266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə6/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91


ALEMDAR PAŞA VAK'ASI

— 608 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

ALİ (Cellâd Kara)



ağanın «Boğ!» dediğini boğar; «Vur!..» dediğinin başını uçururdu. (B.: Bostancıbaşı Ağa).

Sokağa çıktığında sağ omuzundan çap-rastlama asılmış bir yalın kılıç sallanır; kuşağının bir kenarında da yağlı kemendi görünürdü; bazan, bu korkunç tuvaletini, kerpeten, burgu, çivi, buhur fitili, deri yüzecek ustura, detoir tas, demir sünger, el ve ayak kuracak baltalar gibi işkence âletleri tamamlardı. Ustura ile kazınmış başında da kırmızı keçeden cellâd külahı bulunurdu.

İdam edilen mahkûmun üzerindeki esvap ve çamaşır ile koynundan, kuşağından, cebinden ve kemerinden çıkan eşyası ve parası, cellâtların hakkı îdi; bu zeytuni derili çingene pehlivan, soyduğu vezir ölülerinin çamaşırlarını giyer, sırma işlemeli uçkur ve çevre, murassa kehribardan çubuk, murassa saat kullanırdı. (B.: Cellâd Mezadı) Gözyaşlarına ve küfürlere karşı ayni derecede kayıtsızdı; ellerindeki kan, âdi bir kırmızı boyadan farksızdı, ellerini ve satır - kılıcını «Cellâd
Kahve meydanını döner temaşa Bakmasam bir türlü, baksam bir türlü

Tam on sekizinde, girmiş çağına Başlar kurban olsun ayak bağına Gül penbe topuk yalın ayağına Akmasam bir türlü, aksam bir türlü

Yanarak tutuştum bir deli gibi Oğlanlar tekkesi kandili gibi Kolların boynuma ^mendili gibi Takmasam bir türlü, taksam bir türlü

(B.: Hamamioğlu, ihsan; Oğlanlar Tekkesi).

ALİ (Anbareızade Derviş) — On sekizinci asrın birinci yarısında yaşamış seçkin hattatlardan bir mevlevi dervişidir; süslü ve nesih yazıda icazetnamesini Ağakapüı İsmail Efendiden almıştı, devrin büyük üstadı Hafız Osman Efendinin de yaranından bulunmakla çok istifade etmişti. (H. 1128) 1715 de, Ketenciler deki Alaca mescidin imamı bulunurken öldü, Üsküdara defnedildi.

Bibi.: Mustakimzade, tuhfei hattâtin.

ALİ (Baba) — On yedinci asır ortalarında, cenk çalan namlı sazendelerdendir. Hayatı hakkında bundan gayri bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİ (Benli) — İkinci Mahmudun ilk saltanat yıllarında îstanbulun namlı köçeklerinden bir çingene gencidir. Galatalı Hü-seyinin yazdığı bir destanda, ince yapılı, uzun boylu, aslı Dimotpkalı ve ırkının kişmiri derisi üstünde nâdir rastlanan sarı saçlı bir delikanlı olduğu anlatılıyor. Oyuna, ayağında dallı çiçekli bir şalvar, sırtında bürümcük bir gömlekle çıkar, uzun saçlarını gümüş gelin teliyle örer, ayak bileklerine altın halhal takar, eline de zilleri altından bir tef alırmış.. el ve ayak parmakları da daima kınalı gezermiş. Aşağıdaki iki kıta Galatalınm destanındandır:

Hançerlide içenler yiğit hovarda Çengi Ali geliyor savulun varda Samur saçlar dalga dalga omuzda Tefinin zilleri altındandır altından

Topuk vura vura gelişi vardır. Ocaklar yıkmış deli rüzgârdır, Sanmayın rûyi arzda eşi varcüır Tefinin zilleri altındandır altından

Destanın dili o devir için o kadar yabancıdır ki, Galatalı Hüseyinin çok muahhar • bir şair tarafından kullanılmış bir talana isim

olduğu aydın olarak görülür (B.: Hüseyin Ağa, Galatalı).

ALİ (Beykozlu Uzun) — Vak'âi Hayri-yede ikinci Mahmudun kılıcından kurtulmuş son yeniçerilerdendir; üç yıl sonra gizlendiği yerden çıkmış, fakat derhal tanılarak yakalanmış ve gümrük önünde idam edilmiştir.

ALİ (Böiükbaşı Solak) — On sekizinci asrın ilk yıllarında Anadoluda Yeni Dünya Hüseyin adında bir şakinin ayakdası ve bö-lükbaşısı bir haydud. Sadrâzam Şehid Ali Paşa, Mora yarımadasında Venediklilerle harbederken hükümetten aman dileyip çeteleriyle beraber harbe gitmişler, hizmet ve yararlıkları görülerek affedilmiş ve Sadrâzam ağaları arasına alınmışlardı. Sefer dönüşünde Yeni Dünya Hüseyin Ağa Solak Aliye kefil olarak her ikisi de İstanbulda yerleşmişlerdi.

Nevşehirli Damad İbrahim Paşanın ilk sadaret yıllarında, 1720 de, Solak Ali Ağa, bir vazife ile Kümeline gönderildi. Dönüşte bir çuhadar ile yol arkadaşı oldu. Çuhadarın heybesinde İstanbuldaki bazı mültezimlere ait on sekiz kese altın bulunduğunu öğrendi; derhal eski sakavet damarları kabardı, ıssız bir derbentten geçerlerken zavallı adamı arkasından karabina ile vurup öldürdü, on sekiz kesederfiki bin kurşunu bu cinayetinin şahidi olan iki uşağına sus payı vererek İs-tanbula geldi ve gasbettiği altınları da Bü-yükşehirdeki evinin bir kösesine gizledi. Fakat uşaklarından biri başından korkarak cinayeti hükümete haber verdi, Solak Ali ile kefili Yeni Dünya Hüseyin Ağa tevkif edildiler ve Muhzirağa hapsine atıldılar; Yeni Dünyanın masum olduğu öğrenildi. Gasbedi-len altınlar da üç kese noksaniyle meydana çıkarıldı. Solak Alinin de Parmakkapı önünde boynu vuruldu.

ÂLÎ (Bursalı) — On sekizinci asrın namlı müzehhib ve hattatlarından; yazıda Seyid Abdullah Efendinin yetiştirmesi; ' Ayasofyanın musalla kapısı karşısındaki bir dükkânda işlerdi (H. 1137) 1718 de öldü.

Bibi.: MüstaMmzâde, Tuhfei hattâtin.

ALÎ (Celeb) — On yedinci asır ortaların da yaşamış ravza denilen beş telli sazı çalmakta eşsiz ustalığa sahip sazendelerden biridir. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi,: Evliya Çelebi, I.

ALİ (Cellâd Kara) —- On yedinci asır ortalarında İmparatorluk Cellâdbaşısı, ''yirmi beş yıla yakın, İstanbulun ayak bastığı yere ölüm götüren korkunç bir şöhreti, uçurduğu sayısız canların arasında bir pâdişâh, ondan fazla Sadrâzam, birçok namlı vezir bulunan Kara Ali, cellâd Usta Süleymanın çıraklarından idi. Aslının bir kipti olduğu kuvvetle tahmin edilebilir. Kendisini görenler tarafından «Âdem ejderhâsı» diye tarif edilen bu adam, ilk şöhretini, Dördüncü Muradın îstanbulu dehşet içinde bırakmış amansız istibdat devrinde yapmıştı. «Neuzi Billâh.. çehresinde nur kalmamış zehir gibi» bir adamdı. Yaz kış, kolları sıvalı, baldır bacak çıplak, göğsü bağrı açık gezerdi, Suçlu, masum, genç, ihtiyar, haydut, vezir, âlim; Müslüman, Hıristiyan; kadın, erkek ayırt etmezdi, onun için kement geçirilecek boyun, satır çalınacak ense vardı. Hattâ birçok defalar, idam ettiği adamın kim olduğunu büe sorup öğrenmeği merak etmemişti. Âmiri olan Bostancıbaşı

Tebdili kıyafetle kaçmak isteyen sadrâzam Kemankeg Kara Mustafa Paşanın

Hocapaşa Çarşısında halkın gözü önünde Cellâd Kara Ali eliyle idamı

(Resim: Sabiha Bozcalı)




611

Çiroz (Resim:
ALİ (Cido)

çeşmesi» nde yamaklariyle şakalaşarak yıkardı. (B. : Cellâd Çeşmesi).

Büyük şair Nefiyi, bâbıhümayun karşısındaki odunlukta. Kara Ali boğmuştu; nâşı-na tas bağlıyarak Ahırkapı sahilinden denize atan da o idi. Ölüm karşısında metin ve vakur olanlara karşı, vazifesini bütün ciddiyetiyle yapan bu müthiş cellâd, kendisini görünce şaşkınlık ile çırpınanlara karşı da ba-zan kemendini «Şakacıktan» atıverirdi.

Sultan îbrahimin saltanatı, muhakkak ki. asrının büyük bir devlet adamı olan tstanbul-lu Ahmed Paşanın sadaretinde yeniçeri ocağı ağalarının hazırladığı kanlı bir hükümet darbesiyle yıkıldığı sırada j bu namlı veziri böyle, âdeta şakalaşarak boğmuştu. (B.: Ahmed Paşa, Hezerpâre)

Boğduğu isanlann ve uçurduğu başlara sayısını unutan Kara Ali, yalnız Sultan îbrahimin idamında, ürkmüş, kaçmış, bir hükümdar boğmak istememişti. (B.: İbrahim, Sultan).

Saray, Sadrâzamın sopası altında bile olsa, Kara Alinin bu işini affetmedi; onun bir padişah boğduğunu hiçbir vakit unutma-madı. Bu meşhur cellâd, bu vakadan az sonra, anılmaz oldu. Bir yağlı kemendin de bir gün Kara Alinin boynuna atıldığı tahmin edilebilir.

ALİ (Cido?) — On yedinci asır ortalarında yaşamış namlı armatör kaptanlardandır; istanbul ile Karadeniz limanları arasında iş yapardı. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanmadı.

Bibi.: EÇ, I.

ALİ (Civan) — 1935 de, hayatı, günlük gazetelere şehir sohbeti mevzuu olmuş bir şofördür; Aslı Balıkesirin Kalaycılar Köyün-dendir; çocukluğu ve ilk gençliği köyünde sı-ğırtmaclık ve çobanlıkla geçmiştir; Kalaycılara yakın Bey köyünden olan meşhur Çoban Mehmed Pehlivan, bu Civan Alinin, çocukluk arkadaşıdır, bir pehlivan vücudu yapısına sahip olan Ali ile o masumluk çağlarında bir çok defalar güreşmişlerdir. Yirmi yaşlarına doğru Istanbula gelen Ali, ilk iş olarak Sirkeci otellerinde hamallık yapmış, sonra yine Sirkecide garaj hamalı olmuş, araba tamirlerine yardım ederken şoförlük öğrenmiş ve imtihan olarak ehliyetname almıg ve şoförlüğe başlamıştır. 1938 de bir gazeteci île ko-

İSTANBUL


nuşan Civan Ali, o tarihlerde bir şoförün kazancını şöyle kıymetlendirmiştir: «Ayyaşlık, kumarbazlık, uygunsuzluk yapmayan bir şoför, ya her yıl bir araba alır, yahut üç yılda bir apartmancık yaptırır... Kendisi beş;yıllık kazancı ile üç araba almış, bir otomobil malzemesi dükkânı açmış ve bir ev yaptırmıştır. Bibi. : Son Posta Gazetesi. ALİ (Çiroz) — Geçen asır sonlarında îs-tanbulun tulumbacılık âleminde en büyük şöhretlerden biridir. Yanık sesiyle semai ve mâni okumada eşsizdi. Cessur ve merd, tatlı dilli, güler yüzlü, klâsik tabiriyle «güneşe ya doğ ya doğayım» diyen güzel bir gençti ve henüz on sekiz yaşlarında bir nevcivan iken veremden öldü; Defterdar sandığı reisi İsmail Kâhya anlatır, ölümüne gökte melek, yerde insan ağlamıştı.

Buğday benizli, koyu kumral saçlı; vü-cud yapısı ince uzun, tulumbacı ağzı ile «süğlün gibi» idi; «Çiroz» lâkabı, pek küçükken, mahalle arkadaşları arasında narinliğinden kalmıştı. Babasından birkaç aylık iken yetim kalmıştı; dedesi, kasaplar kâhyası Def-terdaıiı Köle Mustafadır ki, biricik torununa miras olarak Alacahamamda Mehmedpa-şa hanı altında bir büyük dükkânı, Eğrikapı dışında bir tabakhane, İstanbulun sur boyu mahallelerinde üç ahşab eveeğiz bırakmıştı; anasının ölümünde henüz yedi sekiz yaşlarında bulunan Aliye, bu kadından iki yıl sonra ölen Köle Mustafadan bir hayli de nakid kaldığı tahmin edilebilir, fakat bu para çocuğun eline geçmemişti.

Ali, on bir, on iki yaşlarında iken, kendisinden on yaş kadar büyük bir mahalle de-kânlısının, Saraç îsmailin kahvesine çırak olmuştu, ismail o tarihte Defterdar sandığının reisi bir namlı tulumbacı, Defterdar kayıkçılarının da kâhyasıydı; sanatı saraçlık ve tercih ettiği işi kahvecilik olduğu holde ayakdaşı kayıkçılar arasında «Kâhya» diye anıldığından lâkabı «Kâhya» kalmıştı. Kâhya ismail 1945 -1946 arasında 78 yaşında idi, 1941 de kapamış olduğu son kahvehanesi basit bir ahşab yapı olup Defterdar iskelesinden çıkılıp da Feshane Caddesine gelirken sağ kolda idi; sol kolda da bir büyük kârgir kahvehane vardır; tulumbacılığın o eski parlak devrinde Kâhyanın kahvehanesi .işte bu soldaki kahvehane idi; fakat o zaman-

ANSİKLOPEDİSİ

lar ahşaptı. Üzerinde de on sekiz tane bekâr odası vardı; Kâhya bu odalardan birinde de çırağı Aliyi yerleştirmişti; çocuk, ikisi He-kimoğlu semtinde, biri de Darıcada oturan üç dayısından ibaret ailesi efradiyle bütün alâkasını kesmiş idi. Çiroz Alinin tulumbacılık hayatı da hemen bu yaslardan başlamıştı; yüzünün güzelliğine başka bir halâvet veren yanık sesiyle de pek çabuk büyük bir şöhret olmuştu. Kâhyanın o zamanlar Defterdar sandığında sevgli Alisi ile beraber koşturduğu bir de küçük habes melezi, Arab Mahmud vardı ki, o da 1945 -1946 da altmış sekiz yaşlarında ve Eyyubda oturmakta idi Çiroz ne kadar ağır başlı ise, Arap o kadar civelek bir çocuktu, sandık almadığı zaman, takımın önünde perendeler atarak çarkı felek gibi gidermiş...

Muhit kalabalık ve canlı idi; tulumbacılık, ilk gençliğin ateşin yılları için pek cazibeliydi; bir ara Ali kayıkçılığa heves etmişti; Kâhyanın izni ile dedesinden kalan evlerin galiba ikisini satmış, yirmi iki altına iki çifte, beyaz boyalı ve altın yaldızlı bir kayık yaptırmıştı; döşemeleri en âlâ al çuhadandı. Ali, Çiroz lâkabını bilmiyen İs- tanbullular arasında da «Defter- uı; darlı Kayıkçıgüzeli» etiye şan almıştı.

Çiroz Ali, bir gün altın yaldızlı kayığını kayıkhanede, sır-//; j. tındakinden gayri bütün esva--^1' bini da kahvehanenin üstündeki odasında bırakarak . Kâhya İs-mailin yanından Beşiktaşta Kö-yiçi sandığına kaçmıştı. On yedisinde var, ya yoktu, sesinin bülbül gibi pakıdığı zamandı. Bir müddet sonra. Alinin Eğrikapı dışındaki tabakhaneyi satarak bir çift beygir aldığı ve Taksimde sürücülük yapmağa başladığı işitilmişti. Bu ara, çocuğun, Taksimde kart bir rum karısını da dost tuttuğu söylenmişti.

Aranmadığını gören Kâhya İsmail, toy çocuğun hamisiz perişan olacağını düşünerek, kendisi onu arayıp bulmuş. Taksime

ALİ (Çiroz)

belki kırk elli defa giderek yarı nasihat, yarı tazyik yoluyla Aliyi beygirlerim satmağa, kart yosmasını da bırakıp Defterdara dönmeğe razı etmişti. Fakat Ali, karşı taraftan bitkin bir halde dönmüştü.

Hicap mâni olduğu için de Defterdarda, tabakhane karşısında, Mehmed Alinin kahvesine inmiş, oradan Kâhyaya gelip alması için haber yollamıştı.

Kâhya ismail Çiroz Aliyi Mehmed Alinin kahvehanesi üstündeki odada, yatakta hasta bulmuştu. Derhal kendi kahvehanesin-deki eski odasına kaldırtmış, hekim çağırtmış, gelen hekim Ali için «ince hastalıktır» demişti; hastanın Kartal, Yakacık taraflarına götürülmesini sağlık vermişti.

O sıralarda İstanbulda bulunan Darıca-daki dayısı delikanlıyı Darıcaya götürmek istemiş, Kâhya İsmail de, elindeki on beş altını tulumbacı yeleğinin sağ omuz başının altına dikip sakladıktan ve «bunlara sakın el sürdürme!» diye de tenbih ettikten sonra hastayı dayısiyle beraber yollamıştı.

Fakat Ali, Darıcada pek sıkılmış, kasabanın havası da ağır gelmişti; artık yatağından hiç kalkmıyan genç tulumbacı bu sefer. Hekimoğlundaki dayılarının büyüğü tarafından tekrar İstaabula getirilmiş, arkadaşlarına ve Kâhya İsmaiie de haber verilmemişti; hattâ tulumbacılardan işidip de ziyarete gelen olursa kapının açılmaması da tenbih edilmişti.

Bir gün, Alinin İstanbulda olduğunu bir Darıcalıdan öğrenen Kâhya İsmail, hastayı ziyaret etmek için, Hekimoğludaki evin kapısını ancak ihtiyar mahalle imamının nüfus ve tavassutu sayesinde açtırabilmişti.

Ali, bu buluşmada, gözleri yaşla dolu olarak son günlerini Defterdarda, sandık arkadaşları-lannm muhitinde, havası, okuduğu semai ve mânilerle yoğrulmuş kahvenin üstündeki odada geçirmek arzusunu göstermiş-



ÂLÎ (Derviş)

— 012


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 6ia

ALİ (Kumaş)




ti. Fakat dayılar, hastayı tulumbacılara vermemişti. Bunun üzerine Kâhya ismail, Defterdar bekçilerinden Mehmed, Çavuşu, Heki-moğluna gözcü dikmişti; vaktiyle Alinin babasının ve dedesinin ekmeğini yemiş olan bu adamın her sabah getirdiği haberlerden öğrenilmişti ki, dayısı ve yengesi, günleri sayılı bir gence karşı insanlık borcu olan şefkat hissinden mahrum insanlardı.

Alinin yaldızlı kayığı ve Alacahamam-daki dükkânı onlara miras kalacaktı. Hastanın kendi ellerinde ölmesi lâzımdı. Anî bir kararla Defterdara gitmesini önlemek üzere Bakırköyünde bir ev tutup Aliyi oraya kaldırmışlardı.

1897 yazının sonlarında idi, bir gece, yatsıya doğru Mehmed Çavuş Defterdardaki kahveye gelmiş ve Çiroz Alinin, o gün ikindi üzeri ruh teslim ettiğini haber vermişti. Kâhya İsmail de bu kara haberi, Defterdar uşakları vasıtasiyle Büyükşehre yaydırmıştı.

Ertesi sabah, Bakırköyünde, yangına gider kıyafette ve sandıklariyle dört yüz, bir rivayete göre altı yüz, tulumbacı toplanmıştı. Alinin, omuzu altında on beş altın dikili yeleğiyle 6,5 mecidiyelik saati ve 13 meci-diyelik gösteği son deminde kaybolmuştu. Cenaze masrafını Kâhya İsmail üzerine aldı. Alinin tabutu yolda takımlar değiştirilerek tulumbacı ayağı ile bir saat kırkbeş dakikada Bakırköyünden Eyyubda Camiikebire öğle namazına yetiştirilmiş ve Tokmaktepede Kandilli Baba yanına gömülmüştü.

Üzerinde tası bulunmıyan kabrinin yeri 1947 de ölen Kâhya İsmail delaletiyle İstanbul Ansiklopedisi tarafından „ tesbit edilmiştir. (B.: İsmail, Kâhya). İstanbul İtfaiyesinin, yahut hali vakti yerinde bir hayır sahibinin bu namlı tulumbacının kabrine bir taş diktirmesi İstanbul folkloru bakımından güzel işlerden sayılır.

ALİ (Derviş) — On yedinci asrın namlı hattatlarından; asrın yeniçeri ocağı ricalinden Kara Hasanoğlu Hüseyin Ağa kapısından yetişmişti; bir rivayete göre bu zatın azatlı kölelerinden idi, nevcivanlık çağında yeniçeri ocağına yazılmış, karakullukçu olmuş, fakat maarife heves ederek hattat Halid Efendiden süllüs ve nesih yazıları meşkederek icazetname almıştı; kendisi de asrın büyük devlet adamı Köprülüzâde Fazıl Ahmed Pa-

şanın yazı hocası olmuştu; pek çok eser vücuda getirmiş, kırktan fazla Musafi Şerif yazmıştı. Muasırlarından bir şair Derviş Aliyi medih yollu şu kıtayı söylemişti:

Harfine bir kimse nokta koyamaz

Fazlü dânişle olursa bu Ali

Bir eser kaldı söyünmez haşredek

Fenni hat içre. ziyayi meş'ali

Eserlerini, hemen daima, devrinin seçkin bir sanatkârı olan müzehhib Sürahi Mustafa tezhib ederdi (B.: Mustafa, Sürahi).

(H. 1084) 1673 de ölmüş, Topkapı dışında Sarı Abdullah Efendi merkadinin yanına gömülmüş, kabir taşına da şu kıt'a yazılmıştı:

Şeyhi vakt üstadı kül Derviş Ali Gitti Ukbâye ana imdad ola Attı meydanı fenâde menzilin , Dikdi menzil taşını tâ yad ola Pes dua idüb didim tarihini «Menzilin Firdevs ü ruhin şad ola» Bibi.: Mustakinizde, Tuhfei hattâtin

ALİ (Derviş) — Hadikatül Cevamiin kay-dine göre Drağman civarında Dervişali Mescidinin banisi; hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, 1.

ALİ (Derviş) — On sekizinci asır sonlarında yaşamış seçkin hattatlardan, icazetnamesini Hüseyin Hablîden almıştı; aslı Şark vilâyetlerinden olup Sinanpaşa medresesinde oturur, Kalenderhâne camiinde de hatiplik ederdi, (H. 1200) 1785 de hücresinde asılmış olarak bulundu.

Bibi. : Müstakimzâde, Tuhfei hattâtin.

ALİ (Derviş Kanber) — On altıncı asır hattatlarından, aslı Maveraünnehirli olup İkinci Selim zamanında îstanbula gelmiş, Büyük-şehrin hüner sahibi fıkarayi dervişâmndan biri olarak yaşamıştı.

Bibi. : Müstakimzâde, Tuhfei hattâtin. ı

ALİ (Dinikuru Laz) — İkinci Mahmud devrinin ilk yıllarında, Üsküdarın namlı kabadayı külhanîlerinden bir yeniçeridir; aslında 29 bölüğün yoldaşı iken 59 bölüğe semer devirmiş (B.: Semer devirmek); bu- müddet sonra tekrar kendi bölüğüne dönmüştü. Yeniçerilikte semer devirme denilen bir yenieri ortasından diğerine geçmek, ocaklılar arasında büyük hakaret sayılır, semer devireni katle varan bir kin beslenirdi; yirmidokuzlular-da, Dinikuru Laz Aliye karşı ayni korkunç

kini beslemekte idiler, ortasına döneceğine dair haber yolladığında elden kaçırmamak için, yüzüne güldüler, memnuniyetle. kabul edeceklerini bildirdiler, fakat Ali gelir gelmez, yeniçerilik alâmeti olan şalını aldılar ve donanma kaçağı bir kalyoncu olarak Tersane gözlerine hapse gönderdiler; yirmi dokuzlulardan birçoğu gibi, Laz Ali de aynı zamanda kalyoncu yazılmıştı; idamdan kurtulmaz sanılırken, Tersanede Boğazlı Ali Bey isminde hatırı sayılır kaptanlardan bir hâmisi çıktı; Kaptan paşadan Laz Alinin kendisine bağışlanmasını rica etti; Tersane zindanından çıkarılan Ali, ayağına demir bukağı vurularak üç ambarlı kalyona gönderildi, birkaç gün hapisten sonra da affedilip Tersane çavuşluğu verildi. Bu namlı külhanînin hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı (H. 1224 = M. 1809).

Bibi.: Câbi Said Vekaayinâmesi.

ALÎ (Hacı) — Hadikatül - Cevamiin kaydına göre Galatada Bereketzade mescidinin banisi; Fatih Sultan Mehmedle beraber İstanbul fethinde bulunmuş ve Galatakulesi diz-darlığı ile çırağ edilmiştir ki Galatamn ilk dizdarıdır. Hayatı hakkında bundan gayri bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, II.

ALİ (Horos) — Son elli yıl içinde Üsküdarın namlı oltacı balıkçılarından; Balıkçı Kekeme Nurinin kardeşi; 1945 de hayatta bulunuyordu.

Bibi.: Vâsıf Hoca, Not.

ALÎ (Kadayıfa) — İkinci Abdülhamid devri sonlarında Fatihin namlı kabadayılarından; meşhur Onikilerden biri (B.: Onikiler); delikanlılık çağlarında Fatih çarşısının ka-dayıfcı esnafından iken işi kabadayılık ve tulumbacılık yoluna dökmüştü. Kardeşi Gugu-lik Süleyman da Aksaray tulumbalarından birinde reislik ederdi. Sermed Muhtar Alus, her ikisi hakkında «sayılı fırtınalardan idi» diyor. Kadayıfcı Alinin türlü tecavüz ve vu-ruculuktan birçok, sabıkası vardı; 1885 -1890 arası gazetelerinin zabıta vukuatı arasında «Sabıkalı kabadayılardan Fatihli Kadayıfcı Ali» adına sık sık rastlanu1.

ALÎ (Kaşıkcızade) — On yedinci asır sonunda yaşamış namlı hattatlardan, Enderunu

hümayun Kaşıkcıbaşısı Mustafa Ağanın oğlu idi; yazıyı Tophaneli Mahmud Efendiden tahsil etmiş, üstadının ölümü üzerine icazetnamesini Derviş Aliden almıştı. Ekseriya Hilyei Şerif yazar, kibar ve ricale hediye eder, ikram olunurdu. Bir, gece rüyasında Hazreti Peygamberi görüyor ve kendisine Hilyei Şerif yazmaya devam etmesi emrolunuyor ve hemen yeni bir levhaya başlayıp yazı yazarken levhasının üzerinde ruh teslim ediyor (H. 1103 — M. 1691).

ALİ (Kız yahut Sarı) — Meşrutiyet devrinin namlı bir külhânîsi; Hasekide Paşmakı-şerif yahut Bayrampaşa tekkesi denilen Kadiri dergâhının postnişini Baba Efendinin torunu idi; nevcivanlık çağında güzelliği dillere destan olmuş ve kız lâkabı ile şöhret bularak uygunsuz takımı ile düşüp kalkmış, güzel sesi ve ud çSi-ması işret meclislerinde dolaşmasına sebep olmuş ve henüz pek genç iken vurucu, kırıcı bir kaldırım kabadayısı olmuştu. Sermed Muhtar Alus, İstanbul Ansiklopedisine verdiği notlarda: «Çok kimseleri doğmuş, vurmuştur.


Kız Aîi (Resim: Hüsnü)

Bir gece Topkapı tramvayını durdurta rak içindekileri soy düğü meşhurdur. Mütareke yıllarında yine bir vakası üzerine yakalayıp hapse tıktılar, sonra Bursa mahpushanesine gönderdiler, orada ikerı kendisi gibi azılılardan biriyle kavga çıkarmış, mangal maşasından yapılmış bir şişle öldürülmüştür» diyor. Hüsnüâmnm en revnaklı devrinde namlı rindelerden Büyük Hafız Saminin kendisine son derecede meclûb olduğu, fakat bütün gayretine rağmen onu düştüğü batakdan kurtaramadığı söylenir.

ALİ (Kumaş) — Abdülhamidin son yıllarında İstanbulun namlı kumarbazlarından, bilhassa paseta denilen oyunda fevkalâde hüner sahöbiydi; hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı. •

Bibi.: Ahmed Rsim, Şehir Mektupları.

ALİ (Kuyumcu)

ALİ (Kuyumcu) — On yedinci asır ortalarında yaşamış meşhur bir tanburacıdır; Hünkâr meclisine çıkmış bir sanatkârdır. Evliya Çelebi bu sazdan bahsederken: «Zampara sazıdır, üç telli ve perdelidir, o kadar sû- • zinaktır ki mahalle arasında çalınsa ana, bacı, teyzelerin pencerelere birikerek bakmaları mukarrerdir» diyor. Kuyumcu Alinin hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı. Bibi.: Evliya Çelebi I.

ALÎ (Kürd) — İkinci Abdülhamid devrinde İstalbulun namlı kabadayılarından; Gaîata tiyatrolarının kantocu kızlarına vurgun sevdâzedelerden; içki, kadın, civan yüzünden bıçak oynatmış sabıkalılardandır. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı. BM.: Ahmed Rasim, Muharrir Buya.

ALİ (Limoncu) — Son yarım asır içinde


İstanbul sebze ve nıeyva ticaretinin en namlı
kabzımallarından; pek mütevazı şartlar için
de işe başlamış, çalışkanlığı ile büyük servet
sahibi olmuş, bekâr, hovardalığı, cömertliği
dillere destan olmuş bir adamdı. Fakirlik za
manındaki kılık ve kıyafetini asla değiştirme
mişti; yanında çalışanlara para kazandıramk-
tan zevk duyardı; tayfasına karşı daima tatlı
dil ile hitap eder, ramazan bayramlarında bi
rer kat esvap yapar, sergilerine Hacı Bekir
şekerleri alıp uğrayan her müşteriye ikram
ederdi. Bütün cömertliğine rağmen, tatmin
edemediği küçük kardeşi Mehmed, para yü
zünden, biri sokakta bıçakla, diğeri yazıhane
sinde tabanca ile ağasına iki defa suikastte

Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin