266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə3/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91

Bibi.: Ahmed Refik, Onikinci hicri asırda İstanbul hayatı.

ALEKSANYAN (Diran Bey) — Osmanlı Devleti hizmetinde bulunan Ermeni katolik eşhastan 1862 sıralarında Belçikada Türkiye sefiri olmuştur. Bilâhare İstanbula avdet ederek P.T.T. müfettişliğinde bulunmuştur. 1870 de ise Ermeni katolik cemaatinin idare meclisinin reisi olarak zikredilmektedir (Y. Çark. «Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler» İstanbul 1953; s. 264).

Kevork Pamukcuyan

ALEKSANYAN (Haratyun) — Sahne artisti, 1857 de Bursanın Çengiler köyünde dünyaya geldi. Yedi yaşında İstanbula geldi, dört sene Ermeni hastahanesinin mektebinde okudu. Mektepte talebe temsillerine iştirak ediyordu. Mektepten çıkınca eczacı çıraklığı yaptı. Zamanın, tanınmış, sevilmiş, nam almış komiği Ristuniyi sahnede gördü, onun monologlarını dinledi, sahneye heves sardı.


Harutyun Aleksanyan (Resim: Nezih)

Tiyatroda çalışmak istiyordu. «Güllü Agob» a gitti, kabul edilmedi. Mınagyan'a gitti, ters yüzü döndü. Başka gidecek yer olmadığı için boynunu büküp kaldı. Bu ara, bir hayır sahibi çıktı. «Güllü Agob» a maddî ve manevî yardımları da dokunmuş olan Ka-lust Licetzi Aleksanyanı elinden tuttu, 1887 de tiyatroya aldırttı, ona küçük «Tiran» yani «zalim - canî» rolleri verildi. 1880 de Bursa-ya «Fasulyaciyan» in yanına gitti, orada kısa bir zaman kaldı; sonra Mınagyan'ın kumpanyasında «birinci tiran» rollerine çıkmağa başladı.

1893 de Kafkasyaya çağırıldı. Hem melodram, hem de «Şiiler» in «Haydutlar» piyesinde «Franz Moor» u oynadı. Burada iyi



ALEKSANYAN (Ohannes)

— 590


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 591 —

ALEMDAĞI



netice alamadı, İstanbula dönmek mecburiyetinde kaldı, tekrar Mınagyan'la birleşti.

1897 de Mısırda parlak bir sezon geçirdi, İstanbula dönünce yine Mmagyan'a sığındı.

Aleksanyanda kendi başına bir kumpanya kurmak hevesi vardı, fakat bütün teşebbüslerine rağmen muvaffak olamadı. Ona, hocalık eden Mınagyandır.. Sanat hayatının en mühim devreleri de onun kumpanyasında geçmiştir.

1917 de öldü. Öldüğü zaman altmış yaşında idi.

Aleksanyan, canî rollerini o kadar tabiî oynardı ki, seyirciler sinirlenirler, isyan ederlerdi. Hattâ, heyecana gelen seyircilerden ona tabanca çıkaranlar, yolunu bekleyip doğup, öldürmek istiyenler olmuştur. Aslında ise Aleksanyan, dünyanın en munîs insanı idi; tiyatrodan dönerken, evine gitmek için, arkadaşlarının yoldaşlık etmesini rica ederdi. Sahne arkadaşları, onun bir doğuş hatası mahlûk olduğunu söylerlerdi. Çünkü, sahnede birini öldürürken, hakikî bir canî tavrı, hah' aldığı halde hiçbir şey duymazmış.

Türkiyede bıyıklarına ilk ustura vurdu


ran zatın Aleksanyan olduğu söylenir, artis
tin matruş yüzü, o zamanlar için garaipten
sayılırdı, birçoklarıııca da kötü gözle bakı
lırdı. Aleksanyan, kırk senelik sahne hayatı
nın nev'i şahsına münhasır bir artist olmuş,
sahne arkadaşları arasında ulvî bir hâtıra bı
rakmıştır. Mahmud Yesari

ALEKSANYAN (Ohannes) — Ermeni muharriri ve mütercimi; 1868 de Adapaza-rmde doğmuş ve 1936 da İstanbulda vefat etmiştir.

1894 de Robert Kolejden mezun olduktan sonra önce Adapazarında sonra da îstan-bulda muallimlik yapmıştır. Ölümüne kadar Üsküdar Amerikan Kolejinde uzun müddet vazifede bulunmuştur.

İstanbul ve hariçteki Ermeni basınında yazıları çıkan Aleksanyan, Charles Wagner'in «Sade Hayat» adlı eserini ermeniceye çevirmiştir. Seçme yazıları ise 1939 da refikası tarafından kitap halinde neşredilmiştir.

Kevork Pamukcuyaıı

ALEKSANYAN (Siranuş) — Ermeni kadın sahne sanatkârlarından 1876 da Bahçecikte doğmuştur.

İlk defa olarak 1893 de Şehzadebaşında Molla Beyin tiyatrosunda sahneye çıkmıştır. 1898 de Mınakyan'ın kumpanyasına girmiş ve ertesi yıl aktör Harutyun Aleksanyanla evlenmiştir. Yirmi yıl Türk Tiyatrosuna hizmette bulunmuştur. 1918 de İstanbulda teşekkül eden Dramatik adlı Tiyatro heyetinin başlıca simalarından biri olmuştur.

1923 de Paris'e hicret eden Mme. Aleksanyan 1954-1956 arasında İstanbula gelmiş ve bir müddet burada kalmıştı.

Kevork Pamukcuyan

ALEMBABA MAHALLESİ — Aksara-yın eski mahallelerinden, büyük 10 Temmuz yangınında tamamen yanmış idi; bugünkü şehir rehberi haritasına göre yeri tayin edilemedi.

ALEM BEY — (B. : Mahmud Ağa, Mîri-alem Gazi).

ALEKSANDROS TOMİNA MADİTİS MATBAASI — (H. 1285) 1869 da Çakmakçı-laryokuşunda Sünbüllühan içinde açılmış, türkçe, rumca, ermenice ve fransızca hurufat ve litografya üzerine iş yapardı; bu matbaa ve sahibi olan A. T. Maditis Efendi hakkın)-da başka bir kayda rastlanamadı. , Bibi.: Resmî Maarif Salnamesi.

ALEMDAĞI, ALEMDAĞI KOROSU —

Büyükşehrin, Anadolu yakasında namlı bir mesiredir; İstanbulun en namlı memba sularından Tasdelen Suyu da Alemdağındadır; mesirenin en şerefli yeri de bu su başıdır.

Harita üzerinde, Boğaziçindeki Kandillinin tam doğusuna düşer; fakat, ana yolu Üsküdar - Şile asfaltıdır; Bağlarbaşı, Kısıklı, Bulgurlu, Dudullu, Akçeşme ve Sultançiftli-ğinden geçerek Alemdağı Köyüne gelir, köye girmeden asfalttan ayrılan bozuk bir şosede koruya girerek Taşdelene kavuşur.

Kandilliden gidilirse: Küçüksu vadisini takip ederek Hekimbaşıçiftliği ve Hamamlı üzerinden Yağlıçiftlik civarından Bulgurlunun biraz ötesinde Şile asfaltına çıkılır.

Erenköy ve civarından gidilirse îçeren-
köy, Küçükbakkal köyü üzerinden Dudullu-
nun biraz ilerisinde; Kartal ve civarından ge
lince: Yakacık ve Samandra üzerinden Dudul-
luda yine Şile asfaltına kavuşulur. >

Alemdağının en yüksek tepesi 315 rakımlı Küplü tepedir. Zamanımızda otomobil

ve otobüslerle Alemdağma günübirlik gitmek mümkündür; fakat eskiden, arabalar, bilhassa öküz arabalariyle, en az birkaç gün, bir hafta kalmak üzere gidilir ve çadırlar, çer-geler kurulurdu. Günübirlik gidenler dahi, hiç olmazsa teferrücü mehtaba rastlatırlar, yola gece yarısı çıkarlar, Alemdağından da gece yarısı ayrılırlardı. Ne kadar yazıktır ki, Evliya Çelebi, Alemdağı mesiresinden bahsederken «Acaba av âlemi olur» demekle iktifa ediyor.

Alemdağı mesiresinin en revaçta olduğu devir, İkinci Mahmud zamanıdır; bu hükümdarın kendisi de Alemdağı ve Taşdelenin meftunlarından idi; sık sık gelmesi, halkda da bir alâka uyandırmıştı. İkinci Abdülhamid devrinin günlük gazeteleri ise Alemdağı ve civarında pek sıklaşmış olan şekavetten bah-serek bu meşhur mesirenin halk gözünden düştüğünü belirtir.

• Sermed Muhtar Alus, İstanbul Ansiklopedisine verdiği notlarda bu namlı mesireden şöylece bahsediyor:

«Üsküdarlılar yazın mehtaplarda, ayın on dördüncü, on beşinci gecelerinde, koçulara, öküz arabalarına dolarak, kuzular, dolmalar, helvaları da beraber alarak kafile halinde Üsküdardan Kısıklı, Dudullu, Sultan-çiftliği tarikiyle Alemdağma giderlermiş. Yol yukarı, 20, 22 kilometre tutuyor ve saatlerce sürüyor.

«Abdülhamid devrinde Kadıköy havalisinde oturanlar, o cihetlere, yani Kızıltoprak, Feneryolu, Göztepe ve Erenköyüne yazlığa çıkanlar içinde yine böyle mehtaplarda öküz arabalarına, yaylı muhacir arabalarına dolup yemekle gidenler olurdu. Kayışdağı caddesi tutulup İçerenköyüne varılır, oradan sola kıvrılınıp Küçükbakkal köyüne geçilir, Du-dullunun iki kilometre kadar doğusundan geçilip Üsküdardan gelen ana caddeye ulaşılıp Sultançiftiliğinden sonra Alemdağma varılırdı. Yollar bozuk, berbattı. Aşılırken heyheyler getirilirdi. Eminlik de değildi; her an birkaç yolkesicinin tecavüzü ihtimali korkusu vardı' Maamafih bu korkuyu göze aldıranlar:

— Kalabalığız, tehlikeyi önleriz! diyenler bulunurdu.

«Alemdağında gidilen yer ekseriyetle Taşdelendi. Daha şafak sökmeden, hava ka-

ranlık iken yola çıkılır, yani sıcak basmadan serinlikte yola revan olunur, Küçükbakkal köyüne varıldığı sıralarda ortalık ışımağa başlar, güneşin ilk parıltıları ortalığı yaldızlar, arabalarda sohbetler edilerek, şarkılar, türküler tutturarak ormana varıldı mı keyifler keka...

«Korudaki minare yüksekliğindeki ağaçların tepeleri yeşil, filizi, fıstıkî yapraklarla pırıl pırıl. Altlarında neftî gölgeler; her taraf serin.

«Taşdelenin suyu da emsalsiz mi emsalsiz. İstanbulun en nefis suları malûm a, Anadolu yakasının memba sularıdır, Karakulak, Göztepe, Tasdelen, Kayışdağı...

«Alemdağında en çok gidilen mesire yeri Taşdelendeki menba, orman içinde zeminden iki üç metre derinlikte, merdivenle inilir çukur bir mahalde çift mecradan akardı. Mecralar taştan birer oluktu. Güya su bu taşı delip çıkmış da adı onun için Tasdelen olmuş. (B.: Tasdelen).

«Alemdağından Üsküdara ve Kadıköyü-ne kadar dört beş saatlik yoldan, öküz arabaları ile, hasırlı damacanalar içinde taşınırdı. Üsküdarda deposu vardı.

«Alemdağında yalçın kayalar içinden çıkan Malkuyusu Suyu da leziz sulardan sayılır. Ormanın civarlarına da gidilir, kuzular çevrilir, yemekler yenir, buz gibi suyundan bol bol içilirdi.

«Böyle Alemdağı, Kayışdağı, Karakulak, Çamlıca gibi mesirelere yemekle gidişin te-tümmatı sırasında beraberde çok miktarda fıçı sardalyesi, kutu sardalyesi, çiroz gibi tuzlu şeyler götürmek âdetti. Bunlar ortaya konur, tuzu fazlasiyle ekilmiş domates, hıyar salataları da etraflarına dizilir, kuzu, dolma, helva ile gövdeler doldurulmadan evvel bunlara ha babam ha tırpan atılıp, hemen hararet de basıp bardak bardak su dikilirdi.

«Alemdağı dolayısiyle hakikî bir hikâye:

«Tasdelen civarında, anneannemin babasından kalma, kardeşleriyle müşterek Baltacı Çiftliğini, Abdülâziz devrenin Rumeli Kazaskerlerinden, ehli dilliği ve mîri kelâm-lığı ile meşhur Zeynelâbidin Efendizade Meh med İmadeddin Molla her yıl kira ile tutar, ektirir, biçtirir, kâr edermiş. Fakat bir kere bile kendisi oraya kadar gitmezmiş, yaptırdığı işi gücü görmezmiş. Zira yollardan, orman-



ALEMDAĞIKORUSU

— 592


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 593

ALEMDAR CADDESİ





Umraniyeden verilecek olan cereyan da gelememiştir.

Köyün hemen bütün evleri ahşap yapı, bahçeleri çit duvar, her bahçede dört kazık üzerine oturtulmuş fevkani erzak anbarları göze çarpar, yeşilliğe gömülmüş şirin bir manzarası vardır. Ortasında bir meydancık, köy sandığı parasından yapılmış büyük bir kahvehane, bu meydancığın bir başında da ulu bir çınarın altında çeşmesi vardır, alelade bir yapı olan çeşmenin Türk lâtin harfleriyle kitabesi sudur: «Sayın kaymakamımız (Üsküdar kaymakamı) Lûtfi Aksoy'un delaletiyle köyümüzü şereflendiren Millî Şefimiz Reisicumhur İsmet İnönünün köyümüze ihda buyurdukları Mütevelli suyudur. 1938.»


lardan emin değil. Ya birkaç haydut karşısına çıkarsa.

Efendi hazretleri, etrafta zaptiyeler


devriye geziyor, kaç yıldır hiçbir vak'a duyul
madı, kimsenin burnu kanamadı, nice bey
ler, çoluk çocuklariyle beraber tenezzühe ge
liyorlar; aksamlara kadar kalıp gece yarıları
dönüyorlar; vehme kapılmayın, şeytanın aya
ğını kırıp bir defa orayı teşrif buyurun; hiç
bir tehlike mevcut olmadığını görecek, bun
dan böyle sık sık ziyaretle tenezzüh etmiş
olacaksınız! demişler.

İmadeddin Molla bir hayli tereddütten sonra yumuşamış:

— Gidelim, bakalım! demiş.
Bermûtad Üsküdardan bir öküz arabası

tutmuşlar, üstüne çözmelerden tente germişler, içine pufla pufla şilteler yaymışlar. Hazret yan gelmiş. Cadde tutulmuş^ Yolda karşıdan bir karartı görse hemen aklı başından gidiyor —Acaba eşkiyalar mı?.. Ormanfla, meşe ağaçlarının yaprakları hışırdasa: — Aman uzaktan kurşun mu attılar da yaprakları delip geçti?!

«Beraberlerindeki kılavuz, beygirini sürüp önden gitmiş, çiftliktekilere haber vermiş imiş. Zamanlardan hasad mevsimi. Köylüler, rencberler efendi geliyor diye iki geceli olarak yolun etrafına dizilmiş. Molla bunları karşıdan görür görmez tutturmaz mı:

— Aman çocuklar şimdi dönelim! Val


lahi, billahi, tallahi şimdi buradan dönece
ğim. İmkânı yok bir adım öteye gitmem de
gitmem!

Sebebini sormuşlar; demiş ki:

— Bir alay izbandud, orakları, tırpan
ları havalanmış, bekliyorlar! Ya içlerinden
biri delirdiyse.. elindekini boynuma vuruve-
rip iki bölük ederse?

Yalvarmalara, yakarmalara kulak asmı-yarak gerisin geriye dönüp Üsküdara kapağı atınca: Verilmiş sadakam varmış! diye bir de kurban kestirmiş».

Alemdağı ve etrafı, yazın göçebe çingenelerin kondukları yerlerdendir. Osman Cemal merhum, «Çingeler» adındaki şaheserinin kahramanı İrfan'ı olduğu Nazlı adındaki bir çingene karısını aratırken şöyle konuşturur: «Nereye kaçtığını henüz bilen yok.. Kimi diyor Vidos'taki, kimi diyor Büyükdere-

deki, kimi diyor Alemdağı taraflarındaki akrabalarının yanına kaçmış!» (B. : Çingeneler).

ALEMDAĞI KORUSU — Halil Paşanın 1903 salonunda teşhir edilmiş bir tablosu.

ALEMDAĞI KÖYÜ — Üsküdar kazasının köylerindendir: Üsküdar - Şile asfalt yolu üzerinde, yoldan 300-400 metre kadar geridedir. Fakat son yıllarda eteği yola inmiş kavuşmuş bulunmaktadır. Dört asırlık mazisi olan eski bir köydür. Kadimden beri halkının ekseriyeti ermeni olup ancak sekiz on Türk evi varken 1918 mütarekesinde Alemdağı Köyü ermenileri bu Türkleri de kaçırtmak için mütecaviz taşkınlık göstermişler, büyük zaferden sonra, amellerinin cezası köyü terkedip dağılmağa ve Türkiye-den çıkmağa mecbur kalmışlardı; köy de bu suretle 1922 de tamamen Türklerle iskân edilmiş, 1933 de de 8 hane Kılkişli mübadil muhacir yerleşmişti.

1955 sayımında nüfusu 577 olan Alemdağı köyü 105 hanedir, beş bakkalı; dört kahvehanesi vardır; beş sınıflı iki öğretmeni! mektebinde her sene vasati olarak 65 - 70 çocuk bulunur, fakat bu ilk mektebi bitirenlerin büyük ekseriyeti orta tahsil yapma imkânını bulamazlar.

Köylüsünün hemen hepsi çiftçidir; fakat traktörleri ve harman makineleri yoktur, mevsiminde gündelikle getirtirler. 1958 de köy muhtarı olan Osman Atay bir traktör ve harman makinası için Zirai Donatıma müracaat ettiklerini, fakat dört yıldanberi kendilerine verilen numaraya sıra gelmediğini ve bu numara ile işlerini takip imkânını da kaybettiklerini söylemiştir.

Son yıllarda köyde arıcılık ve tavukçuluk da inkişaf etmeğe bağlamıştır; kovan sahiplerinin başında Hüseyin Atay, Mehmed Ali Baltacı ve Mustafa Baltacı, büyük kümes sahiplerinin başında da Mehmed Yılmaz ile Yaşar Eren vardır. Buna mukabil Alemdağı köyünün kadimden beri mühim bir istihsal maddesi olan tereyağı ancak köylünün kendi ihtiyacını karşılayacak miktara düşmüştür; İstanbul her gün köyün bütün sütünü çekip götürmektedir.

Köyün elektrikle tenviri için profesör Fahreddin Kerim vaadda bulunmuş, fakat bu vaadin hemen tezine valilikten ayrılmasiyle

Köyün camii eski Ermeni -kilisesinden çevrilmelidir ki, Alemdağı köyü Ermeni kilisesinin Birinci Cihan harbi arifesinde Taş-nak komitecilerinin en maruf gizli toplanma ve faaliyet merkezinden biri olduğu söylenir.

Hasır ve birkaç parça kilim, seccade ile döşenmiş, mihrabının iki kenarında iki tahta şamdan, iki duvar gaz lâmbası bir asma gaz lâmbası, rakkaslı bir duvar saati de tezyinatını teşkil etmektedir. Köyün serveti, camiin çok daha mükemmel bir "şekilde tezyin ve tefrişini temin edecek durumdadır ve ne kadar yazıktır ki 1958 de camiin imamı da yoktu, muhtarı, Üsküdar müftülüğünün kendilerine bir imam temini yolunda çıkardığı güçlüklerden şikâyet etmekte idi.

ALEMDAR CADDESİ — İstanbulun en işlek yollarından biridir ve Büyükşehir tramvay şebekesinin en faal kısımlarından birini teşkil eden bir caddedir, Sirkecide De-mirkapı ile Sultanahmed arasında uzanır. Adını, İkinci meşrutiyette, kemikleri sur

Alemdağı Köyü Mescidi (Plân-Kroki: A. Biilend Koçu)



Aiemdağı Köyü Mescidi (Resim : A. Bülend Koçu)

ALEMDAR CADDESİ

594 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 595 —

ALEMDAR MUSTAFA PA§A DESTANI




hendeğinden alınarak bu cadde üzerindeki Zeynebsultan camii mezarlığına nakledilen Alemdar Mustafa Paşanın kabrine nisbet-le almıştır (B. : Mustafa Paşa, Alemdar).

Alemdar caddesinift alt kavşağı, Muradhüdavendigâr, Daye-hatun caddeleriyle bir üç yol vağzı teşkil eder; bu noktadan itibaren yüründüğüne göre, sağ köşede eski bir Kadiri dergâhı vardır ki, 1946 da, Küçük Hafız Burhanın ikametgâhı idi (B. : Aydınoğlu Tekkesi). Sol kolda, Alay Köşküne kadar Topkapı Sarayı Sûrunun dibi boyunca P.T.T. fabrikası, bir Hamidiye . çeşmesi ve Aya Triyada ayazması görülür; sağ kolda ise, birkaç küçük terzi atölyesi vardır ki, silâh altına çağrılan İstanbulluların kıt'alarmca verilen esvapları kendi vücutlarına uygun bir şekle sokmak için baş vurdukları yerler olarak tanınmıştır. Alemdar caddesini Ankara caddesine bağlayan Ebussuûd caddesi kavşağı köşesinde eskiden büyük bir torna atölyesi vardı, 1950 den sonra yıkıldı, yeri boş durmaktadır. Sağdaki Ebussuûd caddesi kavşağından karşıya gelen Alayköşkü caddesi kavşağına kadar, sağda Vilâyet konağı duvarı, solda Saray kale duvarı uzanır; tarihi «Babıâli» nin meşhur merasim kapısı hizasından,

Köyünde Mütevelli Suyu Çeşmesi ve ulu çınar (Resim : A. Bülend Koçu)

Alemdar caddesi 90 derecelik bir zaviye teşkil ederek sola kıvrılır, tam dirsek noktasında sûr üzerinde Alay Köşkü bulunmaktadır. Karşısında, görülen bina, Adlî Tıb dairesi, (Askeri Rüşdiye Mektebi olarak yapılmış, yıllarca sonra Emniyet Müdürlüğü ve Cumhuriyetin ilk yıllarında da Mülkiye Mektebi (Siyasal Bilgiler Okulu) olmuştu (B.: Soğuk Çeşme Askerî Rüsdiyesi; Morg). Alay Köşkünü geçtikten sonra, solda Gülhane Parkı kapıları görülür, cadde bu kapıların hizasında tekrar 90 derecelik bir zaviye ile sağa, yani cenuba, Sultanahmede doğru kıvrılır; Alemdar caddesinin oldukça dik bir yokuş olan bu üçüncü parçasında görülen başlıca binalar şunlardır:

Sağda köşe başında Hamidiye Sebili (B.: Abdülhamid I Sebili); Zeynebsultan Camii ve mektebi (49 uncu ilkokul); bir küçük bakkal dükkânı ve Alemdar Sineması (B:: Alemdar Sineması); Amerikan lisan ve ticaret dershanesi, Cağaloğluna dönen köşebaşında ittihat ve Terakki lideri Talât Paşanın oturduğu konak; yine park kapısının önünden yukarı yüründüğüne göre sol kolda, park kapısının karşısında tahinî boyalı ahşap bir yapı iken 1948 dan sonra betona çevrilmiş olan konak, bir başka konak, daha yukarıda ahşap bir konak, Esnaf Hastahanesi (Küçük Abud Efendi konağı), yanındaki tuğla yapı konak, Ayasof-ya üçüzlü çeşmesi bulunmaktadır.

Alemdar caddesi, Demirkapıdan Sultanahmede kadar paket taşı döşelidir; Gülhane Parkı ile Sultanahmed arasındaki bir ulu çınar vardır; bu asırlık çınar, İstanbul Belediyesi tarafından, kelimenin has mânasiyle yerinde bir kararla muhafaza edilmiştir; caddenin bu kısmına romantik bir güzellik verir.

ALEMDAR MUSTAFA PAŞA DESTANI — İstanbulda halkı heyecana düşüren vakalar üzerine yazılmış destanların eskice-lerinden biridir, Alemdar Mustafa Paşanın ölümüne varan yeniçeri ihtilâlini ve paşa ile yaranının ahvalini ve, paşanın ölümünü nakleder; (H. 1223) 1808 de Derviş Osman adında halk şairi bir yeniçeri tarafından kaleme alınmış on sekiz kıtalık bir destandır:

l Fransız kâfiri tuttu bu işi Ali Efendidir fitnenin başı Cihanda gelmemiş bunun bir eşi Görün gaziler der Yeniçeri

2 Mustafa Paşa fermanlar yazar Defterdar Efendi tedbirin düzer Ocaklı kulları hilesin sezer Yürün keleşlerim der Yeniçeri

3 Geldi Kümeliden nice bin çıtak İslâmbul içinde kanlar akacak Kadir gecesinde Dediler bıçak Kesin kelleleri der Yeniçeri



  1. Açıldı bayraktan yürüdü asker
    Hacı Bektaş ocağı kahraman besler
    Nizamı ceditler bir satır ister
    Urun arslanlar der Yeniçeri

  2. Sahur taamında yediğim yağlı
    Dört yanım ateştir kollarım bağlı
    Kara kın içinde kılıçlar zağlı
    Kıymayın canıma der Mustafa Paşa

  3. Alın emaneti kıyman canıma
    Nazlı kölelerim gelsin yanıma
    Defterdar Efendi girdi yanıma
    Aman gaziler yazıktır bana

  4. Mustafa Pasa kaldı arada
    Ocaklı der ki, mühür nerede
    ölmüşse vezir eğer kulede
    Leşini sürüyün der Yeniçeri

  5. Kaptan dedikleri bir süflü tatar
    Süleymaniye camiine gülleler atar
    Yeniçeri ağası meydanda yatar
    Köpekler yesin der Yeniçeri

  6. Hacı Bektaş ocakları uyandı
    Yeniçeri cephaneye dayandı
    Eğri kılıç alkanlara boyandı
    Dayanın gaziler der Yeniçeri

10 Ocaklılar cephaneyi bastılar
Yoldaşlar kılıcı arsa astılar

Hacı Ahmed oğlunu kıyma kestiler Kesin gaziler der Yeniçeri



  1. Askerin elinde bilenmiş satır
    Cephane önünde puryanlar yatır
    Nizamı cedide iftarlık götür
    Götürün gaziler der Yeniçeri

  2. Nizamıcedid girdi saraya
    Ocaklı kullarını aldı araya
    Kadı paşa der ki emir nereye
    Kesin kellesini der Yeniçeri

  3. Sekbanları tutup azad eyleme
    Alıp sobarasm mezad eyleme
    Kesin kellesini cevap söyleme
    Vann keleşlerim der Yeniçeri

  4. Bir Kınm tatarı girdi saraya
    Çarhacı Ali Paşa düştü oraya

ALEMDAR PAŞA VAK'ASİ

596


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

597 —

ALEMDAR PAŞA V AK'ASI




Nazlıdır Kethüda Bey gelmez buraya Sürüyüp getirin der Yeniçeri

  1. Saray kapılan birden açıldı
    İslâmbul içine ateş saçıldı
    Sultan Mustafaya hülle biçildi
    Ağlaman gaziler der Yeniçeri

  2. Öksüzler babası dünyadan göçtü
    Mektep çocukları duaya geçti
    Ocaklı kullarına mahzunluk düştü
    Anın için ağlarım der Yeniçeri

  3. Yaşa kul kethüdası sen binler yaşa
    Yeniçeri kulları çıktılar başa
    Üsküdar kışlası yandı ateşe

Tılsım bu imiş der Yeniçeri

18 Derviş Osman bunu böyle söyledi


Hızır geldi bize imdad eyledi
Bebiç ile Ramiz firar eyledi
Tutun mei'unları der Yeniçeri

Bu destanda «Ali Efendi» denilen Mo-reli Ali Efendidir; «Defterdar Efendi» Be-hiç Efendi, «Süflü Tatar» yahut «Kırım tatarı» kaptan Ramiz Paşa; «Hacı Ahmed oğlu» Tahsin Efendi, «Kethüda Bey» Refik Efendidir (Bütün bu isimlere ve Alemdar Mustafa Paşa vak'ası Mustafa Paşa, Alemdar maddelerine bakınız).

ALEMDAR PAŞA VAK'SI, 26/27 ramazan 1223 ve 15/16 Kasım 1808 kadir gecesi Babıâli baskını, 27 - 29 ramazan ihtilâli — Üçüncü Sultan Selimi tekrar tahta çıkarma* üzere îstanbula gelen, bir saray baskını ile yaptığı hükümet darbesinde, Sultan Selimin sarayda, şehid edilmesi üzerine emeline muvaffak olamıyarak Osmanlı Tahtına İkinci Sultan Mahmudu oturtan Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa, bu genç pâdişâhın ilk sadrâzamı olmuş, fakat iktidarda pek az, ancak üç ay onsekiz gün kalarak ikinci bir Yeniçeri ihtilâli ile devrilmiş, düşmanlarının eline düşmemek için de intihar etmişti (B.: Selim III; Mahmud II; Mustafa Paşa, Alemdar; Sultan Selim vak'ası; Mustafa, Kabakçı; Yeniçeri, Yeniçeriler; Nizamı Cedid; Sekban; Kırcalı askeri). Bu İstanbul ihtilâli tarihimizde Alemdar Paşa vak'ası diye anılır. Elindeki kuvvet, silâh ve askerlik liyakati bakımından Yeniçerileri kolaylıkla tepeleyebilecek durumda iken Alemdar Paşanın bu hazin ve feci akıbetine, celali ile tecrübesizliğinden istifade eden müdahinlerin kendisini düşürmüş oldukları gurur ile gaflet yol açmıştır.

Evvelâ ihtilâle tekaddüm günleri anlatılmalıdır:

«Alemdarın zaif tarafı olan kadın düşkün--lüğü muhitinin elinde en tesirli hulul vasıtası olarak kullanılmıştı. Hafid Efendinin, paşanın harîmine koyduğu Kamertâb adındaki güzel câriye hârika denilecek bir meharetle Alemdarı doğduğu günden beri beraber yaşadığı silâhlarından ayırmıştı; daima elini hançerinin üstüne koyup konuşan paşalarını Divânı Hümâyuna giderken silâhsız gören kendi sekbanları: «Artık bizim paşa da kanlar gibi silâhsız gezmeğe alıştı, yazık olsun...y> diye açmıyorlardı (B.: Hafid Efendi; Kamertâb).


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin