266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə14/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   91

Bibi. : Müstakimzade, Tuhfei hattatın

ALİ EFENDİ (Üsküdarlı Raymafczâde) — On sekizinci asır hattatlarından, babası Üskü-darda kaymakçı esnafından olduğundan akranı arasında Kaymakzadelikle tanınmıştı; yazıyı Karakız Mehmed Efendiden öğrenmişti; devrin vüzerâsmdan Valide kethüdası Mehmed Paşanın hizmetinde bulunmuş, 1712 (H. 1124) de ölmüştür.

Bibi.: Müstakimzade, Tuhfei hattatın

ALÎ EFENDİ (Vaniköylü Seyyid) — On

sekizinci asır ta'lik hattatlarından; Boğazi-çinde Vaniköy halkından olup bu köye adını veren meşhur Şeyh Mehmed Vânî Efendinin neslindendir (B.: Mehmed Efendi, Vâni). Yazıyı Abdullahzâde Baki Efendiden öğrenmişti.

Bibi.: Müstakimzade, Tuhfei hattatın

ALÎ EFENDİ (Vücûdîzâde) — On yedinci asır hattatlarından; 1659 (H. 1070) e doğru ölmüştür.

Bibi.: Müstakimzade, Tuhfei hattâtin

ALİ EFENDİ (Yakovah) — Geçen asır sonunda Büyüksehrin seçkin ulemasından, dersiamlarından, hayatı hakkında bilgi edinilemedi.

Bibi.: İlmiye Salnamesi

ALİ EFENDİ (Yamalı) — Geçen asır sonlarında İstanbulun meşhur mahalle mektebi hocalarından, Mengene ardındaki Sultan mektebinin hocasıydı.

ALÎ EFENDİ (Zeki) — On yedinci asır şuara ve zürefasmdan; aslı Bosnalıdır. Çocukluğu ve gençliği memleketinde geçmiş; sonra îstanbula gelerek Şeyhülislâm Çatalcalı Ali Efendi kapısına intisap etmişti; efendinin nedimi, kethüdası olmuş, Haremeyn mukataacısı tayin edilmiş, fakat Çatalcalı Ali Efendinin azliyle kendisi de devlet kapısından uzaklaştırılmış, Koska fırını civarındaki evine çekilerek ölünceye kadar «kendi yağiyle kavrulmuş.» idi. Pek genç yasmdan-beri kimya ilmine heves etmiş, yaşı ilerledikçe bu hevesi bir cinnet halini almış, gecelerini gündüzüne katarak bakırdan altın yap-

mağa çalışmıştır. Eline geçeni bu uğurda harcamış, adı has mânada deliye çıkmış, sonra hakikaten tecennün etmiş, derin bir sefalet içinde ölmüştür. Gençliğinde:

NiMli nazeninim dilfirib ü diîsitan oldu Hiraman olduğu dem fitnei âhir zeman oldu

gibi şiirler yazan Zeki Ali Efendi, Salim tezkeresinin kaydına göre «müptelâyı illeti bî-şuurî» olduğu zamanlar «hezeyan makulesi» şeyler söylemeğe başlamıştı. Şiirde maamma çözmede fevkalâde hüner sahibiydi.

Cinnetinden evvel çiçekle de meşgul olmuş, devrinin namlı çiçekçilerinden biri şöhretini kazanmıştı; zerrin ve lâlede tohum sahibiydi; tohumdan elde ettiği altı zerrini «Semennâ», «Semensîma», «Muhterem», Kadeh», «îydiye» ve «Zeki bostanı» isimleriyle tescil edilmişti.

Bibi.: Salim, Tezkirei suerâ; Ubeydullah, Tez-kirei şükûfeciyan

ALİ EFENDİ (Zenbiffi) — On altıncı asrın seçkin ulemasından; Şeyhülislâmların sekizincisi, Türkiye tarihinin popüler şöhretlerinden; asıl adı ile Alâeddin Ali Cemali Efendi, aslı Karamanlıdır; ilk medrese tahsilini memleketinde' Mevlâna Harazadan görmüş-



ALİ EFENDİ ÇEŞMESİ

658 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

659 —

ÂLİ EMÎRÎ EFENDİ



tür, genç yaşında" İstanbula gelmiş ve Molla Hüsrevin derslerine devam etmiştir; Molla Muslihiddine intisap etmiş ve bu zatın kızile evlenmiştir; uzun müddet Edirnede Alibey medresesinde tedris ile meşgul oldu; izzetinefsine düşkünlüğü gurur sanıldığından, yıllarca müderrislik ile Bursa, Amasya, İznik medreselerinde dolaştı; bilgi ve fazileti ise dillere destan oldu; (H. 908) 1522 de, Erdalzade Hami-düddin Efendi yerine Şeyhülislâm tayin edildi; Yavuz Selim tarafından ilim ve kemaline gösterilen hürmet, Ali Efendiye büyük bir nüfuz kazandırdı; doğruluk ve hak uğrunda sonsuz metanet ve cesareti, bu faziletini süs-liyen güler yüzü ve tatlı dili, zarafeti ile, muasırları tarafından gazaplı bir aslana benzetilen Yavuz Selimi avucunun içine aldı. Yirmi üç yıl Müftilik eden Ali Efendi (H. 932) 1525 de öldü. Kabri, Zeyrekte, evinin civarında yaptırdığı sibyan mektebinin avlu-sundadır.

» Âh.id Öztokat istanbul Ansiklopedisine gönderdiği bir notta şunları yazıyor: «Halk ağzında, Zenbilli Ali Efendinin kerameti söylenir. Meselâ bir bun padişah efendiyi acele görmek ister ve saraya gelmesi için yüğrek bir at gönderir; Ali Efendi huzuruna çıkan Kapıcıbaşıya:

— Sen dön, getirdiğin hayvanı da götür, bizim bineğimiz daha yüğrektir! der. Kapıcı-başı tersyüzüne döner, tam Babıhümayuna geldiğinde, bir de ne görsün, efendi lagar bir hayvana binmiş, saray kapısından (önü sıra girmekte!»

Rivayet edilir ki, sabahleyin, Zeyrekteki evinin penceresinden sokağa bir zenbil sar-kıtırmış; müşkülü olan, bir kâğıda yazıp içine atarmış, efendi, akşam olunca zenbilini çeker, kâğıtları okur, herkese ayrı cevap yazar, ertesi sabah bu cevaplarla dolu zenbili tekrar pencereden salıverir imiş.. Bundan ötürüdür ki, kendisine Zenbilli Müftü denilmiş.. Biri Galatada biri îstanbulda iki mescidi vardır (B. : Müftüali Mescidi; Alaca Mescid).

Bibi.: İlmiye Salnamesi

... ALİEFENDİ. ÇEŞMESİ — Süleymaniye altında Mehmed paşa Camii sokağı, Tavanlı çeşme sokağı ve Sarıbayezid sokağı kavşağı üzerindedir; son defa çimento ile yapılan tamirinde asıl şekli tamamen bozulmuş, yalnız mermer bir ayna taşı, kitabe taşı muha-

Süîeymaniye altında Aliefendi Çeşmesi, 1946. (Resim: Nezih)

faza edilmiştir. Teknesi yerle bir olmuştur. Kitabesi şudur:

Hüvel hayyül baki

Sahibül hayrat vel hasenat Büyük Ruznâmeci Kaleminin baş halifesi merhum ve mağfur Ali Efen-ı di vakfının hayratıdır.

Sene 1228 (1813)

İ. Tanışık «İstanbul Çeşmeleri» adındaki eserinde «Tonos kemerli hazinesinin cephe sıvaları dökük, suyundan bütün o civar halkı müstefit olmaktadır» diyor ki, kendilerinin, bu çeşmeyi son tamirinden evvel görmüş oldukları anlaşılıyor. Artık tonos kemer yeöine, çimento ile yapılmış kemer taklidi biri yiv görülmektedir. Bir Terkos çeşmesi-dir.

Bibi. : B. Olker, Gezi Notu.

ALİEFENDİ LOKANTASI — İkinci Ab-dülhamid devrinin son yıllarında ve Meşrutiyet senelerinde İstanbul yakasının en meşhur lokantasıydı. Sirkecide, bundan evvelki tramvay durak yerinde idi, şimdi orası hem tatlıcı dükkânı, hem lokantamsı bir yerdir. Ondan âlâ yemek yapanı, ondan temizi yoktu. Rumelili, sima ve şekilce birbirine gayet benzer iki kardeş tarafından işletilirdi. Resmî dairelerdeki boğazına düşkün kelli felli müdürler, müdür muavinleri, başkâtipler hep orada öğle yemeği yerlerdi. Güveçte piliçli türlüsü, halis tereyağlı beyaz pilâvı, bol cevizli ve kaymaklı elma kompostosu en namlı yemekle-rindendi.

Emekdar garsonu kıranta, dızlak kafalı,


Şişko Nikoli müşterilerce çok sevilen baba
can bir rumdu. Sermed Muhtar Alus

ALİEFENDİ TEKKESİ — Eyyubda Oluklu bayırda bir nakşibendî tekkesiydi, ayin günleri perşembe idi. Bu satırların yazıldığı sırada, bu tekkenin kapısı, Kara Süleyman tekkesi sokağında bulunmakta idi, sokağm adı ile tekke arasındaki münasebet tesbit edilemedi. Kara Süleyman tekkesi sokağı Oluklu-bayıra tırmanan oldukça dik yokuş ve tanzim edilmemiş, dere yatağı halindedir; tekke, Eyyup-tan gelindiğine göre sol kola düşer. Kapısının hemen sağında, sokak üzerinde eşsiz güzellikte bir çeşme vardır. Akar çeşme olmasına rağmen pek harap bir haldedir (B. : Mehmed Paşa çeşmesi). Bahçe kapısından girilince, hemen karşıya gelen bir yer katından ibaret ahşap binanın vaktiyle namlı bir tekke olabileceği ilk bakışta tahmin edilemez. Kapısının üstünde «dokumacı Rükiye Küçükağızlı» ya ait bir levha bulunmakta idi ki, altında, tekkeye ait tahta üzerine kabartma su arapça ibare bulunmaktadır:

Aliefendi Tekkesinde Şeyh Ali Efendinin kabri, 1946.

(Resim: Nezih)

Eyyubda Aliefendi Tekkesi, 1946. (Resim: Nezih)

Yâ müfettihal ebvab İftahlena hayrelbab

«Ey kapıları açan Allah, bizim için hayır kapısını aç»

Tekke geniş ve bakımsız bir bahçe içindedir. Bahçenin hemen ortalarına düşen bir yerde, asırlar görmüş bir ulu çınar altında bir mezarlık vardır ki, tekkeye adını veren Şeyh Ali Efendinin kabri de buradadır, kabir taşının arapça kitâbesindeki ölüm tarihi (H. 1202) 1787 dir.

ALİ EKBER BEY — Bakırköy Gürbüzler Yurdunun kurucularından; Birinci Cihan Harbinden evvelki yıllarda Türk sporuna büyük hizmetlerde bulunmuş bir simadır. Saim Turgud Aktansel

ALİ EMÎRÎ EFENDİ — Âlim kelimesinin sark âleminde takarrür eden mânasiyle Osmanlı tarihi ve Osmanlı edebiyat tarihi âlimi. Bir ömrün bütün kazancını ve bütün ihtirasını kitap almağa ve okumağa hasreden kitap meraklısı. İçlerinden pek çoğu tek nüsha yazma olduğu için büyük bir servet teşkil eden 14,000 cildden fazla kitabını millî bir kütüphane, olarak memleket irfanına vakfeden büyük hayır sahibi.

Ali Emîrî Efendi (H. 1274) 1858 de yaşı ' altmışı geçmiş bir baba ile çok genç bir anneden Diyarbakırda doğdu. Zengin bir ailenin son çocuğudur. Babası Bağdad ile Diyarbakır arasında kervanlar işleterek geniş ölçüde ticaret yapan bir adamdı. Aile, memleketinin irfan hayatında mühim bir mevki işgal etmişti. Bütün Diyarbakır gençliğini okutan hocalara, şöhreti vilâyet hudutlarım

ALÎ EMÎRÎ EFENDİ

660


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 661

ALİ EMÎRÎ EFENDİ




aşan sairlere, hattatlara bu ailenin çerçevesi arasında sık sık tesadüf edilir.

Küçük Ali okumağı ve şark ilminin esaslarını bütün Diyarbakırı okutan akrabasından Şaban Kami Efendiden öğrendi. On beş yaşında iken babası çarşıdaki dükkânında ona da bir yer vererek istikbaldeki ticaret hayatına oğlunu hazırlamak merakına düşmüştü; fakat küçük Ali ticarete yâr olmadı. Dükkân köşesinde elinde kitap akşama kadar oturuyor, gelen müşterilere: «Mal orada., fiatı şudur, alacaksanız indireyim. Yoksa beni boşuna zahmete sokmayın» diyor. Oğlunun dükkânına faydadan çok zararı dokunduğunu anlı-yan babası onu dükkândan uzaklaştırdı.

O devrin kültüründe şiir yazabilmek umumî bir kaidedir, aruz ve kafiye ile alâkası olmıyanlar güzideler sınıfından olduklarını iddia edemezler. Onun için Ali de çocuk denecek bir yaşta şiir yazmağa başladı. Mahlas olarak da büyük ceddi «Emîrî» nin adını aldı.

1293 (M. 1876) da Beşinci Sultan Muradın tahta çıkması üzerine küçük Emîrî bir cülûsiye yazdı ve Diyarbakır vilâyet gazetesinde neşrettirdi, o günün şiir zevkine göre çok yüksek bir kıymeti olan muhitinde takdir duyguları kadar rekabet hisleri de uyandırdı. Bu güzel cülûsiyeyi küçük Emîrînin ceddi büyük Emîrîden çalmış olması ihtimalinin dedikodusu ile bütün şehir, hattâ bütün vilâyet çalkandı, durdu.

Bu küçük hâdise Ali Emîrî Efendinin şuurunun altında derin izler bırakarak yaşadı; bütün hayatında insanlara küsmüş olarak yaşamasının, kendisine yapılan her tarize şiddetli mukabele etmeğe çalışmasının sebebi oldu. Bu ufacık hâdise onun hayli yüksek olan gururunun meydana çıkması için bir vesile vermiştir. Bu dedikodulara cevap olmak üzere yazdığı ve takrar Divarbakır gazetesinde neşrettirdiği ikinci bir cülûsiyenin şu iki mısraında bu gücenmenin ve bu gururun ilk ifadesi gizlidir:

Cülûsiyem eğer sirkat ise büyük ceddim Emîrîden Bu nazmı bî naziri işte çektim silki imlâya.

On dokuz yaşında Ali Emîrî Efendi Di-yarbekire gelen Şark Vilâyetleri Islahat Heyeti Reisi Abidin Paşa ile tanıştı ve heyete kâtip olarak tayin edildi, artık memleketinden ayrılmış, Anadolu ve Kümelide tam yirmi

dokuz yıl devam edecek memuriyet hayatına başlamıştı.

O devrin hemen bütün memurları şark kültürünün mümtaz simaları sayılır. Emîrî Efendi bunlarla beraber bulundu, konuştu, öğrendi, okudu, yazdı, sür merakına bir de kitap biriktirme merakı katıldı. Beraberinde taşıdığı kitap sandıklarının sayısı gün geçtikçe arttı. 1313 (M. 1895) de Leskovik muhasebeciliğinden îstanbula döndüğü vakit bu sandıkların sayısı on dokuzu bulmuştu.

Emîrî Efendinin bu kitap merakı gittikçe artan sevimli bir ihtiras halini alıyordu. Yanyada bulduğu arabca bir kitabın ikinci cildinin«San'â» da bir zâtin elinde bulunduğunu öğrenince bu cildi de elde etmek için muhabereye girişti, buna muvaffak olamayınca kitabı istinsah etmek üzere Yemene gitmeğe kalktı, Yemende bir memuriyet istedi, tayin edildi. Fakat bu sırada kitap sahibi kitabı satmağa razı olmuştu, onun için yeni tayin edildiği vazifesinden istifa etti.

Emîrî Efendide kitap merakı o kadar ileriye varmıştı ki, parasiyle elde edemediği kitapları binbir rica ve niyaz mukabilinde ödünç alır, çok kısa bir müddet içerisinde istinsah ettirir veya bizzat istinsah ederdi. Millete yadigâr bıraktığı Millet kütüphanesinde el yazısiyle istinsah edilmiş 721 kitabın varlığı bu ihtirası açığa vuran güzel bir örnektir.

Emîrî Efendinin memurluk hayatı garip bir şekilde nihayet buldu; 1904 de Halep vi-lüyeti Defterdarı idi, hayli uzun zamandan-beri maaş almıyan vilâyet memurlarına bir maaş verilmesi için Maliye nezaretinden emir gelmişti. Verilecek maaşa kâfi gelecek para da malsandığında duruyordu. Fakat maaşın verilmesinden bir gün evvel Başkâtip Tahsin Paşanın imzasiyle Yıldız sarayından gelen bir telgraf padişahın hazinesi için mühim bir para istiyordu. Emîrî Efendi şaşırdı, iyi bir insandı, aylardır maaş bekliyen memurların ümidiyle oynıyamazdı, iyi bir memurdu, âmirinin emrini yapmakla kendini mükellef biliyordu. Maaşı verecekti, fakat Osmanlı hanedanına da derin bir sevgisi vardı, padişahın iradesi muhakkak yapılmalı idi. Bu zıd hisler içerisinde o gece sabaha kadar uyumadı. Ertesi gün memurların maaşını verdi, Mabeyin başkâtipliğine yazdığı bir tel-

grafla padişahın emrini yerine getirememek zorunda kaldığı için artık vazifesinde devam etmeğe yüzü kalmadığım bildirdi ve yerine muhasebe mümeyyizini vekil bırakarak sevgili kitaplariyle îstanbula döndü. O tarihten sonra —Yemen ıslahat heyeti azâlığiyle Yemende bulunduğu bir buçuk yıllık zaman müstesna olarak— bir daha memuriyet almadı.

Emîrî Efendinin hayatı dışından tetkik edildiği vakit tezatlarla dolu olarak görülür: Evlenmiyen, ömründe bir defa bile fotoğraf çıkartmayan, yüzüne bir defa bile ustura değ-dirmiyen, bütün hayatı boyunca siyah papyon kıravat takan, gözlük yerine bir pertavsız kullanmakta ısrar eden; ince sesli, gevrek gülüşlü, bir an içinde itidalden öfkeye, öfkeden neşeye geçebilen bir insanı bugünün telâkkisi orijinal bir adam gibi karşılıyabilir.

Herkese benzememek gösterişinden çok uzak olduğu muhakkak olan bu garip meyilleri, onun ruhunu saran ihtiraslı sevgilerinde aramak doğru olur. Emîrî Efendinin ruhu bir takım büyük sevgilere sahne olmuştur. Bunların en başında İslâm Peygamberi Hazreti Muhammede duyduğu sevgi gelir. «Nâtı hümâyunu Resaletpenahilerinde bir nokta kondurmak haddim olmadığından min gayri had-din kemali serm ve hicab ile» mazeretim öne sürerek Hazreti Peygamber medhinde noktasız bir divan dolduracak kadar ruhuna derin bir coşkunluk veren bu aşkın izleri yalnız:

Ey ruhi ümem, aslı kerem, dürri mükerrem Ey medresei âleme allâmei a'lem Avarelere ey kerem ü rahmi müsellem Dildadenim âvarenim ur gönlüme merhem Serdarı resulsün güheri ekmeli âlem. «Levlâke» nle memdûhsm ey serveri âlem.

gibi mısralarda değil bütün hareketlerinde kök salmıştı.

Emîrî Efendinin kalbinde «Osmanlı hanedanı» sevgisi de büyük yer almıştı. Millet Kütünphanesinde essiz bir koleksiyon halinde duran padişah yazıları, tuğraları, divanları, okudukları kitaplar kadar bütün Osmanlı padişahlarının bütün şiirlerini toplamak ve tahmis etmek suretiyle hazırlattığı yalnız ilk fa-sikülü basılmış «Cevâhirül Mülûk» isimli büyük kitabı da bu sevginin eseridir.

Hattâ Harbi Umumî şuralarında Beşinci Mehmede bir ariza göndermiş «Ecdadı izamı-

nızın bütün manzum eserlerinin toplandığı bu hazinede yeriniz açık bulunuyor» diyerek onu bu yeri kapamağa davet etmiş ve Beşinci Mehmed de Çanakkale zaferini terennüm eden gazelini bunun üzerine yazmıştır.

Emîrî Efendinin annesine karşı da derin bir sevgisi vardı. Annesinin bir defa bile kalbini kırmadığını daima iftiharla tekrar eder ve Hazreti Âdemden kendisine kadar Tanrı emnâneti olarak gelen hayat zincirini sırf annesini kırmamak için kırmağa razı olduğundan doğacak günahının affedileceğini umardı.

Bunların dışında sevdiği yalnız kitaplarıydı. Bu kitaplar yalnız koleksiyon yapmak ve sayısını çoğaltmak maksadiyle toplanmış kitaplar değildir. Bir ihtiyaç yüzünden, bir şey öğrenmek, eksik veya yanlış bilinen bu* noktayı aydınlatmak için kıymeti bilinerek toplanmış kitaplardı. O, bu kitapları yalnız memleketi için ve memlekete faydalı olmak maksadiyle toplamıştı. Tek nüsha olarak kütüphanesinde mevcut olan Divan-î Lû-gat-ü-t Türk için Macar İlim Akademisi, Osmanlı Tarih Encümeni âzasından İskender Bey vasıtasiyle on bin altın lira teklif ettiği hal-bu kitabı satmamış, rahmetli Talât paşanın arzusu üzerine tabı hakkını bir para istemeden hükümete devretmiştir.

Emîrî Efendi, muhakkak ki Osmanlı tarih ve edebiyat tarihine dair çok şey okumuştu, çok şey bilirdi, bu bilgilerini ilmî bir tasnife tâbi tutmadı. Hattâ doküman mahiyetinde de geniş ölçüde neşeredemedi. Fakat kendisine bu bilgiyi temin eden bütün mehazları, kendisinden sonra bu uğurda çalışacak insanlara yadigâr olarak bırakmak suretiyle kitap sevgisinde kıskanç olmadığını gösterdi. Elindeki nadir eserlerden «Camı Cem Âyin» «Aeaibül Letaif», «Mardin Mü-lûkü Ertakiye Tarihi» isimli eserleri neşretti. Bunu diğer kitaplarla bir seri olarak tamamlamak istiyordu. Muvaffak olamadı. «Osmanlı Tarih Encümeni», «Asarı İslâmiye ve Milliye Tetkik Encümeni» âzalıklarmda bulunduğu sıralarda, beraber çalıştığı insanların mukaddes olarak tanıdığı şeylere ayni hürmeti beslemediklerinden doğan şiddetli infial yüzünden hiçbir eser veremedi. Çok sevdiği memleketi Diyarbekir için yazdığı «Mir'at-ü-1 Fevaid» ve bir cildi el ya-



ALİ EMÎRÎ EFENDİ KÜTÜPHANESİ

— 662 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

663 —

ALİFAKİH ÇEŞMESİ





Alifakih Caddesinde Aüfakih Mektebi ve Sultan Malımud Çeşmesi, 1946.

(Resim: Nezih)



zısiyle bende olan, öteki cildlerinin de ondan çalınır korkusiyle, Millet kütüphanesindeki şahsî sandıkları içinde saklı olduğunu bildiğim on altı cildlik bir Osmanlı şairleri tezkiresi yazılmış, fakat basılmamış kitapları arasındadır.

Umumî Harb içerisinde devlete vakfettiği vs idare ettiği Millet Kütüphanesine yerleştirdiği kitapları İstanbulun işgali sıralarında Anadoluya taşıtmak istedi. Geniş bir mücadeleye girerek vakfiyeyi değiştirdi. Ata-türkle muhabereye girişti. Birbirinin belki yüzünü görmemiş bu iki insan arasında samimî bir anlayış var gibiydi. Atatürk, Babıâli hükümetine, sulh muahedesini hazırlamak üzere Avrupaya gönderilecek heyet arasına tarih mütehassısı olarak Ali Emîrî Efendinin de alınmasını tavsiye etmişti. Mütarekenin karanlık günlerinde bastırdığı ve bugün tek nüshası bile kalmamış olan «Osmanlı Vilâyâtı Şarkiyesi» isimli kitabını m;llî istiklâl dâvasının mühim delillerinden biri olarak görmüştü. Onun için bu teklifi iyi karşıladı. Kütüphanenin naklinden evvel İstan-bulda büyük bir zaruret içerisinde (zira Emîrî Efendinin ayda 29 lira tekaüd maaşından başka beş parası yoktu) yaşadığını bildiği Emîrî Efendi emrine 4000 Türk lirası gönderdi.

Son günlerinde yanında bulunmadım, onun için hastalığı ve Ölümü hakkında bir şey bilmiyorum. Yalnız cenazesinin Atatürk' ün hediyesi olan dört bin lira ile kaldırıldığını söylediler.

Son arzusu çok sevdiği Peygamberin medih ve takdirine mazhar olan istanbul Fâtihi İkinci Mehmedin yanına gömülmek dileği olmuş, bu arzusu yerine getirilmiştir.

On iki cild tutan büyük şiir divanına rağmen Emîrî Efendiye büyük şair ismi verilemez, fakat iğbirarlarla gecen hayatında ince ve hassas bir tarafı olduğu da muhakkaktır. O:

Maksatları uğrunda ne canlar telef oldu. Ben mesleki iskender ü Daraya gücendim, diyecek kadar geniş insanlık fikirlerine bağlı, Cennet gibidir şimdi bana kûşei nisyan Ben silsileî Âdem ü Havvaya gücendim diyecek kadar cemiyetten bezmiş, Mahrem olalı meclisi erbabı yakine Dünyada gözüm var diyen âmâya gücendim diyecek kadar rind,

Merdâne kelâm etmelidir merdi suhandan

Ebrûyi diîâradaki imâya gücendim

diye haykıracak kadar cesur bir insandı.

Sevdiği bir insanı vasfederken: Gül yaprağıdr nüshai Kur'an arasında gibi hiç söylenmemiş güzel bir benzetiş bulacak kuvvetli şiir görüşleri ve duyuşu ile ruhu titredi. Uzun mücadele yıllarının kamburlaştırarak ufak tefek bir insan haline soktuğu bu uzun boylu heykel gibi adam ufacık gözlerinde parlayan zekâ ateşiyle ve bu vücuttan beklenmiyecek kadar ince sesiyle bir tezad âbidesi halinde:

Aşkın gami gerçi çekilir derd değildir. Geldik bu cihan sahasına çekmeli nâçâr.

diyerek ömrünü dolduran sevgi ıstırabını ve yaşamaktan memnunluğunu anlatarak 1924 yılında bir kânun sabahı Beyağlu Fransız hastahanesinde, Peygamberin şefaatinden ü-midi olduğunu anlatan bir mısraın son kelimelerini tamamlıyamadan son nefesini verdi.

Muzaffer Esen

ALİEMÎRlEFENDİ KÜTÜPHANESİ — (B. : Fâtih Millet Kütüphanesi).

ALİ EŞREF BEY — Topçu zabitlerinden


ve Vefa İdman Yurdunun seçkin azalarından
dan, bu klübün fudbol takmınm eski şöhret
lerinden; Birinci Cihan Harbine ve İstiklâl
Harbine iştirak etmiş gazilerden; son yıllar
da Ankarada İnhisarlar Vekâletinde bulunu
yordu. Saim Turgud Aktansel

ALİ FAİZ AĞA — On sekizinci asrın seçkin hattatlarından, aslı Şamlıdır; beş yaşında iken hafızı Kur'an olmuştu; Sadrâzam Çorlulu Ali Paşa tarafından tavsiye edilerek bir ferman ile vilâyetinden İstanbula jetir-tiîmiş ve Enderunu hümâyuna alınmıştı; orada Ressam Ömer Efendiden hüsnühat öğrenerek icazetname almış, Sırkâtbi olmuş ve Kapıcıbaşılık ile çırağ edilmişti. 1734 (H. 1147) de ölmüştür. Devrinin seçkin şair ve musikişinasları arasında da anılır.

Bibi. : Müstakimzâde, Tuhfei hâttâiin; Salim, Tezkirei şuerân

ALÎFAKÎH CADDESİ — 1934 Belediye Şehir Rehberi ile 1946 da tesbit edilen notlara göre: Bir parçası Alifakih mahalle-siyle Hacı Hamza mahallesi sınırında, bir kısmı da Alifakih mahallesi içinden geçmek üzere, Hacı Evhadüddin mahallesi sınırındaki Merhaba caddesinden Koca Mustafapaşa caddesine kadar uzanır; kaba taş döşeli, bo-

zuk, yer yer iki veya bir araba genişliğinde bir yoldur. Evleri, mütevazı gelirli aile meskenleri olan bir, iki veya üç katlı ahşap yapılardır; ki aralarında kaydedilmiye değer hususiyete sahip bina görülememiştir. Merhaba caddesi kavşağından yüründüğüne göre, soldaki Çırakçı Bostan sokağı kavşağının karşısında sağ kolda, kitabesiz küçük bir susuz çeşmeye rastlanır; bu çeşmeyi Erzincan zelzelesinde şehit olmuş mühendis Malımud Bey adında bir hayır sahibi 1935-1936 arasında yaptırtmış, suyu Halkalı suyu imiş, banisinin ölümünden az sonra da suyu kesilerek körlesmis, teknesinin bir kenarı kırılmış, a^na taşı beyzî bir madalyon şeklindedir; lülesi de koparılıp çalınmıştır. Bu çeşmenin hemen yanı başında belediyenin bir elektrik sokak feneri vardır. Sol kolda, sağdaki Dana sokağı kavşağının karşısında küçük bir mahalle bakkalı, sağda, Alifakih çıkmazı kavşağı köşesinde de bir Kadiri tekkesi vardır; sol kolda, bu tekkenin hemen karşısında ikinci Mahmudun güzel bir çeşmesi, yanında da eski Alifakih mahalle mektebinin harabesi vardır, kesme taştan yapılmış gayet güzel bir sanat eseri olan çeşmenin müstesna hususiyeti, çıkmaz sokağa bakan yan yüzünde sâdece su içmek için yapılmış asma tekneli bir kuzu çeşmenin bulunması-

dır; susuz ve harap olmağa yüz tutmuştur, tez elden ihyası gerekir, halk ağzında Alifakih çeşmesi diye tanınmıştır. Ali Fakih mektebi ise, kesme taş ve tuğla ile inşa edilmiştir; çatısı tamamen çökmüş, dört duvardan ibaret bir harabe halindedir; o da tamir ve ihya edilmiye değer bir eserdir; vaktiyle bu mektep de İkinci Mahmud tarafından ihya edilmişti; çeşmenin su hazinesi de mektebin altındadır. Solda, çeşme ve mektebin karşısında Alifakih Mescidi vardır (B.: Alifakih Mescidi).

Alifakih sokağının Koca Mustafapaşa medrese sokağı ile olan kavşağı köşesinde, sağ kolda bir arsa ve bir su terazisi vardır; arsa, mahallenin ihtiyarları tarafından yapı-güzelliği pek ziyade öğülerek anlatılan Nuh Efendi nakşı dergâhının yeridir (Mayıs 1946).,


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin