266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə16/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   91
den sonra girdiği Efendi

Mektebi Nüvvab'dan (Resim: H. Çizer)

birincilikle mezun olmuştu. İlmiye, mesleğinde kademe kademe yükseldi, Tuna ve İzmir vilâyetleri kadılıklarında ve yine bu iki vilâyetin Divânı Temyiz reisliklerinde bulundu; Meclisi Tedkikatı Seriye âzâlığı ile İstanbula geldi ve 1884de Hukuk Mektebinin Mecelle muallimi, 1885 Meclisi kebiri Maarif Reisi, 1900 de, Hukuk Mektebindeki mecelle dersini adaşı Akşehirlizâde Ali Haydar Efendiye bırakarak bu mektebin usulü fıkıh muallimi, ayni yıllar içinde Şarkî Rumeli İslâm Cemaati nâzın oldu; ve bu vazifelerde ölünceye kadar kaldı.

Her aldığı işde liyâkat ve iktidarını tevazu ve nezâketi ile tezyin etmiş idi, fakat asıl şöhretini Hukuk Mektebindeki muallimliğinde kazanmıştı; devrinin gençliği belâga-tinin hayranı idi; yukarda adı geçen adaşından ayırd edilmek için kendisine «Büyük» lâkabı verilmişti. 8 ramazan 28 Kasım 1903 (S ramazan 1321) de Koskadaki konağında vefat etti; ölümü haberi Büyükşehirde çok derin bir teessür uyandırdı, cenaze merasiminde öyle bir cemaati kübrâ toplandı ki İstanbulun o günkü hayatı felce uğradı.

Baş eseri olan «Usûlü fıkıh dersleri» seçkin talebelerinden Hacı Âdil Bey tarafından kitab halinde bastırıldı; ömür mahsulü azametli eserdir.

Bibi. : İnönü Ansiklopedisi.

ALİ HAYDAR PAŞA (Şerif) — Âli Resulden; Mekke emirlerinden Şerif Abdülmut-talib Efendinin torunu ve Şerif Câbir Beyin oğludur. 1865 de İstanbulda doğdu, tahsilini İkinci Abdülhamidin kurduğu Şehzadeler Şehzadeler mektebinde yaptı. Şûrayı Devlet âzası, 1908 inkılâbında da Ayan Meclisi azası oldu; 1909 da evkaf nazırlığı ile kabineye girdi; Birinci Cihan Harbinde Mekke Emîri Şerif Hüseyin Paşa devlete ihanetle isyan ve İngilizlerle ittifak edince vezir rütbesi ile Mekke Emîri tayin edildi, fakat yerine gide-meyüb emirliği sembolik oldu. Ölüm tarihi tesbit edilemedi. Büyük solist Safiye Aylâ'nm zevci büyük mûsiki .bilgini ve ud virtüözü Prens Şerif Muhiddin Targan bu zâtin oğludur.

Bibi. : İnönü Ansiklopedisi. B. Olker

ALİ HİLMİ EFENDİ — Şirketi Hayriye-nin ilk müdürü; aslı rumdur ve Sakız adalı-

dır; pek küçük yaşta iken köyleri korsanlar tarafından basılmış, babasını evlerinin kapısı önünde kesmişler, dağa kaçmak istiyen ve veçhen pek dilber olan çocuğu da, diğer bazı güzel çocuklarla beraber yakalayıp götürmüşler, korsan elinden esirci eline geçmiş ve İstanbul Esirpazarından, Ağa Hüseyin Paşaya satılmış; on dokuzuncu asır başlarının en büyük şöhretlerinden biri olan Ağa Hüseyin Paşa tarafından da bir manevî evlâd sevgisiyle büyütülmüş, hususî hocalar tutularak ciddî bir tahsil görmüş, kölelikten azâd edilerek efendisinin çiftliklerine kâhya tayin olunmuştur; sonra serbest ticaret hayatına atılmış, bu alandaki parlak zekâsı, iffet ve namusiyle hem servet, hem şöhret kazanmış, devletin manevî kefaretini taşıyan Hayriye Tüccarları arasına girmiş; Kırım harbinin arifesine rastlıyan yıllarda Şirketi Hayriyeyi iltizam usuiiyle işletmekte olan Resimci Mı-gırdıç, isi başaramayıp «Ben batıyorum, ge-leri benim elimden alın!» diye Şirket hissedarlarına müracaatinde, o zaman otuz kişiden mürekkeb olan hissedarlar, içlerinden Ali Hilmi Efendiyi «büyük tüccardır, böyle işlere aklı erer» diye şirket müdürlüğüne getirmişler, o da dört kişilik bir meclisi idare kurarak hissedarlar adına faaliyete geçmiş ve lağvı tarihine kadar devam edecek olan idarenin temelini atmıştır (B. : Şirketi Hayriye). Şirketi Hayriyeden (H. 1280) 1864 de ayrılan Ali Hilmi Efendinin bu tarihten sonraki hayatı hakkında bir kayda rastlanamadı.

ALİ HOCA — On yedinci asır ortalarında namlı türedilerden; bir saray kayıkçısıdır, sol hamîacılıktan Bostancı odabaşılığına kadar yükselmiş, bir taraftan da ticaretle meşgul olarak çok para kazanmış, Ocakağalarmm tegallüp devrinde Kara Murad Paşaya intisap etmiş, Sadırazamın himayesiyle haseki olmuştu; hasekilerin sakal bırakması kanunla mukayyet iken rüşvet kuvvetiyle matruş gezmesine1 göz yumulmuş; (H. 1059) 1649 da Bostancılar kethüdalığına talip olmuştu; fakat Bostancılar, içlerinden sivrilen bu türedinin kethüdahğma tahammül edemiyerek ayaklanmışlar «bu bî insafı paralarız» diye padişaha şikâyette bulunmuşlar, Hoca Ali de yüz elli akça ile hasekilikten tekaüt edilmişti; Kara Murad Paşa da mirahurluk vadiyle gönlü-



ALI HÜSEYİN BEY

— 672 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 673 —

ALI KEMAL BEY




nü almıştı. Bundan sonraki hayatı hakkında hiçbir kayda rastlanmamıştır. Bibi.: Naimâ Tarihi, IV.


Ali Hüseyin Bey (Resim: Nezih)


ALİ HÜSEYİN BEY — Şirketi Hayriye müdürlerinden; bu şirketin müdürlüğünde bulunub büyük hizmetler gören Hüseyin Hâki Efendinin oğludur; 1872 de Üs-küdarda Doğancılarda doğdu; ilk tahsilini hususî muallimler elinde gördü; Mektebi Mülkiyeden mezun oldu; babasının nüfuz ve himayesiyle henüz 22 yaşında iken, 1894 de, bin beş yüz kuruş maaş ve senede altı bin kuruş ikramiye ile Şirketi Hayriye meclisi idare başkâtipliğine; Meşrutiyet inkılâbından sonra şirketin müdür muavinliğine, 1909 da müdiri umumî vekilliğine, bir yıl sonra asaleten umum müdür tayin edildi. Zamanı, Şirketi Hayriyenin bir inkişaf devri oldu (B.: Sirkeci Hayriye); son güzel vapurlar onun müdürlüğünde sipariş edildi; 1924 de, kendisinden daha pek çok hizmetler beklendiği bir yaşta öldü.

ALİ İBNÜSSOFÎ — On beşinci asrın en büyük hattatlarından; yazıyı babası Yahyaüs-sofîden öğrenmişti; Fatih camimin orta kapısındaki târih kitabesi ile yan kapıları üzerindeki kitabeleri yazmıştır; Babı hümâyun üzerine yazdığı kitabe ki «Haledellahü izze salıi-behu» duasıdır^ ve ayni zamanda ebced hesabiyle Hicrî 883 (M. 1478) yılını tutar ki kapının inşası tarihidir, bu büyük sanatkârın bir şaheseridir. Ölümünde Üsküdarda Karacaah-mede gömüldüğü, asrın diğer bir büyük yazı üstadı Amasyalı Şeyh Hamdullahın da kendisinin Karacaahmedde İbnüssoffînin yanına defnedilmesini vasiyet ettiği tahmin edilmektedir.

Bibi.: MüstaMınzade, Tuhfei hattâtin

ALÎ İSPİR EFENDİ — Hadikatül-Cevâ-miin kaydına göre, Kabataşta Bazirgân Mescidinin imamlarından; mesleğindeki ehliyeti ve

semt halkı üzerindeki büyük nüfusu ile adı mahallesine alem olarak kalmıştı. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanmadı.

Bibi.: Hadikatül Cevami, II.



Ali Kabûli Bey (Resim: Nezih)

ALİ KABULİ BEY KAPTAN — Otuz bir mart şehitlerinden, Âsarıtevfik süvarisi; gemisinin zabitan ve efradı arasında son derece hürriyetperverliği ile tanınmıştı; o yıl Bahriye mektebinden çıkan ve talim görmek'üzere Âsarıtevfike verilen genç zabitlere meşrutiyet ve hamiyete dair pek cesurane nutuklar söylediği halk arasına varınca yayılmıştı; vaka günü, gemisi mürettebatının dışarıdaki askerî ayaklanmaya kulak kabarttığını görünce, hepsini toplamış ve: «Padişah milletle kaimdir, milletin temini şevket ve ikbali için ica-bederse en büyük harekâta bile teşebbüs etmek farizai zimmetimizdir. Milleti mahvetmek istiyen bulundukta, her kim olursa olsun, bu toplarla kahrına kıyam eylemek boynumuza borçtur» yollu bir nutuk söyliyerek gözleri yaşarmış, bahriyeliler de bu kalbi ve sözü doğru kumandana itaatle yerlerine çekilmişti. Fakat, bir müddet sonra, gemiye gizlice gir-miye muvaffak olan bazı müşevvikler, Âsarıtevfik efradının da zihnim çelmiş, «Bizi'Padişahı topa tutmağa teşvik etti» diye ayaklanmışlar, Ali Ka-buli Kaptanı süngüler arasında evvelâ tersaneye, o-radan, bir arabaya bindirip Yıldıza götürmüşler ve i-kinci Abdülhami-din gözü önünde ve feci bir surette öldürmüşlerdi. Bir rivayete göre Ab-dülhamid, askerden meseleyi bizzat tahkik etmiş ve: «İcabının icrasını!» emretmiş; bu olmamış ise bile

Abdülhamidin Ali Kabulî Beyi âsî efrad elinden kurtarabileceği muhakkaktır; Âsarıtevfik süvarisinin kan lekesi, İkinci Abdülhamidin ismi üzeriden silinemez. Vaka sonunda, naşı âbidei hürriyete defnedilmiştir. Katilleri de- Kasımpaşada, Divanhane önünde

asılmışlarda'; ki, bunlardan, efrat arasında «Hasan Baba» lâkabı ile tanınmış bir çarkçı mülâzımının ayaklarında Ali Kabulî Beyin ayakkabıları bulunuyordu (B. : Hasan, Kıskaç.)

ALİ KABIOĞLU (Kayıkçı) — İkinci Mah-sinin en namlı kayıkçılarından; Bostancıbaşı sinin en namlı kayıkçılarından; Bostancıbaşı Ağanın piyade hamlacılarından; (H. 1225) 1810 da, ayakdaşlarmdan, ve Üsküdarın en namlı zorbalarından Kayıkçı Çetinoğlu, yedi kuruş bir alacak yüzünden bu Ali Kadıoğlunu iskele başında yakalayarak civarda bulunan odasına götürüp hapsetti ve borcunu ödemeyince veya ölümü göze almayınca dışarı çı-kamıyacağını söyledi. Vakayı duyan Bostancıbaşı Ağa: «Bu ne demek?» Bir kayıkçı Piyade hamlacısını odasında nasıl hapseder» deyip kol ile Çentikoğlunun odasını bastı, Ali Kadıoğlunu çıkardı, zorba Çentikoğlunu da yakalayarak iskele başında boynunu vur-durttu.

Bibi. : Câbi Said Vekaayinâmesi

ALİ KAPTAN (Hoca) — Hadikatül-Ce-vamün kaydına göre Galatada Hendek mescidinin banisi; tüccar kalyonu kaptanlarından bir hayır sahibi, ölümünde mescidi yanına gömülmüş; hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi. : Hadikatül Cevami, II.

ÂLİ KAPTAN (Karamanlı) — On yedinci asır ortalarında İstanbul ile Akdeniz limanlan arasında sefer yapan büyük tüccar kalyonlarından ve büyük armatörlerden; hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALÎ KEMAL BEY — İkinci Abdülhamid devrinin sonları ile Meşrutiyet .devrinin en namlı ve muhakkak ki büyük gazetecilerinden; en geniş ölçüsü ile hür fikir adamı; siyasî münakaşa ve mücâdele yolunda fikir hürriyetini, memleketin en karanlık ve tehlikeli günlerinde ifrat ile kullanarak kalemi üs vatana ve millete hizmet yerine ihanet girdabına düşmüş bir bedbaht; 1887 de îstanbulda doğu, balmumcu esnafı kâhyası Çankınlı Hacı Ahmed Efendinin oğludur; asıl adı Ali Rizâdır; zekî ve çalışkan, tarih bilgisi ile edebiyata düşkün, daha bir idadi talebesi iken o vadilerde gazetelere gönderdiği ilk yazılarında Ali Kemal adını kullanmıştır. 1886 da on do-


Ali Kemal Bey (Resim: H. Çizer)


kuz yaşında ve Mülkiye Mektebinin dördüncü sınıfında iken Parise, oradan Cenevreye giderek bu iki avrupa şehrinin pek meşhur olan üniversitelerinde üç sene tarih ve edebiyat derslerini tâkib etmiş, 1889 da Mülkiyedeki imtihanlarını vermek ve babasından kalan servete aid işleri tasfiye etmek üzere İstan-bula dönmüş, fakat bu arada siyasetle de uğraşması, «Jön Türklüğü» mahzurlu gördüğünden Avrupadan avdetinin tezine Halebe Durulmuştur; Ha-leb idadisinde beş sene fransızca ve edebiyat muallimliği yapmıştır, bu beş yılı da, sandıklar dolusu götürdüğü kitablarının arasında hummalı mütalâa ile geçirmiştir ve 1894 de Halebden Avrupaya, Parise kaçmıştır; Abdülhamid tarafından Brüksel'elçiliği ikinci kâtibliğine tayin edilmiş, bir müddet siyasetten' uzaklaşmış 1908 de Meşrûtiyetinin ilânına kadar Avrupadan İstanbul-da îkdam Gazetesine yolladığı akademik mektuplar adını devrinin en ön safdaki muharrirleri arasına koymuştur.

1908 de İstanbula gelmiş, o büyük siyasî buhran devrinde siyasî terbiyesi ve vâsî malûmatı İttihat ve Terakki Fırkasının komitacı zihniyeti ile bağdasamamış, Hürriyet ve İtilâf Fırkasına girmiş, Ahmed Cevdet'in İkdam gazetesinin başmuharriri olarak itti-hadçılarm en amansız muhaliflerinden biri olmuştu. Fakat kalemin icabederse, tabanca kurşunu ile susturulduğu o devirde hayatını tehlikede görerek tekrar Parise gitmiş, Birinci Cihan Harbi yıllarını İsviçrede geçirmiş, İttihad ve Terakki iktidarı Türkiyeyi izmihlal uçurumunun önünde bırakarak çekilirken vatanına dönmüş, «Peyam» gazetesini çıkardı; bu milli felâketin mes'ullerinden pek haklı olarak hesap sorarken öylesine ifrata düşmüş, öylesine dalâlete kapılmıştır ki, İ. A. Gövsanm belirttiği gibi, «yazıları memlekete



ALİ KEMÂLÎ EFENDİ

— 674 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 675

alikethüda camii





Sarıyerde Alikethüda Camii (Resim: Nezih)

bir^düşman muharririnden daha zararlı olmuştur».

1919 da Damad Ferid Paşa kabinelerinde Maarif Nazırı, Dahiliye Nazırı olmuş; sonra Peyamı Mihran Efendinin «Sabah» gazetesi ile birleştirerek «Peyamı Sabah» m başında Anadoludaki millî kurtuluş hareketleri aleyhinde inadcı şiddetle yazılar yazmış, Millî Mücadeleyi baltalayan bu yazıları ile de kendisini vatan ihaneti ile lekelemiştir. 1922 de Zafer hakikat olub Yeni Türkiyenin istiklâl güneşi doğunca Ali Kemal Beyden yazılarının hesabı sorulmak istenmiş, henüz işgal altındaki Istanbulda gizli millî emniyet mensupları tarafından bir akşam tıraş olduğu berber salonundan kaldırılarak gece bir motorla îz-mite kaçırılmış, ertesi gün İzmitde, o havalinin kumandanı bulunan Muhiddin Paşa tarafından sorguya çekildikten sonra Ankaraya sevk edilmek üzere kumandanlık dâiresinden çı-ktığında İzmit halkı tarafından taşa tutulmak suretiyle linç edilmiştir.

Vücud yapısı gayet iri ve sağlamdı, pensli altın gözlük kullanırdı; bu hakaaret tufanı karşısında ilk taşlar yağmaya başlayınca feci âkibetini derhal sezmiş, gözlüğünü ancak çıkarabilmiş ve yığılmıştı.

Bu linç faciasının Muhiddin Paşanın şahsî tertib eseri olduğu daha o zaman şüyu bulmuş hakikattir; onun içindir ki kanunu, mahkeme adaletini her duygunun üstünde gören eşsiz büyük devlet adamı Gazi Mustafa Kemal Paşa vak'anm mürettibini takbih etmiştir.

1919 ile 1922 arasındaki yazıları hayatının bir facia ile sona ermesine sebep olmuştu. Millî Mücadeleyi baltalama bakımından enaz Ali Kemal kadar müttehem olan târihimizde yüz ellilikler diye anılan vatandaşlarımız af kanunundan sonra yurda dönmüşlerdir, bugün berhayat olanlarının kalbinde vatan sevgisinden başka bir şey bulamayız. Ali Kemalin hâtırası, şahsî düşmanlarının ona izafe etdikleri düşmana satılmış adam şaibesinden münezzehtir.

î. A. Gövsa «Türk Meşhurları» adındaki eserinde: «Edebiyat, bilhassa Tarih sahasında kalsaydı yazıları ile memlekete faydalı olabilirdi» diyor; kitab hâlinde neşredilmiş eserleri şunlardır: Bir safhi târih, Ricali ihtilâl, Çölde bir sergüşet, musahabeleri (2 cild), Fetret, Tarihi siyasî, Râşid müverrih mi, şair mi?,

Sorbon Darülfünununda edebiyatı haküdyye dersleri.

«Peyamı Sabah» in haftalık edebî nüsha


sında da «Ömrüm» adı ile otobiyografisinin
bir kısmını neşretmişti. B. Olker

ALİ KEMÂLÎ EFENDİ (Şeyh) — On yedinci asır halvetiye şeyhlerinden; Molla Gûra-nî camii karşısında Körüklü tekkesi postni-şinlerinden; aslı Tırhalalıdır; uzun zaman Ayı-sofyada Cuma vaizliği yapmıştır; şiire meyil ve muhabbeti olup birçok ilâhiler yazmıştır. (H. 1012) 1603 de ölmüştür.

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, I.

ALİ KETHÜDA — Hadikatül-Cevamiin kaydına göre Sarıyerde Alikethüda camiinin banisi.

Bibi:: Hadikatül Cevâmi, II.

ALİKETHÜDA CAMİİ — Boğaziçinde Sarıyerde, çarşı içindedir; ilk yapı tarihi ile camie adını veren Alikethüdanın hayatı hakkında bir kayda rastlanamadı. Evliya Çelebi, on yedinci asır ortasında Sarıyerden bahsederken «Bir camü vardır» diye ise de, adını yazmıyor, fakat bu mabet olduğu muhakkaktır. Hadikatül-evami, (H. 1133) 1720 de Nevşehirli İbrahim Paşanın damadı Kethüda Meh-med Paşa tarafından bu camie bir tuğla minare yaptırıldığını yazıyor ki, bu kayıttan, bu tarihte camiin bir ahşap yapı olduğu, minaresinin de ahşap olduğu çıkarılabilir.

Üçüncü Selim ve ikinci Mahmud devirlerinde tanzim edilmiş Bostancıbâşı defterlerinde, Sarıyerin" eski iskelesi (vapur devrinden evvel), bu camiin hemen yanı başında ve Yenimahalle tarafında görülüyor; meselâ, Yeniçeri Ocağının lağvından az evvel tanzim edilmiş bir defterde, bu sahil boyu, Sarıyerden Yenimahalleye doğru şöylece tesbit edilmiştir: Şeyh Ahmed Efendinin yalısı, yanında Hacı Mustafanın yalısı; yanında pazar kayığı limanı (vapur iskelesinin yeri olacak, ki, doldurulmuş bir sahadır); Hacı Mehmedin kayıkhanesi, Tosyalı Mehmed Ağanın kayıkhanesi, Ali Kethüda camiişerifi; yanında Sarıyer iskelesi.

Aşağıdaki notlar 1946 yılında tesbit edilmiştir. Alikethüda camiinin, geçen asır ortalarında, denize doğru müstatil bir plân üzerine kârgir yapı olarak temelinden yenilenerek tamir edildiği görülür; bu arada, minaresi de kesme taştan yapılmıştır. Altı bodrum, de-

niz tarafı da iki göz kayıkhanedir; bu' kayıkhaneler önü, bugün her ne kadar darcai bir yol ise de, kırk elli yıl evvellerini hatırlıyan-ların da görmemiş olmalarına rağmen, denizin, camiin son yapısı sıralarında kayıkhanelere kadar geldiği, Alikethüda camiinin lebideryada olduğu muhakkaktır.

Camiin yapısı sanat kıymetinden mahrumdur. Fakat içi, kendisine mahsus bir garabete sahiptir; şöyle ki: sokak kapısına dört basamak çimento merdivenle çıkılır; kapının üstünde genişçe ve kalın bir saçak vardır. Son cemaat yeri de, binanın ana duvarlariyle çevrilmiş ve ayni çatı altındadır. Sağda bir mu-vakkithane vardır; yanındaki ahşap merdivenden mahfile ve minareye çıkılır. Asıl cami ve mescit plânlarından tamamen ayrılmıştır; hüküm yerindedir: Bir klüp, sazlı kahve veya tiyatroyu andırmaktadır.

Kapıdan girilince, tavana kadar uzanan, sağlı sollu yedişerden on dört ahşap sütun sıralanmıştır; mihrap dıvarmdan başlayıp yine mihrap Sıvarına kavuşmak üzere köşeleri doksan derecelik zaviye ile kıvrılmış at şeklinde bir mahfili vardır ki, yukarıdaki hükmü verdirten de bu mahfildir. Mahfilin kapı üstüne rastlayan kısmında da, yarım daire şeklinde bir müezzin balkonu yapılmıştır.

Kapıdan girildiğine göre, sağa gelen dıva-rın alt kısmı periceresizdir; üstte, mahfil kısmında yedi pencere vardır; sola gelen dıva-

rın alt kısmında altı pencere üstte mahfil kısmında sekiz pencere vardır; ki, bu pencerelerden son ikisinin mütenazırı iki pencere, aşağıda, son cemaat mahallinde kalmıştır Denize bakan mihrap dıvarında da altlı üstlü dörderden sekiz pencere bulunmaktadır.

Sütunların üst kısmına ve çatının müezzin balkonu üstüne rastlayan kısmına, dairevî çerçeveler içinde on üç levha konulmuştur; müezzin balkonunun üstündeki levhada Bilâl Habeşînin, sağdaki sütunların üzerindeki levhalarda, mihrap dıvarından itibaren: Hz. Ebûbekirin, Osmanm, Hasanın, Said ibni Zeydin, Sa-ad ibni Ebivakkasm, Abdürrahman bin Av-fin; soldaki levhalarda, yine mihrap diva-rından itibaren Hz. Ömer'in, Alinin, Hü-seyinin, Talhanın, E-bâ Ubeydenin ve Zü-beyir ibni Avfin isimleri yazılıdır. Mihrap dıvarınm çatı ile birleştiği yerde İsmi Ce-. lal ile İsmi Resulü ihtiva eden- ayni üslûpta iki levha bulun-



ALİ KUŞÇU

— 676


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 677

ALİKUZU TEKKESİ




maktadır; mihrap duvarı ayrıca müteaddit levhalar ve dört adet Kabe resmi ile tezyin edilmiştir.

Yine mihrap dıvarında. at nalı şeklindeki mahfilin sol yanı nihayetinde farsça talik hat ile bir levha vardır ki, camilerde bu dil ile yazılmış levha ve kitabelere pek az rastlanır.

Camiin sair tezyinatından ortada büyük bir demir top kandil, dört küçük demir top kandil, mihrap önünde bir küçük âvîze, mihrap divan önünde dört pirinç şamdan, kapıdan girince sağlı 'sollu toplu ve rakkaslı iki büyük saat vardır ki soldaki kıymetli bir saattir.

Dıvarlar, tavan, sütunlar, ahşap minberi, ahşap vaiz kürsüsü, mahfil parmaklıkları serapa filizi yağlı boya ile 'boyanmıştır. Bu monoton ren-k, bol ışık ve camiin garip plânı, insanın üzerinde garip bir tesir bırakmaktadır. Bu tesir, muhakkak ki, rûhâiyet ve huşu değildir.

Elektrikle tenvir edilmiştir. Mabedin çarşıya bakan köşesinde, cephe dıvarında beş, Yenimahalleye bakan dıvarında 9 tane ki, hepsi 14 adet abdest muslukları vardır; musalla taşı da yan sokağın deniz ucunda ters çevrilmiş bizantin bir lâhid kapağından ibarettir. Beş vakit namazda cemaati pek çok olari bir camidir; hemen lebaleb dolmaktadır. Her taraf tertemizdir.

ALİ KUŞÇU — Büyük astronom, büyük matematik bilgini, devlet adamı, aslı Mâve-, râünnehirlidir; bu memleketin neresinde ve ne zaman doğduğu bilinmiyor; babası Mu-hammed Kuşçu Timur'un torunu Mâverâün-nehir Sultanı Uluğ Beyin doğancıbaşısıdır. İlk tahsilini bu ülkenin başşehri Semerkand-de yapdı, Uluğ Beyden evvelâ bir manevî baba şefkatini sonra mahremiyetini açmış olduğu dost himâyesi gördü ki asrın seçkin heyet ve riyaziye âlimleri arasında bulunan hükümdar Ali Kuşçudan «ferzendi ercümend», «mahremi mâst» diye bahseder. O tarihlerde asrın yine büyük bir riyaziye âlimi olan Bursalı Kaadîzâdei Rûmî Semerkandde yarleşmişti; bu beldede hem medresede kürsü sahibi idi, hem de Uluğ Bey tarafından 1421 de tesis edilmiş rasadhânenin Giyâseddin Cemşîd ile beraber müdürlüğünü yapıyordu. Uluğ Bey doğancı basısının oğlunu müsbet ilimler yo-

luna şevketti, hem kendisinden feyzalma fırsatını verdi, hem de Kaadîzâdenin terbiye eline teslim etti; bu âlim ile arkadaşı Hoca Gi-yaseddinin az bir ara ile ölümleri üzerine Ali Kuşçu Semerkand Rasadhânesine müdür oldu ve Semerkand Medresesinde salâhiyet ve liyâkatle kürsiye geçti. Fakat hicrî 853 (Milâdî 1449-1450) yılında hocası ve velînîmeti Uluğ Beyin saltanat hırsına kapılmış oğlu Abdüllâtifin ihânetiyle katli üzerine muhitinden nefret etti, hac farizasını eda bahanesi ile Semerkandi ve Maverâünnehri terkederek İrana geçti; Tebrizde Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Beyden büyük iltifat ve ikram gördü, onun yanında kaldı; bir müddet sonra, Akkoyunlularla Osmanlılar arasındaki anlaşmazlığı sulh yoluyla halletmek vazifesi ile Fâtih Sultan Mehmedin nezdine elçi olarak gönderildi. Şarkın ve garbın ulemâsını İstan-bulda toplamayı kendine şiar edinmiş olan asrının en şevketli hükümdarı Büyük Fâtih Ali Kuşçuya da lâyık olduğu hürmeti göstererek payitahtı olan cihanın bu fen güzel beldesinde yerleşmesini ve tedrisâtına, artık hiç şüphesiz ki merkezi islâm olan İstanbulda devamını teklif etti; kıymeti âlim, elçilik vazifesini tamamlamak için Tebrize avdetine izin istedi. Sultanı Rûmun arzusunu emir telâkki eylediği, kısa bir zamanda İstanbulda yerleşmek üzere geleceğini vaad etti. Târihi kesin olarak tâyin edilemiyor, 1469 -1474 arasında Türkiyeye hicret seyahatini yapdı; Fâtih istikbâli için hududa kadar bir heyet göndererek, bütün akraba ve -teallûkaatı ile gelmekte olan âlime günde 1000 akça harcırah verdi; Üsküdara muvasaletinde Saltanat kadırgası ile asrın allâmesi Hocazâde muhiddin efendi tarafından karşılandı. Bu suretle İstanbulda yerleşen Ali Kuşçu o zaman için büyük ücret olan yevmiye 200 akçe ile Ayasofya Medresesi Müderrisliğine tâyin edildi.

Bir müddet sonra bu iki âlim arasında çifte akrabalık kuruldu, Ali Kuşçunun kızını Hocazâdenin oğlu aldı, Ho.cazâdenin kızı da Ali Kuşçunun torunu (diğer kızının oğlu) Kut-beddin Mehmed ile evlendi, ki bu genç de büyük âlim Kaadîzâdei Rûmînin oğlunun oğlu idi; bu ikinci izdivacdan, Hocazâde, Kuşçu ve Kaadîzâde ailesinin kanını taşıyarak on altıncı asrın büyük âlimi Mîrim Çelebi doğdu.

Ali Kuşçu îstanbulda (7 şaban 879) 16

aralık 1474 de öldü, Ebâ Eyyubül Ensâri türbesi civarına defnolundu; mersiye yollu söylenmiş kıt'adır:

Rahmet olsun ki fazı! Kuşçu Şehbâzi belagat imiş ol Mürgi ruhi M eyledi pervâz Mürgizâri Cinâna Hak vire yol..

Ders takriri son derece fasih ve beliğ, ilmî sohbetleri son derece tatlı idi; müsbet ilimlerin ciddî mesâisi arasında edebiyat ile de meşgul olmuştu; bir nevcivan bakkalın med-hi sânında söylenmiş şu zarif farsça beyit ona izafe edilir:

Elinde terazi, bakkalın suretine hayran oldum Gel ey müşteri Kameri Mizan Kurcanda gör!..

Dr. Adnan Adıv,ar islâm Ansiklopedisine yazdığı Ali Kuşçu makalesinde:

«Ali Kuşçunun İstanbul ulemasının hasedini, tarizlerini celbettiği, kendilerinden şikâyeti muhtevi eski memleketine yazdığı oir mektuptan anlaşılıyor. Diğer taraftan Sami tarihinde memâlik-i rumda medrese keyfiyetini mükaddâma Ali Kuşçu tertip idüp, iptida-i hâriç, ikinci hâriç diyerek, tarizim etmişler» denilmesine bakılırsa, Ali Kuşcu'nun ilmî teşkilâtta da müessir olmuş bulunması muhtemeldir.

«Ali Kuşçu, Salih Zeki'nin ifadesine nazaran, Tür-kiyenin ilk hakikî astronomi hoca-


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   12   13   14   15   16   17   18   19   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin