B) Kabir Azabı
Kabir azabından kasıt, ölümden sonra başlayıp kıyamete kadar sürecek olan devredeki azaptır. İsterse bu azabı çeken bir kabre defnedilmemiş olsun, yine de kabirde çekeceği azap varsa o azapla mutlaka karşılaşacaktır. Aslında berzah hayatındaki azap, nimet ve suâlin kabre izafe edilerek "kabir suâli, azabı ve nimeti" denilmesi, tağlib yoluyla, yani ölenlerin çoğunun kabre konulması sebebiyledir. Yoksa bunların, illa da kabirde olacakları manasına değildir. Öyle olsaydı, çeşitli sebeplerle kabre konmayanların kabirdeki azaptan kurtulmaları gerekirdi. Halbuki Allah ve Rasulu, herkesin ölümle kıymet arasında "berzah" denilen bir yerde kalacaklarını ve orada suâl, nimet ve azaptan bazı şeyler idrak edeceklerini haber vermişlerdir.
Allah Teâla, insanları günâhlarından temizlemek için bir takım imtihanlar ve hastalık devaları hazırlamıştır. Dünyada iken günâhlarından tamamen temizlenmemiş olanlar, berzah âleminde, orada da temizlenemezlerse, yani orada çektikleri azap onlan bütün günahlarından temizlemeye yetmezse, dâr-ı mevkıfte (mahşerde), orada da temizlenemezlerse Cehennem'de temizlenirler. Böylece tamamen temizlendikten sonra tertemiz olarak Cennete girerler. Çünkü orası temizlerin yeridir. Dünyada iken hiç iman ve itaat etmemiş olanlara ise, berzahtaki ve mahşerdeki temizlik (azap) kâfi gelmez ve bunlar Cehennem'de ebedî kalmak suretiyle azaplanırlar.254
Buna göre kabirdeki azap, ya da nimet, kişinin, dünyadaki durumuna göre olacaktır. Gerek âyetlerde, gerekse bu husustaki haber ve eserelerde, en çok kabir azabından söz edilmiştir. Bunun sebebi, kabirdekilerin çoğunun kâfir ve âsîler olması sebebiyle, kabirde en çok vuku bulacak şeyin azap olması olabileceği gibi, 255 Cürcânî'nin (v. 816/1413) Mevâkıf Şerhi'nde:
"Kabir azabı ispatlanınca, kabirde dirilme ve sorgulama da sabit olur. Çünkü kabir azabını kabul edenler, bunları da kabul ederler..." 256 sözüyle ifade ettiği, azap kabul edilince, diğerlerinin de kabul edileceği gerçeği de olabilir. Çünkü bir şeyin bir cüz'ünü, parçasını kabul etmek, onun kül (bütün) halinde var olduğunukabul etmek demektir. Kabir azabı kabul edilince, herkesin azap göreceği iddia edilemez. Mecburen azabın zıddı olan nimetin de kabulünü mantık gerektirir. Aksi halde azaba müstehak olmayanların durumunun ne olacağı sorusu cevapsız kalır.
Bu sebepledir ki, ileride izah edileceği üzere, kabir azabını kabul edenler suâl ve nimeti de ikrar etmişler, kabir azabını imkânsız görüp kabul etmeyen ve bu husustaki nassları türlü şekillerde te'vil edenler, kabirdeki diğer ahvâli de inkâr etmişlerdir. 257
1- Kabirde Azabın Olacağına Dair Deliller:
Kur'an âyetlerinden ve hadis-i şeriflerden kabir azabı ve nimetinin hak olduğuna kesinlikle delâlet edenler bulunduğu için, kabirde nimet ve azabın olacağına inanmak gereklidir. Ehl-i Sünnet âlimleri, kitap ve sünnette kabir azabına apaçık delâlet eden nasslar bulunduğundan, "Kâfirlerin ve bir kısım âsi müminlerin kabirde azap edilmeleri; itaatkâr olanların ise kabirde nimetlenmeleri... sem'î delillerle sabit olmuş olan gerçeklerdendir." demişlerdir.258
Akıl ve müşahede (gözlem) yoluyla bilinme imkânı olmayan ve ancak sem'î delillerle, Allah Teâla'nın ve Rasulullah (sav)ın haber vermesi ve bildirmesiyle -sadece onların bildirdiği kadarıyla- bilinebilen gaybî hakikatlerden olan kabir azabına, Kur'an âyetlerinden bazıları açıkça delâlet etmekte, bazıları ise işaret etmektedir.
Kur'an-ı Kerim’de öncelikle iyilerle kötülere, hayatlarında ve ölümlerinde yapılacak muamelenin bir olmayacağını bildirerek Allah Tealâ şöyle buyurur:
"Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini iman edip sâlih ameller işleyenler gibi yapacağız, hayat ve ölümlerini bir tutacağız mı sandılar? Ne fena hüküm veriyorlar... Halbuki Allah, gökleri ve yeri adaletle yarattı (zulüm olsun diye değil). Hem de herkese kazandığının karşılığı verilmek için (yarattı)... Onlara asla haksızlık edilmez. "259
Bu âyetler, adı geçen iki fırkanın ölümde ve berzahta eşit olmayacaklarına delâlet eder. Allah herkese amelinin karşılığını vereceğine göre ve bu iki fırka ölümde ve sonrasında eşit olmayınca günah işleyenlerin -ki şirk ve küfür de bir günahtır ve günahların en büyüğüdür- azapta, iman edip sâlih ameller işleyenlerin de nimet içinde olmaları gerekir. İşte bu, kabir azabı ve nimetidir. 260
İşte bu azap ve nimet, yukarıda izah edildiği gibi, ölüm anındaki müjde ve azapla ve kişiye makamının gösterilişi ile başlamaktadır. Çünkü meleklerin, ölümü anında kâfirleri azarlamaları ve onlara vurmaları 261 bir nevi azaptır. Aynı şekilde sâlih mü'minlere rıfk ile muamele etmeleri ve âhiretteki makamlarıyla müjdelemeleri de bir nimettir.
Allah Teâla, Fir'avn (m.ö. XIV. asır) ve hanedanının fena hallerini bayan ederek şöyle buyuruyor:
"Onlar (kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arzedilecekler. Kıyamet koptuğu gün de: Fir'avn ve kavmini en şiddetli azaba sokun, denilecektir." 262
Bu âyet-i kerimede bildirilen sabah ve akşam ateşe arzedilişin kabir âleminde olacağını müfessirler beyan etmişler 263 ve İmam Buhari, 264 Ebu'l-Hasen el-Eş'arî (v. 324/936), 265 Ebu'l-Mu'in en-Nesefî, 266 İmam Gazzâlî, 267 Taftazânî (v. 791/1389) 268 ve Seyyid Şerif el-Cürcân 269 başta olmak üzere pek çok âlim bu âyetin açıkça kabir azabına delalet ettiğini belirterek, eserlerinde delil olarak kullanmışlardır.
Ayet-i Kerimenin sonunda onların kıyamet günü bundan daha şiddetli azaba konulmalarının emredileceği haber veriliyor ki, bununla akşam-sabah arzedildikleri azabın kıyamet günündeki azaptan önce ve başka bir azap olduğu anlaşılıyor. Bu da ölümlerinden sonra ve kıyametteki Cehennem azabından önce olacağına göre, kabir azabından başkası olamaz. 270 Çünkü ölüm ile haşir arasında kabir âleminden başka bir âlem yoktur. Kabir azabı. Cehennem azabına nisbetle daha ehven olacağı için, âyetin sonunda ifade edilen şiddetli azapla Cehennem'deki ebedi azabın kastedildiği açıktır. Nitekim bu âyette bildirilen ateşe arzolunmanın kabirde olacağı hususunda Ehl-i Sünnet âlimleri ittifak etmişlerdir. Ve âyet açıkça delalet ettiği için, kabir azabını inkâr edenin kâfir olacağını belirtmişlerdir. 271
Buhârî'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifinde Rasulullah (sav), kabirdekilere her gün sabah akşam Cennet veya Cehnennem'deki yerlerinin arzedileceğini, kendilerine yerlerinin arzedilmediği bir gün bile geçmeyeceğini haber vermiştir.272 Bu hadis-i şerif, yukarıdaki âyeti te'yid ve tefsir ettiği gibi, nimet ehlinin ve sâlihlerin durumunu bildiren âyetleri de tefsir etmektedir. Çünkü her gün iki defa kişiye âhiretteki azabının arzedilmesi en büyük azap, Cennet'teki makamının arzedilişinin vereceği sevinç ve neş'e de buyuk bir nimettir.
Allah Teâla'nın, Nuh kavminin durumunu beyan ederek buyurduğu:
"Onlar, suda boğuldular ve ateşe atıldılar.” 273 âyeti de kabir azabının olacağına delildir. Çünkü âyette geçen "fa", ta'kib içindir ve ateşe girişin, boğulmanın hemen akabinde olduğunu gösterir. 274 Bu da ancak dünyada olur. Çünkü boğulma fiili dünyada gerçekleşmiş ve ateşe sokulmaları da hemen boğulmalarını takibetmiştir. 275 Bu âyet-i kerime, ölümlerinden hemen sonra bazı insanların kabir azabına tutulacağına delâlet ediyor. 276
Burada şöyle bir itiraz yapılabilir:
Bu âyetteki "fa" boğulma ve ateşe girdirilmenin zaman itibariyle hemen arka arkaya olmalarını gerektirmez. Bilakis azaba, yani nara girdirilişleri mahşerde olabilir. Bunun bir benzeri de Bakara Suresi'nde:
"Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz ki siz. Ölü idiniz. O, sizi diriltti." 277 âyetidir. Orada da insanların diriltilmeleri için fâ-i ta'kibiyye kullanılmıştır. Halbuki bütün insanlar bir anda diriltilmediler. Ruhlar alemindeki yaratılışları ile cisimler âleminde hayat bulmaları arasında uzun müddet geçmesine rağmen, bu iki durumu ifadei ederken, "fa" kullanılmıştır. Yukarıdaki âyette de durum böyledir ve âyet kabir azabına delil olmaz.
Bu itirazı, şöyle cevaplandırabiliriz:
Önce şunu belirtmeliyiz ki, "emvât" kelimesi, eti, kemiği, kanı, derisi, yani cismi bir varlığı olan ölüye tabir edilir. Binâenaleyh buradaki "emvât" dan kasıt, insanın rahimde teşekkül edip de henüz canlanmadan önceki halidir. Ve rahimdeki teşekkülün ardından hemen Cenabı Hakk onu hayata kavuşturduğu için fâ-i ta'kibiyye kullnılmıştır. O halde, Bakara Suresi'ndeki bu âyet misâl gösterilerek yapılan bu itiraz yersizdir ve bu âyet, itirazcı için değil, kabir azabını tasdik eden bizler için delildir. Nasıl ki insanın, rahimde teşekkülü tamamlanır tamamlanmaz, hayata kavuşturulması fâ-i ta'kibiyye ile ifade edilmiştir, aynı şekilde Nuh Kavmi'nden Hz. Nuh'a inanmayanlar da boğulur boğulmaz hemen ateşe atılmışlardır ve kabirlerinde azap çekmektedirler. 278
Münafıklar hakkında inmiş olan Tevbe Suresi'ndeki:
"Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine halkından bir takım münafıklar vardır ki, onlar nifak yapmaya alışmışlardır. Sen onları bilmezsin. Onları biz biliriz. Biz onları iki defa azaplandıracağız. Sonra da büyük bir azaba döndürüleceklerdir.” 279 âyeti de kabir azabının olacağına delâlet etmektedir. Nitekim İmam A'zam Ebu Hanife. 280 İmam Mâturîdî 281 İmam Ebu'l-Hasen el-Eş'arî 282 ve Buhârî 283 başta olmak üzere pek çok müellif, bu âyet-i kerimenin kabir azabına delâlet ettiğini belirterek eserlerinde kabir azabının delilleri arasında zikretmişlerdir. Çünkü, tefsircilerin açıklamalarına göre, âyetteki
"...Sonra büyük bir azaba atılırlar." cümlesi, daha önce geçen iki azabın, Cehennem azabından önce olduğuna delâlet eder.
Bu iki azabın Cehennem azabından önce ve iki azaptan birinin dünyada, birinin de kabirde olduğu hususunda ittifak eden âlimler, 284 münafıkların dünyadaki azaplarının ne olduğu hususunda farklı tefsirler yapmışlardır. Müfessirlerden bazılarına göre, âyetteki birinci azaptan kasıt açlıktır. 285 Bazı âlimlere ve Hasanü'l-Basrî'den gelen bir rivayete göre ise, münafıkların dünyadaki azapları, mallarından zekât alınmasıdır. 286 Çünkü mü'minler verdikleri zekâtın mükâfatını âhirette alacaklardır ama münafıkların imanı olmadığı için âhirette alacakları bir karşılık yoktur ve dünyada çok sevdikleri mallarından istemeyerek zekât vermeleri bir azaptır. Ebu'l-Hasen el-Eş'arî ise, birinci azabın kılıçla, ikinci azabın da kabirde olacağını söylemiştir.287
Allah Teâla'nın, biri dünyada, biri de kabirde olmak üzere, iki defa azap ettikten sonra münafıkları Cehennem'e atacağını söyleyen müfessir Taberî, (v. 310/922) birinci azap hakkındaki çeşitli görüşlere işeretle, bunlar arasında bir tercih yapacak delillerin bulunmadığını belirtiyor. 288
İbn Abbas ve bir kısım âlimler, âyetteki azabın birincisinden kasıt onların münafık oldukları Allah tarafından açıklanarak, dünyada içlerinde sakladıkları kin ve nifak ilân edilip rezil ve rüsvay edilmeleridir, demişlerdir.289 İbn Abbas'dan nakledilen şu olay da bu görüşü desteklemekte ve onların münafıklıklarının açığa vurulmasının kendilerine ne kadar ağır geldiğini göstermektedir:
Rasulullah (sav), bir cuma günü hutbe için minbere çıktığında:
“Ey falan çık dışarı, sen münafıksın. Filan, sen de çık, sen de münafıksın..." diyerek bir kısım insanları mescitten kovmuştur. Hz. Ömer de o gün cumaya geç kalmış, bu adamlar mescitten çıkarlarken daha yeni geliyormuş. Onları görünce cumaya yetişemediğini zannederek utancından bir yere saklanmak ister. Mescitten kovulanlar ise Hz. Ömer'in de kendilerinin halini bildiğini zannedip Hz. Ömer'den utanır ve ondan saklanırlar. Bunun üzerine Hz. Ömer, mescitten herkesin çıkmadığını görünce, gelip mescide giriyor ve bakıyor ki daha namaz kılınmamış. Bu esnada müslümanlardan.'biri, Hz. Ömer'e şöyle der:
"Müjde ya Ömer! Bugün Allah, münafıkları açıkladı ve rezil etti." 290
Cenab-ı Hakk diğer bir âyet-i kerimede:
"Onlara (o kâfir ve münafıklara) o en büyük azaptan önce yakın azaptan tattıracağız..."291 buyurmuştur. Abdullah b. Abbas, Ebu Hanife 292 ve İmam Mâturid 293 başta olmak üzere sahabe ve tabiinden pek çok âlim,294 bu âyet-i kerime ile kabir azabını isbatta delil getirmişlerdir. Çünkü bu âyette Allah Teâla, kâfir ve münafıklar için "ednâ" ve "ekber" olmak üzere iki azap olduğunu haber vermiştir. "Ancak yüz çeviren ve (Allah'ı) inkâr eden (var ya), Allah onu en büyük azapla azaplandıracaktır.” 295 âyetinde de ifade edildiği gibi, "en büyük azap = ekber azap", Cehennem azabı olduğuna göre, "ednâ" olan azaptan kasıt Cehennem azabından başkadır. Allah onlara ednâ olan azaptan bir kısmını belki küfür ve nifaklarından döner, iman ederler diye dünyada ölmeden önce, bir kısmanı da ölümden sonraki berzah hayatlarında tattırır. 296
"Muhakkak ki o zalimlere (kafirlere) bundan (âhiret azabından) önce de bir azap vardır..." 297 âyetindeki azapla da kabir azabı, yahut onların dünyada karşılaştıkları çeşitli musibet ve felâketler kastedilmiştir ki, ashaptan İbn Abbas, tabiin fakihlerinden İkrime ve daha başka sahabilerle 298 İmam Mâturîdî 299 ve bir kısım âlimler,300 burudaki azapla kabir azabının kastedildiğini beyan etmişlerdir.
"Her kim de benim zikrimden (Kuranımdan) yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak hasrederiz."301 âyeti de kabir azabının olacağına delildir. Çünkü âyet-i kerimede Allah'ın zikrinden yüz çevirenlere kıyamet günündeki azaptan önce dar bir geçimin olacağı haber veriliyor. Dünyada kâfirler genellikle bolluk, refah içinde olduklarına ve dünya kâfirin cenneti olduğuna göre, bu dar geçimden kasıt kabir azabı olsa gerekir. Nitekim Rasulullah (sav), bu âyet-i kerimenin kabir azabı hakkında indiğini belirterek buradaki "dar geçim" den kasdnı kabir azabı olduğunu söylemiştir.302
Diğer bir hadislerinde ise Peygamberimiz (sav), buradaki dar geçimle kâfirin kabrinin kendisini sıkmasının kastedildiğini belirtmişlerdir ki, 303 bu da kabir azabının bir çeşididir. İbn Abbas, İbn Mes'ud, Suddî ve Hasanu'l-Basri ile pek çok alim, bu ayetteki "dar geçini"! kabir azabı ile tefsir etmişlerdir. Mücâhid ise "kabir sıkması" diye tefsir etmiştir.304 Abdullah b. Mes'ud, kabirdeki sorgulamayı anlattığı uzunca bir sözünün sonunda, kâfirin, kabir suâline cevap veremeyirce, kabrinin daraltılıp kendisine azap edileceğini söylemiş ve delil olarak da Tâhâ Suresi'ndeki bu âyet-i kerimeyi okumuştur. 305 Demek ki bu âyet, ister kabir sıkması şeklinde olsun, isterse başka şekilde, mutlak olarak kâfirlerin kabirde azap göreceklerine delâlet etmektedir.
Rasulullah (sav) den rivayet edilen hadis-i şeriflerin pek çoğunda İbrahim Suresi'ndeki:
"Allah, iman edenlere, dünya hayatında da, âhirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder. Allah zalimleri şaşırtır. Allah ne dilerse onu yapar." 306 âyetinin kabir azabı hakkında indiği belirtilmiştir. 307 Şüphesiz bu da kabir azabının varlığına delâlet eder.
Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre Hz. Ali:
"Tekâsür Suresi ininceye kadar kabir azabından şüphe ederdik." 308 diğer bir rivayete göre de:
"İnsanlar şüphe ederdi." 309demiştir. Allah Teâla Tekâsür Suresi'nde:
"Soy sopunuzla öğünmek, sizi (Allah'a ibadet etmekten) öyle meşgul etti ki; kabirlere varıncaya kadar ziyaret ettiniz (ölülerinizi sayıp, onların çokluğu ile öğündünüz). Hayır (bu hareketiniz uygun değildir) ileride (ölürken size ne yapılacağını) bileceksiniz. Yine sakının ileride (kabirde size ne yapılacağını) bileceksiniz..." 310 buyuruyor. Ayet-i kerimedeki sıraya göre ikinci bilme kabirde olacaktır ki, bu oradaki azabı tatmakla dünyada inanmadıkları şeylerin (ölümden sonraki hayatın) gerçek olduğunu öğretecektir kendilerine.
Tabii mü'minler de orada azaptan kurtulmakla imanlarının faydasını idrak edecek ve nimetleneceklerdir. Meryem Suresi'ndeki Yahya Aleyhisselâm'm üç yerde selâmette olduğunu bildiren âyet-i kerimede: "Ona selâmet olsun: Hem doğduğu gün (şeytandan), hem öleceği gün (kabir azabından), hem de diri olarak kaldırılacağı gün (ateşten)..."311 buyurulmaktadir. Buradaki ikinci kurtuluş kabir azabından Allah'ın onu korumasıdır.
Kabir azabının varlığına delil olarak bir de, Allah'ın, tasdik yoluyla kâfirlerden hikâye ettiği şu âyet-i kerimeyi zikredebiliriz:
"(Cehennemde olan kâfirler) şöyle diyecekler: Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık; fakat var mı (dönüp dünyaya) çıkmağa bir yol? " 312
Bu âyetteki iki defa öldürme ve iki defa diriltmekten kasıt şudur: Kabre konulmadan önce yani dünya hayatının sonunda öldürme, sonra kabirde diritme; Münker ve Nekir'in sorgulamalarından ve dünyanın sonu geldikten sonra tekrar öldürme ve sonra da haşir için diriltme. Müfessirlerin çoğunun görüşü budur.313 Ayet-i kerimede ifade edilen iki diriltmeden birisi mutlaka kabirde olacaktır ki 314 kabirde hayatı, yani dirilmeyi kabul edenler, azabı da kabul etmişlerdir. 315
Kabir azabının olacağına dair âyetlerden delilleri sıraladık. Hadisten delillere gelince, bu hususta, teker teker âhad olsa bile, manâca mütevâtir derecede hadisler vârid olmuştur. 316 Bu derece meşhur olmuş yaygın haberler, istidlali ilmi gerektirir ki 317 kabir azabının olacağına dair selefin de icmâı vardır. 318 Yani onlar muhtelif pek çok hadis-i şerifte bildirilen kabir azabının olacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Çünkü Allah'ın, Rasulune açıkladığı hakikatleri, Rasulullah (sav) haber verince ondan şek ve şüphe edilmez, kesinlikle tasdiki gerekir.
Önce şunu belirtmeliyiz ki Allah Teâla, diğer insanlardan gizli tuttuğu, bazı hakikatleri Rasulune açmıştır. Rasulullah (sav) ise, bunlardan bir kısmını insanlara açıklamış, bir kısmını ise sedace haber vermiştir. Çünkü diğer insanlar onun gibi değillerdi. Her hakikati apaçık görmeğe ve duymağa tahammül edemezlerdi. Korkup feveran ederler ve yapacakları işleri ihmal ederlerdi. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyururlar:
"Eğer ölülerinizi defnetmemeniz endişesi olmasaydı, kabir azabından (bir kısmını) sizlere işittirmesi için muhakkak Allah'a dua ederdim." 319 Hadisin diğer rivayetinde
"...bana işittirdiğini" kaydı vardır ki, 320 Rasulullah (sav) bunu Neccâroğullan'na ait bir hurma bahçesine girdiğinde orada bulunan, câhiliyede ölmüş birinin kabrinden bir ses (azap sesi) duymuş ve o zaman söylemiştir. 321
Ebu'l-Hasan el-Eş'arî 322 ve Beyhakî bu hadis-i şerifi kabir azabına delil olarak zikretmişler ve Beyhakî hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. 323
Peygamber Efendimiz (sav) in, ashabına ve ümmetine kabir azabından Allah'a sığınmalarını emredişi de kabir azabının varlığına delâlet eder. Rasulullah (sav), müteaddit defalar ashabına:
"Kabir azabından Allah'a sığınınız." diye emretmiş 324 ve bizzat kendesi de kabir azabından Allah'a sığınmıştır. Hatta bir defasında Benî Neccâr bahçelerinden birinde bulunan müşrik kabirlerinden azap sesini duyup, yanındakilere kabir azabından Allah'a sığınmalarını emredince, onlardan biri:
"Ya Rasulallah, onlar kabirlerinde azap mı olunuyorlar?" diye sorunca şöyle cevap vermiştir:
"Evet, onlar kabirlerinde öyle bir azapla azap olunuyorlar ki, (onların azap seslerini) hayvanlar işitir." 325
Kabir azabını hayvanların işittiği hususu, dikkatle izlenirse, gözlem yoluyla da tesbit edilebilir. Bazı müşrik ve asillerin kabirlerinin bulunduğu yerden hayvanlar, ya geçmekten çekinirler, yahut da bilhassa geceleri, ürkek ve korkak bir vaziyete geçerler. Hatta "bir atın karnında bir ağrısı olsa da onu yahudi, hıristiyan... ve münafıkların mezarlarının bulunduğu bir mezarlığa götürseler, oradaki azap seslerini işitir ve o seslerin şiddetinden kendi ağrısı geçer" derler. 326
Bütün bunlar, kabir azabının var olduğuna delildirler. Çünkü eğer kabirde azap olmasaydı, Rasulullah ondan Allah'a sığınmayı emretmez ve kendisi de sığınmazdı. Çünkü olmayan bir şeyden Allah'a sığınmak abes olur ve haşa Allah ile dalga geçmek olurdu. Allah'ın Peygamberi ise böyle bir şeyle meşgul olmaz. O, ancak Allah'ın dilediği gibi konuşur ve Allah'ın emrettiği gibi hareket eder. Bu nedenle kabirde azap olmasa O'nun Rasulu ondan Allah'a sığınmazdı.
Halbuki o, kıldırdığı cenaze namazında:
"...Allah'ım, onu kabir azabından koru..." diye dua etmiş 327 ve ümmetine şöyle emretmiştir:
"Sizden biriniz namazı bitirdiği zaman şu dört şeyden Allah'a sığınsın: Cehennem azabından, kabir azabından, ölü ve dirilerin şerrinden ve Mesih Deccâl'in şerrinden."328
Peygamber Efendimiz (sav)bir defasında hanımı Ümmü Habibe bt. Ebî Süfyân'ın: "Allahım, beni de kocam Mühammed (s), babam Ebu Süfyan ve kerdeşim Müaviye ile birlikte öldür..." diye dua ettiğini görüyor ve yaptığı duayı tasvib etmeyerek ona şöyle dua etmesinin daha iyi olacağını öğretiyor:
"...Eğer Allah'a sana afiyet vermesi için dua etsen ve Allah'dan seni Cehennem azabından ve kabir azabından korumasını istesen daha efdal ve daha hayırlı olurdu." diyor. 329 Burada da yine kabir azabından sığınma emredilmiştir.
Hz. Aişe validemize bir gün bir yahudi kadın gelir ve ona kabir azabını zikrederek:
"Allah seni kabir azabından korusun." der. 330 Hz. Aişe'nin kafasında bu hususta bir istifham belirir ve Rasulullah (sav) gelince ona kabir azabını sorar. O da:
"Evet.kabir azabı vardır." der Hz. Aişe, bu olaydan sonra Rasulullah (sav)in namaz kılıp da sonunda kabir azabından Allah'a sığınmadığını hiç görmedim, der. 331 Yani her namazın sonunda mutlaka kabir azabından Allah'a sığınırdı.
Aynı mahiyette bir başka olayı Hz. Aişe şöyle anlatıyor:
Medine yahudilerinden iki ihtiyar kadın yanıma geldiler ve:
"Muhakkak ki kabir ehli, kabirlerinde azap olunurlar." dediler. Ben onları yalanladım. Yahudilerin yalancılığından dolayı onları tasdik etmek, bana hoş gelmedi. Onlar çıkınca yanıma Rasulullah (sav) geldi, dedim ki:
'Yâ Rasulallah, Medine yahudilerinden iki ihtiyar kadın, kabirdekiler kabirlerinde azap olunurlar, dediler." Bunun üzerine Rasulullah (sav:
"Doğru söylemiş ler, onlar öyle bir azapla azaplanır ki, bütün hayvanlar duyar.” buyurmuşlardır. 332
Hz. Aişe'nin yahudi kadınlardan duyduğu bu söze inanmayışı, hakkında nass olmayan bir şeyi ilk defa yahudiden duyduğu ve bu gibi hususlara Peygamber (sav) den duymadıkça inanmak mecburiyetinde olmadığındandır. Rasulullah (sav), önce yahudilerin kabir azabı çektiklerini biliyordu. Daha sonra müslümanların da kabirde sorguya çekilecekleri kendisine vahyolununca, müslümanların da kabirde azap çekecekleri sabitleşmiş oldu. 333 Ondan sonra kendisi her namazın sonunda kabir azabından Allah'a sığındı ve ümmetine de bunu emretti.
Burada Rasulullah (sav) in işittiği ve hayvanların da işiteceğini söylediği azap sesi, kabirde azap görmekte olan kişinin feryadıdır. Nitekim bir hadisinde Peygamber Efendimiz (sav), kabir suâlini anlattıktan sonra, kâfir ve münafıklar cevap veremeyince onlara yapılan azabı şöyle anlatır:
"Sonra demirden bir tokmakla ensesine öyle bir vurulur ve kâfir yahut münafık öyle bir bağırır ki, insan ve cinden başka ona yakın olan her şey, onun feryadını işitir." 334 Diğer bir hadiste, bu vuruşun etkisiyle kabirdekinin toprak olacağı ve tekrar ruhu kendisine iade edilerek azaba devam dileceği bildirilmiştir. 335 İnsan ve cinlerin bu azabı duymamalarının sebebi, onların mükellef olmalarıdır. Onlar, görmeden, Allah ve Rasulunun haber vermesiyle inanacaklardır. Yoksa görseler ve duysalardı, dünyaya imtihan için gelişin gayesi gerçekleşmemiş olurdu.
Kâfir ve münafıkların kabirlerinde azap gördüklerine, Ebu Eyyub el-Ensâri'den rivayet edilen şu haber de delildir. Ebu Eyyub şöyle anlatıyor:
Bir gün güneş battıktan sonra Rasulullah (sav) dışarı çıktı ve bir ses işitti. Bunun üzerine:
"Yahudiler kendi kabirleri içinde azap olunuyorlar." buyurdu. 336 Enes b. Mâlik de şöyle anlatılıyor:
"Bir gün Rasulullah (sav) ile Baki’ mezarlığında yürürlerken Rasulullah (sav), Bilâl'e:
"Ey Bilâl benim duyduğumu duymuyor musun?" diye sordu. Bilâl:
"Ey Allah'ın Rasulü, duymuyorum Vallahi." deyince Rasulullah (sav):
"Duymuyor musun, şu kabirlerin sahipleri (yani kabrin içindekiler) azap olunuyorlar." demiştir ki, kastettiği kabirler, câhiliyede ölmüş kişilerin kabirleriydi. 337 Beyhakî, Enes'den rivayet edilen bu hadisin senedinin sahih olduğunu söylemiştir. 338
Bütün bu hadis-i şerifler, mü'min olmayanların kabir azabı çektiklerine apaçık delildir. Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadiste de onların kabirlerinde azap olundukları açıkça belirtilmiştir. Bir gün bir yahudi ölmüş, Rasulullah (sav) onun aile efradının ona ağladıklarını görünce:
"Onlar ona ağlıyorlar, halbuki o kabrinde azap görüyor. " 339 buyurmuştur.
Rasulullah (sav) in müşriklere şu şekilde beddua etmesi de kabir azabının varlığına ve müşriklerin kabirde azap gördüklerine delildir:
Hz. Ali'den rivayet olunmuştur, demiştir ki:
Rasulullah (sav), Hendek Savaşı günü müşrikler hakkında şöyle dedi:
"Bizi meşgul edip de ikindi namazını kılmaktan, güneş batıncaya dek alakoydukları için Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun." 340 Şayet kabirde hayat ve azap olmasaydı Peygamber Efendimiz (sav) bu şekilde beddua etmezdi. Onun müşriklere bedduası, zaten mevcut olan azaplarının artırılması içindir.
Peygamber Efendimiz (sav) in, Ehl-i Kalib'in (Bedir harbinde öldürülüp de bir çukura doldurulan müşriklerin) halini bilip onlara:
"Rabbinizin size va'dettiğini (azabı) hak (gerçek) olarak buldunuz mu?" 341 diye hitap etmesi de kabirde müşrikların azap çektiklerine delildir. Çünkü eğer onlar, kabre girer girmez azap görmeğe başlamamış olsalardı, Peygamber Efendimiz (sav) onlara bu şekilde hitap etmezdi.
Yine Rasulullah (sav), kabrin ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut da Cehennem çukurlarından bir çukur olduğunu haber vermiş 342 ve:
"Dünya kâfirin cenneti, kabir azap yeri ve Cehennem de en son varacağı yerdir." 343 buyurmuştur.
Böylece, kâfirlerin kabirlerinde azap gördükleri kesinlikle sabit olmuş oluyor. Acaba mü'minlerden de kabrinde azap görecek olanlar var mı?
Bu konudaki hadislerden günahlarından ötürü tevbe etmeden ölenlerin berzah hayatında günahlarına göre türlü çeşit azap gördükleri anlaşılmaktadır. Yeri gelince de işaret edileceği gibi. Peygamber Efendimiz (sav), bir gece rüyasında kabirlerinde azap gören günahkârlardan pek çoğunu görmüş ve ashabına anlatmıştır. 344 Aynı şekilde İsrâ ve Mi'râç gecesinde de kendisine berzahta azap çekenlerden bazıları gösterilmiştir. 345 Hz. Peygamber (sav) in rüyası, rüyâ-i sâdıka ve vahiy olduğuna göre, günahkâr müminlere de kabir azabı vardır. Allah Tealâ'nın affettikleri müstesna tabii.
Şu hadis-i şerif de âsi mü'minlere kabir azabı olduğuna ve azaplarını kabirlerinde çektiklerine delildir:
"İbn Abbas'tan, şöyle anlatır:
Nebi (sav), iki kabre rastladı ve şöyle buyurdu:
"Bunların ikisi de azap görüyorlar. Bunlar büyük günahtan ötürü azap görmüyorlar." (Yani yaptıkları günah insanlar indinde büyük günah sayılmaz, ama Allah indinde büyüktür.) Sonra şöyle buyurdu:
"Evet, onlardan biri koğuculuk yapıyordu (insanlar arasında söz taşıyordu). Diğeri ise küçük abdestinden korunmuyordu." Abdullah b. Abbas dedi ki; sonra Hz. Peygamber (sav) bir yaş dal alıp ikiye böldü ve bunları kabirlerin üzerine dikti. Sonra şöyle dedi:
"Ümit edilir ki, bunlar kurumadıkça onların azapları hafifletilir. 346
Adam öldürme, zina ve hırsızlık gibi büyük günahlar yanında pek küçük kalan bu iki günahtan ötürü kabirde azap olduğuna göre, daha büyük günahlar için de elbette azap vardır kabirde. Ve günahın çeşidine, büyüklüğüne göre azap da değişik olacaktır.
Burada Peygamber Efendimiz (sav) in, kabirler üzerine yaş dal dikmesinin hikmeti, her yaş ve diri olan şey Allah'ı teşbih edeceğinden, onların teşbihleri hürmetine Allah Tealâ'nın o kabirdekilerden azabı hafifletmesidir. Bu ruhi anlayış, nebatat ve cemâdâtın teşbihlerini müşahede etmesi sebebiyle Hz. Peygamber (sav) e mahsustur ve onun özelliklerindendir. 347
Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir haberde de Rasulullah (sav) in, bir kabre uğradığı ve:
"Bana iki tane yaş dal getirin." dediği, getirilen bu dalların birini kabrin baş tarafına diğerini de ayak tarafına diktiği bildirilmektedir. Kendisine:
"Ey Allah'ın Rasulu, bu ona (ölüye) fayda verir mi?" diye sorulanca Peygamberimiz (sav):
"Yaş olarak kaldıkları müddetçe ondan kabir azabından bir kısmının hafifletilmesi umulur." buyurmuşlardır.348
Daha sonra bu adet, Rasulullah (sav) in tesisi olarak devam etmiştir. Bazı yerlerde ise çiçek dikmeye dönüşmüştür. Çiçekler de Allah'ı teşbih ederler, ama azabı hafifletmek Allah'ın bileceği bir iştir. İsterse hafifletir, isterse etmez.
Bütün bu hadis-i şerifler ve -konuyu fazla uzatmamak için burada zikretmediğimiz- daha pek çok hadis-i seril", kabirde kâfire ve âsi, günahkâr mü'minlere azap olacağına delalet etmektedir. Ve Rasulullah (sav), kabir azabından duyduğu ve gördüklerini haber vermektedir ki, hadislerin hepsi "kabir azabının varlığını bildirmek" hususunda tevatür derecesine ulaşmaktadırlar. Haber verilen husus da aslında mümkün olan işlerdendir. Böyle konularda mütevatir haber kesin delildir ve haber verilenlerin doğruluğunu ve mutlaka meydana geleceğini ifade eder.
Gelelim kabir azabının keyfiyeti hususuna. Acaba kabirde azap görecek olan sadece ruh mudur, yoksa ruhla birlikte ceset de müteellim olacak mıdır? 349
Dostları ilə paylaş: |