266 rcshn, 67 plâ, terfta; -ve metin AfiDd* is yaprak renfcsâs, I yap h



Yüklə 5,51 Mb.
səhifə11/91
tarix27.12.2018
ölçüsü5,51 Mb.
#86796
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   91

«Vefat edeli bir hafta kadar olmuştu. Bir sabah dülger kıyafetinde bir hıristiyan evin kapısını çalıyordu. «Nedir?» denildi. Müteessirâne bir tavır- ile o kadar alacağı olduğunu söyledi. Derhal parasını vererek «Hakkını helâl et!» dediler. Adamcağızın gözleri dolu. Birkaç ay mukaddem evin bahçe cihetine bir oda ilâve edildiği sırada merhumun pek çok insaniyetini gördüğünü itiraf etti. «Helâl olsun!» diyerek gitti.

«Birdenbire valdenin gözlerinden yaş boşandı. Birader ile bende ise o vakitler her şeyden ziyade ağlamağa kabiliyet var idi. Binaenaleyh biz de o anda valde ile hemhal olduk. Matem teceddüd etti. Bir de valde «Ah benim yetim evlâdım!» diye beni tutup bağrına basmasın mı? Bütün bütün bittim! îşte. o zaman üçümüz birden bir surette ağ-laştık ki, Cenabı Hak ile bizden gayri herke-, sin nazarından nihan olan bu manzarai heyecan deryayı merhameti ilâhiyeyi elbette buruşan etmiştir. Evet, hiç şüphe etmem!

«Niçin ketmedeyim? Şu satırları yazarken yine ağlıyorum. Belki de o zaman bu kadar ağlamamışımdır!»

ALÎ BEY (Tahirpaşazâde) — On dokuzuncu asır başında, Akdenizde korsanlar tarafından öldürülmüş istanbullu bir delikanlıdır ki, bu korkunç cinayet, Büyükşehirde çok derin teessür ile karşılanmıştı. Şöyle ki:

Ali Bey, Girid adasında Retimo valisi bulunan babası Tahir Paşayı görmek üzere

ÂLİ BEY (Tahirpaşazâde)

Boğazhisarından bir çekdiri kiralıyarak Gi-ride doğru yola çıktı ve bir daha kendisinden hiçbir haber alınamadı. Aradan bir müddet geçti, îstanbula, adalardan bir miktar bal ve zeytinyağı yükü ile bir gemi gelerek Hasköy sahiline bağladı; gemiciler, birkaç yerinden yaralı bir arkadaşlarını, bir cerraha tımar ettirilmek üzere Hasköyde bir kumbaracının kahvesi üstündeki bekâr odalarından birine bıraktılar. Bal ve zeytinyağlarım da piyasa kıymetinden çok aşağı bir fiatla elden çıkarıp Galatada, kahvehane ve meyhanelerde gezip dolaşmağa başladılar. Kıyafetleri, baldırı çıplak kalyoncu kıyafeti idi. Halbuki o sırada, îstanbulda kalyoncu tezkeresi olmadan böyle pırpırı hezele kıyafeti ile dolaşılmaması hakkında bir yasak çıkmıştı; bir gün Tersa-neenıinliği köşkü önünden geçerlerken Ter-saneemini Vâhid Efendinin gözüne çarptı ve hemen Tersane çavuşlarını göndererek çevirtti. Çavuşlar, sokaklarda kalyoncu kıyafeti ile dolaşabilmeleri için tezkerelerini sordular; gemiciler yasaktan haberleri olmadığını, tezkere alınacağını ve kimden alınacağını bilmediklerini, uzun zamandır Akdenizde bulunduklarını söylediler, içlerinden birinin eli sarılıydı, nerede yaralandığı sorulunca şaşırdı, birbirini tutmıyan cevaplar verdi. Ağır yaralı arkadaşlarını kahvesine bıraktıkları kumbaracı da bu adamların hâlinden şüphelenmiş, her gün kahveden çıktıklarında peşlerine düşüp takip ediyordu; o gün de peşlerinde idi, Tersaneemini tarafından çevrildiklerini görünce o da hemen Tersaneemini-nin huzuruna çıktı, Vâhid Efendiye:

-— Efendim, bu adamlar benim kahveme bir yaralı bıraktılar, ben nerede yaralandın diye sorduğumda sarhoşlukla vuruldum dedi ve kâh yanlışlıkla beni benzetip vurdular dedi, hulâsa bu adamlar iyi adama benzemez ler!

Deyince, Vâhid Efendi, hemen bir tez--kere yazıp şüpheli gemicileri, Tersane çavuşlarının muhafazasında Kaptan Paşaya gönderdi. Kaptan Paşa, gemicileri sıkı bir sorguya çekti, yine birbirlerini tutmaz cevaplar verince, üzerlerindeki şüpheler arttı ve Babıâ-liye gönderildiler; Babıâlide tecrid edilen bu adamlar, üçüncü defa olarak ayrı ayrı istintak edildiler, Hasköye bağlı gemide de bir araştırma yapıldı, gemide bir heybe bulundu



ALİ BEY (Tilki)

638 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

639 —

ALİBEY KOYU




ve derhal tanındı, bu heybede, Kapıkethüda-sı Selim Sabit Efendinin Tahirpaşazade Ali Bey eli ile Giriddeki yakın dostlarına gönderdiği hediyeler vardı. Bu kuvvetli delil karşısında gemiciler, suçlarını itiraf ettiler:

«Ali Bey, gemiye iki sâdık uşağı ile beraber binmişti. Beyin eşyası ve mücevheratı, gemicilerin tamahını uyandırdığından, adamîariyle beraber katline karar vermişlerdi. Gemi Boğazdan çıkıp yelken üzere süratle giderken, uşaklardan birini, tayfanın biri gafil avlayıp arkasından denize itivermişti; bu-gören beyin diğer uşağı: — Bre nedir!? diye bağırınca, bu sefer bıçaklarını çekerek bu adamcağızın üzerine saldırmışlardı. Korsanların eline düştüklerini anlayan zengin delikanlı, ikinci uşağının da öldürüleceğini görünce hançerini sıyırmış ve ölüm eri olarak gemicilerin üzerine yürümüştü, fakat birkaçını yaraladıktan sonra kıskıvrak bağlanmış uşağı ile beraber, çırılçıplak soyulduktan sonra denize atılmıştı; bu suretle üç cana kıyan korsanlar beyin par asiyle adalardan bal ve zeytinyağı toplıyarak İstanbula gelmişlerdi. Cinayetlerini itiraf eden korsanlar, Hasköy-deki gemilerinin direğine asılarak idam olundular, gemi de devlet adına müsadere edildi (H. 1227 = M. 1812).

Bibi. : Câbi Said Vekaayinâmesi ALİ BEY (Tilki) — On yedinci asır ortalarında yaşamış namlı sazendelerdendir, hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı. Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİBEY DERESİ — İstanbul civarının en uzun akar suyudur, Kâğıthane deresinin ikizidir; İstranca dağlarının batı - cenup eteklerinden doğarlar, dalgalı sırtlarla ayrılmış olarak hemen daima cenup - doğu istikametinde muvazi akarlar ve Halicin nihayetinde bir çatal teşkil ederek denize dökülürler.

Alibey deresi boyunca Pirinçci köyü, Mango mandırası, Paşa çayırı, Sulu mandıra, Çavuşköyü, Taşköprü çeşmesi, Çobançeşme, Alibey köyü, ve Silâhtarağa sıralanmıştır. Birçok tuğla ve kiremit harman ve fabrikaları, bostanlar, sebze bahçeleri vardır. Yine bu dere boyunda Silâhtarağa ile Alibey köyü arasında geçen asrın en güzel yapılarından Adile Sultan köşkü vardı ki, 1946 da harabesinin bir kısmı, bir enkaz yığını halinde durmakta idi.

ALİ BEY KAPTAN (Tekirdağlı) — Değerli denizcilerimizden, 1889 da Japon denizinde batan Ertuğrul firkateyninin süvarisi ve geminin 540 şehid bahriyelisinden biri (B.: Ertuğrul Firkateyni).

1847 de Tekirdağında doğdu; babası bu kasabanın Dedecik köyünden «Destereci» lâkabı ile mâruf Hafız Emîr Mehmed Efendidir; anası da geçen asrın bahriye ümerasından Tekirdağlı Mehmed Paşanın kızkardeşi Ayçe Hanımdır.

Uzun boylu, mavi gözlü, san saçlı, vü-cud yapısı düzgünlüğü ve yüz melâhati ile • erkek güzeli; nâzik, mütedeyyin, Cerrahpa-şalı Ali Efendinin müridlerinden; âteşin bîr zekâya sahib, arapça, farsça, ingilizce, italyanca ve rumcayı anadili gibi konuşur, mesleğinin âşıkı, Türk bahriyesinin gözbebeği idi.



Tekirdağü Ali Bey (Resim: Nezih)

İlk ve rüşdiye tahsilini memleketinde yapmış, 1860 da 13-14 yaşlarında iken İstanbula gelerek Heybeli A-da Bahriye Mektebine girmişti. Mesleğini dayısının teşvik ve tesiri altında seçmiş olup İstanbula gelişi aile hâtıraları arasında şirin bir menkibe olarak kalmıştır:

Mehmed Paşa Tekirdağma bir sıla ziyareti yapar:

— Ali, koca delikanlı olmuş, alıp İstan
bula götüreyim, Ada Mektebine yazdırayım,
bir gün nasıl olsa asker olacak, bari zabit
olsun, güzel, alımlı çocuk, bahriye forması da
pek yaraşacak..

der; ablası Ayşe Hanını:

— Mehmed, beni görmeğe mi, evlâdımı
kaçırmağa mı geldi!?..

diye bu teklifi red eder; fakat paşa İstanbula döndükten az sonra Ali, «Kuş alacağım..» diye anasından yirmi kuruş alır, on kuruşluk bir güverte bileti ile kalkmak üzere olan bir vapura atlar ve İstanbula, dayısına kaçar. Mehmed Paşa yeğenini mektebe yerleştirdikten sonra «Merak etmeyin, Ali bende, Ada Mektebine girdi» diye mektup yazar.

Ali, anasını babasını görmek için ancak altı ay sonra izin alabilir. Ayşe Hanım güzel oğlunun hasretine dayanamıyacağı için babası Mehmed Efendi Tekirdağında ve Dedecik köyündeki bütün emlâkini satarak aile İstanbula hicret eder; Unkapanında bir ev satın alarak yerleşilir.

Bahriye Mektebinde son derecede mazbut ve çalışkan talebe olarak tanındı. Donanma hizmetinde yüzbaşılığa terfiinde Fethibü-lend gemisinin ikinci kaptanı oldu. İngilte-reye gönderilerek bir sene ingiliz donanmasında staj gördü. Yarbay olunca Ertuğrul Firketeyni süvariliğine tâyin edildi, bu vazifeyi aldığının tezine de !bu çok eski fakat çok güzel ve gösterişli geminin Japonyaya resmî bir ziyaret seferi kararlaştırıldı. Muta-hassıs denizcilerin şiddetli muhalefetine rağmen Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Paşanın ısrarı ile sefer kesinleşti. t Ali Bey Kaptan, dayısı Mehmed Paşanın tavassutu ile Amiral Kör Zihni Paşanın kızı ile evlenmişti; bu zât bir zamanlar bahriye fabrikaları nazırlığında bulunmuştu, «O geminin kazanı yirmi sene evvel benim yamattığım kazandır.. Ertuğrul Japonyaya gidemez, damad derhal istifa etsin..» dedi; Mehmed Paşa da bu yolda çok ısrar etti, fakat Ali Bey Kaptan: «Ben askerim., aldığım emre itaati bilirim., icabederse ölüme de bile bile giderim..» dedi.

O tarihe kadar sakal bırakmamıştı; Bahriye Nâzın Hasan Paşa, böyle büyük gemilerin süvarilerinin, denizciler arasında bir an'ane olarak hep sakallı oaduğunu söyliye-rek:

— Sakal salıverin Ali Bey..

dedi; kaptan bu emre de itaat etti, sefere uzun boyuna ve melîh simasına heybet veren bir sakal ile çıktı.

Bu Türk harb gemisi ve Türk bahriyelileri, çok uzun yolu çok ağır alarak Japonyaya vardıklarında son derece dostânş bir alâka ile karşılandılar; gemi süvarisi Âli Bey ise bir sevgi mihrakı oldu. Bir gün deniz kurdu kaptanlar arasında ve gayet sert bir denizde yapılan bir tahammül yüzmesi müsabakasını kazanması kendisine ayrıca şöhret kazandırdı. Facia Ertuğrulun dönüş seferinde olmuştu; haber Japonyada yayıldığı zaman

bu müsabakayı hatırlayanlar: «O kurtulmuştur!..» demişlerdi.

Ali Bey Kaptanı son gören emirberi olan Hsan adındaki bahriye neferidir (B. : Hasan, Bahriyeli); faciadan kurtulan 69 bahriyeliden biri olan bu delikanlı:

«Baba: — Havayı beğenmiyorum, kalk-mıyalım!.. dedi. Osman Paşa dinlemedi (B.: Osman Paşa), kalktık. Gemi batarken yanında idim, bana: — Atla Hasan..-/ben de atlıyorum!., diye bağırdı, denize atladım, Ali Bey Kaptanı denizde göremedim...» diye anlatmıştır. Bu seçkin denizcinin kadim an'aneye uyarak, emirber neferini denize atlattıktan sonra köhne fakat güzel gemisini terk etmi-yerek Ertuğrul ile beraber sulara gömüldüğün gün gibi aydındır, nitekim bu sefer heyetinin reisliğini yapmış olan Amiral Osman da (B. : Osman Paşa) faciada ayni asaletle, üzerinde büyük üniforması ile şehid olmuştu.

Ali Bey Kaptan arkasında dört evlât bırakmıştı; bunların en büyüğü, eski maarif vekili edîb ve şâir Hasan Âli Yücel'in validesi Neyyir Hanımefendidir, 1889 da on iki yaşında idi.

Bibi.: .H. Â. Yücel, Not.

,'

ALİBEY KÖYÜ — İstanbul civarının en namlı köylerinden; Halicin gerisinde Alibey deresi vadisinde bu dereye dökülen Keçe suyu üstündedir; Eyyuba 4,5 kilometre kadar mesafede olup, Eyyubda Alibey köyüne gitmek için araba bulmak her zaman mümü-kündür.



Evliya Çelebi on yedinci asır ortasında kırk evli bir köy olarak kaydediyor ve «yetmiş seksen kadar çınar ağaçlariyle müzeyyen gün görmez bir teferrücgâhtır» diyor. Bugün bu çınar ormancığmdan perakende üç beş ağaç kalmıştır; ki, bir tanesinin içinin kovuğunda vaktiyle bir kır kahvesi varmış.

Alibey köyünün lâtif bir mesire olarak imarından çok evvel, burada dördüncü Mehmed, küçük fakat gayet güzel bir av kasrı yaptırmıştı; fakat bu hükümdarın kanlı bir askerî ihtilâl ile tahttan indirilmesinden sonra bu kasır uzun zaman metruk kalarak harap olmuş; dördüncü Mehmedin oğlu üçüncü Ah-med devrinde Alibey köyü tekrar, fakat bu sefer bir zevk ve safa yeri olarak şenlenmiş-



ALİBEYKÖYÜ ÇEŞMESİ

640


İSTANBUL



Alibeykiiyü tc cîran (Harita: M. Eşref Bey paftasındaa)
ti. Hicrî 1133 de (M. 1721) köyün arkasındaki çınarların altı tansım edilmiş, üç büyük havuz yapılmış, mermer kanallar, oluklardan sular aktılıp kasır, fevkalâde bir surette yeniden yaptırılmış ve bu mesireye «Husrevâ-bâd» adı verilmişti (B.: Husrevâbâd) ki, Kâ-ğıthanedeki Saadâbâd mesiresi buradan bir yıl sonra kurulmuştur. 1730 ihtilâlinde Husrevâbâd tahrip edilen mamurelerden biri oldu ve bir dana ihya edilmedi; bugün, havuzların tas yığınından ibaret enkazı müstesna Husrevâbâddan hiçbir şey kalmamıştır.

Aşağıdaki notlar 1946 yılında tesbit edildi:

Alibey köyü, hududu içinde bulunan Çobançeşme ve Kemiklidere taraflarındaki yapılarla beraber 180 evdir. Son sayıma göre -nüfusu 901 kfsidir. Bir mescidi, beş sınıflı gayet güzel bir ilkokulu, bir fırını, bir mezbahası, iki kasabı, ikisi büyük ikisi küçüK dört bakkalı, üç kahvehanesi bir tane de gayet güzel spor sahası vardır. Köy Nafia Vekillerinden Ali Cetinkayanın himmetiyle elektrikle aydınlatılmıştır. Köyün asıl yerlisi sekiz, on hâne kadardır; geri kalan halkının büyük bir kısmı 93 bozgunu Rumeli muhacirle-riyle Kümeliden bu tarihten sonra hicret etmiş ailelerdir.


500 O

1

Köylünün bir kısmı Silâhdara-ğa elektrik fabrikasında amele, bir kısmı da esnaftır. Sebze bahçeleri, bostanları zengindir; kışın günde 350-400 kilo i-nek ve manda sütü satar; yazın sağmal koyun ve keçilerin mahsulü de bi-

nerek îstanbula günlük süt sevkiyatı 700-800 kiloyu bulur; süt sevkiyatının bir kısmı araba ile, bir kısmı da her akşam, Alibey deresine giren süt kayıklariyle yapılır.

Köyün şöhretlerinden biri de mısırdır; yazın, bilhassa Kâğıtha'ne dönüşü, köyün arkasındaki Keçe suyu boyunda Çırçırçeşmesi mesiresine ve Çoban çeşmesine pek çok gelen olur (B.: Alibey köyü Çırçır çeşmesi; Çoban Çeşmesi).

Alibey köyü ilkokulunda yakın zamanlara kadar şehir ilkokulları programı takip edilirdi; köy çocukları Eyyub ortaokuluna devam imkânını bulurlar, içlerinde okuma istidat ve hevesi olanlar yüksek tahsil görürlerdi. Türk ordusunun kıymetlerinden kurmay kartograf general Ömer Kadri Alibey köylüdür ve köyünün ilkolundan yetişmiştir; yine ayni okuldan yetişmiş çocuklardan üç yüzbaşı vardır. Son yıllarda Alibey köyü okuluna köy enstitüsü mezunu eğitmenler tayin edilmiş ve. okulda köy ilkokulu programı takip edilmiye başlanmıştır, bu suretle istanbul gibi bir büyük şehrin yanı başında bulunan bu köyün çocukları ortaokulu takip edebilecek seviyeyi kaybetmişlerdir. Bu satırların yazıldığı sırada köylü, can ve gönül-a den, mekteplerinde şehir ilkokulu programının tatbikini dilemekte idi (0-cak 1946).

Bibi. : REK ve Muzaffer Esen, Ge-ızi Notu.

ALİBEY-


,3

—ı—

KÖYÜ ÇEŞME-6 Sİ — Aliheykö-yü mescidinin ön duvarı üzerinde ve köşe başında kesme taştan klâsik üs-

ANSİKLOPEDİSİ

— 641


ALÎBEYKÖYÜ ÇIRÇIR ÇEŞMESİ


lûpta bir çeşmedir. Kiremit örtülü ahşap saçağı çökmüş, suyu kesilmiş, lülesinin üst kısmı çalınmış tez elden su getirilmez, ba-

ALİBEYKÖYÜ ÇIRÇIR ÇEŞMESİ —

Alibeyköyü kenarında, Keçe deresi boyunda tarihî çınarların bulunduğu mesire yerinde-


Alibeyköyü Çeşmesi, 1948 (Resim: A. Biilend Koçu)

kılmazsa harap olmağa mahkûmdur ki, köyün belli başlı zinetlerindendir. İlk yaptıranın kim olduğu bilinmiyor; kemerinin altına konulan kitabe taşında:

«Adana? mutasarrıfı esbak merhum Süleyman Paşanın küçük kerimesi merhume ve mağfuru lehâ Hatice Hanımın ruhu için ve kâffei ehli îman ervahı için fatiha. Tamiri 15 sefer 1279» (M. 1862).

Ayni hayır sahibi kadının az ilerde bir çeşmesi daha vardır; yanyana iki büyük tek-ne-yalak ile lüle yerine bir demir boru geçirilmiş büyük bir mermer taştan ibarettir; üst kısmında çiçek kabartmalı bir friz, altında da şu kitabe vardır:

Hatice Hanım ruhu için fatiha

1243 (M. 1827) suyu durmadan akmaktadır (Ocak, 1946).

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi Notu.

Alibeyköyft Çırçır Çeşmesi, 1946 (Kesim: A. Bülend Koçu)

dir. Bütün köy halkı içme suyunu buradan alır; bir jandarma neferinin hayır eserindir; etrafı taş duvar örülmüş birkaç basamak merdivenle çıkılır bir çimen sofanın altında, çukurca bir çeşmedir ki mermer kitabe taşında:

«Dersim vilâyeti ahalisinden ve jandarma efradından Mustafa bin îbra-himin Alibey karyesi dahilinde Çırçır suyunun bendinde inşasına bezli mal ile eylemiş olduğu hayratı



Alibeyköyü Mescidi ve Haticehanım Çeşmesi (Resim: A. Bülend Koçu)

ALÎBEYKÖYÜ MESCİDİ

642 —


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 643

ALİ ÇELEBİ (Üsküdarlı)





Üsküdarlı Ruganî Ali Çelebinin çiçek resimleri (Resim: Ord. Prof. S. Ünverden)

müberrâtıdır 1316» yazılıdır (M. 1898).

Çeşmenin üstündeki çimen sofada bir dişbudak, iki kavak, üç söğüt ağacı vardır. Yazın mısır mevsiminde bu dere boyu ve bu Çırçır çeşmesi pek hoş olur; zevk ve safa düşkünü ziyaretçiler eksik olmaz (Ocak, 1946).

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi Notu.

ALİBEYKÖYÜ MESCİDİ — İlk yaptıran Hibetullah adında hayır sahibi bir kadındır; Üçüncü Ahmed de minberini koydurtmuştu; zaman ile çok harap olmuş, yarım asır kadar evvel, Kürd Ahmed Paşa tarafından bugünkü şeklinde yeniden yaptırılmıştır; mimarı Eskiistanbullu Mehmed Sadık adında bir zat olup ismi mabedin kitabesi altında yazılıdır.

Eyyub tarafından gelindiğine göre, köyün eteğinde cadde kenarında, dört kârgir duvar üstünde kiremitli bir çatıdan ibaret ahşap minareli bir mescittir. Methal kısmı ahşap bir bölme içine alınmıştır ki, bunun da üstü, mescidin ön duvarından indirme kiremitli bir çatı ile örtülmüştür; mescidin kitabe tası bu kısmın kapısı üzerine konulmuştur ki, dört beyitlik tarih manzumesi şudur:

Alibey kariyesini hazreti Ahmed Paşa Zevcesi Kanın Efendi ile kıldı ihya

Eylemiş idi tahsili rizayi bari .

Can basiyle idüb haccı şerifi ifâ

Yapdılar şimdi de bu câyi mumtâze meseid İde Hak anleri dareynde ber izzii safa

Bî bedel oldu bu tarihi selisim Saadi İtti inşa bu güzel mescidi Ahmed Paşa

Bu satırların yazıldığı sırada mescit harap bir halde idi; ezan, civarındaki muhtar odası yanından okumakta, namaz da muvakkat mescit haline konmuş bir evde kılınmakta idi (Ocak 1946).

Bibi.: REK ve Muzaffer Esen, Gezi Notu.

ALİBEY SOKAĞI — Kadıköy kazasının, Gazhane civarında Kaptanpaşa mahallesi so-kaklarmdandır (B.: Kaptanpaşaf. Sarayardı sokağı ile-kavşağı, bir dere yatağından farksızdır; zemin taşlık, 25 - 30 adını az meyilli bir yokuş çıkılır, sokak yarı tesviye edilmiş bir toprak yol halinde, evleri, ikişer üçer kajtlı, temiz, mâmur, büyük ahşaplardır ki hepsi, hali vakti yerinde aile meskenleridir; Ve sokağın cenup kenarı boyunca sıralanmışlardır; karşı şimal kenarı, geniş bir arsa halinde uzanır; bu sokağın doğu başı da, ileride

ne olacağı bilinmez, bu satırların yazıldığı sırada geniş bir meydan-çayıra kavuşur (Nisan 1946).

Bibi.: B, Olker, Gezi Notu.

ALİ CAN EFENDİ — On sekizinci asır hattatlarından; Enderunu hümayundan yetişti, sülüs ve nesih yazıyı Enderunda iken ressam Ömer Efendiden öğrendi, saraydan Şehremini kâtipliği ile çırağ edildi, (H. 1162) 1749 da öldü.

Bibi.: Mustakimzâde, Tuhfei hattatın

ALÎ ÇAVUŞ — Hadikatül-Cevamiin kaydına göre Sultanselim civarında kendi adına nisbetle anılan mescidin banisi.

Bibi.: Hadikatül eevâmi, I.

ALİÇAVUŞ MESCİDİ — Durumu tesbit edilemedi, Hadikatül Cevâmi «Mescidi mez-bur fevkaanîdir, banisinin merkadi nâmâlûm-dur, mahallesi vardır» diyor. Hâlen şehrin yeni idarî taksimatında bu isimde bir mahalle yoktur.

ALİ CELEBİ — On yedinci asır ortasında İstanbulun en meşhur ekmekçilerinden biriydi; fırını Unkapanında idi (B.: Safer Dede, Kapani Deli).

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİ ÇELEBİ — Hadikatül-Cevamiin kaydına göre Veznecilerde Camcı mescidinin banisi, kabrinin nerede olduğu bilinmiyor (B. : Camcı Mecsidi)

Bibi.: Hadikatül Cevâmi, I.

ALİ ÇELEBİ (Cin) — On yedinci asır sonlarında yaşamış namlı çiçekçilerden, bilhassa karanfil meraklısı idi ve çiçekçiler arasında Karanfilci Ali Çelebi diye anılırdı. Bibi.: Ubeydullah, Tezkire! şükûfeciyan ALİ ÇELEBİ (Hoca) —- Hadikatül-Cevamiin kaydına göre Balatta kendi adına nisbetle bir mescit yaptırmış olan onaltıncı asır tüccarlarından bir hayır sahibidir.

ALİ ÇELEBİ (Küçük) — On yedinci asır ortasında yaşamış namlı hanendelerden; camilerin birinde de müezzinlik ederdi, hoş sohbet, kalender bir adamdı. Hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİ CELEBİ (Lam) •— On altıncı asır sonlariyle on yedinci asır başı devlet adamlarından ve seçkin hattatlardan; iki defa rei-sülküttablıkta, nişancılıkta bulunmuş, ulema

arasında «Mollacık» lâkabiyle de anılırdı; Üçüncü Mehmedin Macaristan seferine nişancılık ile iştirak etmiş, Eğri muhasarası ve fethinde bulunmuştu. (H. 1020) 1611 de öldü, ölümüne tarih olarak söylenmiş aşağıdaki zarif beyit, o devir şairlerinden Haşimi Çelebinindir:

Haddini lam itti Ali aldı selâmaıu

«Eyledi Hak Darüsselâm içre anın makamını»

Bibi.: MS, Tuh.

ALİ CELEBİ (Nekkaarezen) — On yedinci asır ortasında 'yaşamış .namlı bir ku-dümzendir; hayatı hakkında başka bir kayda rastlanamadı.

Bibi.: Evliya Çelebi, I.

ALİ CELEBİ (Üsküdarlı Ruganı) — On

sekizinci asrın birinci yarısında üstad bir mü-cellid, müzehhib ve çiçek ressamıdır; doğum ve ölüm tarihleri bilinmiyor, hayatı hakkında tek kayıd, Mustakinızâdenin Tuhfei Hattâ-tininde, asrın büyük hattatı Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendinin hal tercemesi içinde, yazdığı mushafları bu sanatkâra tezhib ettirdiğini bildiren iki üç satırdan ibarettir: «me-sâhifi şerifleri ekseriya hizmeti tezhib ile şerefyâb olan üstadlardan biri merhum Ru-ganii Üsküdârî Ali Çelebidir ki Elhac Yusuf Mısrî; şâkirdlerindendir; vaktimizde saz yazmak vadisinde Şah Kului vakitdir».

Ord. Prof. Süheyl Ünver 1954 de Tege Laboratuvarı yayınları arasında neşrettiği «Müzehhip ve Çiçek Ressamı Üsküdarlı Ali»

adındaki eseri ile bu büyük sanatkârı nisyan karanlığından kurtaran, ilk müdekkik oldu. Aşağıdaki satırları bu risaleden alıyoruz:



Ruganı Aîi Çelebinin H. 1133 ve 1177 tarihli iki imzası (Ord. Prof. S. Ünverden)

«Tarih taşıyan eserlerinin en eskisi hicri 1133 (M. 1721), en yenisi 1178 (M. 1764-65) dir; bu yıllar arasında Üçüncü

Ahmed, Birinci Mahmud, Üçüncü Osman ve Üçüncü Mustafanın saltanat yılları sıralanır; yaptıkları hep şahane, mülû-kâne eserler olduğu için saray hizmetinde bir sanatkâr olduğu anlaşılıyor.

Şimdiye kadar 20 parça eserini görebildik, bunların 18i imzalı ve tarihlidir. Son eserinden sonra çok yaşamadığı, 1180 (M. 1766 -1767) e doğru öldüğü söylenebilir. Kabrinin yeri de bilinmiyor.

«Kendisi ustası Yusuf Mısrîyi kat kat geçtiği halde kendisini geçecek, hatta bu sanatı ayni kemâl seviyesinde devam ettirecek kimse yetişmemiştir.

«Adı dokuz şekilde söyleniyor, hocamız üstad Necmeddin Okyay. «Üsküdârî Celebi», «Ruganî Çelebi», «Ruganii Üskkdarî» der; rahmetli üstad İsmail Hakkı Altınbezerden «Ruganî Ali» diye duyduk; Mustakimzâde Hat ve Hattâtinde «Üsküdârî Ruganî Çelebi» ve

ALİ ÇELEBİ (Yetim)

644


İSTANBUL



— 645 —
«Ruganîi Üsküdârî Ali Çelebi» diye kaydediyor; imzaları «Aliyyül Üsküdârî» dir; biz de «Ali Üsküdârî», «Üsküdârî Ali Efendi» diyoruz. Ruganı Çelebi müzehhib, ressam, talik hattatı, müçellid ve şair, hezarfen kişidir.

«Yaptığı eserler Divit tezyinatı, Kubur tâbir edilen hokkalı kalemden tezyinatı, lake kablar, eönk tarzında şiir defterleri tezyinatı, çekmece tezyinatı, altlıklar, kitab tezhiblelri, çiçek resimleri, Karagöz takımları, ok ve yay tezyinatıdır. Eserleri Topkapı Sarayı Müzesi ile Yüksek Mühendis Ekrem Hakkı Ayresdi-nin, Avukat Halil Edhem Ardanın, Hasarı Fehmi Enatamn ve Necmeddin Okyayın zengin sanat eserleri koleksiyonları arasındadır» (A. Süheyl Ünver, Üsküdarlı Ali).


Yüklə 5,51 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   91




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin