engellerinin herhangi bir engel olarak görülmemesi yönünde yeterli çalışmalar ve düzenlemeler yapılmamıştır. Toplu taşıma araçları, sokaklar, caddeler, kamu kurumu binaları, engellilerin yaşam alanları uygun şekilde regule edilmemiş olup temel hakları göz ardı edilmektedir. AKP ile birlikte yoksulluk ve toplumsal dışlanma artarak devam etmektedir. Ekonomik kriz ve krizin getirmiş olduğu yüksek enflasyon emekçilerin ücretlerine zam olarak yansımamakta, dolayısıyla yoksulluk her geçen gün daha çok derinleşerek büyümektedir. Toplumsal dışlanma ise, AKP’nin seçim stratejilerinin temeli olarak görülen kutuplaştırma ve nefret içeren söylemlerin yeniden üretilmesi gibi siyasi amaç güden çıkışların devam etmesi ile artarak devam etmektedir.

AKP’nin İktidara Geldiği 2002 Yılından Bu Yana Yapılan İlgili Yasal Düzenlemeler

2003 Yılı 4857 Sayılı Yasa: İşçi/Emekçi Haklarını Ortadan Kaldırmaya Yönelik Yasa


10 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı Yeni İş Yasası; işverenlerin talepleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Emekçilerin görüşleri ise göz ardı edilmiştir. Emeğin korunması gerekliliği ilkesinden uzaklaşılarak “işletmenin ve işverenin güvenliği” ilkesi benimsendiği yeni bir sistem kurulmuştur. İşletmenin/İşverenin güvenliğine ilişkin kurallar öne çıkarılmıştır. 1970’lerden bu güne sosyal güvenlik sisteminin tasfiyesi, özelleştirmeler, taşeron uygulamaları, sendikasızlaştırma yoluyla adım adım örülen yeni esnek birikim ve üretim süreci; Yeni İş Kanunu’yla yasal zemine oturtulmuştur. Söz konusu yasa ile emekçilerin büyük bir kısmı iş güvencesi kapsamından çıkarılmış, işsizlik sigortasından yararlanmaları engellenmiştir. İşverene pek çok kolaylığın sağlandığı bu yasada, emekçilerin örgütlenme haklarını zorlaştıran ve sendikaların faaliyet alanlarını daraltan; başta esnek çalışma modelleri olmak üzere pek çok yeni düzenlemeye yer verilmiştir. İlgili düzenleme ile işveren-alt işveren ilişkisi yeniden tanımlanmış olup, İşverenin ürettiği mal ve hizmetleri bölümlere ayırmak suretiyle alt işveren eli ile yürütülmesine yönelik düzenleme yasalaştırılmıştır. Bu düzenleme ile işçiler toplu sözleşme hakkından mahrum bırakılmış, sendikalaşma önüne büyük bir duvar örülmüştür.

İşverenin konkordato ilanı, iflas veya aciz belgesi alınması yoluyla ücret ödeme güçlüğüne düşmesi durumunda geçerli olmak üzere, işçilerin son üç aylık ücret alacaklarını karşılamak üzere İşsizlik Sigortası Fonu kapsamında “Ücret Garanti Fonu” oluşturulması yasalaşmıştır. Bu çerçevede 2004 ve 2009 yıllarında iki yönetmelik yayınlanmıştır. Bu düzenleme ile işverenin yükünü azaltmak adına işsiz yurttaşların maddi haklarına el konulmuştur. Sanayi kuruluşu olarak nitelendirilen, devamlı olarak en az 50 işçi çalıştıran ve 6 aydan fazla, sürekli işlerin yapıldığı işyerlerinde her işveren, bir İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulu kurmakla yükümlü kılınmıştır. Ancak Türkiye’de genel olarak küçük sanayi işletmelerinin sayıca fazla olması ve bu işletmelerin çoğunluğunda 50 kişiden daha az çalışanın olması; beraberinde denetimsizliği ve iş kazalarını getirmiştir.

Bunun sonucunda Türkiye, iş kazalarında Avrupa’da ilk sırada yer almaktadır. Söz konusu yasa ile iş ve işçi bulma konusunda Türkiye İş Kurumu’ndan ayrı olarak Özel İstihdam Bürolarının kurulmasına da olanak verilmiş olup, AKP’nin bu istihdam büroları aracılığıyla işçi kiralamanın diğer bir ifade ile kölelik düzeninin ortaya çıkarılmasına çanak tutmaya çalıştığı görülmektedir. Bu gayretlerin arkasında sermayenin işçi maliyetlerinin düşürülmesi için yaptığı baskıların bulunduğu kaçınılmaz bir gerçektir114.

2007 Yılı Avrupa Sosyal Şartına Konulan Çekinceler


Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı, 9 Nisan 2007 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Sözleşmenin 2 maddesinin birer fıkrasına ve 2 maddesinin tamamına daha önceden koyulan çekinceler ise kaldırılmamıştır. Yürürlüğe giren Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı'na koyulan çekinceler şunlardır:

Çalışanlara en az 4 haftalık ücretli yıllık izin sağlanmasına ilişkin 2. maddenin 3. fıkrası;

Çalışanların kendilerine ve ailelerine iyi bir yaşam düzeyi sağlayacak ücret hakkına ilişkin 4. maddenin 1. fıkrası;

Çalışan ve işverenlerin, ekonomik ve sosyal çıkarlarını korumak amacıyla yerel, ulusal ve uluslararası örgüt kurma ve bu örgütlere üye olma özgürlüğüne ilişkin 5. madde;

Toplu pazarlık hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla, grev de dâhil olmak üzere, toplu eylem hakkına ilişkin 6. madde.

Bilindiği üzere Avrupa Sosyal Şartı, sivil ve siyasal haklara yer veren İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin ekonomik ve sosyal alandaki uzantısı durumundadır. AKP 2010 yılında gerçekleştirdiği Anayasa değişiklikleri ile sendikal hakları geliştirdiğini iddia etmektedir ancak hala AKP Avrupa Sosyal Şartı’na konulan çekinceleri kaldırmadığı görülmektedir115.


2007 Yılı Geçici İşçiler, Emeklilik Hakkı Elde Etmiş İşçiler Ve Taşeronlaştırma


Genel ve özel bütçeli kuruluşlarda, KİT’lerde ve belediyelerde çalışan emekçilerin daimi kadroya alınmasını öngören 5620 sayılı yasa 21 Nisan 2007 günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasaya göre, kapsama alınan kuruluşlarda 2006 yılında usulüne uygun olarak vizesi yapılan geçici işçi pozisyonlarında, toplam 6 ay ve daha fazla süreyle çalışan geçici işçilerden, kanunun yürürlüğe girdiği tarihte iş sözleşmeleri devam edenler kadroya alınmıştır. Ancak bu kanun, özellikle iki ana başlıkta hak gaspı yaratmıştır. Birincisi, geçici işçilerin bazılarının sözleşmeli personel statüsüne geçirilmesi, bu işçilerin toplu iş sözleşmesi ve grev hakkının elinden alınmasına neden olmuştur. İkincisi ise emekçilerin çalışma hakkı gasp edilmiştir. Emekliliği hak etmiş ve gerekli yaşı doldurmuş emekçiler zorunlu emekliliği kabul etmek durumunda bırakılmıştır. Dolayısıyla kamuda çalışan kadrolu işçi sayısı azaltılmış olup, ilgili zorunlu emekliliğe mecbur edilen kadrolu emekçilerin yerine sözleşmeli emekçi istihdamına gidilmiş, ağırlıklı olarak taşeron uygulaması tercih edilmiştir116.

2007 Yılı KEY: Konut Edindirme Yasası Geri Ödeme Yasası


Bilindiği üzere Konut Edindirme Yardımı hak sahiplerine ödeme yapılmasına dair 5664 sayılı kanun 30 Mayıs 2007 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanunun kâğıt üzerindeki amacı 3320 sayılı Memurlar ve İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme Yardımı Yapılması Hakkında Kanun uyarınca 1987 yılında uygulamaya başlayan ve 1995 yılında sona eren Konut Edindirme Yardımı (KEY) kesintilerinin hak sahibi olanlara nakit veya hisse senedi olarak ödenmesi iken, KEY Hesaplarının hak sahiplerine ödenmesi yıllardır sendikaların ve emekçilerin temel taleplerinden biri olagelmiştir. Ancak gerçekleştirilenler bu talepleri karşılamaktan oldukça uzak kalmıştır. Üstelik üzerinden yıllar geçmesi nedeniyle, yurttaşları mevcut taleplerinin karşılanması noktasında bile bıktıracak hale getirip deyim yerindeyse ölümü gösterip sıtmaya razı hale getirmiştir.

Yaklaşık 6 milyon işçi ve kamu emekçisini ilgilendiren KEY ödemeleri bir müjde olarak sunmuş, ancak ortalama 500 TL olarak planlanan KEY ödemeleri bir müjde değil aksine sadaka olarak ortaya çıkarılmıştır. Çünkü emekçilerden yapılan KEY kesintilerinin gerçek değeri 2006 sonu itibariyle 500 değil 5500 TL civarındaydı. AKP 5500 TL olarak ödenmesi gereken KEY ödemelerini 500 TL olarak ödeyerek emekçileri ortalama 5000 TL’lik bir zarara uğratmıştır117.


Sosyal Hak Ve Bütçe


AKP iktidarı, giderler kalemi olarak gördüğü toplumun en geniş kesimini Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çatısı altına sıkıştırmış durumdadır. Gerçekleştirilen bütçe görüşmelerinde ise, bu bakanlığa toplam bütçeden yaklaşık 8’de 1 pay ayırarak en yüksek bütçelerden biri olarak lanse etmekte ve bu sayede hem parlamento hem halk nezdinde bir meşruiyet talep etmiştir.

Söz konusu bütçe kalemi içerisinde işçiler, emekçiler, çiftçiler,  kadınlar, engelliler, çocuklar ve sosyal desteğe ihtiyaç duyan bütün yurttaşların yer alması gerekirken, bahsi geçen bu kesimlerin her biri için sosyal ve ekonomik politikaların özel olarak üretilmesi gerekirken, bu kesimleri bir havuz misali tek çatı altında toplamayı da bu eksende bütçelendirmeyi de kabul etmek mümkün değildir.


Kadınların İşgücüne Katılımı


2018-2023 strateji belgesinde kadınların iş gücüne katılımı en çok öne çıkan konulardan biridir. Ancak Türkiyede kadınların istihdama katılım oranı Haziran döneminde yüzde 34,6'dır. Bu oran yüzde 64,3 olan OECD ortalamasının çok altındadır. Bu bağlamda işverene kreş açması için verilen teşviklerin yükseltildiği, kreş çeki uygulamasının başlatıldığı, 2020 yılı sonuna kadar ilave istihdamda kadın, genç ve engelli istihdamında teşvik süresi 12 ay yerine 18 ay olarak belirlendiği görülmektedir.

Bakım Emeği, Kadın Haklarının Ev ve Aile Üzerinden Tanımlanması ve İstihdam


Kadınların ücretsiz ev işleri ve faaliyetleri için harcadıkları zaman bakımından Türkiye OECD ülkeleri arasında ikinci sırada yer almaktadır (2011.) Bu olgu istihdama katılımın bakım emeği ile zıt yönlü ilişkisine işaret etmektedir. Kadın istihdamında hükümetin politik yaklaşımı “kadınlar açısından ev ve iş yaşamının uyumlulaştırılması” şeklindedir. Bu ifade bakım emeği başta olmak üzere ücretsiz ev içi emeği hala kadınların sorumluluğu olarak gören ve erkekleri ev içinde ancak yardımcı/destekleyici sıfatıyla konumlamaktadır. Kreş teşvikleri, engelli, yaşlı bakımının ücretlendirilmesi ve kadınlara önerilen ve sunulan mesleki eğitim faaliyetlerinin de bu yaklaşımla gerekçelendirildiği görülmektedir.

ASPB verilerine göre 422.898 kişi evde bakım aylığı almaktadır ve bu sayılar da istihdam oranlarına katılmaktadır. Özellikle kadınların iş gücüne kısmi zamanlı çalışma üzerinden dahil edilmesinin teşvik edilmesi buna örnek verilebilir. Bu yaklaşım emeklilik yaşının yükseltildiği, kadınların hala geleneksel roller içinde sayılabilecek esnek, düşük ücretli ve güvencesiz istihdam alanlarına yönlendirildiği düşünüldüğünde kadınların iş gücündeki kırılgan konumunu değiştirmeyi ve kadınları toplumsal yaşamda güçlendirmeyi hedeflemekten uzaktır ve mevcut durumu kadın emeğinin sömürü alanını genişleterek yeniden üretmekte ve normalleştirmektedir.

Sosyal Yardım


Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları, ihtiyaç sahibi vatandaşlara nakdi ve ayni yardımda bulunmak üzere her il ve ilçede kurulmuştur. Vakıfların karar organları, "Vakıf Mütevelli Heyeti"dir. İl ve ilçelerdeki tüm yardım programları, bu mütevelli heyetlerin kararları ile yürürlüğe girmektedir. İllerde valiler, ilçelerde kaymakamların başkanlığında toplanırlar. Yapısı itibariyle siyasidir. Özellikle seçim dönemleri aktif çalışmakta olup, AKP iktidarı ile sosyal yardımlar arasında bir paralellik kurarak, iktidarın elinde bir yaptırım aracı, bir ‘seçim yatırımı’ olarak kullanılmaktadır.

Her yıl sosyal yardımlara ihtiyaç duyan kişi sayısı artmakta, AKP iktidarı ve onu Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı sosyal yardımlara arttırdıkları bütçe ile övünmektedirler. Bakanlığın verdiği bilgilere göre, 2016 yılında 3 milyon 154 bin 69 aile, 10 milyon 610 bin 928 kişiye sosyal yardım yapılmıştır. Bakanlık aracılığıyla yapılan sosyal yardımlar ise 22 milyar 499 milyon TL tutarındadır. Bu diğer kurumların yardım miktarıyla birlikte hesaplandığında sosyal yardımların tutarı, 32 milyar 7 milyon 123 bin TL olmaktadır. Nüfusa göre ise ortalama her 8 kişiden biri sosyal yardımlara gereksinim duymaktadır.

Çocuk


Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı çocuk kuruluşlarının giderleri için 2019 yılında yaklaşık 960 milyon TL ödenek öngörülmüş, ev tipi kuruluşlarda bakım hizmetinin verildiği “Çocuk Evleri”nin giderleri için ise 427 milyon TL ödenek ayrıldığı belirtilmiştir.

TÜİK 2017 yılına verilerine göre Türkiye'nin çocuk nüfusu 22 milyon 883 bin 288dir. Türkiye nüfusun yüzde 28.3'lük çocuk oranıyla 167 ülke arasında en fazla çocuk nüfus oranına sahip 97. ülke olarak kayıtlara geçmiştir.

Yüksek bir çocuk nüfusuna sahip olmasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri her dönem çocuk politikalarını ikinci önemde ele almıştır. Son 16 yıldır iktidarda yer alan AKP iktidarı döneminde çocuklar, her alanda ciddi hak gasplarının, istismarın ve insan hakkı ihalelerinin hedefi olmuştur. En temel insan hakkı olan yaşam hakkı dahi Türkiyede çiğnenmiş, AKP dönemi Türkiyede devlet kaynaklı çocuk hakkı ihlallerinin en fazla arttığı dönemdir. Türkiye dünyadaki, çocuk hakları ihlallerinde üst sıralardaki yerini korumaktadır. Ve bu tabloyu düzeltmek için AKP iktidarı somut, gerçekçi hiçbir adım atmadığı kamuoyunun gözlemlediği bir realite olarak önümüzde durmaktadır.

İHD “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2018 Yılı İlk 6 Ay İnsan Hakları İhlalleri” raporunda, bölge illerinde 997 ev baskınının yapıldığı, 44’ü çocuk 1413 kişinin gözaltına alındığı belirtilmektedir. Mayın ve ya askeri mühimmat patlaması sonucu neredeyse her yıl çocuklar yaşamını yitirmektedir. Kürt sorununun çözülmek istenmemesinden kaynaklı devam eden savaşta en büyük zararı çocuklar görmekte; yaşam, barınma, sağlık, eğitim hakları gasp edilmektedir. Yine İHD Diyarbakır Şubesinin “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Çocuk Hakları İhlalleri- 2016 Yılı” raporu, çatışmaların en büyük bedelini çocukların ödediğini ortaya koymuştur. Rapora göre; bölgede silah kullanma yetkisinin ihlali ve dur ihtarı nedeniyle 2016 yılında güvenlik güçlerinin hedefi olan 5 çocuk yaşamını yitirmiş, 6 çocuk ise yaralanmıştır. Yine silahlı çatışma ortamlarından kaynaklı 22 çocuk yaşamını yitirmiş, 12 çocuk ise yaralanmış veya kalıcı fiziksel tahribatlar yaşamıştır. Çatışmalarla birlikte bombalı saldırılarda bölgede yaşayan çocuklardan 41i yaşamını yitirmiştir. Aynı yıl içerisinde en az 150 çocuk gözaltına alınmış, en az 40 çocuk ise tutuklanmıştır. Aynı rapora göre, kuşkulu çocuk ölümleri ve intiharlar gibi konularda yapılmış izleme çalışmalarında 2016 yılında bölgede 40 çocuk yaşamını yitirmiş, 49 çocuk ise yaralanmıştır.

Çocuk politikalarından birinci derece sorumlu bakanlık olan Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın ise yaşam hakkının ihlali gibi en ağır ihlallerin yaşandığı durumlarda dahi, bu ihlallerde çocuktan yana taraf olmamıştır.

Çocuk İstismarı


Bakanlığın 2019 bütçe gerekçesinde ‘‘Çocuklarımızın her türlü ihmal ve istismardan korunması’’ şeklinde genel bir cümleden başka çocuk istismarına, bununla mücadele ve buna ayrılan bütçeye dair herhangi bir vurgu bulunmamaktadır. Fakat Adalet verileri, yılda ortalama 8 bin çocuğun cinsel istismara uğradığını ve son 10 yılda çocuk istismarı vakalarının yüzde 700 oranında artarak, 10 yılda 300 bin çocuğun cinsel istismara maruz kaldığını ortaya koyuyor. İHD İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu'nun Haziran 2018 raporuna göre, son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yapmıştır. Yine aynı raporda cinsel suçların yüzde 46'sının çocuklara karşı işlendiği, çocuğun cinsel istismarında Türkiye'nin dünyada 3. sırada olduğu belirtilmektedir. Çocuk istismarlarının sadece yüzde 5'inin ortaya çıktığı, yüzde 95'inin gizli kaldığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda korkunç tablo daha iyi görülecektir. Yine resmi rakamlara göre 181 binin üzerinde çocuk evliliği söz konusu ve imam nikâhlar nedeniyle gerçek sayının bunun çok üzerinde olduğu, sokaklarda yaşayan yaklaşık 25 bin çocuğun cinsel şiddetle karşı karşıya kaldığı ve adliyelerdeki dört tecavüz vakasından biri çocuklarla ilgili olduğu gerçeği çocuk istismarının boyutu gösteren önemli bir veridir. Dolayısıyla tüm bu korkunç tablodan birinci dereceden sorumlu bakanlık olan Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı çocuğun istismarını önleme konusunda sınıfta kalmaktadır.

Gerek yukarıdaki veriler gerekse farklı insan hakları kuruluşları ve çocuk derneklerinin yayınladıkları raporların ezici çoğunluğunda bakanlığın çocuk politikaları konusunda iflas ettiği gözler önüne serilmektedir. İM-DAT ve ASUMAnın yayınladığı Raporda yer alan bilgiler ışığında, 2014 yılında Adli Tıp Kurumuna her ay 650 çocuk istismarı vakası gelmiştir. Türkiye Psikiyatri Derneğinin verilerine göre ise ülkemizde istismara maruz kalan çocuk sayısı toplumda ortalama %33’tür. Yani hemen hemen her üç çocuktan biri istismara maruz kalmaktadır.

Çocuk istismarıyla mücadele konusunda yürütülecek politika, istismardan sonra rehabilite edici politikaların ötesine geçmelidir. Bakanlık önleyici sosyal hizmet modellerini üzerine bir çalışma başlatmalı ve toplumsal duyarlılığı ve refleksi uyandıran kampanyalar örmelidir. Hali hazırda bakanlığın genel politikasında önleyici bir politika bulunmamaktadır.


Çocuk İşçiliği


2019 Bakanlık bütçesinde çocuk işçiliğine dair hiçbir vurgu bulunmamaktadır. Fakat Türkiye'de çocuk işçi sayısı iki milyona yaklaşmış ve çalışan her 10 çocuktan 8'in kayıt dışı çalışmaktadır. Çocukların ağır iş kollarında çalıştığı sık gündeme gelmektedir. Tarım işçiliğinden turizm işçiliğine kadar hemen hemen her alanda çalışan/çalışmak zorunda bırakılan çocuklar ağır bir emek sömürüsüne maruz kalmaktadır. Çalışan çocukların %80’den fazlasının sosyal güvencesi yoktur.

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının çocuk işçiliğiyle mücadele için etkin bir eylem planlaması bulunmamaktadır. Bu konuda Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın çocuk işçiliği konusunda daha çok inisiyatif alması gerekmektedir. Eğer uygulanabilir, gerçekçi bir politika üretilemezse çocuk işçiliğinde artış devam edecektir. TÜİK verilerine göre çocuk işçiliğindeki artış bu tehlikeyi gözler önüne sermektedir.

Aynı tehlike çocuklar iş cinayetlerinin de söz konusudur. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisinin verilerine göre 2013’te en az 59, 2014’te en az 54, 2015’te en az 63, 2016’da en az 56 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirmiştir. Yine 2017de 2 bin 6 işçi yaşamını yitirmiş bunun 18’i 15 yaş altında olmak üzere 60’ı çocuk işçidir. Bütün veriler bütünlüklü bir çocuk politikasının bulunmadığı, var olan modellerin ise sorunlara çözüm üretmediğini göstermektedir.

Engelli ve Yaşlı Hizmetleri


Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı olarak hizmet veren huzurevlerinin giderleri için 2019 yılında yaklaşık 786 milyon TL ödenek ayrılmıştır. Yine Bakanlık bütçesinde, 2019 yılı için bakıma ihtiyacı olan engellilerin evde bakımına destek amacıyla aylık ödenen sosyal yardımlar yaklaşık 8 milyar 536 milyon TL ödenek öngörülmüştür. Evde bakımı sağlanamayan bakıma ihtiyacı olan engellilerin özel bakım merkezlerinde bakım hizmeti verilmesi karşılığında 2019 yılında söz konusu ödeme için 588 milyon TL ödenek ayrıldığı belirtilmektedir.

Bakanlığın belirli bir bütçe miktarı öngörmesine rağmen Türkiye'de engelli sayısı net olarak bilinmiyor. Bugüne kadar sadece TUİK tarafından yapılmış iki çalışma bulunmaktadır. 2002 ve 2011 yılları arasında yapılan bu çalışmaların verileri birbirinden oldukça uzaktır. Başbakanlık Engelliler İdaresi Başkanlığının işbirliği ile Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından 2002 yılında yapılan “Engelliler Araştırması” sonuçlarına göre, Türkiyede yaklaşık 8,5 milyon engelli birey yaşamaktadır. Engelli bireylerin toplam nüfusa oranı yüzde 12.32dir. TÜİK verileri, erkek engelli oranının yüzde 11.1, kadın engelli oranının ise yüzde 13.45 olduğunu ortaya koymaktadır. 2011 yılında yapılan ve Bakanlığın da kullandığı TÜİK çalışmasına göre ise Türkiyede 4 milyon 882 bin 841 engelli birey yaşamakta ve engelli bireylerin toplam nüfus içindeki oranı %6,6 dır.

TÜİK’in yeterince güncel olmayan 2002 verilerine göre, Engelli nüfusun işgücüne katılma oranı ise sadece %21,71’dir. 2011 Nüfus ve Konut Araştırması’na göre; toplam nüfusun %6,6’sında en az bir engeli vardır. Bu araştırmaya süreğen hastalıklar dâhil değildir.



Türkiyede devlet ve toplumsal yapının engellilere bakış açısı yardım temelli ve merhamet üzerine kurgulanmıştır. Bu bakış açısı, sorunları hak temelinde çözmek yerine yardıma indirgemektedir. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesinde de ifade edildiği üzere esas olarak engellilerin de diğer insanlarla aynı haklara sahip oldukları perspektifinden hareketle engellilerin haklarını tam olarak kullanmalarına engel olan ekonomik, sosyal, siyasi ve çevresel koşulların tespit edilmesi ve ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Benzer şekilde, en az bir fonksiyonunu yerine getirmede zorluk yaşayan, 6 ve daha yukarı yaştaki kadın nüfus içinde okuma yazma bilmeyenlerin oranı (yüzde 32,4), aynı kategorideki erkek nüfus içinde okuma yazma bilmeyenlerin oranının (yüzde10,9) neredeyse 3 katıdır.

Eğitimde erişilebilirlik ve süreklilik ilkesinde uygulamada çok büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Okulların çoğunun fiziki koşullarının uygun olmamasının yanında uygun eğitim verebilme yeterliliğinde de sorunlar yaşanmaktadır. Özellikle işaret dilini bilen eğitimci konusunda sıkıntısı devam etmektedir.


Uyarılar ve Öneriler


Devlet sosyal eşitliği sağlamakla yükümlüdür. Türkiye’de sosyal eşitliğin önündeki en önemli engeller gelir dağılımındaki adaletsizlik ve kayırmacılıktır. En zengin yüzde 20’lik kesimin toplam gelirden aldığı pay, en yoksul yüzde 20’lik kesimin aldığı paydan 7,7 kat daha fazla hale gelmiştir.

AKP’nin sosyal yardım çerçevesi, yoksulluğu yeniden üretmek ve kendi iktidarını devam etmek adına yoksulluğu yönetmek üzerine kuruludur. AKP’nin neomuhafazakar iktidar stratejisi, yoksulluğun yeniden üretilmesi, seçmen olarak görülen yurttaşın siyasi iktidara sürekli olarak bağımlı kalmasını öngörmektedir. Dolayısıyla AKP’nin açlığı, yoksulluğu, yoksunluğu seçim sandıklarına endekslemesinin kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Sosyal Hak gibi geniş spektrumlu, çok başlıklı-alanlı ve orta-uzun vadede planlama gerektiren bir konunun, sosyal yardıma indirgenmesinden vazgeçilmesi, yoksulluğun bitirilmesi ve yurttaşların istihdam sahibi olmasını getirir.

Bu itibarla; barınma hakkı doğrultusunda, tüm yurttaşların barınma sorununu çözülmelidir. Halkın hem daha ucuza yaşayabilmesi, hem de iş sahibi olabilmesi için üretim ve tüketim kooperatifleri kurulmalı ve/veya bu kooperatifler desteklenmelidir. Su, elektrik ve doğalgazda belirli bir miktara kadar tüketim yapanlara ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu kapsamına girenlere ücretsiz hizmet sağlanmalıdır. Su tüketiminde 10 metreküp ücretsiz kullanım sağlanmalıdır. Dört kişilik bir aile için 200 KWH/ay elektrik hizmetini bedelsiz verilmelidir. Su, doğalgaz ve elektrik faturalarından yapılan tüm vergi kesintilerini kaldırılmalıdır. Toplu ulaşım öğrenci, engelli, emekli, genç ve yoksulluk sınırının altındaki yurttaşlarımız için ücretsiz olmalıdır. Sosyal Güvenlik Kurumu ile Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Kurumları hükümet, çalışanlar, işverenler ve STK’lar ile birlikte açık, demokratik ve hesap verebilir bir yönetim şekline kavuşturulmalıdır. Bireysel zorunlu özel sigortaya yönelik katkı payı uygulamasını sonlandırarak kesintiler maaşlara yansıtılmalıdır.

Sosyal yardımların iktidarın bir lütfu olmaktan çıkarılarak, yurttaş hakkı temelli bir sosyal politika izlenmelidir. Yoksulların rencide edilmeksizin bu hizmetten faydalanması sağlanmalıdır. Sosyal haklar programından faydalananlar için öncelikli istihdam programları geliştirilmelidir. Sosyal yardımların nakdi desteklerden ibaret olmaktan çıkarılarak, kurumsal hizmetlerle desteklenmelidir118.

Engellilere yönelik sunulan kamu hizmetlerini, engel gruplarının farklılıkları göz önünde bulundurularak sağlanmalıdır. Engelli ve yaşlı yurttaşlara bakım aylığı bağlanması için gelir şartı aranmamalı ve evde bakım destekleri artırılmalıdır. Bakıcıların, tüm primleri devlet tarafından karşılanacak şekilde sigortalı olmaları sağlanmalıdır. Tüm toplu taşıma araçları engellilerin kullanımına uygun hale getirilmeli ve engelliler için ücretsiz olarak hizmet verilmelidir. Engelli aracı (elektrikli tekerlekli sandalye) kullanmak zorunda olan yurttaşların kent içi ulaşımlarını rahat ve özgürce yapabilmeleri için engelli araç şarj istasyonları kurulmalıdır.119

Tüm işyerleri ve sosyal alanların engellilerin kullanımına uygun hale getirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Engelli dostu mekânların (restoran, kafe, sinema salonu vb.) çoğaltılması hedefiyle vergi muafiyetleri uygulanmalıdır. Bütün engelli yurttaşların sosyal güvenceye kavuşturulmaları sağlanmalıdır. Engelli emeğini değersizleştiren söylemle mücadele edilmelidir. Engelli istihdamı için teşvikler geliştirilmelidir. Özel ve kamu alanında engellilerin istihdam kotaları doldurulmalıdır. Kamuya ait kreş ve anaokullarının tümünde engelli çocuklar için de olanaklar sağlanmalıdır.

Hülasa, bütçe yurttaşların başta sosyal hakları olmak üzere, siyasal, ekonomik, hukuki haklarını gözetmekle yükümlü olup; sermayenin çıkarlarına hizmet eden, savaşı destekleyen ve besleyen, insan hayatını, yaşamı önemsemeyen bir araç olma halinden çıkarılmalıdır.


  1. Yüklə 1,43 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin