3 -berzah Aleminde Ruhların Birbirleriyle Münâsebetleri



Yüklə 0,99 Mb.
səhifə8/23
tarix07.01.2019
ölçüsü0,99 Mb.
#91171
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   23

B) Kabir Azabı

Kabir azabından kasıt, ölümden sonra başlayıp kıyamete kadar sürecek olan devredeki azaptır. İsterse bu azabı çeken bir kabre defnedilmemiş olsun, yine de ka­birde çekeceği azap varsa o azapla mutlaka karşılaşa­caktır. Aslında berzah hayatındaki azap, nimet ve suâlin kabre izafe edilerek "kabir suâli, azabı ve nimeti" denilme­si, tağlib yoluyla, yani ölenlerin çoğunun kabre konul­ması sebebiyledir. Yoksa bunların, illa da kabirde olacak­ları manasına değildir. Öyle olsaydı, çeşitli sebeplerle kabre konmayanların kabirdeki azaptan kurtulmaları ger­ekirdi. Halbuki Allah ve Rasulu, herkesin ölümle kıymet arasında "berzah" denilen bir yerde kalacaklarını ve orada suâl, nimet ve azaptan bazı şeyler idrak edeceklerini ha­ber vermişlerdir.

Allah Teâla, insanları günâhlarından temizlemek için bir takım imtihanlar ve hastalık devaları hazırla­mıştır. Dünyada iken günâhlarından tamamen temizlen­memiş olanlar, berzah âleminde, orada da temizlenemezlerse, yani orada çektikleri azap onlan bütün günah­larından temizlemeye yetmezse, dâr-ı mevkıfte (mahşerde), orada da temizlenemezlerse Cehennem'de temizlenirler. Böylece tamamen temizlendikten sonra tertemiz olarak Cennete girerler. Çünkü orası temizlerin yeridir. Dünyada iken hiç iman ve itaat etmemiş olanlara ise, berzahtaki ve mahşerdeki temizlik (azap) kâfi gelmez ve bunlar Cehen­nem'de ebedî kalmak suretiyle azaplanırlar.254

Buna göre kabirdeki azap, ya da nimet, kişinin, dünyadaki durumuna göre olacaktır. Gerek âyetlerde, ge­rekse bu husustaki haber ve eserelerde, en çok kabir azabından söz edilmiştir. Bunun sebebi, kabirdekilerin çoğunun kâfir ve âsîler olması sebebiyle, kabirde en çok vuku bulacak şeyin azap olması olabileceği gibi, 255 Cürcânî'nin (v. 816/1413) Mevâkıf Şerhi'nde:

"Kabir azabı is­patlanınca, kabirde dirilme ve sorgulama da sabit olur. Çünkü kabir azabını kabul edenler, bunları da kabul ederler..." 256 sözüyle ifade ettiği, azap kabul edilince, diğerlerinin de kabul edileceği gerçeği de olabilir. Çünkü bir şeyin bir cüz'ünü, parçasını kabul etmek, onun kül (bütün) halinde var olduğunukabul etmek demektir. Ka­bir azabı kabul edilince, herkesin azap göreceği iddia edil­emez. Mecburen azabın zıddı olan nimetin de kabulünü mantık gerektirir. Aksi halde azaba müstehak olmayan­ların durumunun ne olacağı sorusu cevapsız kalır.

Bu sebepledir ki, ileride izah edileceği üzere, kabir azabını kabul edenler suâl ve nimeti de ikrar etmişler, ka­bir azabını imkânsız görüp kabul etmeyen ve bu hususta­ki nassları türlü şekillerde te'vil edenler, kabirdeki diğer ahvâli de inkâr etmişlerdir. 257



1- Kabirde Azabın Olacağına Dair Deliller:

Kur'an âyetlerinden ve hadis-i şeriflerden kabir azabı ve nimetinin hak olduğuna kesinlikle delâlet eden­ler bulunduğu için, kabirde nimet ve azabın olacağına inanmak gereklidir. Ehl-i Sünnet âlimleri, kitap ve sünnette kabir azabına apaçık delâlet eden nasslar bulun­duğundan, "Kâfirlerin ve bir kısım âsi müminlerin kabirde azap edilmeleri; itaatkâr olanların ise kabirde nimetlenmeleri... sem'î delillerle sabit olmuş olan gerçeklerdendir." demişlerdir.258

Akıl ve müşahede (gözlem) yoluyla bilinme imkânı olmayan ve ancak sem'î delillerle, Allah Teâla'nın ve Rasulullah (sav)ın haber vermesi ve bildirmesiyle -sadece on­ların bildirdiği kadarıyla- bilinebilen gaybî hakikatlerden olan kabir azabına, Kur'an âyetlerinden bazıları açıkça delâlet etmekte, bazıları ise işaret etmektedir.

Kur'an-ı Kerim’de öncelikle iyilerle kötülere, ha­yatlarında ve ölümlerinde yapılacak muamelenin bir olmayacağını bildirerek Allah Tealâ şöyle buyurur:



"Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini iman edip sâlih ameller işleyenler gibi yapacağız, hayat ve ölümlerini bir tutacağız mı sandılar? Ne fena hüküm veriyorlar... Halbuki Allah, gökleri ve yeri adaletle ya­rattı (zulüm olsun diye değil). Hem de herkese ka­zandığının karşılığı verilmek için (yarattı)... Onlara asla haksızlık edilmez. "259

Bu âyetler, adı geçen iki fırkanın ölümde ve berzah­ta eşit olmayacaklarına delâlet eder. Allah herkese ameli­nin karşılığını vereceğine göre ve bu iki fırka ölümde ve sonrasında eşit olmayınca günah işleyenlerin -ki şirk ve küfür de bir günahtır ve günahların en büyüğüdür- azap­ta, iman edip sâlih ameller işleyenlerin de nimet içinde ol­maları gerekir. İşte bu, kabir azabı ve nimetidir. 260

İşte bu azap ve nimet, yukarıda izah edildiği gibi, ölüm anındaki müjde ve azapla ve kişiye makamının gösterilişi ile başlamaktadır. Çünkü meleklerin, ölümü anında kâfirleri azarlamaları ve onlara vurmaları 261 bir nevi azaptır. Aynı şekilde sâlih mü'minlere rıfk ile muamele et­meleri ve âhiretteki makamlarıyla müjdelemeleri de bir nimettir.

Allah Teâla, Fir'avn (m.ö. XIV. asır) ve hanedanının fena hallerini bayan ederek şöyle buyuruyor:

"Onlar (kabirlerinde kıyamet gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arzedilecekler. Kıyamet koptuğu gün de: Fir'avn ve kavmini en şiddetli azaba sokun, denile­cektir." 262

Bu âyet-i kerimede bildirilen sabah ve akşam ateşe arzedilişin kabir âleminde olacağını müfessirler bey­an etmişler 263 ve İmam Buhari, 264 Ebu'l-Hasen el-Eş'arî (v. 324/936), 265 Ebu'l-Mu'in en-Nesefî, 266 İmam Gazzâlî, 267 Taftazânî (v. 791/1389) 268 ve Seyyid Şerif el-Cürcân 269 başta olmak üzere pek çok âlim bu âyetin açıkça kabir azabına delalet ettiğini belirterek, eserlerinde delil olarak kul­lanmışlardır.

Ayet-i Kerimenin sonunda onların kıyamet günü bundan daha şiddetli azaba konulmalarının emredileceği haber veriliyor ki, bununla akşam-sabah arzedildikleri azabın kıyamet günündeki azaptan önce ve başka bir azap olduğu anlaşılıyor. Bu da ölümlerinden sonra ve kıyametteki Cehennem azabından önce olacağına göre, kabir azabından başkası olamaz. 270 Çünkü ölüm ile haşir arasında kabir âleminden başka bir âlem yoktur. Kabir azabı. Cehennem azabına nisbetle daha ehven olacağı için, âyetin sonunda ifade edilen şiddetli azapla Cehennem'deki ebedi azabın kastedildiği açıktır. Nitekim bu âyette bildirilen ateşe arzolunmanın kabirde olacağı hu­susunda Ehl-i Sünnet âlimleri ittifak etmişlerdir. Ve âyet açıkça delalet ettiği için, kabir azabını inkâr edenin kâfir olacağını belirtmişlerdir. 271

Buhârî'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifinde Rasulullah (sav), kabirdekilere her gün sabah akşam Cennet veya Cehnennem'deki yerlerinin arzedileceğini, kendilerine yerlerinin arzedilmediği bir gün bile geçmeyeceğini haber vermiştir.272 Bu hadis-i şerif, yu­karıdaki âyeti te'yid ve tefsir ettiği gibi, nimet ehlinin ve sâlihlerin durumunu bildiren âyetleri de tefsir etmektedir. Çünkü her gün iki defa kişiye âhiretteki azabının arzedilmesi en büyük azap, Cennet'teki makamının arzedilişinin vereceği sevinç ve neş'e de buyuk bir nimettir.

Allah Teâla'nın, Nuh kavminin durumunu beyan ederek buyurduğu:

"Onlar, suda boğuldular ve ateşe atıldılar.” 273 âyeti de kabir azabının olacağına delildir. Çünkü âyette geçen "fa", ta'kib içindir ve ateşe girişin, boğulmanın hemen akabinde olduğunu gösterir. 274 Bu da ancak dünyada olur. Çünkü boğulma fii­li dünyada gerçekleşmiş ve ateşe sokulmaları da hemen boğulmalarını takibetmiştir. 275 Bu âyet-i kerime, ölümle­rinden hemen sonra bazı insanların kabir azabına tutu­lacağına delâlet ediyor. 276

Burada şöyle bir itiraz yapılabilir:

Bu âyetteki "fa" boğulma ve ateşe girdirilmenin zaman itibariyle hemen arka arkaya olmalarını gerektirmez. Bilakis azaba, yani nara girdirilişleri mahşerde olabilir. Bunun bir benzeri de Bakara Suresi'nde:

"Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz ki siz. Ölü idiniz. O, sizi diriltti." 277 âyetidir. Orada da insanların diriltilmeleri için fâ-i ta'kibiyye kullanılmıştır. Halbuki bütün insanlar bir anda diriltilmediler. Ruhlar alemindeki yaratılışları ile cisimler âleminde hayat bulmaları arasında uzun müddet geçmesine rağmen, bu iki durumu ifadei ederken, "fa" kul­lanılmıştır. Yukarıdaki âyette de durum böyledir ve âyet kabir azabına delil olmaz.

Bu itirazı, şöyle cevaplandırabiliriz:

Önce şunu belirtmeliyiz ki, "emvât" kelimesi, eti, kemiği, kanı, derisi, yani cismi bir varlığı olan ölüye tabir edilir. Binâenaleyh buradaki "emvât" dan kasıt, insanın rahimde teşekkül edip de henüz canlanmadan önceki halidir. Ve rahimdeki teşekkülün ardından hemen Cenabı Hakk onu hayata kavuşturduğu için fâ-i ta'kibiyye kullnılmıştır. O halde, Bakara Suresi'ndeki bu âyet misâl gösterilerek yapılan bu itiraz yersizdir ve bu âyet, itirazcı için değil, kabir azabını tasdik eden bizler için delildir. Nasıl ki insanın, rahimde teşekkülü tamamlanır tamamlanmaz, hayata kavuşturul­ması fâ-i ta'kibiyye ile ifade edilmiştir, aynı şekilde Nuh Kavmi'nden Hz. Nuh'a inanmayanlar da boğulur boğulmaz hemen ateşe atılmışlardır ve kabirlerinde azap çekmektedirler. 278

Münafıklar hakkında inmiş olan Tevbe Suresi'n­deki:

"Çevrenizdeki bedevilerden ve Medine halkından bir takım münafıklar vardır ki, onlar nifak yapmaya alışmışlardır. Sen onları bilmezsin. Onları biz biliriz. Biz onları iki defa azaplandıracağız. Sonra da büyük bir azaba döndürüleceklerdir.” 279 âyeti de kabir azabının olacağına delâlet etmektedir. Nitekim İmam A'zam Ebu Hanife. 280 İmam Mâturîdî 281 İmam Ebu'l-Hasen el-Eş'arî 282 ve Buhârî 283 başta olmak üzere pek çok müellif, bu âyet-i kerimenin kabir azabına delâlet ettiğini belirterek eserle­rinde kabir azabının delilleri arasında zikretmişlerdir. Çünkü, tefsircilerin açıklamalarına göre, âyetteki

"...Sonra büyük bir azaba atılırlar." cümlesi, daha önce geçen iki azabın, Cehennem azabından önce olduğuna delâlet eder.

Bu iki azabın Cehennem azabından önce ve iki azaptan birinin dünyada, birinin de kabirde olduğu hu­susunda ittifak eden âlimler, 284 münafıkların dünyadaki azaplarının ne olduğu hususunda farklı tefsirler yap­mışlardır. Müfessirlerden bazılarına göre, âyetteki birinci azaptan kasıt açlıktır. 285 Bazı âlimlere ve Hasanü'l-Basrî'den gelen bir rivayete göre ise, münafıkların dünyadaki azapları, mallarından zekât alınmasıdır. 286 Çünkü mü'minler verdikleri zekâtın mükâfatını âhirette alacaklardır ama münafıkların imanı olmadığı için âhirette alacakları bir karşılık yoktur ve dünyada çok sev­dikleri mallarından istemeyerek zekât vermeleri bir azaptır. Ebu'l-Hasen el-Eş'arî ise, birinci azabın kılıçla, ikinci azabın da kabirde olacağını söylemiştir.287

Allah Teâla'nın, biri dünyada, biri de kabirde olmak üzere, iki defa azap ettikten sonra münafıkları Cehennem'e atacağını söyleyen müfessir Taberî, (v. 310/922) bi­rinci azap hakkındaki çeşitli görüşlere işeretle, bunlar arasında bir tercih yapacak delillerin bulunmadığını belirtiyor. 288

İbn Abbas ve bir kısım âlimler, âyetteki azabın birin­cisinden kasıt onların münafık oldukları Allah tarafından açıklanarak, dünyada içlerinde sakladıkları kin ve nifak ilân edilip rezil ve rüsvay edilmeleridir, demişlerdir.289 İbn Abbas'dan nakledilen şu olay da bu görüşü desteklemekte ve onların münafıklıklarının açığa vurulmasının kendile­rine ne kadar ağır geldiğini göstermektedir:

Rasulullah (sav), bir cuma günü hutbe için minbere çıktığında:

Ey falan çık dışarı, sen münafıksın. Filan, sen de çık, sen de münafıksın..." diyerek bir kısım insanları mescit­ten kovmuştur. Hz. Ömer de o gün cumaya geç kalmış, bu adamlar mescitten çıkarlarken daha yeni geliyormuş. Onları görünce cumaya yetişemediğini zannederek utancın­dan bir yere saklanmak ister. Mescitten kovulanlar ise Hz. Ömer'in de kendilerinin halini bildiğini zannedip Hz. Ömer'den utanır ve ondan saklanırlar. Bunun üzerine Hz. Ömer, mescitten herkesin çıkmadığını görünce, gelip mescide giriyor ve bakıyor ki daha namaz kılınmamış. Bu esnada müslümanlardan.'biri, Hz. Ömer'e şöyle der:

"Müjde ya Ömer! Bugün Allah, münafıkları açıkladı ve re­zil etti." 290

Cenab-ı Hakk diğer bir âyet-i kerimede:

"Onlara (o kâfir ve münafıklara) o en büyük azaptan önce yakın azaptan tattıracağız..."291 buyurmuştur. Abdullah b. Abbas, Ebu Hanife 292 ve İmam Mâturid 293 başta olmak üzere sahabe ve tabiinden pek çok âlim,294 bu âyet-i kerime ile kabir azabını isbatta delil getirmişlerdir. Çünkü bu âyette Allah Teâla, kâfir ve münafıklar için "ednâ" ve "ekber" olmak üzere iki azap olduğunu haber vermiştir. "Ancak yüz çeviren ve (Allah'ı) inkâr eden (var ya), Allah onu en büyük azapla azaplandıracaktır.” 295 âyetinde de ifade edildiği gibi, "en büyük azap = ekber azap", Cehennem azabı olduğuna göre, "ednâ" olan azaptan kasıt Cehen­nem azabından başkadır. Allah onlara ednâ olan azap­tan bir kısmını belki küfür ve nifaklarından döner, iman ederler diye dünyada ölmeden önce, bir kısmanı da ölümden sonraki berzah hayatlarında tattırır. 296

"Muhakkak ki o zalimlere (kafirlere) bundan (âhiret azabından) önce de bir azap vardır..." 297 âyetindeki azapla da kabir azabı, yahut on­ların dünyada karşılaştıkları çeşitli musibet ve felâketler kastedilmiştir ki, ashaptan İbn Abbas, tabiin fakihlerinden İkrime ve daha başka sahabilerle 298 İmam Mâturîdî 299 ve bir kısım âlimler,300 burudaki azapla kabir azabının kastedildiğini beyan etmişlerdir.

"Her kim de benim zikrimden (Kuranımdan) yüz çevirirse, ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak hasrederiz."301 âyeti de kabir azabının olacağına delildir. Çünkü âyet-i kerimede Allah'ın zikrin­den yüz çevirenlere kıyamet günündeki azaptan önce dar bir geçimin olacağı haber veriliyor. Dünyada kâfirler genel­likle bolluk, refah içinde olduklarına ve dünya kâfirin cenneti olduğuna göre, bu dar geçimden kasıt kabir azabı olsa gerekir. Nitekim Rasulullah (sav), bu âyet-i kerimenin kabir azabı hakkında indiğini belirterek buradaki "dar geçim" den kasdnı kabir azabı olduğunu söylemiştir.302

Diğer bir hadislerinde ise Peygamberimiz (sav), bura­daki dar geçimle kâfirin kabrinin kendisini sıkmasının kastedildiğini belirtmişlerdir ki, 303 bu da kabir azabının bir çeşididir. İbn Abbas, İbn Mes'ud, Suddî ve Hasanu'l-Basri ile pek çok alim, bu ayetteki "dar geçini"! kabir azabı ile tefsir etmişlerdir. Mücâhid ise "kabir sıkması" diye tefsir etmiştir.304 Abdullah b. Mes'ud, kabirdeki sorgulamayı an­lattığı uzunca bir sözünün sonunda, kâfirin, kabir suâline cevap veremeyirce, kabrinin daraltılıp kendisine azap edileceğini söylemiş ve delil olarak da Tâhâ Suresi'ndeki bu âyet-i kerimeyi okumuştur. 305 Demek ki bu âyet, ister kabir sıkması şeklinde olsun, isterse başka şekilde, mutlak olarak kâfirlerin kabirde azap göreceklerine delâlet etmektedir.

Rasulullah (sav) den rivayet edilen hadis-i şerifle­rin pek çoğunda İbrahim Suresi'ndeki:

"Allah, iman edenlere, dünya hayatında da, âhirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder. Allah zalimleri şaşırtır. Allah ne dilerse onu yapar." 306 âyetinin kabir azabı hakkında indiği belirtilmiştir. 307 Şüphesiz bu da kabir azabının varlığına delâlet eder.

Hz. Ali'den rivayet edildiğine göre Hz. Ali:

"Tekâsür Suresi ininceye kadar kabir azabından şüphe ederdik." 308 diğer bir rivayete göre de:

"İnsanlar şüphe ederdi." 309demiştir. Allah Teâla Tekâsür Suresi'nde:

"Soy sopunuzla öğünmek, sizi (Allah'a ibadet etmekten) öyle meşgul etti ki; kabirlere varıncaya kadar ziyaret ettiniz (ölülerinizi sayıp, onların çokluğu ile öğündünüz). Hayır (bu hareketiniz uygun değildir) ileride (ölürken size ne yapılacağını) bileceksiniz. Yine sakının ile­ride (kabirde size ne yapılacağını) bileceksiniz..." 310 buyuruyor. Ayet-i kerimedeki sıraya göre ikinci bilme ka­birde olacaktır ki, bu oradaki azabı tatmakla dünyada in­anmadıkları şeylerin (ölümden sonraki hayatın) gerçek olduğunu öğretecektir kendilerine.

Tabii mü'minler de orada azaptan kurtulmakla imanlarının faydasını idrak edecek ve nimetleneceklerdir. Meryem Suresi'ndeki Yahya Aleyhisselâm'm üç yerde selâmette olduğunu bildiren âyet-i kerimede: "Ona selâmet olsun: Hem doğduğu gün (şeytandan), hem öleceği gün (kabir azabından), hem de diri olarak kaldırılacağı gün (ateşten)..."311 buyurulmaktadir. Bura­daki ikinci kurtuluş kabir azabından Allah'ın onu koru­masıdır.

Kabir azabının varlığına delil olarak bir de, Allah'ın, tasdik yoluyla kâfirlerden hikâye ettiği şu âyet-i kerimeyi zikredebiliriz:

"(Cehennemde olan kâfirler) şöyle diye­cekler: Ey Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık; fakat var mı (dönüp dünyaya) çıkmağa bir yol? " 312

Bu âyetteki iki defa öldürme ve iki defa diriltmekten kasıt şudur: Kabre konulmadan önce yani dünya hayatının sonunda öldürme, sonra kabirde diritme; Münker ve Nekir'in sorgu­lamalarından ve dünyanın sonu geldikten sonra tekrar öldürme ve sonra da haşir için diriltme. Müfessirlerin çoğunun görüşü budur.313 Ayet-i kerimede ifade edilen iki diriltmeden birisi mutlaka kabirde olacaktır ki 314 kabirde hayatı, yani dirilmeyi kabul edenler, azabı da kabul etmişlerdir. 315

Kabir azabının olacağına dair âyetlerden delilleri sıraladık. Hadisten delillere gelince, bu hususta, teker teker âhad olsa bile, manâca mütevâtir derecede hadisler vârid olmuştur. 316 Bu derece meşhur olmuş yaygın haberl­er, istidlali ilmi gerektirir ki 317 kabir azabının olacağına dair selefin de icmâı vardır. 318 Yani onlar muhtelif pek çok hadis-i şerifte bildirilen kabir azabının olacağını ittifakla kabul etmişlerdir. Çünkü Allah'ın, Rasulune açıkladığı hakikatleri, Rasulullah (sav) haber verince ondan şek ve şüphe edilmez, kesinlikle tasdiki gerekir.

Önce şunu belirtmeliyiz ki Allah Teâla, diğer insan­lardan gizli tuttuğu, bazı hakikatleri Rasulune açmıştır. Rasulullah (sav) ise, bunlardan bir kısmını insanlara açıklamış, bir kısmını ise sedace haber vermiştir. Çünkü diğer insanlar onun gibi değillerdi. Her hakikati apaçık görmeğe ve duymağa tahammül edemezlerdi. Korkup feveran ederler ve yapacakları işleri ihmal ederlerdi. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) bir hadislerinde şöyle buyurur­lar:

"Eğer ölülerinizi defnetmemeniz endişesi olma­saydı, kabir azabından (bir kısmını) sizlere işittirmesi için muhakkak Allah'a dua ederdim." 319 Hadisin diğer rivayetinde

"...bana işittirdiğini" kaydı vardır ki, 320 Rasulullah (sav) bunu Neccâroğullan'na ait bir hurma bahçesine girdiğinde orada bulunan, câhiliyede ölmüş birinin kabrinden bir ses (azap sesi) duymuş ve o zaman söylemiştir. 321

Ebu'l-Hasan el-Eş'arî 322 ve Beyhakî bu hadis-i şerifi kabir azabına delil olarak zikretmişler ve Beyhakî hadisin isnadının sahih olduğunu söylemiştir. 323

Peygamber Efendimiz (sav) in, ashabına ve ümme­tine kabir azabından Allah'a sığınmalarını emredişi de ka­bir azabının varlığına delâlet eder. Rasulullah (sav), müteaddit defalar ashabına:

"Kabir azabından Allah'a sığınınız." diye emretmiş 324 ve bizzat kendesi de kabir azabından Allah'a sığınmıştır. Hatta bir defasında Benî Neccâr bahçelerinden birinde bulunan müşrik kabirlerin­den azap sesini duyup, yanındakilere kabir azabından Al­lah'a sığınmalarını emredince, onlardan biri:

"Ya Rasulallah, onlar kabirlerinde azap mı olunuyorlar?" diye sorunca şöyle cevap vermiştir:

"Evet, onlar kabirlerinde öyle bir azapla azap olunuyorlar ki, (onların azap ses­lerini) hayvanlar işitir." 325

Kabir azabını hayvanların işittiği hususu, dikkatle izlenirse, gözlem yoluyla da tesbit edilebilir. Bazı müşrik ve asillerin kabirlerinin bulunduğu yerden hayvanlar, ya geçmekten çekinirler, yahut da bilhassa geceleri, ürkek ve korkak bir vaziyete geçerler. Hatta "bir atın karnında bir ağrısı olsa da onu yahudi, hıristiyan... ve münafıkların mezarlarının bulunduğu bir mezarlığa götürseler, oradaki azap seslerini işitir ve o seslerin şiddetinden kendi ağrısı geçer" derler. 326

Bütün bunlar, kabir azabının var olduğuna delil­dirler. Çünkü eğer kabirde azap olmasaydı, Rasulullah ondan Allah'a sığınmayı emretmez ve kendisi de sığınmazdı. Çünkü olmayan bir şeyden Allah'a sığınmak abes olur ve haşa Allah ile dalga geçmek olurdu. Allah'ın Pey­gamberi ise böyle bir şeyle meşgul olmaz. O, ancak Al­lah'ın dilediği gibi konuşur ve Allah'ın emrettiği gibi hare­ket eder. Bu nedenle kabirde azap olmasa O'nun Rasulu ondan Allah'a sığınmazdı.

Halbuki o, kıldırdığı cenaze namazında:

"...Al­lah'ım, onu kabir azabından koru..." diye dua etmiş 327 ve ümmetine şöyle emretmiştir:

"Sizden biriniz namazı bi­tirdiği zaman şu dört şeyden Allah'a sığınsın: Cehen­nem azabından, kabir azabından, ölü ve dirilerin şerrinden ve Mesih Deccâl'in şerrinden."328

Peygamber Efendimiz (sav)bir defasında hanımı Ümmü Habibe bt. Ebî Süfyân'ın: "Allahım, beni de ko­cam Mühammed (s), babam Ebu Süfyan ve kerdeşim Müaviye ile birlikte öldür..." diye dua ettiğini görüyor ve yaptığı duayı tasvib etmeyerek ona şöyle dua etmesinin daha iyi olacağını öğretiyor:

"...Eğer Allah'a sana afiyet ver­mesi için dua etsen ve Allah'dan seni Cehennem azabından ve kabir azabından korumasını istesen daha efdal ve daha hayırlı olurdu." diyor. 329 Burada da yine kabir azabından sığınma emredilmiştir.

Hz. Aişe validemize bir gün bir yahudi kadın gelir ve ona kabir azabını zikrederek:

"Allah seni kabir aza­bından korusun." der. 330 Hz. Aişe'nin kafasında bu husus­ta bir istifham belirir ve Rasulullah (sav) gelince ona kabir azabını sorar. O da:

"Evet.kabir azabı vardır." der Hz. Aişe, bu olaydan sonra Rasulullah (sav)in namaz kılıp da sonunda kabir azabından Allah'a sığınmadığını hiç görmedim, der. 331 Yani her namazın sonunda mutlaka ka­bir azabından Allah'a sığınırdı.

Aynı mahiyette bir başka olayı Hz. Aişe şöyle an­latıyor:

Medine yahudilerinden iki ihtiyar kadın yanıma geldiler ve:

"Muhakkak ki kabir ehli, kabirlerinde azap olunurlar." dediler. Ben onları yalanladım. Yahudilerin yalancılığından dolayı onları tasdik etmek, bana hoş gelmedi. Onlar çıkınca yanıma Rasulullah (sav) geldi, dedim ki:

'Yâ Rasulallah, Medine yahudilerinden iki ihtiyar kadın, kabirdekiler kabirlerinde azap olunurlar, dediler." Bunun üzerine Rasulullah (sav:

"Doğru söylemiş ler, onlar öyle bir azapla azaplanır ki, bütün hayvanlar duyar.” buy­urmuşlardır. 332

Hz. Aişe'nin yahudi kadınlardan duyduğu bu söze inanmayışı, hakkında nass olmayan bir şeyi ilk defa yahudiden duyduğu ve bu gibi hususlara Peygamber (sav) den duymadıkça inanmak mecburiyetinde olmadığından­dır. Rasulullah (sav), önce yahudilerin kabir azabı çektiklerini biliyordu. Daha sonra müslümanların da ka­birde sorguya çekilecekleri kendisine vahyolununca, müslümanların da kabirde azap çekecekleri sabitleşmiş oldu. 333 Ondan sonra kendisi her namazın sonunda kabir azabından Allah'a sığındı ve ümmetine de bunu emretti.

Burada Rasulullah (sav) in işittiği ve hayvanların da işiteceğini söylediği azap sesi, kabirde azap görmekte olan kişinin feryadıdır. Nitekim bir hadisinde Peygamber Efen­dimiz (sav), kabir suâlini anlattıktan sonra, kâfir ve münafıklar cevap veremeyince onlara yapılan azabı şöyle anlatır:

"Sonra demirden bir tokmakla ensesine öyle bir vurulur ve kâfir yahut münafık öyle bir bağırır ki, insan ve cinden başka ona yakın olan her şey, onun feryadını işitir." 334 Diğer bir hadiste, bu vuruşun etkisiyle kabirdekinin toprak olacağı ve tekrar ruhu kendisine iade edilerek azaba devam dileceği bildirilmiştir. 335 İnsan ve cin­lerin bu azabı duymamalarının sebebi, onların mükellef olmalarıdır. Onlar, görmeden, Allah ve Rasulunun haber vermesiyle inanacaklardır. Yoksa görseler ve duysalardı, dünyaya imtihan için gelişin gayesi gerçekleşmemiş olur­du.

Kâfir ve münafıkların kabirlerinde azap gördük­lerine, Ebu Eyyub el-Ensâri'den rivayet edilen şu haber de delildir. Ebu Eyyub şöyle anlatıyor:

Bir gün güneş bat­tıktan sonra Rasulullah (sav) dışarı çıktı ve bir ses işitti. Bunun üzerine:

"Yahudiler kendi kabirleri içinde azap olunuyorlar." buyurdu. 336 Enes b. Mâlik de şöyle anlatılıyor:

"Bir gün Rasulullah (sav) ile Baki’ mezarlığında yürürlerken Rasulullah (sav), Bilâl'e:

"Ey Bilâl benim duy­duğumu duymuyor musun?" diye sordu. Bilâl:

"Ey Al­lah'ın Rasulü, duymuyorum Vallahi." deyince Rasulullah (sav):

"Duymuyor musun, şu kabirlerin sahipleri (yani kabrin içindekiler) azap olunuyorlar." demiştir ki, kas­tettiği kabirler, câhiliyede ölmüş kişilerin kabirleriydi. 337 Beyhakî, Enes'den rivayet edilen bu hadisin senedinin sa­hih olduğunu söylemiştir. 338

Bütün bu hadis-i şerifler, mü'min olmayanların ka­bir azabı çektiklerine apaçık delildir. Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadiste de onların kabirlerinde azap olunduk­ları açıkça belirtilmiştir. Bir gün bir yahudi ölmüş, Rasulullah (sav) onun aile efradının ona ağladıklarını görünce:

"Onlar ona ağlıyorlar, halbuki o kabrinde azap görüyor. " 339 buyurmuştur.

Rasulullah (sav) in müşriklere şu şekilde beddua et­mesi de kabir azabının varlığına ve müşriklerin kabirde azap gördüklerine delildir:

Hz. Ali'den rivayet olunmuştur, demiştir ki:

Rasulullah (sav), Hendek Savaşı günü müşrikler hakkında şöyle dedi:

"Bizi meşgul edip de ikindi namazını kılmaktan, güneş batıncaya dek alakoydukları için Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun." 340 Şayet kabirde hayat ve azap olma­saydı Peygamber Efendimiz (sav) bu şekilde beddua etmez­di. Onun müşriklere bedduası, zaten mevcut olan aza­plarının artırılması içindir.

Peygamber Efendimiz (sav) in, Ehl-i Kalib'in (Bedir harbinde öldürülüp de bir çukura doldurulan müşrik­lerin) halini bilip onlara:

"Rabbinizin size va'dettiğini (azabı) hak (gerçek) olarak buldunuz mu?" 341 diye hitap etmesi de kabirde müşrikların azap çektiklerine delildir. Çünkü eğer onlar, kabre girer girmez azap görmeğe başlamamış olsalardı, Peygamber Efendimiz (sav) onlara bu şekilde hitap etmezdi.

Yine Rasulullah (sav), kabrin ya Cennet bahçele­rinden bir bahçe, yahut da Cehennem çukurlarından bir çukur olduğunu haber vermiş 342 ve:

"Dünya kâfirin cen­neti, kabir azap yeri ve Cehennem de en son varacağı yerdir." 343 buyurmuştur.

Böylece, kâfirlerin kabirlerinde azap gördükleri kesinlikle sabit olmuş oluyor. Acaba mü'minlerden de kabrinde azap görecek olanlar var mı?

Bu konudaki hadislerden günahlarından ötürü tevbe etmeden ölenlerin berzah hayatında günahlarına göre türlü çeşit azap gördükleri anlaşılmaktadır. Yeri gelince de işaret edileceği gibi. Peygamber Efendimiz (sav), bir gece rüyasında kabirlerinde azap gören günahkârlardan pek çoğunu görmüş ve ashabına anlatmıştır. 344 Aynı şekilde İsrâ ve Mi'râç gecesinde de kendisine berzahta azap çekenlerden bazıları gösterilmiştir. 345 Hz. Peygamber (sav) in rüyası, rüyâ-i sâdıka ve vahiy olduğuna göre, günahkâr müminlere de kabir azabı vardır. Allah Tealâ'nın affettikleri müstesna tabii.

Şu hadis-i şerif de âsi mü'minlere kabir azabı olduğuna ve azaplarını kabirlerinde çektiklerine delildir:

"İbn Abbas'tan, şöyle anlatır:

Nebi (sav), iki kabre rastladı ve şöyle buyurdu:

"Bunların ikisi de azap görüyorlar. Bunlar büyük günahtan ötürü azap görmüyorlar." (Yani yaptıkları günah insanlar indinde büyük günah sayılmaz, ama Allah indinde büyüktür.) Sonra şöyle buy­urdu:

"Evet, onlardan biri koğuculuk yapıyordu (insanlar arasında söz taşıyordu). Diğeri ise küçük abdestinden korunmuyordu." Abdullah b. Abbas dedi ki; sonra Hz. Peygamber (sav) bir yaş dal alıp ikiye böldü ve bunları kabirlerin üzerine dikti. Sonra şöyle dedi:

"Ümit edilir ki, bunlar kurumadıkça onların azapları hafifletilir. 346

Adam öldürme, zina ve hırsızlık gibi büyük günah­lar yanında pek küçük kalan bu iki günahtan ötürü ka­birde azap olduğuna göre, daha büyük günahlar için de elbette azap vardır kabirde. Ve günahın çeşidine, bü­yüklüğüne göre azap da değişik olacaktır.

Burada Peygamber Efendimiz (sav) in, kabirler üzerine yaş dal dikmesinin hikmeti, her yaş ve diri olan şey Allah'ı teşbih edeceğinden, onların teşbihleri hürmetine Allah Tealâ'nın o kabirdekilerden azabı hafifletmesidir. Bu ruhi anlayış, nebatat ve cemâdâtın teşbih­lerini müşahede etmesi sebebiyle Hz. Peygamber (sav) e mahsustur ve onun özelliklerindendir. 347

Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir haberde de Rasulullah (sav) in, bir kabre uğradığı ve:

"Bana iki tane yaş dal getirin." dediği, getirilen bu dalların birini kabrin baş tarafına diğerini de ayak tarafına diktiği bildirilmektedir. Kendisine:

"Ey Allah'ın Rasulu, bu ona (ölüye) fayda verir mi?" diye sorulanca Peygamberimiz (sav):

"Yaş olarak kaldıkları müddetçe ondan kabir azabından bir kısmının hafifletilmesi umulur." buyurmuşlardır.348

Daha sonra bu adet, Rasulullah (sav) in tesisi olarak devam etmiştir. Bazı yerlerde ise çiçek dikmeye dönüşmüştür. Çiçekler de Allah'ı teşbih ederler, ama azabı ha­fifletmek Allah'ın bileceği bir iştir. İsterse hafifletir, isterse etmez.

Bütün bu hadis-i şerifler ve -konuyu fazla uzatma­mak için burada zikretmediğimiz- daha pek çok hadis-i seril", kabirde kâfire ve âsi, günahkâr mü'minlere azap ola­cağına delalet etmektedir. Ve Rasulullah (sav), kabir azabından duyduğu ve gördüklerini haber vermektedir ki, hadislerin hepsi "kabir azabının varlığını bildirmek" hu­susunda tevatür derecesine ulaşmaktadırlar. Haber veri­len husus da aslında mümkün olan işlerdendir. Böyle konularda mütevatir haber kesin delildir ve haber verilen­lerin doğruluğunu ve mutlaka meydana geleceğini ifade eder.

Gelelim kabir azabının keyfiyeti hususuna. Acaba kabirde azap görecek olan sadece ruh mudur, yoksa ruhla birlikte ceset de müteellim olacak mıdır? 349




Yüklə 0,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin