266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə17/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   91

Kasımpaşada Alikuzu Tekkesi (Resim: Nezih)

sidir. Filhakika bu zatın îstanbula vürudu ile astronimi tahsili canlanmış, hattâ Hoca Sinan Paşa bile, Molla Lûtfiyi onun derslerine göndererek, bilvasıta istifade etmiş ve Paşanın kürsi-i tedrisinde de XVI. asrın meşhur Türk astronomu Mîrim Çelebi yetişmiştir» diyor.

Bibi. : A. Adıvar, Ali Kuşçu (İsi. Ansiklopedisi); A.S. Ünver, Ali Kuşçu.

ALİKUŞÇU SOKAĞI — Edirnekapısuun içinden ve Hendek köprüsünün üstünden geçen sokaktır; kapının şehir içine bakan ağzı, bir otobüs veya kamyon ancak geçebilecek kadar dardır; kapı içi biraz genişler; kapıdan çıkılmca, köprü üstü, Edirnekapı caddesi kavşağına kadar üç araba rahat geçebilecek kadar geniştir; kapıdan çıkınca, eskiden kapı ile hendek köprüsü arasında sağlı sollu ahşap baraka - dükkânlar vardı; bu satırların yazıldığı sırada, belediyenin yerinde bir emri ile bunlar yıkılmış, kapının yüzü açılmış, meydana çıkmış bulunuyordu; köprüyü geçtikten sonra sıralanmış olan ahşapların da yakınlarda kaldırılacağı söylenmekte idi; ki, bu arada, vaktiyle pek şenlikli bir yer olan, tatil günlerinde meşhur mısır tarlasına gidenlerin konakladıkları Hasan Kuşanın bahçeli kahvesi ile karşısındaki aile bahçesi de bulunmaktadır (Ocak 1946).

Bu semtin pitoresk eskiliğini korumak bakımından, bu meşhur kahvehanelerin kaldırılmasından ziyade, büyük şehre lâyık bir güzellikte tamirine gidilmesi daha uygun olsa gerektir (1946).

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi notu.

ALİKUZU TEKKESİ — Kasımpaşada Çürüklükte Bedreddin Mahallesinde rifaî dergâhiydi, âyin günleri, perşembe idi. Arifhik-met (eski tekke arkası) Sokağiyle Salâhiuşşakî Sokağı arasındadır; büyük bir kısmı yıkılmış, kulübeden farksız bir parçası ve keza bir kulübe haline konulmuş kahve ocağı dört yoksul aileye mesken olmuştur. Tekkenin mezarlığı da kaldırılmış, bir bahçecik yapılmıştır (1946).

Bibi.: B. Olker, Gezi Notu.

ALİ MİSLİ EFENDİ (ts-hakzâde) — On sekizinci asrın

ALİ MUZAFFER EFENDİ

İSTANBUL


ANSİKLOPEDİSİ

— 679


ALİON (Antoine)


en seçkin ta'lik hattatalanndan; yazıyı Dur-muşzâdeden öğrenmişti; MustaMmzâde bu sanatkâr hakkında «serîülkalem, nerkisîyüş-şiyem bir kâtibi nefîs» diyor; ilmiye mesleğinde Rumeli Kazaskerliğine kadar yükselmiş, 1775 (H. 1189) de yaşı 70-80 arasında iken ölmüştür. Şairliği de vardır.

Bibi.: Müstakimzâde, Tuhfei hattâtin.

ALİ MUZAFFER EFENDİ — On altıncı asrın seçkin ta'lik hattatlarından; Mâverâün-nehir Türklerinden olup, Türk ve İslâm âleminin fikir merkezi olan İstanbula geldiğinde, ta'lik yazıyı yazar san'afckârlar o asırda nâdir olduğundan Büyükşehrin kibar ve rical mahfillerinde fevkalâde iltifat görmüş, Yavuz Sultan Selim, divanının oğlu Şehzade Süley-mana göndereceği bir nüshasını bu Ali Muzaffer Efendiye yazdırtmıştı; ki, sanatkâr, bu şair cengâverin eserini 1505 (H. 911) de tamamlamıştı; bu tarihte Yavuz Selim de henüz imparatorluk tahtına cülus etmemişti.

Bibi.: Müstakimzâde, Tuhfei hattâtin.

ALİ NACİ KARACAN — (B.: Karacan, Ah* Naci).

ALİ NAZÎMÂ BEY — Muallim; fransız-cadan türkçeye ve türkçeden fransızcaya kendi adına nisbetle anılan meşhur lügatlerin sahibi; uzun meslek hayatında en çok kitap yazmış simalardan biridir. Eski iptidaî ve rüşdi-yeler için iki yüzden fazla, hemen her sınıfın ve 'her dersin kitabını yazmıştır.

1861 de İstanbulda doğdu, babası doktor
kaymakam Ahmed Server Beydir. 1882 de
Galatasaray Sultanisinden mezun olmuş, mes
lek hayatına da o sultanide, türkçe ve arapça
muallimliği ile atıl
mıştır; bir müddet
s o nr a da Mektebi
Mülkiyenin fransızca
muallimliğine tayin
edilmiştir. 1888 de
hususî Mektebi Edeb'
in kurucuları arasın
da bulunmuş ve bir
iptidaî-rüşdiye olan
bu mektebin ders na
zırlığını yapmış; 1891
de Maarif Nezareti
tetkiki müellifat ko- Ali Nazîmâ Bey

misyonu âzası, 1894 (Resim: Nezih)

de Mektebi Mülkiye müdür muavini olmuş., 1908 Meşrutiyet inkılâbında bu memuriyet-den çekilmiş, bütün bu yıllar boyunca muallimliğe, bilhassa fransızca muallimliğine devam etmiştir; 1921 de Nişantaşı Sultanisi müdürlüğüne tayin edilmiş, 1924 de emekliye ayrılmıştır; fakat hususî mekteplerde ve bilhassa Amerikan Kolleji muallimliğine ölünceye kadar devam etti ve 1935 de 74 yaşında öldü.

Büyük Maarif Tarihi müellifi ve sabık İstabul Belediyesi mektupçusu Osman Nuri Ergin, Ali Nazimâ Bey hakkında şu mütalâa' yi yürütüyor:

«Devrinde pek moda olan jurnalcılığa sapmamış, yalnız okumuş, okutmuş ve mektep kitapları yazmıştır. Ölünceye kadar Babıâli caddesinden, hele Tefeyyüz kütüphanesinden ayrılmamıştır; son eserlerini hep bu ki-taphane basardı. Şu var ki, biraz da maişet derdiyle yazılmış olan kitapları arasında büyük ve ilmî bir eser bırakamamış, çocuklar için yazdığı yüzlerce kitap, harf inkılâbı ve tedris usullerinin değişmesi yüzünden bugün artık okunmaz ve ele alımaz olmuştur».

1925 de Maarif Vekâletinin fazilet mükâfatı için İstanbul Muallimleri çoğunlukla Ali Nazimâ Beyi namzet göstermişti.

ALİ NUR EFENDİ — On yedinci asır ta'lik hattatlarından; ebcet hesabile kendi adı olan «Nur» isminin tutarı hicrî 1024 (M. 1615) yılında öldü; Fındıklıda Arap Ahmed Paşa mezarlığına gömüldü.

Bibi.: Müstakimzâde, Tuhfei hattâtin.

ALİ NUSRET BEY — Edebiyat muallimlerinden; Plevne şehitlerinden Şaha-

beddin Beyin oğlu, edib ve şair Cenab Sehabeddinin karde-

.>


Ali Nusret Bey (Resim: H. Çizer)

si; 1874 de Yenişehir de doğdu, 1891 de Harbiyeden istihkâm zabiti olarak çıktı; «Ben gerçi askerim ama hiç askerlik yapmadım, mektepten çıkalı hocayım» der imiş.. Mercan ve Vefa idadilerinde, Muallim mektebinde, kürsüsünü dolduran seçkin bir

sima olmuştu. 1912 de genç denilecek bir yaşta öldü ve vasiyeti üzerine, Fâtih Camii naziresinde Plevne müdafii Gazi Osmapaşa türbesinin önüne defnedildi.

Bu kabir, mermer bir sanduka üzerinde üstüvane şeklinde iki sütundan ibarettir. Baş taşının üzerinde mermer kabartma bir kâğıt, hokka ve kalem ve açık bir kur'anıkerim vardır. Kâğıdın üzerine şairin imzası hakkedil-miştir. Altında şu kitabe okunmaktadır:

Hayatı sa'yine verdin nihayet ey Nusret Değil lisanü edeb, ağlasun bütün millet

Bütün hayatı fesahat, bütün hayatı kalem Senin mezarının üstünde garkei matem

Sen; o giryei fanii faniyattan uzak Meşâkı ömrünü andıkça şâdkâm olarak

O nağmei pâşü mutantan, nerihü pür lemean Lisanının ve hayalâtının nazirî olan

Riyazi âlemi ukbâda ruhi hassanın Mehasini ebediyye ile haşrolub yaşasın

Ayak taşındaki kitabe de şudur: Plevne şühedasından binbaşı Osman, Şahabeddin Efendinin mahdumu askerî kaymakamlığından mütekait Darülmuallimin ve Vefa İdadisi lisan ve edebiyat muallimi Ali Nusret Beyin ruhuna elfâüha. Sene 1328 fî 31 kânunusani.

ALİ NUTKİ DEDE (Seyyid) — On sekizinci asır sonlarında yaşamış Türk musiki bilgini ve Türk dinî musikisinde büyük şöhret sahibi bestekârlardan; 5 Muharrem 1176 (1762) de Yenikapı Mevlevihanesi civarında bir evde doğdu; babası bu namlı dergâhın şeyhi Kütahyalı Ebube-kir Efendidir, annesi de miraciyesile meşhur Nâyi Osman Efendinin kızı Saide hanımdır. Çok ciddî bir tahsil ve terbiye görmüş, hocaları arasında bilhassa devrin seçkin bir siması olan Ahmed Sabin Dede Efendi de bulunmuştur ki, küçük Ali Nutkinin üzerinde çok tesiri olmuştur. Henüz on dört yaşında iken (H. 1189) 1775 de Yenikapı dergâhına şeyh oldu ve (H. 1219) 1804 de öldü» dergâhta babasının yanma defnedildi. Sürurinin söylediği vefatı tarihidir: Kevser saf ası eyledi Seyyid Ali Dede

Fazilet ve kemal sahibi, hoşsohbet ve zarif, şair, âşık adamdı. Muasırlarının .hürmet ve sevgisini kazanmıştı, asrın büyük şairi Şeyh Galib onun hakkında:

Dedem kim Hazreti Seyyid Alidir Keramet veçhî pâkinde celidir Odur seccadei mânada ePan Sezadır rütbei irşada el'ân

diyecek kadar hayranlarından idi; Ali-Nutki Dede. şeyhliği icabı, pek genç, yanakları iliç tüylendiği zaman sakal şahnişti; şeyh Galib bu münasebetle kaleme aldığı bir tarih manzumesinde, onun portresini şu beyit ile çizmişti:

Nevcivaıı merdi pir meşrebdir

Pirdendir ana bu lûtfi nigâh ,

Türk klâsik musikisinin en büyük şöhreti olan Hamamîzade İsmail Dedenin de mürşidi ve musikide üstadı olmuştu. Ölümünden az evvel şevki tarab makamında bir âyini şerif bestelemiş, dinî musikinin şaheserleri arasında sayılan bu nefîs eser, ilk defa olarak Yenikapı Mevlevihanesinde (19 Rebiülâhır 1219) 1804 de okunmuştu. Şeyh Efendi bu bestesini Hamahıîzadeye ithaf etmiş ve dergâhın mecmuasının kaydına «Derviş İsmail» ibaresini yazmıştı. Ali Nutki Dede bu âyin gününden pek az sonra ölmüş, İsmail Dede ayni mecmuaya şu satırları ilâve ederek eserin asıl sahibinin kim olduğunu bildirmek necâ-betini göstermişti:

«Şeyhim azizim Yenikapı şeyhi Esseyid Şeyh Ali' Efendi Hazretlerinin reyü tedbîri ve her bir nağmede ta'rifi munzam olduğundan hâlâ okunan bestede medhalim yoktur. Hâli hayatlarında tenbihleri mucibince kendi isimlerini ihfâ ve bâlâsına bu fikrin ismini tahrir buyurub fakire âlâ tarikilhediye ihsan buyurdular. Elfakir: Derviş İsmail».

Ali Nutki Dede, kendi tâbiri ile «Zamanı meşihatinde dergâha gelen hücrenişîn canların» hal tercümelerinden mürekkeb «defteri dervîşân» adında bir eser bırakmıştır ki, devrin kıymetli tarih kaynaklarından biri olmuştur. ,

Bib.: S. N. Ergun, Türk dini musikisi, II.

ALİON (Antoine) — Abdülmecid devrinde İstanbulun namlı zenginlerinden; babası Fransa büyük ihtilâlinin Terreur devrinde Fransadan Türkiyeye hicret ederek îs-tanbulda yerleşmiş ve Antoine, Büyükderede doğmuştur.

Alion ailesi yazın Büyükderede bir aralık Avusturya sefarethanesi olan yalıda, kışın da Beyoğlunda eski bonmarşenin (Karli-man Pasajının) bulunduğu yerdeki konaklarında otururlar. Yazın bir kısmını da Karadeniz sahilinde Demirci köyünde geçirirlerdi; burada iöylüye fevkalâde yardımları görül-

ALİ ONBAŞI

680 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 681 —

ALİ PASA (Damad Şehid)




muş, köye bir de çeşme yaptırmışlardır.

Antione Alion, Jacques ve Jean adındaki kardeşleriyle beraber îstanbulda bir de banka kurmuştur ki, halk ağzındaki «Alyon kadar zengin» tâbiri buradan kalmıştır.

İstanbulda ilk belediye teşkilâtı yapılırken kurulan komisyonun en nüfuzlu azalarından biri olarak seçilen Antoine Alion Fran-sada ölmüş naşı İstanbula getirilerek Pangal-ü kabristanına gömülmüştür.

ALİ ONBAŞI (Osmanoğlu) — Dördüncü avcı taburu efradından ve 31 Mart ihtilâli müşevviklerinden; Köprü üzerinde genç mektepli zabitlerden Mülâzım îlyas Efendinin ka-aüli; Hareket ordusunun İstanbula hâkim olmasından sonra divânı harbçe idama mahkûm edildi ve köprü başında asıldı..

Bibi.: Gazeteler.

ALİ PALAZ — Son Yeniçeri zorbalarından Burunsuz Mustafa Ağanın Galatadaki kahvehanesinin ocakçısı, ayak takımı arasında güzelliği ile şöhret bulmuş, ağasının kanadı altında şimarmıs, bir kayıkçıyı yaralaması üzerine henüz on beş yaşında iken Alemdar Paşanın emriyle vak'a mahalli iskelede boynu vurulmuştur (B.: Mustafa Ağa, Burunsuz).

ALİ PAŞA ((Bezzaz) -— Hadikatül-Cevâ-miin kaydına göre, Uzunçarsı boyunda Bezza-ziye mescidinin banisi; kabri de mescidinin yanında imiş, yangınlarda harab ve izi silin-nip kaybolmuş. , Bibi.: HC, I.

ALİ PAŞA (Çorlulu) — Devlet adamı, üçüncü Ahmedin Sadırazamlarından; aşağıdaki satırlar Reşad Ekrem Koçu'nün İslâm Ansiklopedisine yazdığı makaleden alınmıştır:

«Çorlulu bir çiftçinin yahut bir berberin oğludur. 1670 yılına'doğru bu kasabada doğdu. İkinci Sultan Ahmed devri ricalinden Kara Bayram Ağa, Ali'yi, zekâ ve güzelliğini takdirden evlâdlık almış ve Galatasarayına çırağ etmiştir. Oradan Enderun-i hümâyun Seferli koğuşuna ve bilâhare Hasodaya alınmış, İkinci Sultan Mustafa zamanında da (1701) silâhdar olmuştur.

Çorlulu Ali Ağa, silâhdarlığmda bütün saray memuriyetlerinin rütbe ve derecelerini tayin eden yeni bir nizamname vücuda getirmiş, bu arada kendi makamını, Enderun-i hümayunun en büyük zabitliği derecesine çı-

karmış ve o zamana kadar, tavası denilen a«k hadımların elinde bulunan Babüssaade ağalığına tâbi Ederun-i hümayun koğuşlarındaki zülüflü gümanları da silâhdar ağanın idaresine bağlamıştır. Bir de, sarayda padişah ile sadırâzam arasındaki muhabereye Babüssaade ağaları vasıta olurken, bu teşkilâtı müteakip, • bu hizmet de silâhdar ağaya intikal etmiştir (B. : Ak Ağalar). Ali Paşa, Edirne Vak'asında ihtilâlci askerlerin İstanbuldan Edirne üzerine yürüdükleri sıralarda, saraydaki nüfuzunu çekemiyen şeyhülislâm Feyzullah Efendi ile sadırâzam Rami Melımed Paşa tarafından, »Böyle bir zamanda iş bilir vezire ihtiyaç var» bahanesi ve vezirlik rütbesi ile, saraydan çıkarıldı. Üçüncü Sultan Ahmedin cülusunda Halep valisi tâyin edildi ve pâdişâh ile devlet erkânının, İstanbul'a hareketlerinde, Feyzullah Efendi ile evlât ve etbaının gizli mallarım meydana çıkartmağa memur olarak, Edirne.de kaldı. Bu işi bitirip, mansıbına gitmek üzere, İstanbula geldiğinde, Halep valiliği Çerkeş Mehmed Paşaya verilerek, Ali Paşa kubbe veziri oldu (3 Cemaziül- ıt âhır 1115 = 5 ekim 1703). 1704 yılı başlarında, Enderun-i hümayundaki nüfuzunu çekemeyen Kalaylıkoz Ahmed Paşa tarafından, Trablusşam eyaleti ile İstanbuldan uzaklaştırıldı ise de, bir buçuk ay kadar sonra (şaban 1116) tekrar kubbe veziri, 19 muharrem 1118 (30 mayıs 1706) da, Baltacı Mehmed Paşa yerine, sadırâzam ve sadaretinin ikinci senesinde ise (1708), İkinci Sultan Mustafanın kızı Emine Sultan ile evlenerek, damad oldu. Padişah Üçüncü Sultan Ahmed düğün alayını sadırâzam sarayından seyretti ve Ali Paşaya iltifat olmak üzere, iki gün orada misafir kaldı.

Sadaretinde devlet hazinesinin israf edilmemesine dikkat, icraatının esasını teşkil etmişti. Saray mutbakları masrafının kontrolü usûlünü koydu, tersane faaliyetine ehemmiyet verdi, birçok gemi topları ve lengerler döktürerek, tersane levazım ve silâh aııbar-larının doldurulmasına çalıştı, her sahada ve bilhassa timar tevziatında ve asker ocaklarındaki suiistimaller ile mücadele etti. Haricî siyasette, Rusyaya karşı İsveç ile ittifaka şiddetle taraftardı. Babadağı muhafızı Yusuf Paşayı, İsveç murahhasları ile anlaşmak üzere, yarı resmî murahhas tayin etti. Yusuf

Paşa, Demirbaş Sari ile şahsî muhâberâta girişti ve ona Rusya ile vukua gelecek muharebede Kırım askeri ile yardım vaadinde bulundu; fakat bu teşebbüsünden haber alan Üçüncü Sultan Ahmed, bunun Rusya ile aradaki musalâhanameye mugayir olduğunu hatırlatarak, sadırazamı tevbih etti. İsveç kralına, Poltava hezimetini müteakip, Türkiyeye ilticasında, padişahın hediyeleri ile beraber, mükemmel takımlı bir at ve mücevherli hançer yollayarak, emniyet ve selâmetle memleketine gönderileceğim bildirdi. Kral, sözünde durmamış görünen Çorlulunun hediyelerini, yakınlarının ve mutavassıtların ısrar ve ricalarına rağmen, kabul etmedi. Ali Paşanın, bu vaziyete sebebiyet vermekle itham ettiği Yusuf Paşa ile Demirbaş Şarl'a iğbirarı, esasen nâzik olan vaziyeti vahim bir safhaya soktu ki, bu da Pâdişâhın, Ali Paşaya itimadını sarstı.

Çorlulu, Macaristan ahvaline karşı da kayıtsız değildi; daha sadâretinin başlangıcında Macar vatanperveri Rakoczy Ferenc'den, yardım taleb eden pek dostâne ve hazin bir mektup almıştı. Sarayda Silâhdar Ali Ağa (bilâhare sadırazam Şehit Ali Paşa), Çorlulu Ali Paşanın sukutuna çalışalnann başında bulunuyordu; fakat, kızlar ağası yazıcısı ve sadıra-zamın dostu İbrahim Ağanın (Nevşehirli İbrahim Paşa) nüfuzu ve himayesi yüzünden, muvaffak olamıyordu. İbrahim Ağanın, Haremeyn muhasebeciliği ile saraydan çıkarılması Çorlulu Ali Paşayı kıymetli bir müdafiden mahrum bıraktı. Azlettirip Sinop'a sürdüğü sabık Şeyhülislâm Paşmakçızâde Ali Efendi, sadırâzama malûmat verilmeden, affedilip İstanbula getirildi ve bu suretle Çorlulunun haysiyetine darbe indirilmiş oldu. Birkaç güıı sonra da, kapıcılar kethüdası Ali Ağa eli iîe, mühr-i hümayun geri alınarak, Ali Paşa azil ve yerine Köprülüzâde Numan Paşa sadırâzam oldu (18 Rebiülâhır 1122 = 16 Haziran 1710). Ali Paşaya Kefe eyâleti tevcih olunarak, kalabalık bir kapı halkı ile, o havaliye derhal hareketi lüzumu bildirildi ise de, yoldan çevrilerek, Midilliye sürüldü. Orada, bir buçuk sene kadar sonra (Zilkade 1123 = Aralık 1711), idam olundu; kesik başı İstanbula getirilerek, Bâb-ı hümâyun önünde teşhir edilip, Çarşıkapıdaki camimin mezarlığına defnedildi. (B.: Çorlulualipaşa Camii ve Med-

resesi). Ölümünde yaşı kırkı geçiyordu. Mezar taşında Dürrî'nin bir kitabesi vardır. Ali Paşanın Arnavutköyündeki yalısı, devrin boğazı tezyin eden en güzel binalarından idi. îstanbulda kendi adını taşıyan iki cami, Tersanede bir hamam ve üç çeşme, Eski Alipaşa-d.a Hırka-ışerif muhafazası için kagir hücre ve imaret, Çorlu'da bir çeşme ve mektep yaptırttı».

ALÎ PAŞA (Damad Şehid) — On sekizinci asrın büyük vezirlerinden, üçüncü Ahmedin Sadrazamlarından; aşağıdaki satırlar. Türkiye tarihi üzerinde salâhiyetle söz sahibi Prof. M. Cavid Baysun'un İslâm Ansiklopedisine yazdığı makaleden alınmıştır:

«Bazı paşaların kethüdalığından mütekait Hacı Hüseyin Ağanın oğlu olup, İznik gölü civarındaki Sölöz'de,'takriben 1667 (H. (H. 1079) de doğdu; 5 ağustos 1716 (16 şaban 1128) de Peterwaredin muharebesinde şehid oldu.

«İkinci Sultan Ahmedin son zamanlarında enderuna girip, kiler hizmetinde bulunurken, ayni zamanda iyi tahsil de gördüğünden, İkinci Mustafa devrinde sır kâtibi, Üçüncü Sultan Ahmedin cülusundan sonra rikâp-dar, çuhadar ve nihayet 1704 (1116) te silâhtar tayin edildi. Padişah üzerinde nüfuz ve tesiri mütemadiyen artarak, devletin en kudretli bir şahsiyeti oldu ve ölümüne kadar böyle kaldı; hoş görmediği Sadırâzamlar bile mevkilerini muhafaza edemezlerdi. Sultan Ahmed, siîâhdarına vezaret rütbesini tevcih ederek, 14 mayıs 1709 (4 rebiülevvel 1121) da ona beş yaşındaki kızı Fatma Sultanı verdi. Sadırâzam Çorlulu Ali Paşa bu izdivaca muhalefet etmek istediğinden, evvelâ azil ve bilâhare de idam edilmiştir. Vezir-i sâni nas-bolunan Damad AH Pasa artık nıâneri sadâret vazifesini ifa etmekte idi. Rikâb-ı hümâyun kaymakamlığında dahi bulunarak, müteaddit sadırâzamların tayin ve azlinde âmil oluyordu; bunların arasında Köprülüzâde Numan Paşa ve Prut'ta Rus Çarı Petro ile karşılaşan Baltacı Mehmed Paşa da vardır.

«O sırada Sadırâzam olan Hoca İbrahim Paşa, Damad Ali Paşadan kurtulmak için, onu bir ziyafet esnasında öldürülmek maksadını güttüğü anlaşıldığından, idam edilerek müh-ri hümâyun Ali Paşaya verildi 27 nisan 1713 = l rebiülâhır 1125).

ALİ PAŞA (Damad Şehid)

— 682 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

ALİ PAŞA (Güzelce)


«Karlofça muahedesi ile arazisinin bir kısmını kaybeden Osmanlı devleti, bir istirdat siyaseti takip etmekte ve Damad Ali Paşa da bu siyasetin mürevviçlerinden bulunmakta idi. Bunun icabatmdan olmak üzere, giriştiği Mora seferi en mühim muvaffakiyetini teşkil eder. İsyan eden Karadağlılar Venediklilerden yardım görmüş, Venedik korsan gemileri de, Akdenizde Türk gemilerine tecavüz etmişti. Bu hâdiseler iki devlet arasındaki muahedeyi ihlâl eder mahiyette görüldü. 8 birincikânun 1714 de, Sadırâzam konağındaki bir içtimai müteakip, Venediğe sefer ilân olundu. Ali Pasa kara ve deniz kuvvetlerini teçhizi ile meşgul olduktan sonra, kendisi ordunun, kapudân-ı derya Canım Hoca Mehmed Paşa da donanmanın başında olarak, Selâni-k'e gittiler. Sadırâzam Yenişehir üzerinden Korent'e inip bu kaleyi zaptederken, kaptan paşa ise İstendil (Tenos) adası ile Egi-ne'yi fethediyorlardı. Katolik Venediklilerden müteneffir olan rumlar, türklerin avdetini memnuniyetle karşılamışlardı.

«Damad Ali Paşa Korent'ten sonra Ana-poli (Napoli de Romanla) ve Argos'u alıp, Modon, Koron ve Navarin'e dört saatlik biı mesafeye geldi. Venedikliler diğerlerini bırakarak, Modon'u müdafaa ettilerse de, Venedik donanması çekildiği gibi, kale de kura kuvvetlerine uzun bir mukavemet gösteremedi. Girit'te de Venediklilere ait Suda ve Spina-Longa, adadaki Türk kumandanları taraf ndan alınmış, Ayamavra adasını düşman tahliye etmişti. Sadırâzam istirdad ettiği yerlerin muhafaza ve idaresi için tedabir ittihaz edip süratle Edirneye avdet etti.

«Ali Paşa Venedik devletinin elinde donanma üssü olarak kullanılan Korfu adasının zaptı için 1716 senesinde yeni bir sefer hazırlamakta iken, Venedik ile tedafüi ve teca-vüzî bîr ittifak akdeden Avusturya, müdahalede bulunarak, prens Eugen tarafından kendisine, Karlofça muahedesi ahkâmına riayet ihtarını mutazammın, bir mektup gönderildi. Sadırâzam Eyyub'da valde sarayındaki içti-mada, nakz-ı ahd edenin Avusturya olduğunu, mezkûr devlete harp ilân etmek tasavvurunda olduğunu bildirdi. Ertesi gün Davud Paşa ordugâhmdaki içtimada, kendisi Avusturya üzerine gitmeğe, Korfu'ya da ayrıca kuvvet göndermeğe karar verdi.

«Yüz elü bin kişilik bir ordu ile Bel-grad'a gelen Sadırâzam, yeniçeri ağası Hüseyin Ağanın Tamşuvar (Temesvar) tarafına gidilmesi reyine mukabil, Rumeli beylerbeyi Sarı Ahmed Paşanın Peterwardein üzerine yürümek tavsiyesini kabul etti. Bu esnada prens Eugen Avusturya ordusu ile Futak'ta bulunuyor, Kont Palffy de macarlara kumanda ediyordu. Sava nehrinden geçen osmanlı ordusunun, Kurt Mehmed Pasa idaresindeki, ileri kıt'aları Kont Palffy'yi mağlûp etmiş prens Eugen ise, Peterwardein'de vaktiyle Sürmeli Ali Paşanın yaptırdığı mevzilerin gerisine askerini yerleştirmişti. Damad Ali Paşa düşman kuvvetleri ile 3 ağustos 1716 günü karşılaştı. Ne o gün, ne de ertesi gün, düşman hücuma geçmedi. Metris seraskeri, Sarı Ahmed Paşa, düşman taarruz etmeyince, askeri çadırlarına iade etmişti. Nihayet 5 Ağustosta sabahleyin ansızın prens Eugen taaarruza başladı. Muharebe bütün cepheye yayıldığı halde, her zaman çok ihti-yatkârlık gösteren Ali Paşa, basireti bağlanmış gibi, âtıl halde kalmıştı. Ancak Osmanlı ordusunda ric'at^ kendini gösterdikten sonra, maiyetindekileri ileriye sevkedip, kendi de düşman üzerine atılırken, alnına isabet eden bir kurşun ile, mühlik surette jaraladı; bir caphane arabası içinde, geriye nakli esnasında vefat etti. Belgrad'da Kanunî Sultan Süleyman camii hazinesine, kanlı elbisesi ile, defnedildi. Şahadetinden yedi sene sonra Bel-gard'ı zapteden Avusturya kumandam Laudon mezarını Viyana'da Hadersdorf ormanına nakletti.

«Avusturya seferine girişmek ile imparatorluğu felâketli bir mecraya sürükleyen Damad Ali Paşa büyük bir kumandan olmamakla beraber, cesur bir insan ve iyi bir devlet adamı idi. Son derece rüşvet aleyhdarı idi. Zamanında mutad hediyelerin bile teatisini menetmiş, silâhdarlığmda sarayın masraflarını intizamı altına almıştı. Devlet memurlarının, nasıl hareket etmeleri lâzım geldiğini bildiren talimatını her tarafa tamim etmişti. Emir ve fikirlerine muhalefet gösterenleri şiddet ile tecziyeden çekinmezdi. Kan dökmeye fazlaca mütemayil olduğundan, bazı haksızlıklara sebebiyet vermemiş değildir. Kendi sadâretine kadar o makamı işgal edenleri pek rahat bırakmamış, sadırâzamlığmda

hüdası Köse İbrahim Ağanın meş'um tesiri altında kalmıştır. Maamafih marifet erbabını himaye eder, şiir ve ilim ile bilhassa astronomi ile meşgul olarak kitaplara büyük bir rağbet gösterirdi; memleketten harice kitap satılmasını menetmiş ve Şehzade Camii civarında zengin bir umumî kütübhâne tesis etmiş, bu kütüphanenin fihristi dört cilt tutmuştu.

«Silâhdar ve Şehit unvanları ile de ya-dolunan Damad Ali Paşa, bir müddettenberi medrese hâline gelmiş olan Galatasaraymı eski şeklinde Enderun mektebi yaptığı gibi, doğduğu yerde bir cami inşa ve Ayvansaray tarafında Çınarlı mescidini tamir ettirmiştir» (B.: Şehidalipaşa kütüphanesi).


Dr. Ali Paşa (Resim: Nezih)

ÂLİ PAŞA (Dr. Mehmed) — Kem mes-leğindeki hazakati, hem kalemi, hem de uzun yıllar Hilâliahmer (Kızılay) hayır Cemiyetinin reisi olarak memlekete büyük hizmetlerde bulunmuş tıb tarihimizin necîb bir simasıdır. 1856 da Sakız da doğmuştur, babası bu adanın yerlisi Ça-lımoğlu Besim Efendi adında bir zâtdir;' İstanbula rüşdiye mezunu delikanlı olarak geldi, 1880 Askerî Tıbbiyeden yüzbaşı rütbesi ile mezun olarak ordu hizmetine girdi, uzunca bir zaman Tıbbiye Mektebinde muallimlik yaptı, 1920-1921 de ordu başhekimliğinden emekliye ayrıldı ve kendisini Hî-lâliahmere vakfetti, bu büyük kurumun on beş sene reisliğini yaptı; ayrıca Veremle Mücadele Cemiyetinin kurucuları arasında bulunub ayni fedâkârlıkla onun da reisliğini kabul etti. Bütün memleketin ve bilhassa İstanbulluların sonsuz sevgi ve hürmetini kazanmış bir vatandaş olarak 1936 da vefat etti, kabri Pa-şabahçesi mezarlığındadır.


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin