Beni dinlediğiniz için çok çok teşekkür ediyorum. Hızlı bir özet yapmaya çalıştım. Daha çok sorularınız, açılmasını istediğiniz noktalar varsa onları değerlendirmeye çalışalım kalan sürede.
Tekrar çok teşekkür ediyorum.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok teşekkür ediyoruz, sağ olun.
Bu arada arkadaşlarımızın soruları veya açıklanmasını istedikleri husus var ise…
Atilla Bey, buyurun.
ATİLLA KART (Konya) – Efendim, ben de teşekkür ediyorum.
Tabii gerçekten, ciddi bir çalışma içinde olduğunuz biliniyor, o yönde bir çalışma sundunuz.
Burada, siz daha çok belli bir alandaki yoğunlaşmadan söz ettiniz. Aslında, bence orada Türkiye'nin yaşadığı demokrasinin temel sorununu ifade ediyorsunuz. O yönüyle de çalışmalarınızı şahsen çok önemsediğimi ifade etmek istiyorum. Bunu burada daha fazla açmak istemiyorum, o ayrı bir zemin ama buradan hareketle, tabii dile getireceğimiz çok konunun olduğunu ifade etmek istiyorum.
Sadece bir kavramı dikkatinize sunmak istiyorum. “Kolektif haklar” kavramını biraz açar mısınız.
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Kolektif haklar, zaten adı üstünde çok açık, aslında biraz daha ayrıntılandırmak gerekiyor. Etnik, kültürel, dinsel haklardan sınıfsal haklara kadar, yani çalışanların hakları, kadınların hakları, engellilerin haklarından bir etnik grubun, bir kültürel grubun haklarına kadar. Kimlerin? Kürtlerin haklarına? Kimlerin? Alevilerin haklarına. Ya da diğer azınlık kesimlerin haklarına kadar bunların hepsini kapsıyor. Biz bunlara da özel olarak, yani sadece bireye tekabül eden kişi hak ve özgürlükleriyle sınırlı kalmasın, bu kolektif haklara da, işte ana dil hakkından tutun diğer haklara kadar, sendikal hakların çok sarih ifade edilmesine kadar her şeyin yer almasını talep ediyoruz, arzu ediyoruz. Gerçekten özgürlükçü, demokratik bir anayasanın da bunları kapsadığı zaman olabileceğine inanıyoruz. Komisyonunuzun da bunu göz önünde bulunduracağına inanıyoruz.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkür ediyoruz efendim.
Gerçekten hem insanlığın hem anayasacılığın beylik sorunları bunlar zaten, ortaya koyuyoruz. Anayasa nereden başlanmalı, hangi sorun çözülmeli diye, üç, dört, böyle dizi, sıralama yapsak mutlaka bunlar girer ama Türkiye gerçekten bir anayasa sorunuyla karşı karşıya. Müzakere süreci konusunda işaret ettiğiniz defektivler olabilir ama Türkiye buna rağmen bu işi başarmalı. Komisyonumuza bu konuda gösterdiğiniz güven için teşekkür ediyoruz.
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Biz de teşekkür ederiz.
ALTAN TAN (Diyarbakır) – Ben de çalışmalarınızdan dolayı teşekkür ederim.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Evet, çok çok teşekkür ediyoruz efendim.
Fevkalade açıklayıcı, bir emeğin mahsulü olduğu bütün cümleleriyle kendisini ortaya koyan bir çalışma yapmışsınız. Zaten sahadaki çalışmanız da onu gösteriyor. Sizi en iyi anlayacaklardan birisi de benim. Bu beyefendilerin hiçbiri işkence görmemiştir ama ben işkence gördüğüm için bu konuda… Doğru, yani bir insanlık suçunun da artık insan haklarının doruk noktaya vardığı bir yerde hâlâ konuşuluyor olması da ayrıca üzerinde durulması gereken bir şey ama yani bir şey var, kafama takılıyor: Otorite kabul etmeyen özgürlük de keyfî bir özgürlük olmaz mı?
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Ne anlamda bunu soruyorsunuz?
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Her anlamda söylüyorum.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – “Hiçbir özgürlük sınırlanmamalı.” dediniz ya.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Otorite kabul etmeyen bir özgürlük keyfî bir özgürlük değil midir? Yani aşırı uçlarda talepler olduğu vakit, o zaman demokratik siyasetin oyun kuralları bozulur. O zaman anayasaya ihtiyaç kalır mı acaba?
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ – Bir: Sınırlandırma bir hakkın özüne dokunmamalı. İki: Sınırlandırma soyut kavramlarla olmamalı.
Bakın, şimdi…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Şöyle diyeyim: Bireysel özellik diyoruz ya, aynı birey kendi haklarının korunması için de bir otoriteye ihtiyaç duymaz mı?
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Şimdi, bakın, verdiğimiz örneğin çarpıcı olduğunu düşünüyorum. Örneğin, düşünceyi ifade özgürlüğünün sınırsız olması gerektiğini düşünüyoruz çünkü düşünceyi ifade özgürlüğünün olmadığı bir yerde demokrasi olamaz ama her türlü söz düşünce ifade özgürlüğünün içine girer mi? Girmez ama bunu soyut kavramlarla, işte “ülkenin bölünmez bütünlüğü” dediğiniz zaman çok anlamsız. Neye göre bölünmez bütünlük? Ya da “millî birlik ve beraberlik içinde“dediğiniz de…
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Size göre çok anlamsızlık ifade eden bir cümle…
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Açıklık kazanması gerekir.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - … başkası için olmazsa olmaz olabilir. Yani bunu dikkatten uzak tutmayın.
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ METİN BAKKALCI - Çok özür diliyorum. İzninizle…
“Yurttaşın tek bir ödevi vardır” derken belki orada ilerleyebiliriz. O da, birlikte yaşadığı diğer yurttaşların -yazdığımız gibi- hak ve özgürlüklerini sonuna kadar korumak.
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Korumaktır…
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ METİN BAKKALCI - Yani sizin otorite ihtiyacını aradığınız yer, otorite ihtiyacını sorunuzda aradığınız yer, bizim bu yaklaşımımızla… Her bir yurttaşın tabii ki dediğiniz gibi o “uç” neyse onlar, yani bir başka yurttaşın hak ve özgürlüklerini aslında ortadan kaldıracak bir sonuca yol açacak eylem ve tutumları kastediyorsunuz, sanıyorum. Burada ama her bir yurttaşın tek bir ödevi var, o da diğer yurttaşların hak ve özgürlüklerini korumak. Burada buluşabiliriz, galiba buradan ilerleyebiliriz diye düşünüyorum. Hani zamanımız falan da…
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ – Aynen katılıyorum. Bakın ben şeyi bir daha hatırlatmak istiyorum.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Benimki sadece… Çünkü yetkin insanlarsınız. Bu konudaki düşüncelerinizi…
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ – Savaş propagandası, şiddet çağrısı… Mesela, düşünce, ifade özgürlüğünün temel kriteridir. Kimse kalkıp şiddeti savunarak düşünce özgürlüğünü… Yani “Bu benim düşünce özgürlüğümdür, hiçbir sınır tanımıyorum.” diyemez. Bir toplumun bir arada yaşabilmesi için, diğer yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin korunması için şiddetin olmaması gerekiyor çünkü biraz önce de üst babta şeyden bahsediyoruz, kamusal alanın varlığı ki bizim varoluş alanımızdır, şiddet varsa orası yoktur çünkü orada söz ve müzakere geçerlidir. Dolayısıyla hiç kimse düşüncesiyle şiddeti vaz edemez. Bu da bir sınırdır, bir otoriteridir.
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ METİN BAKKALCI - O bir özgürlük değil yani.
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Özgürlük değildir.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Çok teşekkür ediyoruz efendim. Buraya kadar zahmet ettiniz.
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Biz de çok teşekkür ediyoruz zaman ayırdığınız için tekrar.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Başlangıçtaki değerlendirmeniz için de ayrıca teşekkür ediyorum çünkü bugüne kadar bir ilk oldu. Yani bardağın dolu tarafına işaret ettiniz. İnşallah hayırlı bir sonuca ulaşırız.
Teşekkür ediyoruz efendim, sağ olun.
TİV YÖNETİM KURULU ÜYESİ COŞKUN ÜSTERCİ - Zor bir iş yapıyorsunuz, müzakere sürecinin gerçekten en iyi şekilde sağlanması için gerçekten üzerinizde çok büyük bir yük var, sizi kutluyoruz tekrar.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Toplantıyı kapatıyorum.
Kapanma Saati: 12.24
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.01
-----0-----
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – İbrahim Bey, hoş geldiniz.
Anayasa Uzlaşma Komisyonu 3 no.lu Alt Komisyon huzurundasınız.
Kırk dakikalık süreniz var. Belli ki siz tek başınıza kullanacaksınız. Siz konuşacaksınız, anlatacaksınız, biz dinleyeceğiz, zapta geçecek. Konuşmanın sonunda vakit kalırsa belki arkadaşlarımızın açıklanmasında yarar göreceği hususlar olabilir sizin konuşmalarınızla mülhem olmak üzere. Soru olarak yöneltebilirler. Onun dışında, kolay gelsin.
Buyurun efendim.
USAK HUKUK ARAŞTIRMALARI MEKEZİ BAŞKANI PROF. DR. İBRAHİM KAYA – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; hepinize çok teşekkür ediyoruz.
OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) – Affedersiniz, bir şeyi hemen açıklayayım. Ben bugünkü oturumu yönetiyorum sadece. Bizde bir Başkanlık sistemi yok.
USAK HUKUK ARAŞTIRMALARI MEKEZİ BAŞKANI PROF. DR. İBRAHİM KAYA – Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu USAK olarak davet edildiğimiz için çok teşekkür ediyoruz.
Hakikaten, ülkemizde yeni anayasa yapma sürecinde sivil toplum kuruluşlarının görüşlerinin alınması son derece yerinde, takdire şayan. Hem bir akademisyen hem de bir sivil toplum kuruluşu üyesi olarak bunu açıklamaktan memnuniyet duymak isterim.
Uzunca bir süre geçti, Anayasa’yla ilgili tartışmalar yapılmakta. Bunların kısa sürede meyve vermesini ümit ediyoruz USAK olarak ve gerçekten yeni bir sivil anayasanın yapılmasını canıgönülden arzu ediyoruz. Bunun da bir an evvel yapılması tek dileğimiz. Yapılış yöntemi olarak da en sonunda oluşturulan metnin referandum yolu ile halkın onayına sunulması da teknik açısından olmasını arzu ettiğimiz durum.
Biz, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu olarak daha çok uluslararası hukukla ilgili konular üzerinde duruyoruz ve özellikle siz değerli Komisyonun karşısında uluslararası hukukla ilgili, anayasada bulunmasını arzu ettiğimiz teknik konuları paylaşmak amacıyla buradayız. Özellikle o noktadaki konuları gündeme getirmek istiyorum müsaadenizle. Bunu yaparken de şimdiki Anayasa’mızla da karşılaştırma durumu yöntem olarak kaçınılmaz gibi gözüküyor.
Her şeyden önce, şu andaki Anayasa’mızda tespit ettiğimiz en önemli eksikliklerden bir tanesi uluslararası hukukla ilgili olarak uluslararası hukuka genel bir atıf Anayasa’mızda yok. Anayasa’mızın başlangıç bölümünde, dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip, şerefli bir üyesi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nden bahsediliyor. Bunun dışında genel bir atfı bulmamız mümkün değil. Bazı maddelerde…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Belki 90’da kısmen…
USAK HUKUK ARAŞTIRMALARI MEKEZİ BAŞKANI PROF. DR. İBRAHİM KAYA – 90’ıncı maddede uluslararası anlaşmaların yapılmasıyla ilgili konuda hâliyle uluslararası hukuk var. O özel bir atıf, genel bir atfı bir tespit edemedik. Bunu bir eksiklik olarak değerlendiriyoruz ve birçok ülke anayasasında genel bir atfın olduğunu görüyoruz. Türkiye'nin de eğer anayasamızda bir başlangıç kısmı yer alacaksa orada, yoksa ayrı bir madde olarak uluslararası hukuka da saygılı bir devlet olduğunun anayasamızda belirtilmesini arzu ediyoruz. Bu şekilde uluslararası hukuk kurallarının destek norm olarak kullanılabilmesi açısından çok büyük fayda olduğunu düşünüyoruz, ilaveten de eğer Anayasa Mahkemesi önüne bazı konular gelirse ve bunlar da uluslararası hukuku ilgilendirirse Anayasa Mahkemesi de uluslararası hukuku da dikkate alabilsin.
İkinci husus, siz değerli Komisyonumuzun, milletvekillerimizin dikkatine getirmek istediğimiz husus, uluslararası hukuk ile Türk hukuku ilişkisi anayasamızda çok müphem olarak belirtilmiş. Sevin Toluner gibi hocalarımız İstanbul Hukuktan, başka hocalarımız da bu konu üzerinde durmuşlar daha 1970’li yıllarda yazdıkları yazılarda. Bu müphemliğin de ortadan kaldırılması gerekli gibi gözüküyor.
Uluslararası hukukla iç hukuk ilişkisini anlatan iki tane teorik görüş var. Onlardan bir tanesi, düalist görüş, diğeri de monist görüş. Genellikle bizdeki Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinden hareketle bizim monist görüşe daha yakın olduğumuz söyleniyor ama benim de içinde bulunduğum bazı akademisyenler orada “usulüne göre yürürlüğe konulmuş” ibaresinden uluslararası hukukun iç hukuka aktarılmadıkça bir anlam ifade etmeyeceğini belirtiyorlar ve düalist görüşün de söz konusu olabileceğini söylüyorlar. Yargıtay da, 21’inci Daire, her iki görüşü de benimseyen içtihatlara sahip. Dolayısıyla, bunu netleştirilmesi önemli gözüküyor bizler açısından.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Model öneriniz var mı Hocam?
USAK HUKUK ARAŞTIRMALARI MEKEZİ BAŞKANI PROF. DR. İBRAHİM KAYA – Yok, yani şu şekilde yazarsak olur gibi söyleyebileceğimiz öyle bir önerimiz yok ama zaman içerisinde onu biz geliştirip e-maille yazılı hâle getirip ulaştırabiliriz.
Başka önemli konu uluslararası hukuk, Türk hukuku ilişkisiyle yakından ilgili, o da uluslararası antlaşmaların Türk hukukundaki yeri. Terminolojiyle ilgili sorunlar var, uluslararası hukukçular da onu çözmüş değil, en azından Türkiye’deki literatürde “konvansiyon” tabiri geçiyor, “anlaşma” tabiri, “andlaşma”, “d” ile “antlaşma”, “t” ile, “sözleşme” tabiri, birçok tabir var. Bunlar arasında, uluslararası hukukçular henüz bir çözüm geliştirebilmiş değiller. Bizim Anayasa’mızda da “andlaşma” tabiri var “d” ile. Onun bile üzerinde ittifak olmadığını görüyoruz.
“Antlaşmalar Türk hukukunun üzerinde midir yoksa onlarla eşit midir, durum nedir?” diye baktığımızda Anayasa’mızın 90’ıncı maddesinin son fıkrası, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olduğunu söylüyor. Bununla birlikte, bu kadar da basit değil çünkü bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesinde dava açmak mümkün değil. Eğer kanun hükmünde olsalar dava açmak mümkün olabilecekti. Demek ki kanunlardan farklı bir yerdeler. 2004 yılında yaptığı bir değişiklikle yüce Meclisimiz, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağını hükme bağlamış. Dolayısıyla, genel kural, milletlerarası antlaşmaların kanun hükmünde olması, her ne kadar Anayasa Mahkemesine bunlar aleyhine başvurmak söz konusu olmasa bile ancak özellikle insan hakları alanındaki konularda milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınacağı ve kanunların üzerinde olduğu şekliyle ortaya çıkıyor, 2004 yılında yapılan düzenlemeden bu şekilde anlaşılıyor. Bu eklenen cümlede birtakım sorunların olduğunu biz düşünüyoruz. Her şeyden önce bu cümlenin arka planında sanki bizim iç hukukumuzun uluslararası hukukun altında haklar tanıyacağı düşüncesi yatıyor. Eğer uluslararası hukuka veya milletlerarası anlaşmalara üstünlük veriliyorsa bu her zaman böyle olmak zorunda değil. Bizim iç hukukumuzdaki düzenlemeler milletlerarası antlaşmalar tarafından tanınan hakların ötesinde hakları da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ve hatta tüm insanlara tanımış olabilirler. Eğer böyle bir durumda lehe olanın uygulanması önemli. Milletlerarası anlaşma hükümlerinin otomatik olarak üstünlük saymak hak kaybına sebep olur diye düşünüyoruz. Bu cümlede belirtilen “uyuşmazlık” tabiri yargı organını çağrıştırıyor çünkü uyuşmazlık ancak yargı organı önünde ileri sürülüyor. Dolayısıyla, milletlerarası anlaşmaların verdiği hakları yargı organları uygulayacak ve tanıyacak gibi bir anlam çıkıyor ancak biz yargı organlarının değil sadece, idarenin de milletlerarası anlaşma hükümlerini uygulayabilmesine imkân tanınması gerektiği düşüncesindeyiz. Dolayısıyla, yargı organları dışında idare de milletlerarası anlaşmanın tanıdığı hakları uygulayabilsin diye düşünüyoruz.
Yeni anayasada belki uluslararası anlaşmaların üstün olduğunun açık bir şekilde ifade edilmesi söz konusu olabilir. Bizim önerimiz bu yönde olacak, yalnız, 90’ıncı maddede anılan bütün uluslararası anlaşmalar için bunun böyle olması şart değil. Özellikle Bakanlar Kurulu kararnamesiyle yürürlüğe giren 90’ıncı maddenin ikinci ve üçüncü paragrafındaki anlaşmalara doğrudan üstünlük tanımak yerinde olmayabilir. Belki, Meclisin nitelikli bir çoğunlukla, bu salt çoğunluk da olabilir 276 veya üçte 2 çoğunlukla uygun bulduğu uluslararası anlaşmaların yasalardan üstün tutulması daha yerinde olur diye düşünüyoruz.
Şu andaki Anayasa’mıza baktığımız zaman genel bir referansın olmadığını söylemiştik. uluslararası anlaşmalar konusu Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde düzenlenmiş ancak örf ve âdet hukukuyla ilgili, uluslararası örf ve âdet hukukuyla ilgili bir düzenleme yok. Uluslararası Adalet Divanı statüsünün 38’inci maddesinde örf ve âdet hukuku da uluslararası hukukun temel kaynaklarından bir tanesi sayılmış. Özellikle ceza mahkemeleriyle ilgili uygulamalarda bu ortaya çıkıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesine ilişkin Roma Statüsünde de var. Dolayısıyla, bizim Anayasa’mızda da uluslararası örf ve âdet hukukuna atfın olması gereklidir diye düşünüyoruz.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Anayasa sorunu olarak mı görüyorsunuz? Hukukun kaynağı sorunu olarak göremez misiniz uluslararası örf ve âdeti? Hukuk kaynağı. İç hukukta monist bir bütün, hukukun küreselleştiğini de varsayın. Niye anayasa sorunu olsun örf ve âdet?
USAK HUKUK ARAŞTIRMALARI MEKEZİ BAŞKANI PROF. DR. İBRAHİM KAYA – Şu, işi belki çözebilir, uluslararası hukuka ilişkin genel bir atıf olursa bunun içerisine örf ve âdet hukukunun da gireceğini bildiğimiz için o, sorunu çözebilir ama hani eksik bırakmayalım. Uluslararası hukuka genel bir atıf olmazsa bari en azında örf ve âdet hukukuna atıf sağlanmış olsun diye değerli dikkatlerinize getirmek istedik.
Önemli konulardan bir tanesi, yine, uluslararası anlaşmalarla ilgili olarak her ne kadar demin bahsettiğimiz 90’ıncı maddenin son paragrafı Anayasa Mahkemesi denetimi kapsamı dışına almış olsa da uluslararası anlaşmaları, uygulamada bunun böyle olmadığını biliyoruz. Anayasa Mahkememiz, uluslararası anlaşmaları denetleme kapsamında özellikle çekincelerle ilgili bunu yapabildiği gibi başka konularla da yapıyor, ciddi örnekleri var. Genellikle organlar yetkilerini genişletme eğilimindeler, çok da yadırganacak bir şey değil. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yüksek Mahkeme kendisini bu tür bir yorumla anayasa mahkemesi hâline getirmişti ve yetkilerini de zaman içerisinde sürekli genişletmişti. Bizde bu fiilî durumun, belki de kaçınılmaz durumun hukuki hâle getirilmesinin yararlı olacağı görüşündeyiz.
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Aktivizmi nasıl meşrulaştırırız Hocam ya?
USAK HUKUK ARAŞTIRMALARI MEKEZİ BAŞKANI PROF. DR. İBRAHİM KAYA – Pardon?
AHMET İYİMAYA (Ankara) – Biz, Anayasa Mahkemesi aktivizmine karşı çıkmalıyız. Yani onu yapıyor diye meşrulaştırma…
USAK HUKUK ARAŞTIRMALARI MEKEZİ BAŞKANI PROF. DR. İBRAHİM KAYA – Karşı çıkmakla onu başarabiliyorsak sorun yok ama başaramıyorsak en azından onun ilkelerini belirlersek belki katkıda bulunmuş oluruz. Özellikle hatırlayacak olursak Türkiye ile Ermenistan arasında akdedilen iki tane, “Akdedilen” demeyelim, parafe edilen anlaşmalar söz konusuydu, Türkiye Büyük Millet Meclisine de sunuldu. Ermenistan’daki süreç bizden farklı işledi. Oradaki Meclis ilk önce anayasa mahkemesine gönderdi, Fransa’da da benzer bir uygulama var. Dolayısıyla, bir ön denetim en azından…
AHMET İYİMAYA (Ankara) – A priori…
USAK HUKUK ARAŞTIRMALARI MEKEZİ BAŞKANI PROF. DR. İBRAHİM KAYA – Evet, apriori denetim belki Anayasa Mahkemesine verilirse faydalı olabilir görüşü içerisindeyiz. Hatta, biraz daha genişletmek a posteriori denetim de vermek mümkün olabilir. Orada da onay sonrası “altmış gün” gibi veya “doksan gün” gibi belirli bir süre verilebilir. Bu da yapılabilecek işlemlerden bir tanesi.
Değerli dikkatlerinize getirmek istediğimiz başka bir husus, dış politikanın yürütülmesi konusu. Aslında, klasik olarak bu, yürütmenin görevi olarak biliniyor. Anlaşmaların uygun bulunması kısmını dışarıda tutarsak, onlar çünkü yasa niteliğinde. Dolayısıyla, yasama organının işlevi. Yürütme organı, Amerika olsa kolay, Başkan yapacak. Klasik parlamenter sistemle yönetilen bir ülke olsa başbakan ve hükûmet yapacak, bakanlar kurulu yapacak dışişleri bakanı marifetiyle ama bizim şu an içerisinde bulunduğumuz sistem özellikle Cumhurbaşkanına birtakım yetkiler tanıyor ve bu yetkiler de klasik parlamenter sistemin ötesinde sembolik yetkiler var ancak sembolik olmayan yetkilerin de olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, burada dış politikanın yürütülmesinde yetkinin Cumhurbaşkanında mı olduğu veya ne kadarının Cumhurbaşkanında ne kadarının Bakanlar Kurulunda olduğunun tespitinin yapılması lazım. Çok zor bir şey tabii, bunu “şu şekilde hemen yapalım” diye sihirli bir formülüzisyon yok. Özellikle halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı seçim meydanlarında eminin dış politikayla da ilgili birçok şey söyleyecektir ama onu gerçekleştirmek için bir kuvveti olacak mıdır olmayacak mıdır? Özellikle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylanmasını kanun yolu ile uygun bulduğu anlaşmayı Cumhurbaşkanı uygun görmezse yani Bakanlar Kurulu kararnamesini imzalamazsa ne olacak? Önemli bir sorun olarak kısa dönemde olmasa bile uzun dönemde belki Türkiye gündemine de gelebilir. Özellikle Meclisteki çoğunluk ile Cumhurbaşkanı ayrı siyasi görüşlerden geliyorsa bir sorun olarak ortaya çıkabilir diye düşünüyoruz ama az önce de ifade ettiğim gibi, “Çok basit, hemen şu şekilde yapalım.” gibi bir çözüm önerisine de maalesef sahip değiliz ama en azından bu noktaya da işaret etmiş olalım.
Uluslararası mahkemelerin yargı yetkisiyle ilgili olarak, Uluslararası Ceza Mahkemesiyle ilgili olarak Anayasa’mızda düzenleme var. Türkiye henüz taraf olmamasına rağmen, ileride taraf olduğu zaman bu düzenleme uygulanacak. Başka uluslararası mahkemelerin de zaman içerisinde kurulması söz konusu olabilir. Bunlar özellikle ad hoc mahkemeler de olabilir, Birleşmiş Milletlerin Güvenlik Konseyi vasıtasıyla kurabileceği mahkemeler. Dolayısıyla, Anayasa’daki, Uluslararası Ceza Mahkemesiyle ilgili spesifik durumun genel uluslararası mahkemeler şeklinde genişletilmesinin yararlı olabileceği kanısına sahibiz.
Bir başka nokta, bizim Anayasa’mızda eksikliğini gördüğümüz, hukuksal hukuk açısından baktığımızda, sığınma hakkı konusu. Anayasa’mız tarafından güvence altına alınmış bir konu değil sığınma hakkı konusu. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de geçmiyor. Sığınma talebi reddedilenler daha çok Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde bulunan işkence ve zalimane tutuma uğramama konusu üzerinden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat ediyorlar. Eğer kişilerin iade durumu söz konusu ise ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de bu maddenin ihlali ile ilgili olarak Türkiye aleyhine birçok karar da verebiliyor. Türkiye'nin taraf olduğu 1951 tarihli, mültecilerle ilgili konvansiyonda da sadece Avrupa’dan gelenleri mülteci olarak kabul ediyor, çekinceye sahip, Avrupa dışından gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor. Dolayısıyla, uluslararası hukuk nezdinde çağdaş bir Türkiye açısından eksiklik olarak düşünüyoruz biz bu noktayı. Sığınma hakkının anayasal güvence altına alınması şart diye düşünüyoruz.
Burada akla gelebilecek bir şey, toplu sığınma durumlarında ne olacağı, belki bugünlerde de yaşadığımız bir nokta. Geçici koruma mekanizması ile bu durum atlatılabilir. Sığınma hakkını bir ülkenin tanıyor olması, kendisine karşı kitlesel göçü olduğu gibi kabul edeceği anlamına gelmiyor. Kosova kriziyle ilgili olarak geçici koruma önlemleriyle Avrupa Birliği ülkeleri göç yönetimini sağlamışlardı.
Bir başka nokta uluslararası hukukla ilgili olarak, şu andaki 1982 Anayasa’mızın 138’inci maddesi. Burada yargıçların Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verecekleri açıklanmış durumda. Bizler uluslararası hukukun da buna ilave edilmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz. Her ne kadar Anayasa’nın 90’ıncı maddesi kanunlarla uluslararası anlaşmaları eşit saysa da ve hâlihazırdaki 138’inci madde uluslararası hukuku yargıçların uygulamasına imkân verse de uygulamada özellikle biz, hâkimlerimizin çok çekingen davrandığını görüyoruz. Buraya uluslararası hukuku da eklemek mümkün olabilir. Böylece, hâkimlerimizin, yargıçlarımızın uluslararası hukuku içtihatlarında kullanmaları teşvik edilmiş olur.