Deniz Binbaşı Ali Kabûli Bey, isyanın başlangıcında kendi askerlerinin asilerle birleşmesini önlemişti. Hatta bu konudaki konuşmasında, “Padişah, ancak, millet olursa vardır. Milleti mahvetmek isteyenleri bu toplarla kahretmek boynumuzun borcu olmalıdır.” Demiştir. Ancak bu sözler, Kabûli Bey’in linç edilmesine sebep olmuştur. İsyanı tahrik ve teşvik edenler, askerleri bu konuda yönlendirmiş ve Kabûlî Bey’in sözü dönüp dolaşıp Sarayın topa tutulacağı şekline dönüşmüştü…
Padişah II. Abdülhamit Ali Kabûlî Beyi görmek istemesi üzerine huzura getirilmişti. Kaptan, Padişahı askerce selamladı; “Padişahım, şikâyetleri iftiradır, hakaretleri de iftiraları gibi teşvik eseridir” diyebildi. Heyecandan daha fazla konuşamadı. Abdülhamit pencereden elleri ile işaret ederek iki asiyi çağırdı. Padişah Başkâtibi Cevat Bey bu laubali hareketi beğenmeyerek Padişah’a, “Zât-ı şahanenize bunlarla görüşmek yakışmaz.” Dedi. Bu ihtar üzerine Abdülhamit; “Bizi yatağımızda yatarken niçin yaksınlar, sormayalım mı?” Cevabını vermişti…
Sonuçta Binbaşı Kabûlî Bey, Yıldız Sarayının önünde asilere katılan kendi erleri tarafından Padişah Abdülhamit’in gözleri önünde delik deşik edilerek öldürülmüştü. Şeriat kurbanı olarak cesedi de saray ağaçlarından birine asılmıştı. Artık İstanbul’a asi neferler hâkimdir. Hürriyet şarkılı plaklar kırılır. Açık gezen kadınlar tehdit edilir. “Kahrolsun mektepli zabitler, yaşasın alaylılar”, “Çok şükür şeriatı kurtardık” şeklinde bağırmışlardır. Ayaklanma sırasında köprü üzerinde vurulan İlyas ismindeki mektepli bir subayın (Mülâzım/Teğmen), cesedi 24 saat ortada kalmış, arabacılar ya korkudan, ya da taassuptan dolayı bu subayın cesedini taşımayı reddetmişti.71
Ayaklanan askerler, ayaklanma sırasında Zaptiye Nezaretinin karşısındaki kadınlar İttihat Terakki kulübünün kapılarını kırıp yirmi musiki aleti ile mobilyaları parçalamışlardı. Bunları yaparken, arada kümeler halinde Yıldız’a uğrayıp istediklerini kabul ve kendilerini affettiği için Abdülhamit lehine sevgi ve teşekkür gösterileri yapıyorlardı. Abdülhamit de pencereye çıkıp onların gösterilerine karşılık veriyordu. 72
Ayaklanmanın Anadolu’ya da yayılması
Gericilerin İstanbul’daki ayaklanmaları Bursa, Erzincan, Erzurum ve Adana vilayetlerine de sıçramıştı. Özellikle Doğudaki gelişme önemliydi. Çünkü Erzurum ve Erzincan askeri birliklerin yoğun olduğu yerlerdi. Oradaki ayaklanma büyüdüğü takdirde bütün Doğu, asilerin kontrolüne girecek, zaten idareyi ele almak için bekleyen İttihad-i Muhammedi Cemiyeti teşkilatına Osmanlı Devletinin kaderi teslim edilmiş olacaktı…
13 Nisan 1909 (31 Mart) günü Erzincan’daki birliklerde ayaklanan askerler, sancaklarına Kur’an-ı Kerimi bağlayıp silahlarıyla kışlalarından çıkarak önce koşu alanında toplanmıştı. 15-20 Tabur arasındaki bu asi kuvvetlerin kumandanı bir süvari Başçavuşu idi. Başlarında subayları yoktu. Ancak geri planda Erzurum Tümen Kumandanı Yusuf Paşa tarafından destekleniyordu. İsyancıların elebaşlısı olan Başçavuş, koşu alanına gelen 4ncü Ordu Kumandanı Müşir İbrahim Paşaya tüfeğini doğrultunca İbrahim Paşa, kamçısıyla başçavuş’un suratına defalarca vurmuş ve ayaklanan askerlere büyük gözdağı vermişti. Bu suretle ayaklanmanın önüne geçinebilmişti…
Erzurum’daki birliklerde de meydana gelen ayaklanma bastırılmış, isyana destek veren Erzurum Tümen Kumandanı Yusuf Paşa İstanbul’a gönderilerek Örfi İdare Mahkemesince idama mahkûm olmuştur. Erzincan’da bulunan 4nü Ordunun isyancılara katılmamasında dolaysıyla isyanın kısa bir sürede bastırılmasında 4ncü Ordu Kumandanı Müşir İbrahim Paşa ile Yüzbaşı Kemalettin Sami Bey’in rolleri büyük olmuştur. 73
14 Nisan 1909’da (ayaklanmanın ikinci günü) Bursa’da hocalar ve şeyhlerle birlikte binlerce insan ellerinde yeşil bayraklarla telgrafhane önünde toplanarak İstanbul’daki isyancıları desteklediklerine dair İttihadı Muhammedi ye Cemiyetine ve Kıbrıslı Derviş Vahdeti’ne telgraf çekmişlerdi. 74
Meclisi Mebusan ve Vekiller Heyeti, dindar adamlardan meydan gelmelidir.
İstanbul Beyazıt Camii hocalarından olan Ahmet Rasim Efendi, yanında 15 silâhlı isyancı asker bulunduğu halde, 14 Nisan 1909 tarihinde Mecliste, milletvekillerinin karşısında yaptığı konuşmada özetle;
“ Yeni yetişme bazı kimseler var. Maalesef milletvekilleri içinde de var. Bunlar, Hıristiyanlara kuvvetli görünmek için memleketi gâvurlaştırmak istiyorlar. Yeni kız lisesi bu maksatla açılmıştır. Mektepte Fransız’la, İslam kızı bir arada okuyacak, kardeş olacakmış. Bu fikir, İslam Hıristiyan, Hıristiyan da İslam olsun demektir. Şeriata aykırıdır böyle okuma. Bunlar İslam birliği yerine Osmanlı birliği koymak istiyorlar. Osmanlılık nasıl olurda çeşitli unsurları birleştirebilir? Asker tarafından söylüyorum: Meclisi Mebusan ve Vekiller Heyeti, dindar adamlardan meydana gelmeli diyorlar. Ve isimlerde söylüyorlar. Bu askerlerden hiçbirisinin (asi) cezalandırılmaması lazımdır. Böyle şeye katiyen gidilemez.” 75 Demiştir.
Hassa Ordu Komutanı Mahmut Muhtar Paşa İngiliz elçiliğine sığınıyor
Zamanın ikdam gazetesinde yer alan bir yazıya göre, isyandan birkaç gün evvel, askerlere, subayları tarafından “Hocalara katiyen görüşmeyeceksiniz. Askerlikte diyanet aranmaz. Allah’tan başka kimse tanınmaz. Padişah ve ahali, İttihat ve Terakki Cemiyetinin elindedir.” Diye ifade edilmiştir… Bu arada Volkan gazetesi ise, isyandan birkaç gün önce bazı askerlerin, subaylarını şikâyet için Babıâli’ye (hükümete) gidip Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ile görüşmek için müracaatta bulundukları, fakat paşanın bunlara aldırış etmediği haberine yer vermiştir. Her iki gazetenin de o günlerde yaptığı yayınlarla, askerleri, subaylarına karşı tahrik ederek ayaklandırmaya çalıştığı anlaşılmaktadır…
İstanbul’da isyan eden ve çoğunluğu askerler ile yobaz softalardan oluşan 3000 kişilik çapulcuya karşılık Mahmut Muhtar Paşa komutasındaki 30.000 kişilik Hassa Ordusu harekete geçirilemediği gibi bu kuvvetlerin de bir kısmının asilere katılmaları önlenememiştir. Hatta asilerin baskısı ile Mahmut Muhtar Paşa istifa etmiş, konağı asiler tarafından abluka altına alınmıştır. Mahmut Muhtar Paşa, bu kritik durumda komşusu olan bir İngiliz’in evine kaçmış, oradan da İngiliz sefaretine (elçilik) sığınmıştır… Hâlbuki bu isyanı bastırma görevi Hassa Ordusu Komutanı bulunan Mahmut Muhtar Paşaya düşüyordu. Gerçi Mahmut Muhtar Paşa yayımladığı bir emirde, askerlerin kesinlikle İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve benzeri cemiyetlerle ilgilerini kesmelerini emretmiş, Alay ve Tabur imamlarına da askerlere nasihatte bulunmalarını tavsiye etmişti. İşte bu yüzden asiler tarafından Mahmut Muhtar Paşa da hedef seçilmişti…
Bu gelişmeler karşısında büsbütün şımaran ve cesaret alan asiler, zapt edilmez bir çılgınlık içerisinde birçok gazete idaresi ile matbaayı tahrip etmişler, ellerindeki listeye göre kelle aramaya çıkmışlardır. Bu zemini kendisi için fırsat bulan Derviş Vahdeti de gazetesinde yazdığı yazılarla isyanı durmadan körüklediği gibi bir yandan da basın yolu ile yobaz kesimin desteğini sağlamaya çalışmıştır. 76
HAREKET ORDUSUNUN GÖREVLENDİRİLMESİ
Harekât Ordusu Selanik’ten İstanbul’a hareket ediyor
31 Mart İsyanı haberi 13 Nisan 1909 günü Selanik’te bulunan İttihat-ı Terakki Cemiyeti merkezine ulaşırken, bir gün sonra da başka bir telgrafla Selanik’teki III. Ordu Merkezine ulaştı. Başkentteki (İstanbul) isyan haberini alan III. Ordu Komutanı bulunan Mahmut Şevket Paşa 77 başkanlığında Selanik Askeri Kulübesinde (ordu evi) yapılan toplantıda ordu tarafından gerekli tedbirlerin alınması konusunda görüş birliğine varıldı. İstanbul üzerine sevk edilmesi düşünülen ordunun başına Selanik 11. Redif Fırkası (yedek Tümen) Komutanı bulunan Ferik (Korgeneral)) Hüseyin Hüsnü Paşa (1852–1918) Hareket Ordusunun 78 ilk komutanı olarak görevlendirildi. Ayrıca bu Ordunun Kurmay Başkanlığına da Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’in getirilmesi kararlaştırıldı.79
Hareket Ordusu komuta heyeti Yeşilköy’de. Demir yolu üzerinde çantasına haritasını yerleştiren Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’dir.
Hareket Ordusu komuta heyeti toplu bir halde (1909)
Ayaklanmayı bastırmak üzere Mahmut Şevket Paşa komutasında oluşturulan ve komutanlığını Hüseyin Hüsnü Paşa, Kurmay Başkanlığını ise Kolağası (Yüzbaşı) Mustafa Kemal (Atatürk)’in yaptığı Hareket Ordusu, 14 Nisan 1909 tarihinde Selanik’ten İstanbul’a doğru hareket etmişti. Çatalca da toplanan Harekât Ordusunun 18 Nisan 1909 tarihi itibariyle toplam mevcudu 15.000 civarında idi. III. Ordu Selanik 17nci Alayına mensup tahminen 1200 kişilik tabur 18 Nisan 1909 günü Çatalca’dan Hadımköy’e (Boyalık) geldi. (Kroki-1) Kurmay Binbaşı Muhtar Bey komutasında olan bu birlikler, Hadımköyü’ne geldiklerinde ordu öncüsü olarak görevlendirilerek Isparta kule mıntıkasını tuttular. II. Ordudan 12. Alaya mensup Tabur da Yüzbaşı Kazım Karabekir komutasında Hadımköy’e gelmişti. Harekât Ordusunun keşif kolunu teşkil eden Jandarma müfrezesi,19 Nisan 1909 günü Küçük Çekmece’den hareketle bu günkü Yeşilköy istasyonunu işgal etmişti. Hemen akabinde Hareket Ordusu da Yeşilköy’e gelmişti. 80
Harekât ordusu birliklerinin İstanbul’a giderken takip ettikleri güzergâh (Kroki-1)
Arnavut mebusu İsmail Kemal İngiltere’nin müdahalesini istiyor
Asilerin lideri, eski Trablusgarp Valisi, Arnavut asıllı İngiliz dostu Arnavut Mebusu olan İsmail Kemal; Hareket Ordusunun İstanbul’a girmesini önlemek amacıyla büyük devletlerin elçilikleri ile yapmış olduğu temas ile ilgili olarak özetle (19 Nisan 1909);
“…Oturmakta olduğum otele gelerek kendileri ile konuştuğum Alman temsilci Melferrich ile diğer devlet temsilcilerinden durum hakkında görüşlerini öğrendim. Bunlar, işlerin bu kerteye gelmesini Padişahın akılsızca hareket etmiş olmasına bağlıyorlar. Ve karşılaşmakta bulunduğumuz güçlüklerden bir çeşit memnunluk duyuyorlardı. Rus elçisi Zinoviçev de harekete geçmek taraflısı değildi. Padişahın ve Nazırlarının kendilerini bunalmaktan kurtarmanın bir çaresini aramaları gerektiğini söyledi. Bundan sonra Sir Gerald Lowthen’i (İngiliz) görmeye gittim. Ve kendisi ile konuştum. İngiliz Hükümetinin müdahalesi konusunda ki teklifimi kesin olarak red etmedi, fakat böyle bir teklifi kimin yapacağını sordu. Padişahın yapması için çalışacağımı söyledim. Bunun yeteri kadar etkili olmayacağını söyledi. Bu takdirde teklifin Sadrazam tarafından yapılmasını temin edeceğimi söyledim. Elçi böyle bir durumda ne yapılabileceğini düşüneceğini ifade etti.” Demiştir…
İsmail Kemal, bundan sonra Sadrazam Tevfik Paşayı görmüş, İngiltere’nin müdahalesini istemesi için ikna etmeye çalışmış fakat muvaffak olamamıştır. Tevfik Paşa, Selanik’ten İstanbul Polis Müdürüne kendisinin tutuklanması için bir telgraf gelmiş olduğunu haber vermiş ve vakit varken başının çaresine bakmasını öğütlemiştir. Bunun üzerine İsmail Kemal, İngiliz Elçiliği’ne sığınarak korunmasını istemiştir. İngiliz Elçisi de bu sadık kulunu, İngiliz bayrağı taşıyan bir vapurla Yunanistan’a kaçırmıştır. 31 Mart Ayaklanmasının başlıca kışkırtıcılarının İstanbul’dan kaçması, mevcudu 40.000 kadar olan isyancı askerleri gerçek liderlerinden yoksun etmiştir. 81
Harekât Ordusunun genç kurmayları
Ayaklanmayı bastırmak üzere Selanik ve Edirne’den gelen Hareket Ordusunun sevk ve idaresini üstlenen meşrutiyet ve özgürlük yanlısı kurmay subayların rolleri son derece önemli idi. Selanik’teki III. Ordu bölgesinden gelen askerlerin sevkiyatında; Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal (Atatürk), Kurmay Binbaşı Ali Fethi (Okyar), Kurmay Binbaşı (Hafız) İsmail Hakkı Bey ile Kurmay Binbaşı Enver (Paşa), Kurmay Yarbay Cemal (Paşa), Kolağası Resneli Niyazi, Kurmay Binbaşı Muhtar Bey gibi komutanlar görev almıştı. Ayrıca Edirne’de bulunan II. Ordu sevkiyatında ise Kurmay Yüzbaşı Kazım Karabekir, Kurmay Yüzbaşı Ali Fuat (Cebesoy), Kurmay Yüzbaşı İsmet (İnönü), Kurmay Yüzbaşı Refet (Bele), Kurmay Yüzbaşı Hüseyin Rauf (Orbay), Kurmay Yarbay Fevzi Çakmak (Paşa), Albay Vehip (Kaçi), Kurmay Yüzbaşı Ali İhsan (Sabis) Beyler gibi ilerde önemli görevler alacak olan subaylar bulunuyordu.82
Harekât Ordusu Komutanı ve Kurmayları: Oturanlar, Ortada Mahmut Şevket Paşa, sağında Ali Rıza (Sedes) Paşa, solunda Hüsnü Paşa arkadakiler: soldan 2nci; İsmet bey (İnönü), ortada Hafız Hakkı bey, yanında Enver bey (paşa)
İrtica hareketine karışmış olan askerler, Osmanlı Ordusunu utanca düşürmüştür
19 Nisan 1909 günü Hareket Ordusu adına Hüseyin Hüsnü Paşa tarafından İstanbul’da Erkânı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) İzzet Paşaya ve İstanbul halkına hitaben bir telgraf çekildi. Bu telgrafta özetle;
“İstanbul’daki irtica hareketine karışmış olan askerlerin 600 yıldan beri lekesiz bir itaat ve namusu taşımakta olan Osmanlı Ordusunu pek büyük utanca düşürdüğünü ve bu lekenin derhal silinmesi için II. ve III. Ordudan tertip edilmiş olan birliklerin Küçük Çekmece ve Yeşilköy’e gelmiş olduklarını… Kendilerini aldatıp ‘Şeriat İsteriz!’ diye isyana sevk edenlerin cezalandırılması için alınacak tedbirlere hiçbir şekilde karışmayarak, Hareket Ordusu mensuplarını öz kardeşleri gibi bilmelerini, aralarına karışıp kendilerini isyana sevk etmiş olanları ise subaylarına haber vermeleri ” Belirtilmiştir…
Ayrıca aynı gün Hareket Ordusu Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa, Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından kaleme alınmış olan bir beyanname neşredilmiştir. Bu beyannamede özetle;
“ … Millet; yıllardan beri zulmeden istibdat kuvvetini parçalayarak meşru Meşrutiyet Hükümetini kurdu. Anayasamızın ayaklar altına alınmak istenildiğini gördü. Bu alçakça hareketlere sebep olanları cezalandırmak üzere İstanbul’a yürümeye karar verdi. İlk icra kuvveti olmak üzere işte bizi, İstanbul surları karşısında gördünüz, bu Hareket Ordusunu buraya gönderdi… Fazilet heyeti olan ulema iftiharımız, baş tacımızdır. Fakat hainlikle adi ve şahsi menfaat elde etmek maksadıyla yalandan ilmiye kisvesine bürünerek ve şerefli İslâm dinini küçümseyip alay konusu haline getirmekten çekinmeyerek fesat yaymaya kalkışan birtakım hafiyeler ve menfaatperestler, elbette kanun ve şeriat hükümlerine göre muamele görmekten kurtulamayacaklardır.” 83 Şeklinde ifade edilmiştir.
Yukarıda belirtilen bu beyannamenin, gazetelerde bazı komutanlar tarafından Hareket Ordusuna mukavemet edilmesine dair padişaha teklifte bulunulmuş ancak, Padişah Sultan II. Abdülhamit, bu teklif üzerine, “Paşalar! Ben Halife-i İslam’ım; Müslüman’ı Müslüman’a kırdıramam!” 84 Diyerek bu teklifi kabul etmemiş, hadiseyi tarafsız bir seyirci gözüyle takip etmiştir.
İstanbul’da sıkıyönetim ilan ediliyor
21 Nisan 1909 günü 1nci Mürettep Fırka (Tümen) Kurmay Başkanı Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’in imzasıyla 1 Numaralı Ordu Emri yayımlandı… Bu emrin önemli olan birinci maddesi ; “Hareket Ordusu, görevini sadece askeri yönden yapacaktır. Politik konular ve bu konuda İstanbul ile görüşme yapmak şimdilik görev dışıdır. Hiçbir rütbe sahibi, hiçbir kimse ile bu konuda konuşmaya ve Hareket Ordusunun kuruluşu dışında herhangi bir şahsın bu göreve katılmasına müsaade edemez.” 85 Şeklindedir.
Hareket Ordusunu öteden beri Selanik’ten idare etmeye çalışan III. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa, komutayı devralmak üzere 21 Nisan 1909 günü Selanik’ten İstanbul’a hareket etti. Mahmut Şevket Paşa, İstanbul’dan hareketinden önce şimdi bir Yunan kenti olan Serez’den, Osmanlı Meclisi Vükelâya (vekiller) bir telgraf çekerek, memleketi bu sıkıntılardan kurtarmak amacıyla II. ve III. Orduların müşterek olarak harekete geçtiklerini bildirdi. Telgrafta özetle;
“İstanbul’da askerlerin hemen hepsi isyana katılmış olduğundan bu askerlerin İstanbul’da kalması halinde şehrin asayişinin bozulacağından, Padişahı koruyacak bir miktar asker bırakıp geri kalanının terhisini, III. Ordudan bir Fıkranın (Tümen) Davut paşa ve Rami kışlalarında ikametini… İstanbul’un asayiş ve inzibati için yalnız polis ve jandarmanın istihdamını, İstanbul’da sıkıyönetimin ilan edilmesini, ileri sürülen şartların kabul edilmemesi halinde müdahalede bulunabileceğini…” 86 Belirterek bütün liva (Tugay) merkezlerine bildirdi.
İsmet İnönü’nün hatıraları
İsmet İnönü’nün Harekât Ordusunun teşkili ile ilgili olarak hatıralarında;
“…3.Ordudan (Selanik) 2.Orduya (Edirne) gelen haberler, süratle bir askeri kuvvetin İstanbul’a sevkini teklif ediyordu. Teşebbüsü eline almış olan Selanik’teki 3ncü Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa ile Edirne’deki 2nci Ordu Kumandanı Salih Paşa, “Harekât Ordusu” namı altında bir büyük kuvvetin tertip ve sevkinde mutabık kaldılar. Selanik’ten Hüseyin Hüsnü Paşa (Ferik-Korgeneral) kumandasındaki tümen ve gönüllülerden mürekkep kuvvete, Edirne’den Şevket Turgut Paşa (Mirliva-Tuğgeneral) kumandasında bir tümen eklenmişti. Teşkil edilen Orduya Mahmut Şevket Paşa kumanda edecekti. Bu kuvvetler, süratle hazırlanarak trenle İstanbul civarına sevk edildiler…
Mahmut Şevket Paşa’nın erkânıharbiyesinde Mustafa Kemal Bey ve Şevket Turgut Paşa’nın erkânıharbiyesinde de Kazım Karabekir Bey vardı. Üç dört gün içinde Hareket Ordusu İstanbul’a girdi. Hareket Ordusu kıtaatı, Beyoğlu’nda Taksim Kışlası’na ve Taşkışla’ya barınmış olan asi askerlerle çok şiddetli ve kanlı bir suretle çarpışmışlardır. İki taraftan masum pek çok kurban verilmiştir. Kışlalar işgal edildikten sonra Harekât Ordusu kıtaları, İstanbul’un mühim yerlerini temizlemişler ve Yıldız Saray’ının etrafını emniyete almışlardır. Ben bu sırada Edirne’den gelerek Şevket Turgut Paşa’nın mahiyetine katıldım. O esnada Mebusan ve Ayan, Yeşilköy civarında toplanarak II. Abdülhamit indirilmesine ve yerine Reşat Efendi’nin, Mehmet V. Olarak geçirilmesine karar vermişlerdi.” 87 Demiştir.
Kazım Karabekir’in hatıraları
Kâzım Karabekir’in Hatıralarında 31 Mart Ayaklanması İle ilgili olarak;
“…İstanbul’un meşrutiyet aleyhtarlarının, gerek sarayın gerekse dış düşmanlarımızın teşviki ile bir irtica yaparak meşrutiyet taraftarlarını boğmak isteyeceklerini hiçbir zaman düşüncemden uzak tutmadım. Edirne’de (II. Ordu) toplu bulunan üçüncü Fırka (Tümen) erkânı harpliğine (Kurmay Başkanlığı) geldim. İlk iş olarak İstanbul’dan gelmiş olan alaylı zabitler komutasındaki taburları mektepli ellere verdim…
Edirne’ye irtica haberi geldiği zaman (İstanbul’dan) her tarafta büyük bir şaşkınlık başladı. Çünkü haftalardan beri alınan haberler irtica’ın Trakya’da da çıkacağını gösteriyordu. İttihat ve Terakki merkezinde bulunan arkadaşlar ki bir kısmı zabitti (subay), etrafıma toplanarak vaziyetin vahimliğini ve bunun karşısında benden medet beklediklerini söylediler… Bizim evde toplanmıştık. Burada İsmet (İnönü), Jandarma Yüzbaşı Rafet, Topçu Yüzbaşı Sabri, sivillerden Faik Beyler de vardı. Topçu Yüzbaşı Sabri Bey’le Faik Bey’in İstanbul’a kıyafet değiştirerek gönderilmesine karar verdik. Birkaç da açık şifre (kod) verdik…
Ertesi gün bu arkadaşlar “annem hastadır” yani “irtica müthiştir, hareket lazım”dır şifresini verdiler. Derhal kuvvetleri ve kıtaları hazırladık. Fırka’nın (Tümen) kumandanı Tevfik Paşa İstanbul’da izinli idi. Liva (Tugay) kumandanı Şevket Turgut Paşa’ya kumandayı almasını teklif ettim. Memnuniyetle kabul ettiler. Ordu kumandanı (II. Ordu) Salih Paşa vaziyetten pek endişeli idi. Evvelâ kendisinin hapsedilmesini sonra hareket edilmesini söyledi. Kendisine;
-Paşam bu hareketi yapacağız, askeri mertebe silsilesini bozmak istemiyoruz. Fakat mecbur kalırsak bunu da yapacağız. Çünkü mahvolacak yalnız meşrutiyet değil, bütün mektepli zabitler, sonra da bütün millet ve vatandır. Değil hareketimiz için taraftar olmamak, ordunun başına geçmek sizin için büyük bir vazife ve bir şereftir. Kıtalar trene binmek üzeredir- dedim… Selanik’te üçüncü ordu erkânı harbiye’ sine fırkamızın (Tümen) hareket etmekte olduğunu (İstanbul) bildirdik…
3 Nisan 1325 (1909) günü ilk trene on ikinci alayın iki taburu ile ben de binerek Çatalca’da indik. 4 Nisan sabah 6’da orada bulunan üçüncü ordunun (Selanik) ilk treni ile gelen Erkânı Harp (kurmay) Muhtar Bey’le (Şehit Muhtar Bey) iki ordunun cephesini taksim ettik. İstanbul cephesini üçüncü ordu kıtaatı ile kendisi, Beyoğlu ve Yıldız cephesini de sol cenahı alarak ikinci ordu kıtaatı ile ben temine karar verdik…
Askerlerimiz arasında İstanbul’dan gelen sarıklı, kisveli insanların ve gazetelerin zehir saçtığını görünce bu kabil insanları tevkif, gazetelerini de yaktırdım. Yapılan propagandanın en zehirlisi İstanbul’da öldürülen zabitlerin sünnetsiz olduğunu yaymaya çalışmalarıdır…
Beyoğlu ve Yıldız’a karşı emrimizdeki mürettep (teşkil edilmiş) ikinci fırka (Tümen) gönderildi. 10 Nisan da fırkamız Silahtar ağa civarında toplandı. Ve asilerin toplu bulunduğu Taşkışla ve Taksim kışlalarına karşı hareket ve Yıldız’ı tarassut (gözetme) etmek üzere vaziyet aldı.11 Nisan’da her iki kışla da şiddetli müdafaaya başladı. Bunun uzun sürmesi Yıldız askerini ve Abdülhamit’i cesaretlendirebilirdi.88 Demiştir…
Kazım Karabekir, hatıralarının devamında ise;
“… Teşvikiye camiinin önüne geldik. Fırka (Tümen) flamasını da diktik. Vaziyeti tetkik ederken üçüncü orduya mensup bir batarya kumandanı telaşla yanıma gelerek bana; – Bataryamın vaziyeti fecidir. Yıldız askerleri silahlı olarak geldiler, topların üzerine oturdular, ‘ateş ettiğiniz din kardeşlerinizdir, ne yapıyorsunuz’ diye bağrışmalar ve tekbir getirmeleri bizim askeri şaşırttı… Batarya elimizden çıkmıştır. Askerlerimiz de Yıldız askeri ile anlaşarak asiler tarafına geçmelerinden korkarak şaşkın bir halde geldim – dedi…
Fırka Kumandanı Şevket Turgut Paşa’dan müsaade alarak batarya komutanı ile birlikte batarya’nın yanına yürüdüm. Batarya, Taşkışla karşısında yer almıştı. Yıldız askerlerinden bir kısmı etrafımızı sararak; - Günah değil mi? Din kardeşlerini birbirine vurduruyorsunuz. Taşkışla’dakiler de İslam değil mi? – dediklerinde bende; Ey din kardeşlerim. Sebep olanlar Allah’ın gazabına uğrasınlar. Biz hudutları boşalttık da buralara geldik… Bizim zabitlerimiz de askerlerimiz de elhamdülillah hepimiz İslâm’ız. – Biz de İslâm’ız elhamdülillah – diye bağrışmalar başladı. Bu arada Arap kısrağına binmiş bir çavuş da peyda oldu. Tüfeği yok, belinde kasaturası var. Elebaşı Hamdi Çavuş imiş… Ben kendilerine bölük emini Ahmet vasıtasıyla şunları söyledim;
…İstanbul askerlerinin arasına bazı Ermeniler sarık sararak asker elbisesi giyerek karışmışlar. Ordumuzu fesada vererek memleketimizi mahvetmek için zabitlerimizden birçoklarını da öldürmüşler. İşte Taşkışla’daki avcı taburlarının arasında bunlardan birçokları var. Bunları bize avcı neferleri gelip haber verdi. Biz Taşkışla’daki Ermenilerle müsademe ediyoruz dedim. Bunun üzerine bölük emir’i Ahmet de; (asilerin temsilcisi) – Efendim, ah… Bilseniz padişahımız (II. Abdülhamit) ne iyi insandır. Bu sabah Yıldız’a gittik, vallahi kendi eliyle bize kulüp sigaraları dağıttı, hepimize evlatlarım diye iltifat etti. İstersen sen de gel gidelim, padişahımızla konuş, bak ne mübarek bir zattır - dedi. Bende buna karşılık;
… Gördünüz mü böyle bir padişah Taşkışla’da ki askerlere, gelen arkadaşlarınıza ateş edin der mi? Bizim vazifemizin ne olduğunu padişahımız da bilir. Çünkü bize o emretti de koşup geldik. İçinizdeki sünnetsizleri (Ermenileri) ayıracağız. Aranıza asker kıyafetli bir düşman girdiğini siz ne biliyorsunuz? Hani sizin zabitleriniz. Düşmanlar hep zabitleri öldürüyor da sizin hala bir şeyden haberiniz yok. Benim kumandanım bir paşadır, şurada, caminin önünde. Mademki zabitleriniz yok, çavuş, onbaşı da o demektir. Kimlere itimadınız varsa seçin beraber gidelim onunla (paşa ile) konuşsunlar. Sonra birlikte padişahımıza da gidip işi anlatsınlar. Biz gelinceye kadar siz burada topların yanında durun, Topçu zabitine de emir veriyorum biz gelmeden ateş etmesin…
Bu teklife razı oldular. Hamdi Çavuş, Bölük emini Ahmet ve diğer iki çavuş (asilerden) daha seçtiler. Bunlarla ben fırka (Tümen) karargâhına geldim. ‘Paşam Yıldız askerlerini idare eden çavuşlar bunlardır. Bağlayın bunları’ diye zabitlere ve neferlere haykırdım. Müthiş bir hücumla bunların ellerinden silahlarını aldık. Ellerini arkalarına bağladık. Hemen Harbiye mektebindeki karargâha hapsedilmek üzere zabit kumandasında bir müfreze ile sevk ettik…
Dostları ilə paylaş: |