47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə31/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   72

"Kardeşlerim, bu günlerde biri Risalet-ün Nur talebelerine, diğeri bana ait (Medeniyetçilere)(80) iki mesele ihtar edildi. Ehemmiyetine binaen yazıyorum:

BİRİNCİ MES'ELE: Birinci Şua'da iki-üç ayetin işaratında Risalet-ün Nurun sâdık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehl-i cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde, kuvvetli bir

beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük mes'eleye ve çok kıymettar işarete tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim. Çoktan beri muntazırdım. Lillahilhamd "iki emare" birden kalbime geldi.

Birinci Emare: İman-ı tahkiki, ilmelyakinden hakkalyakine yakınlaştıkça, daha selbedilmiyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: "Sekerat vaktinde, şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip, tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise, yalnız akılda durmuyor.. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki; Şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor..."

Osmanlıca Kastamonu –1 s: 392.

(80) Burada, bu kelimenin mevzu ie münasebeti ikinci mesele iledir, ki asılda mevcuttur. A.B.

1078


Bu iman-ı tahkikinin vüsûluna vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol, ehass-ı havassa mahsusdur, İman-ı şuhudîdir

İkinci yol: İman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur'anî bir tarzda akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkal-yakin derecesinde bir kuvvet ile zaruret ve bedahet derecesine gelen ilmelyakin ile hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir. Bu ikinci yol; Risale-i Nurun esası, mayesi, temeli, ruhu ve hakikatı olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risale-i Nur, hakaik-i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-i mümkin ve muhal ve mümteni' derecesinde gösterdiğini görecekler.

İkinci Emare: Risalet-ün Nurun sadık şâkirdleri, hüsn-ü akibetlerine ve iman-ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki; O duaların içinde hiç biri kabul olmamasına akıl imkân vermiyor. Ezcümle, Risale-i Nurun bir hâdimi ve bir tek şâkirdi, yirmi dört saatte Risale-i Nur talebelerinin hüsn-ü akibetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risale-i Nur talebelerine ettiği dualar içinde, hiç olmazsa, yirmiotuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü akibetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duayı en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.

Hem Risale-i Nurun talebeleri bu zamanda her cihetten, ziyade hücuma maruz iman hususunda birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, masum lisanlarıyla dualarının yekûnü öyle bir kuvvettedir ki; rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza mecmu’u itibariyla reddedilse, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i iman ile kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünki her bir dua umuma bakar ...(81)"

"...Size Risalet-ün Nurun kerametinin bu havalide zuhûr eden çok tereşşuhatından bir iki hadise beyan ediyorum:

Birisi: Hatib Mehmed nâmında ciddî bir ihtiyar talebe, İhtiyar Risalesini yazıyordu.. Ta birinci ricanın ahirlerinde ve merhum Abdurrahman'ın vefatının tam mukabilinde kalemi LAİLAHE İLLAHU yazıp ve lisanı dahi LÂİLAHEİLLALLAH diyerek hüsn-ü hatimenin hatemıyle sahife-i hayatını mühürleyip; Risalet-ün Nur talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur'aniyeyi vefatiyle imza etmiş. Rahmetullahi aleyhi rahmeten vâsi’ah...(82)"

(81) Kastamonu-1, S: 25

(82) Aynı eser, S: 34

1079

2- NURLAR MANEVÎ İLAÇ OLDUĞU GİBİ, MADDETEN DE BAZEN ŞİFA VE İLÂÇ OLDUKLARI



"...Savlı Ahmed'in mektubunda, Risale-i Nurun okumasını Hüsrev'in hastalığına ilâç olduğu gibi, pek çok defalar da, hatta geçen müthiş hastalığımda gelen doktora okudum, hem ona hem bana ilaç olduğunu gördük. Evet, manevî deva olduğu gibi, bazen maddî ilaç da olur...(83)"

"...Çoktan beri benim hususî bir virdim ve hiç kaleme alınmıyan ve mesleğimizin dört esasından en büyük esası olan şükrün, en geniş ve en yüksek mertebesini ihata eden ve bende çok defa maddî ve manevî hastalıkların bir nevi' şifası olan ve ism-i A'zam ve besmele ile dokuz ayat-ı uzmayı içine alan.. Ve ondokuz defa şükür ve hamdi a'zamî bir tarzda ifade ile tahmidatın adetleriyle o eşyanın lisan-ı hal ile ettikleri hamd ve senayı niyet ederek o hadsiz hamdlerin yekûnünü kendi hamdleri içine alarak azametli ve geniş bir tahmidname ve teşekkürname ve sekinedeki Esma-i sittenin muazzam yeni dersini izhar etmeye sebeb olmasıdır...(84) ”

NURUN HİZMETİNDE BULUNAN TALEBELERİN

PROBLEMLERİ HAKKINDA

FIKHÎ VE ŞER'Î SUALLER:

"...Sabri kardeş! Sabırlı ol, ehemmiyetsiz ve zararsız vehmî ve asabi hastalığına ehemmiyet verme. Şifaya dua edilmekle beraber, zararsız, hatarsızdır. Çünki eğer hatarat-ı seyyie ise, ayinede temessül eden pislik, pis değil.. ve ayinedeki yılan sureti ısırmaz.. Ve ateşin timsali yakmaz.

Öyle de, kalbin ve hayalin ayinelerinde rızasız, ihtiyarsız gelen pis ve çirkin ve küfrî hatıralar zarar vermezler. Çünki ilm-i usulde:

"Tasavvur-u küfür küfür değil.. Ve tahayyül-ü şetm, şetim olmaz." Hasene ise, nuranî olduğundan, tasavvur ve tahayyülü dahi hasenedir. Çünki ayinede nûranînin timsali ziya verir, hasiyeti var. Kesifin misali ölüdür, hayatsızdır, tesiri yoktur.

Eğer sair teellümat-ı ruhaniye ise, sabre, mücahedeye alıştırmak için Rabbanî bir kamçıdır. Çünki emn ve ye'sin vartasına düşmemek hikmetiyle, havf ve reca muvazenesinde sabır ve şükürde bulunmak için "Kabz, bast" haletleri, Celâl ve Cemal tecellisinden intibah ehline gelmesi, ehl-i hakikatça medar-ı terakkî bir düstur-u meşhurdur...(85)"

(83)os- Kastamunu-1 S: 315

(84) Osmanlıca Kastamonu-2, S:494

(85) Aynı eser, S:92

1080

KUR'ANIN HIFZI VE RİSALE-İ NUR YAZISI HAKKINDA:



"...Bu defa mektubunuzda; Hıfz-ı Kur'ana çalışmak.. ve Risale-i Nuru yazmak, bu zamanda hangisi takdim edilse daha iyidir?

Sualinizin cevabı bedihidir. Çünki bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur'anındır.. Ve her harfinde ondan, binler sevab bulunan Kur'anın hıfzı ve kıraati her hizmete takdim ve müreccahdır. Fakat Risale-i Nur dahi o Kur'an-ı Azimüşşanın hakaik-i İmaniyesinin burhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur'anın hıfız ve kıraatıne vasıta ve vesile ve hakaikını tefsir ve izah olduğu cihetle; Kur'an hıfzıyla beraber ona çalışmak elzemdir...(86)"

FIKHÎ BİR MES'ELE:

"...Sorduğunuz mes'ele, Ulema-ı Şeriat cevab vermiştir. Hayvanat birer istihale makinası olduğundan, yedikleri pis şeyi temizlettirir. Yalnız pis şeyin kokusu gelse, mekruh demişler...(87)"

YİNE ŞER'Î BİR MES'ELE:

"...Bana benziyen bir dost ki, rü'yada üstadıma benim suretimde görünmüş.. Üstadımızın yanına geldi, dedi ki: "Ayının yağını toplıyanlardan alıp müezzin ve tesbih yapan bir adamın tavsiyesi ile, mühim bir adama her sabah hastalığı için yutmasını nasıl görüyorsun?"

Üstadımız da; Rü'yada güldüğü gibi aynen öyle gülmüş. Birden rüya hatırına gelip, o acib ve aynı aynına tabiri kemal-i taaccüb ve hayretle karşılayıp ona demiş: "Sakın isti'mal etmesin...(88)”

BU ZAMANDA HELAL VE HARAM MAL MES'ELESİ:

"...Ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl fark edilmeyecek bir tarza gelmiş ve şüpheli mal hükmünde ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyyeden, helâl olmak için miktar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye bu mecburî belâya riyazet-i şer ‘iye nazarıy la bakmaktır...(89)"

(86) os Kastamunu-2 -1, S:137

(87) Aynı eser, S:177

(88) Aynı eser, S: 222

(89) Aynı eser, S: 266

1081


ŞER'Î BİR MES'ELE HAKKINDA:

"Sabri kardeş, hastaya Cenab-ı Hak şifa versin. Öteki mesele, Hanefî mezhebinde haml mani değil.. Yalnız vaz'-ı haml ile iddet biter. Fakat haml vaktinde talâk menhidir...(90)"

İSLÂM'IN YEDİ RÜKNÜ VE ZEKÂT HAKİKATÎ:

Aziz sıddık kardeşlerim, Nur fabrikasının sahibi, Birinci Şua'ın dördüncü ayeti bahsinde; Hakikat-ı İslamiyetle beraber yedi esası parlak bir surette ispat edildiği cümlesine dair soruyor ki:

"Erkan-ı İslâmiyeyi beş biliyoruz... Hem vücub-u Zekât rüknü risalelerde ne surette izah edildiğini soruyor?

Elcevab: İslâmın rükünleri başkadır, hakikat-ı İslâmiyetin esasları yine başkadır. Hakikat-ı İslâmiyetin esasları, altı erkân-ı İmaniye ile ve esas-ı ubudiyet ki İslâmın beş rüknü olan "SAVM, SALÂT, HAC, ZEKAT, KELİME-İ ŞAHADET" mecmuunun hülâsasıdır. Risale-i

Nur altı rükn-ü imaniye ile bu esas-ı ubudiyeti isbat edip cilvesine mazhariyeti muraddır.

Vücub-u zekâtın izahından murad ise, zekâtın teferruatı, tafsilâtı değil.. Belki zekâtın hayat-i ictimaiyede derece-i lüzumunu ve ehemmiyetli kıymetini isbat etmiş demektir. Evet Risale-i Nurdan evvel yazdığımız risaleler de, hem Risale-i Nurun müteaddit yerlerinde vücub-u zekâtın hayat-ı ictimaiyede ne derece ehemmiyetli olduğu kat'iyyen ve vazıhan isbat edilmiş demektir.(91)"

ZEKÂT İLE ÖŞÜR AYNI ŞEYLER OLDUĞU

HAKKINDA ÜSTADIN FETVASI

"Kardeşim! Öşür, şer'î zekâttır. Zekât ise, mustahaklaradır...(92)"

Not: Hanefi Ulemasının bir kısmı zekât ile öşrü birbirinden ayırmışlar. Hatta öşrü zekâta dahil etmemişlerdir. Hazret-i Üstad ise, ikisinin de zekât olduğunu Bedreli Sabri Hoca'ya bu şekilde işaret edip bildirmiştir.

KUR'AN HİZMETİ İÇİN İCAB ETTİĞİ ZAMAN RUHSATLA AMEL EDİLEBİLECEĞİ HAKKINDA :

"Sâbri kardeş! İmamet vazifesinde Risalet-ün Nura zarar yok. Ruhsatla amel niyetiyle şimdilik çekilme!.. (93)"

(90) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 422

(91) Aynı eser , S:422

(92) Aynı eser S: 536

(93) Aynı eser S: 7

1082

CUMA GÜNÜNE RAST GELEN KURBAN BAYRAMI HACC-ÜL EKBER OLDUĞU HAKKINDA



"... Cuma gününe rast gelen bu bayram, çok kıymettar olan Hacc-ı ekber olduğundan, Hacca bu sene gidenler çok kazanmışlar. Cenab-ı Hak bizi de onların hayırlı dualarına hissedar eylesin amin.(94)"

FAKİR OLAN NUR TALEBELERİNİN ZEKÂTI ALABİLECEKLERİ HAKKINDA

"... Herkes bir ahlâkta olamaz. Bazıları meşru dairede rahatını istese de itiraz edilmemeli. Zarurete düşen bir şâkirt, zekâtı kabul edebilir. Risale-i Nurun hizmetine hasr-ı vakteden rükünlere ve çalışanlara zekâtla yardım etmek de Risale-i Nura bir nevi hizmettir. Hem yardım edilmeli. Fakat hırs ve tama' ve lisan-ı halle de istemek olmamalı. (95)"

"...Müdekkik ve muhakkık, Sabrinin, "la ve neam" ile cevab istediği meselesine : " Her zamandan ziyade, bu acib ihtikârdan zaruret-i kat'iyeye düşen fakirlere ve miskinlere, zenginler zekât ile imdatlarına koşsalar, bire yüz kazanırlar. Bu maddi musibetin bir çare-i yegânesi zekât-ı şer'idir (96)"

BİR MÜSTAHAB OLAN NAMAZLARIN ARKASINDAKİ TESBİHİN EHEMMİYETİNİ BEYAN EDEN HAZRET-İ ÜSTAD'IN ÇOK MUHİM BİR İKAZI:

"... Kardeşlerimizden birisinin namaz tesbihatında tekasül göstermesine binaen dedim :

Namazdan sonraki tesbihatlar, Tarikat-ı Muhammediyedir (A.S.M) ve Velâyet-i Ahmediyenin evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür.

Sonra bu kelimenin hakikati böyle inkişaf etti: Nasıl ki Risalete inkılab eden Velâyet-i Ahmediye (A.S.M) bütün velâyetlerin fevkindedir.. Öyle de, o velâyetin tarikatı ve o velayet-i kübranın evrad-ı mahsusası olan namazın akabindeki tesbihat, o derece sair tarikatların ve evradların fevkindedir.

(94) ) Osmanlıca Kastamonu Lahikası-1 S 445

(95) Osmanlıca Kastamonu Lahikası-1 S:470

(96) Osmanlıca Kastamonu-1, S: 408

1083


Bu sır dahi şöyle inkişaf etti:

Nasıl zikir dairesinde bir mecliste veyahut hatme-i nakşiyede, bir mescidde birbiriyle alâkadar hey'et-i mecmuada nurani bir vaziyet hissediliyor. kalbi hüşyar bir zat, namazdan sonra deyip tesbihi çekerken, o daire-i zikrin reisi olan zat-ı Ahmediye Aleyhissalâtu vesselâmın muvacehesinde, yüz milyon tesbih edenler, tesbih elinde çektiklerini manen hisseder. O azamet ve ulviyetle der.

Sonra,ser-zakirin emr-i manevisiyle ona ittibaen dediği gibi, o halka-i zikrin ve çok geniş dairesi bulunan hatme-i Ahmediye Aleyhissalâtü vesselâmın dairesinde yüz milyon müridlerin larından tezahür eden azametli bir hamdi düşünüp, içinde ile iştirâk eder...

Vehakeza ve duadan sonra, otuzüç defa oTarikat-ıAhmediye Aleyhissalâtu vesselamın halka-i zikrinde ve hat0me-i kübrasında o sabık mana ile, o ihvan-ı tarikatı nazara alıp; o halkanın ser- zâkiri olan zat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü vesselâma müteveccih olup:" der, diye anladım ve hissetim ve hayalen gördüm. Demek tesbihat-ı salatiyenin çok ehemmiyeti var...(97)"

Bir hadisin,ahirzamanda Müslümanların göğsünden,bilhassa hıfz-ı Kur’an’a çalışanların göğsünden Kur'an'ın çıktığını ve unutulduğunu beyan eden hakikatini Hz. Üstad şöyle beyan etmektedir

"... Risale-i Nur talebelerinden bir genç hafız, pek çok adamların dedikleri gibi, dedi: Bende unutkanlık hastalığı tezayüd ediyor, ne yapayım?"

Dedim: "Mümkün oldukça namahreme nazar etme! Çünki rivayet var, İmam-ı Şafii'nin dediği gibi: "Haram nazar, nisyan verir"

Evet, ehl-i İslamda nazar-ı haram ziyadeleştikçe, hevesat-ı nefsaniye heyecana gelip, vücudunda su-i istimalât ile israfa girer. Haftada bir kaç defa gusle mecbur olur. Ondan tıbben kuvve-i hafızasına za'af gelir.

Evet, bu asırda açık saçıklık yüzünden, hususan bu memalik-i harrede o su-i nazardan, su-i istimalât umumî bir unutkanlık hastalığını netice vermeye başlıyor. Herkes cüz'î-külli o şekvadadır. İşte, bu umumî hastalığın tezayüdiyle; Hadis-i şerifin verdiği müthiş bir haberin te'vili ucunda görünüyor. Ferman etmiş ki: "Ahir zamanda hafızların göğsünden Kur'an nez'ediliyor, çıkıyor, unutuluyor."(*)

(97) Yeni Yazı Kastamonu S: 87

(*) Hadisin kesin mehazları için Bkz: R.N.K. kaynakları 2. baskı , Sh: 860

1084


Demek bu hastalık dehşetlenecek, hıfz-ı Kur'ana sed çekilecek, o hadisin te'vilini gösterecek...(98)”

Ve daha bu kabil problemlerden olan fıkhi, ahlakî ve ruhî meselelerden takva meselesi ve riya meselesi gibi, halledilmiş meseleler Kastamonu hayatındaki mektuplarında çok vardır. Bu mes'elelerin numunelerinden kısa birer parağraf verdiğimizle iktifa ediyoruz.

RİSALE-İ NUR HAKKINDA TECELLİ EDEN RAHMET VE İNAYET CİLVELERİ İLE NUR HİZMETİNİN KIYMETİ HAKKINDA.

".. Üç gün evvel hediyeniz Kastamonu'ya geleceği anında, rüyada görüyorum ki, terfi-i makam ve rütbe için bizlere ferman-ı şahane, ma'nevî bir canibten geliyor. Kemal-i hürmetle ellerinde tutup bize getiriyordular. Biz baktık ki; O ferman-ı âli, Kur'an-ı Azim-üş Şan olarak çıktı. O halde iken, bu mana kalbe geldi: "Demek Kur'an yüzünden Risale-i Nurun şahs-ı manevîsi ve biz şâkirtleri bir terfi' ve terakki fermanını âlem-i gaybtan alacağız!” Şimdi tabiri ise, o fermanı temsil eden masumların kalemiyle manevî tefsir-i Kur'anı aldığımızdır. (99)"

"... Bu zamanda gayet kuvvetli ve hakikatli milyonlar fedakârları bulunan meşrebler, meslekler bu dehşetli dalâlet hücumuna karşı zahiren mağlübiyete düştükleri halde, benim gibi yarım ümmî ve kimsesiz, mütemadiyen tarassud altında, karakol karşısında ve müthiş müteaddit cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi ondan tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir adam, elbette dalâlete karşı galibane mukavemet eden ve milyonlar efradı bulunan mesleklerden daha ileri, daha kuvvetli dayanan Risale-i Nura sahib değildir. O eser onun hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki doğrudan doğruya Kuran-ı Hakimin bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi, rahmet-i ilahiye tarafından ihsan edilmiş. (100)"

"...Risale-i Nurun hakikatıyla ve şâkirtlerinin şahs-ı manevisiyle tezahür eden fevkalâde imanî hizmetlerin ehemmiyetli bir kısmını biçare tercümanına vermek suretiyle; Ehl-i dünya ve ehl-i siyaset ve avamın ve akikatsızların nazarında birinci derece zannedilen ve hakikat nazarında imana nisbeten ancak onuncu derecede bulunan siyaset-i İslâmiye ve hayat-ı içtimaiye-i ümmete dair hizmeti; Kâinatta en büyük mesele ve vazife ve hizmet olan hakaik-i İmaniyenin hizmetine çalışmasına râcih gördüklerinden, o tercümana karşı arkadaşlarının pek ziyade hüsn-ü zanla

(98) Yeni yazı Kastamonu, S: 133

(99) Osmanlıca Kastamonu,S: 218

(100) Aynı eser S: 330

1085


rı, ehl-i siyasete bir inkılabçı, bir siyaset-i İslamiye fikrini vermek suretinde; Risale-i Nura karşı hayat-ı içtimaiye noktasında cephe almak ve fütûhatına mani' olmak, pek kuvvetle ihtimali vardı. Bunda hem hata hem zarar büyüktür.

Kader-i İlahî bu yanlışı tashih etmek ve o ihtimali izale etmek ve öyle ümit besleyenlerin ümitlerini ta'dil etmek için, en ziyade öyle cihetlerde yardım ve iltihaka koşacak olan Ulemadan ve sâdâttan ve meşayihten ve ahbabtan ve hemşehrilerden birisini muarız çıkardı. O ifratı ta'dil edip adalet etti. "Size kâinatın en büyük meselesi olan iman hizmeti yeter" diye bizi merhametkârane o hadiseye mahküm eyledi...(101) "

"Aziz sıddık kardeşlerim! Risale-i Nurun intişarına ve fütûhatına karşı gelen birisi semavî, biri arzî iki musibete mukabele edecek ayrı bir inayet-i ilâhiye cilvesi görülmeye başladı.

Arzî ve insanî olan musibet; Isparta'da ve İstanbul'da olduğu gibi, Kastamonu'nun havalisinde de ehl-i dalâlet Risale-i Nurun intişarına sed çekmek için halis talebelerin ve ciddî çalışanların şevklerini kırmak ve onlara fütûr vermek için ayrı ayrı tarzlarda umumî bir plân dahilinde taarruz ediliyor. Halislere fütûr veremediklerinden, başka meşgaleler bulmakla çalışmalarına zarar veriyorlar.

Semavî musibet ise: İhtikâr neticesinde hayat ve yaşamak hissi, hissiyat-ı diniyeye galebe çalıp, ekser nâs, midesini, maişetini daima düşünüyor. Hatta ekseri fukara kısmından olan Risale-i Nur talebeleleri bu musibete karşı çabalamak mecburiyetiyle hakikî ve en mühim vazifesi olan neşir hizmetini bırakmaya mecbur oluyor. Hem insanların zihinleri, fikirleri kasden ve bizzat hakaik-i İmaniyeye karşı bu yüzden bir derece lâkayıdlık bir vaziyet almasından, bir tevakkuf devresi gelmesine mukabil; Cenab-ı Hakkın inayet ve rahmetiyle başka bir tarzda Risale-i Nurun intişar ve fütûhatına meydan açmış.

Ezcümle: İstanbul âfakında yüksek ulemadan ALİ RIZA, AHMED SİRVANÎ, ve parlak vaizlerden ŞEMSÎ gibi zatlar Risale-i Nura ciddî ve takdirkârane münasebettarlığa başlamalarıdır.

Hem mühim bir zat teşebbüs ediyor ki; mühim parçalardan bir kısmını Ankara'da büyük rütbeli birisinin(102) muavenetiyle tab'etmek niyeti var...

Velhasıl: Bir kapı kapansa, inayet-i ilâhiye daha parlak kapıları Risale-i Nur yüzünden açıyor, yol gösteriyor...(103)”

(101)Os. Kastamonu-1, sh:410

(102) Bu zat, Albay Muhammed Yümni Bey'dir ki, Ankarâ da Risale-i Nura ait büyük hizmetleri olmuştur. A.B.

(103) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 419

1086


İşte, ancak yüzden bir ikisini kaydedebildiğimiz, Kur'an ve iman hizmetinin Risale-i Nur vasıtasıyla; ihlâs, sadakat ve samimiyet içinde yürütülmesi hususunda, Nur cemaatinin rehberi, kılavvzu olacak dersler, irşad metodları gibi çok nümüneler sıralamak mümkindir. Bunlar nurun meslek ve meşrebini aydınlatıcı, istikamet verici ve yüzlerce dinî ve imanî

mes'elelerin halledici ve tahkim edici ifade ve beyanlarıdır. Bu nokta-i nazardan Kastamonu Lahikası kitabı tek başıyla, İslam'a iyi, sağlam ve mustakim şekilde hizmet etmek istiyenlere, Kur'an hâdimliğ'ini yapmak arzu edenlere, ebedî ölmez bir mürşiddir diyebiliriz.

Bütün irşad, ikaz, terbiye ve tenvir dersleri içinde en mühimi ve göze en çok çarpan tarafı; Hz. Üstadın Kur'an hizmetlerindeki talebelerini siyasî günlük hadiselerle meşgul olmamalarını, bilhassa ve bilhassa tarafgirlik çemberine düşüp de, ona takılmamalarını.. ve ona takılmakla kalb ve akıllarını hakaik-i imaniyeden soğutmamalarını, fikirlerini dağıtmamalarını temin edecek, lâzım gelen her şeyi yazması, her nasihatı etmesi ve tüm ikna', mantık üslublarını kullanmasıdır. Hz. Üstad bu ikazlı dersleri verirken de, evvelâ ve ilk önce kendi nefsinde uygalaması ve bu halini ayan-beyan dost ve düşman herkese göstermesi olmuştur.

2. CİHAN HARBİNDE TÜRKİYE SİYESİLERİNİN TUTUMU VE BEDİÜZZAMANIN DEĞERLENDİRMESİ

Bilindiği üzere,1939 yılı sonlarında başlayıp devam eden ikinci Cihan Harbi, ana ve baş olarak iki devletin harbi şeklinde cereyan etmişti. Bunlardan birisi Alman Devleti, diğeri İngilizler idi. Türkiye bu harblere bilfiili iştirak etmemekle birlikte; zamanın hükümeti, ticaret ve ekonomide Nazi Almanyasıyla ortak idi. Bu ortaklığı da 1930'lardan beri samimi bir şekilde devam ettiriyordu (104) Bu noktadan Türk Hükümeti Alman'ların dostu ve ortağı iken veya öyle olması lâzım iken, fakat harbin başlamasıyla; Alman'larla olan dostluğu zahire göre yürütmekle beraber, perde altında İngiliz'lerin tarafını tutuyor ve siyasetinin tesiri altında onun taraftarlığını yürütüyordu. Bu yüzden Türkiye'deki Müslüman halk, Alman'cı ve İngiliz'ci olarak bir nevi iki kamp halinde ayrılmış durumda idi. Ama İngilizciler hükûmet desteğini açıkça görüyor... Almancılar ise, Hükûmet nazarında müttehem ve zararlı addediliyordu. Hatta Ankara'nın siyasi çevrelerinde "yüz elliler" diye adladırılmış bir grub, Hükümetin siyasetine zıd olarak Alman tarafını tutuyorlardı. Tabiî bu yüz elliler, başta M. Kemalin sonrada İnönü'nün acımasız zulümlerine maruz kalmışlardı. Buna göre bir evde baba

(104)Türkiye’de çok partili politikanın açıklamalı kronolojisi S: 10

1087

İngilizci, oğul Almancı olabiliyordu. Harb sırasında münakaşalar tarafgirlikler son safhada idi.



İşte Hazret-i Üstad o çok heyecanlı, merak-aver harb hadiseleri ve havadisleri içerisinde ve o tarafgirane münakaşaların hüküm sürdüğü günlerde, talebelerini irşad, ikaz ve terbiye etmesini başarmış ve kurtarmıştı. Bu davanın doğru olduğuna delil de Isparta'da, Kastamonu'da, Denizli, İstanbul ve Antalya gibi vilayetlerdeki Nur talebelerinin; dünyayı meşgul eden ve herkesi alık alık hayret ve dehşet içinde harb hadiselerini dinlettiren radyo ve gazetelerin te'sir sahalarının dışında kalarak, yüzlerce, binlerce nüsha Nur risalelerini yazmalarıdır. Hem her yerde Nur talebelerinin o faidesiz, boş, fakat günahlı ve zararlı münakaşa ve tarafgirliklerin dışında kalmış olmalarıdır.

Ancak, burada şunu da hemen kaydetmek gerektir ki; Hazret-i Üstad, Kur'an hâdimleri olan Nur talebelerini fırtınalı siyaset hadiselerinin günlük, basit, faydasız ve fuzulî olan münakaşa ve tarafgirliklerinden kurtararak; İman ve Kur'an hizmetinde nurlu, feyizli sevablı ve tesirli olan istihdamını muvaffakiyetle temin edip gerçekleştirdiği gibi; Küre-i Arzda cereyan eden hadiselerin altında ve neticesinde kaderin hikmet ve esrarını da; kalbinin nâfiz basireti, aklının keskin feraseti ve ruhunun hurdebîn radarıyla araştırmış ve bulmuştur. Aynı zamanda

hamiyet-i İslâmiyenin gerektirdiği sâikle, Kur'ân'ın menfaati ve İslâm dininin maslahatı adına zaman zaman fevkalküll bir şekilde, Kur'an'ın nuruyla mezkûr hadiselerin iç yüzüne bakmış, gerçek mahiyet ve zübdelerini çıkarmış ve iman hizmeti çerçevesinde bazı değerlendirmelerde de bulunmuştur. Fakat Üstad'ın bu değerlendirmelerinin mihrak noktası ise; birer beşer ve insan olarak talebelerinin kâinat ve dünya hadiseleriyle fitrî alâkadarlıklarının zarurî ve hakikî ihtiyaç cihetlerini, gayet hakîmane, üstâdane ve mürşidane; ve Kur'an hizmetine fayda verecek bir şekilde beyan etmiş ve talebelerinin ve diğer ehl-i imanın asıl hakikî ve fitrî merak ve ihtiyaçlarını da böylece gidermiştir.

Hazret-i Üstad'ın bu irşad metodu, bu terbiye usulü hakikat olarak benzeri yok bir tarzdadır. Zira bütün herkesi hatta Ulema ve takva ehlini de, avam halk gibi günlük ve boğucu, sersem edici harb hadiselerinin propagandalı neşriyatı ortasında bir çeşit mütehayyir ve sarhoş etmişken; Hazret-i Üstad çok şiddetli ve kesretli îkaz ve ihtarlarla Nur talebelerini o dumanlı, sersem edici ve boğucu havanın atmosferinden çekip, çıkarıp, uzaklaştırdıktan sonra; dönüp birer insan olarak onların asıl hakikî ihtiyaç noktalarını ve gerçek merak cihetlerini -Risale-i Nurun hizmet çizgisinden ve gayesinden saptırmadan- yağdan kıl çeker gibi, sâkin ve temiz bir hava içinde, o hadiselerin Müslüman halk ve özellikle Nur talebelerine hakikat

1088

olarak temas eden faydalı yönlerini ilmî ve mantıkî değerlendirmelerden geçirdikten sonra beyan etmişlerdir.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   27   28   29   30   31   32   33   34   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin