Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi (Z-BES) Tasarruf Sistemi Değildir.
2001 yılında uygulaması başlayan ve 2012 yılından sonra yüzde 25 Devlet Katkısı “reklamıyla” uygulaması devam eden Bireysel “Emeklilik” Sistemi’nden emekli olma oranı yüzde 1’lerdedir. Yapılan kesintiler ile kişilere yapılan reel ödemeler arasında radikal farklar vardır. Yurttaşlar sistemden cayma süresi içerisinde caymış olmalarına rağmen AKP yeniden zorla sisteme dâhil etmektedir. Net ücretin yüzde 4,2’sine tekabül eden kesinti miktarı fahiştir. Zorla içerde tutma süresinin 3 yıla çıkarılması ise her türlü hukuka aykırıdır. Sistemden emekli olmak, emekli maaşı almak tamamen bir yanılsamadır. Söz konusu emeklilik adı altında ödenen miktarlar ve ödeme süresinin emeklilik ve tasarrufla ilgisi bulunmamaktadır.
Bireysel “Emeklilik” siteminden emekli olabilen kişilerin (yüzde 1) aldığı ortalama emekli aylığının miktarı, düşük olduğu için eleştirilen kamusal emeklilik maaşlarının çeyreğinden bile daha azdır. Ayrıca yaşadığınız sürece değil belirli bir süre ödenecektir. Bu yönüyle Z-BES içerisinde emeklilik ibaresi olmasına rağmen bilinen anlamda bir emeklilik sistemi değildir.
Son 1 yılda enflasyon yüzde 20’leri geçmiştir. Z-BES fonları ise ortalama yüzde 15’in altında getiri elde edebilmiştir. Yani Z-BES birikimleri enflasyon karşısında reel olarak erişmiştir. Yüzde 25 devlet katkısının 56 yaşından önce ve/veya 10 yılı doldurmadan önce alınamaması, kur ve enflasyon ataklarının birikimleri eritmesi, önceki dönemlerdeki Konut Edindirme Yardımı kesintilerinin nihai yağmalanma durumu ve güncel olarak işsizlik fonunun amaç dışı kullanımı Z-BES’in geleceği hakkında da fikir verebilir. Z-BES uygulaması derhal durdurulmalıdır. Sisteme rızası dışında dâhil edilenler derhal cayma hakkını kullanmalıdır. Cayma hakkını bir kere kullanan milyonlar bu yağma sistemine rızaları alınmadan dâhil edilmemelidir.
AKP’nin sosyal güvenlik reformu, reel olarak düşen emekli aylıkları, gittikçe bozulan gelir dağılımı yüzbinlerce yaşlı yurttaşın ömrünün sonuna doğru da çalışmasına neden olmaktadır. TÜİK verilerine göre 65 yaş üzeri çalışan sayısı 803 bin kişidir. Özellikle kadın yurttaşların emekli olmasının güçleştirildiği “yeni sosyal güvenlik uygulamasında” yoksullukla baş başa bırakılan çok büyük bir kitle mevcuttur. Ayrıca emekli olduğu halde çalışan milyonlarca emekli bulunmaktadır. TÜİK verilerine göre emekli olduğu için çalışmayan veya iş aramayan emekli sayısı “sadece” 4 Milyon 553 bin kişidir. Ancak SGK’nin verilerine göre Türkiye’de 12 milyon 456 bin 614 emekli mevcuttur. Yani emekli olanların yüzde 64’ü çalışmaya devam etmektedir.
Emeklilikte Yaşa Takılanlar
Yurttaşlar sendikaları, dernekleri ve örgütleri ile güvenceli yaşam için taleplerini yükseltmelerine rağmen gerekli sosyal politikaların üretilmiyor oluşu, aksine çıkarılan yeni yasalarla kazanılmış sosyal hakların zaman içinde yok sayılması bu tabloyu daha da ağırlaştırmaktadır.
Türkiye’de hukuk güvenliği en önemli sorunların başında gelmektedir. Bir çalışan, Sosyal Güvenlik Kurumu ve hükümet ile yaptığı bir sözleşmeyi kendi çalışma yaşamının sonuna kadar sürekli olarak muhafaza edememektedir. Başka bir hükümet geldiğinde ve yeni bir yasa çıkarttığında kazanılmış hakları gasp edilebilmektedir.
Sosyal Güvenlik mevzuatında çalışanlar aleyhine en ciddi hak gaspı 08.09.1999 (bir diğeri 2008’de) gerçekleşmiştir. SGK mevzuatı 1999 tarihinde değiştirilmeden önce emeklilik şartları kadınlar için 20 yıl sigortalılık süresi ve 5000 gündü. Erkekler için ise 25 yıl sigortalılık süresi ve 5000 gün iken ve emeklilikte yaşa bağlı şart aranmıyorken; 08.09.1999 tarihinde 4447 sayılı kanun90 ile sigortalılık hizmet süresi ve prim ödeme gün sayısının yanına, sonradan bir de yaş şartı eklenmiştir. Böylelikle kadınların kademeli olarak 58, erkeklerin kademeli olarak 60 yaşında emekli olması hükme bağlanmıştır. Hukukun temel kurallarından “kazanılmış hak ilkesini” dahi gözetmeden SSK’li, Bağ-Kur’lu veya Emekli Sandığı’na tabi tüm sigortalılara ayrım yapılmaksızın yaş engeli konulmuş ve böylece milyonlarca EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) kazanılmış hakları gasp edilmiştir. Üstelik bu mağduriyet 46 yaşında emekli olmuş Cumhurbaşkanı olan bir ülkede yaşanmaktadır.
Üstelik anayasal ve yasal haklarını talep eden Emeklilikte Yaşa Takılanlar’ın “tembellikle” suçlanması, “sosyal güvenlik harcamalarının bir kambur gibi” emeklilik maaşlarının da hak edilmiş tasarruflar değil “devletin kaynaklarının sömürülmesiymiş” gibi sunulması büyük bir çarpıtma ve çalışanların emeğini yok saymak ve değersizleştirmektir. Sosyal güvenlik sisteminin çalışan insanların refahı için mi var olduğu, yoksa emeklerinin yağmalanmasına ve talana hizmet etmek için mi tasarlandığı ciddi bir soruya dönüşmektedir. Geleceği güvensizleştiren bu ekonomi politikası ile hükümet sosyal devlet anlayışından ve sosyal güvenlik politikasından daha fazla uzaklaşılmaktadır. Çalışanlar başta olmak üzere halkın geleceğe güvenle bakabileceği sosyal güvenlik politikasının hayata geçirilmesi gerekmektedir. Şu anda mevcut çalışan sayısıyla emekliliğe hak kazananların sayısı arasındaki aktüeryal dengesizliği gerekçe göstererek emeklilikte yaşa takılanların sorunlarının çözülmemesi, bütçeyi yönetenlerin emek kesimi aleyhine kaynak transferini maskeleme çabasından/bahane bulma çabasından başka bir anlam taşımamaktadır. EYT emekçilerin haklarının gasp edilmesi Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırıdır. Şu anda hali hazırda zaten emeklilikle ilgili hem ücret konusunda hem de prim gün sayısı arttıkça azalan emeklilik ücreti konusundaki tasarruflar çıkan çalışanların emeklilik haklarını ciddi anlamda tehdit etmektedir.
Türkiye Emekçileri AKP Eliyle Yoksullaştırılmaktadır
Türkiye’de reel ücretler sistematik olarak düşürülmekte ve ücretin milli gelir içindeki payı azaltılmaktadır. Ülkenin teknoloji ve bilimdeki geri kalmışlığını “stratejik ucuz işgücü politikası” ile savunan AKP, emeğin payını küçülterek ülke emeğini uluslararası sermayeye pazarlamaya çalışmaktadır. İşgücünün niteliği arttırılmamakta ve nitelikli işgücü ülke içinde tutulamamaktadır. Emekçilerin ücret artışları enflasyon oranı altında kalmaktadır. Neredeyse tüm çalışanların koşulları AKP döneminde olumsuz etkilenmiş ve reel ücretleri azalmıştır.
Enflasyon hedefi ile gerçekleşme arasındaki bu yarılmanın en adaletsiz sonuçlarından biri kamuda çalışanların ve emeklilerin ücretlerinin hedeflenen enflasyona göre belirlenmesidir. 5 Kasım 2018’de açıklanan TÜFE (25,24) ve ÜFE (45,01) 91 verileri ise 2003 yılından bu yana açıklanan en yüksek oranlardır.
Ücretlerde cari zam, ücretlerin miktar olarak artmasıyla, reel zam ise ücrete dayalı satın alma gücünün artmasıyla sonuçlanır. Enflasyon yüksekliği nedeniyle her cari zam, reel zam olmamaktadır. Cari zammın reel zam olabilmesi için gerçekleşen enflasyonun üzerinde olması gereklidir. Enflasyon farkı almak, reel zam almamaktır.
Türkiye’de enflasyon farkı uygulaması, eksik yapılan maaş ödemelerinin dönem sonunda hem de gecikmeli olarak ücretliye ödenmesidir. Enflasyon geriye dönük ve genellikle zam oranlarının üzerinde açıklanırken, zamlar geleceğe dönük vaat edilmektedir. Zam uygulandığında daha yüksek gerçekleşen enflasyon nedeniyle reel anlamda satın alma gücünü arttıran bir zam olmamakta, aksine satın alma gücünü eriten bir zam olmaktadır.
2010 yılından bu yana başta memurlar olmak üzere sabit ücretliler bu nedenle reel zam almamıştır. Her dönem geriden gelerek ödenen enflasyon farkı ile ortaya çıkan durum özetle memurların zam almamasıdır. Memurların zam oranları enflasyon oranları altında kaldığı için enflasyon farkı ödenmektedir. 2015-2018 yılları arasında enflasyon farkı ödenmiştir. Bugünden ortaya çıkan durum şudur ki; 2019 yılında da memurlara verilmesi planlanan cari zam, enflasyon oranının altında kalacak ve yine reel zam değil, kayıpları karşılamak amacıyla “enflasyon farkı” verilecektir. Bu durum kamu emekçileri adına yapılan toplu iş sözleşmesinin sonucudur. TÜFE’nin altında zam oranları bu sözleşme ile bağıtlanmıştır.
Kamu emekçilerinin grevli toplu iş sözleşmesi hakkı yasayla kısıtlandığından yapılan toplu görüşmeler emekçilerin sorunlarını ve reel ihtiyaçlarını karşılamadan uzaktır. 2017 yılında yapılan toplu iş sözleşmesi (TİS) ile kamu emekçilerinin 2020 yılına kadar alacakları zam oranları Memur-Sen ve AKP Hükümeti tarafından belirlendi. Memur-Sen’in yıllardır reel zam talep etmediği92 ve kamu emekçilerinin yoksullaştığı gün geçtikçe ortaya çıkmaktadır. Enflasyon, bu sözleşmeye konulan zam oranlarının çok üzerinde gerçekleşmektedir.
2018 birinci dönemde uygulanan % 4’lük zam, Nisan ayına varmadan erimiştir. Haziran ayında açıklanan % 9,17’lik (geçen yıl aynı döneme göre) enflasyon oranına göre zammın farkı, memur ve emeklikler enflasyon farkı olarak verilecektir. TÜİK’in açıkladığı enflasyon verilerine göre sunulan teklif bile Haziran 2018 enflasyonun altında kalmıştır. 2020 yılına kadar “Kümülatif” alınacak denilen 17,5’lik zam 2018 yılı bitmeden erişmiştir. İlk 10 ayda TÜFE 25 ve ÜFE 46 bandının üzerine çıkmıştır. 2019 yılına girilmeden TİS’in revize edilmesi ve sadece enflasyon farkı şeklinde bir ödemenin değil, reel bir zammın yoksullaşan emeklilere ve kamu emekçilerine sunulması gereklidir.
Dostları ilə paylaş: |