47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə33/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   72

Ben bir buçuk senedir, dünyaperestlerin o musibetten vaziyetlerini ve sefahatlarını ve Harb-ı Umumi safhalarını kat'iyyen bilemiyordum. Fakat iki sene evvelki vaziyetleri bu sûre-i kudsiyenin manay-ı işarî tabakasından tokatlar, tam tamına onların başlarına iniyorlar ve sûrenin bir manay-ı işerisini tam tefsir ediyorlar...

Evet bu tokattan pür-şer beşer şirkten şükre girmezse ve Kur'an'a tarziye vermezse, melaike elleriyle de ahcar-ı semaviye başlarına yağacağını bu sûre bir mana-yı işariyle tehdit ediyor.(117)"

ZELZELELER HAKKINDA

Hazret-i Üstad Bediüzzaman Kastamonu da iken, Türkiye de bir kaç dehşetli zelzele vuku buldu. Bunlardan en büyüğü 27-28 Aralık 1939'da vuku' bulan Erzincan ve İzmir zelzeleleridir. Bu zelzelelerde Erzincan mah

(117) Osmanlıca Kastamonu-2 S: 432-435

1098


voldu, kırkbin ölü verdi. İzmir'de de büyük tahribat vuku' buldu.

20 Haziran 1943 Adapazarı ve Geyve civarında da müthiş bir zelzele oldu. Büyük zayiatlar oldu. Hazret-i Üstad, bu zelzelelerin ehl-i dalâlet ve tuğyanın dalâletleri yüzünden bir eser-i gazab-ı ilâhi olarak vuku' bulduğunu, fakat içinde masumların yanmasını da; kendilelerinin şehid, mallarının sadaka olduğunu yazdı. Hatta Erzincan zalzelesi münasebetiyle kaleme almış olduğu küçük bir risalecik, Ondördüncü Söz'ün zeyli olarak ilhak edildi. Bu mevzu'da talebelerine yazdığı bir mektupta da şöyle diyordu:

"... Size bu defa, bu zelzele münasebetiyle hem insî hem manevî taraftan sorulan beş-altı küçük suallere gayet kısa cevablar gönderiyorum. Ondördüncü Söz' ün ahirindeki bahse bir tetimmedir.(118) O cevablar dahi hem manevî ihtar ile, hem mühim noktalarda beni sükûta mecbur etmek ile hissettim ki size faydası var.(119)"

Erzincan zelzelesi münasebetiyle yazılmış parçadan sadece son ve yedinci sual ve cevabı yazıyoruz:

"Yedinci Sual: Bu hadise-i arziye, bu memleketin ahali-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef ittihaz etmesi ne ile anlaşılıyor? ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?..

Elcevab: Bu hadise hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazan'ın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması, hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi, çok emarelerin delâletiyle bu hadise ehl-i imanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor.

Biçare Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sasmasının iki vechi var:

Biri: Hataları az olmak cihetiyle, temizlemek için ta'cil edildi.

İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı iman muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mağlub olmak fırsatıyla, ehl-i zendekanın orada te'sirli bir merkez-i faaliyet te'sis etmeleri cihetiyle en evvel oraları tokatladı, ihtimali var...(120)"

20 Haziran 1943'de Adapazarı ve civarında vuku' bulan zelzeleyi de Üstad şöyle değerlendiriyordu:

"Medar-ı ibret ve hayret bir hadise:

Risale-i Nur'un erkân-ı mühimmesinden bir zat yazıyor ki: Adapazarı

(118) Bu bahis ğibi birde 1930'larda lzmir civarında vuku' bulan bir zelzele münasebetiyle yazılmış ve "Gafil kafaya bir tokmaktır" başlığıyla ondördüncü Söz'e ilhak edilmiş bir parça daha vardır. A.B.

(119) Osmanlıca Kastamonu-1 S: 23

(120)Ondördüncû Sözün Zeyli

1099


zelzelesinin aynı gününde, zelzeleden bir kaç saat evvel, umumî ve herkese göstermek için bir büyük tiyatro teşekküliyle ve oyuncu kızlarından dört güzelini çırılçıplak olarak alayışla çarşı ve pazarda gezdirerek o cazibelere kapılan, tiyatro binasında toplanan bin kişiden fazla seyirciler, oyun başlarken birden bire arz kemal-i hiddet ve gayzla onların hayasız yüzlerini dehşetli tokatladı, mahvedip zir ü zeber etti.. Ve o binayı hâk ile yeksan eyledi.

Ben dünyanın bu nevi hadiselerinden iki senedir hiç haberim yoktu, bakmıyordum. Fakat bu günlerde hem Hüsrev hem kahraman Çelebî zelzeleden haber vermeleri.. Ve Hüsrev ve rüfekasının kanâatiyle Isparta'nın gürültülü zelzelesi karşısında, Risale-i Nur'un kuvvetli bir kalkan olmasıyla hiçbir zarar vermemesi.. ve Risale-i Nura muarız bir hocanın bütün hasılatını mahveden dolu o muarıza hâs kalması, başkalarına ilişmemesi bir derece kanaat verir ki; ekser vilâyetlere giren ve Adapazarı'na girmiyen Risale-i Nurun ehemmiyetli bir esası olan tesettür şiarını bu derece açık ihanetiyle, Risale-i Nur onların yardımlarına koşmamış diye yalnız bu hadiseye baktım.

Said-iNursi(121)

Daha sonra, Denizli hadisesi ile hapse giren Nur talebelerinden Hüsrev Altınbaşak, hem bu iki zelzele hadisesini, hem de 27 Kasım 1943 de Corum, Tokat, Amasya ve Kastamonu'da vuku' bulan zelzele hadisesiyle beraber; 1 Şubat 1944'de Bolu, Gerede ve Düzce civarında vuku' bulan zelzeleler hadisesinin her birisi Risale-i Nur ve talebelerine ilişme hadiselerine tevafuk ettiğini ispatlı şekilde yazmış.. Üstad Hazretleri de onu tasdik etmiştir. Yerinde ve sırasında kısmen kaydedilecektir. İnşaallah.

KASTAMONU'DA HÜKÜMET ADAMLARININ BEDİÜZZAMAN'A KARŞI TUTUM VE MUAMELELERİ

Bu faslın başından buraya kadar yer yer kaydettiğimiz Üstad Bediüzzaman'ın fiil, hareket ve hizmet şekillerini ortaya koyan, onun ifade ve beyanlarından şeksiz, şüphesiz anlaşılmış olduğu üzere; O, hükümetin, idarenin, asayişin ve nihayet siyasî hadise ve işlerin tamamen

dışında kalmış olduğu görülmüştür. Hatta Üstad Hazretleri bu gibi şeylerle zihnen meşguliyeti de abes gördüğü halde; ve onun bu hali hükûmet ve idarecilerce de çok yakından ta'kib edilip görülmesine rağmen; Kastamonu'da iken, hükûmet ve idareciler tarafından ona uygulanan muamele ve tecessüs politikasının nümunelerinden ve Hazret-i Üstad'ın bunlara karşı zamanzaman hakikat-i hali dile getiren ifadelerinden bazı örnekler vermek istiyoruz. Bu ifadeler,

(121)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 495

1100

talebelerine hem beray-i ma'lûmât, hem de ders olsun diye kaleme alınmış şeylerdir. Yoksa hükümete herhangi bir müracaatı olmamıştır.



"... En ziyade bize nezaretle, bizimle meşgul ve siyasetle alâkadar mühim bir me'mur yanıma geldi. Ona dedim ki: Bu on sekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiç bir gazete okumadım. Bu sekiz ayda bir defa "cihanda ne oluyor" diye sormadım. Üç senedir, burada işitilen radyoyu dinlemedim. Tâ ki, kudsî hizmetimize manevî zarar gelmesin.

Bunun sebebi şudur ki: İman hizmeti, İman hakaiki bu kâinatta her şeyin fevkindedir. Hiç bir şeye tabi' ve alet olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında o hizmet-i İmaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tabi' veya alet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umum nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'an-ı Hakimin hizmeti bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş. Sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet! Evham edip bizlerle uğraşmayınız!.. Bilâkis teshilat göstermeniz lâzım... Çünkü hizmetimiz, emniyet ve hürmet ve merhameti te'sis ile, hem asayişi, hem inzibatı, hem hayat-i içtimaiyeyi anarşilikten kurtarmaya çalışıp, sizin hakiki vazifenizin temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ediyor... (122)"

"Daimî hizmetinde bulunan Risale-i Nur Şâkirtleri tarafından olan bir suale cevabtır:

"Sual: Bu kadar zamandır hizmetinizde bulunuyoruz. Dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanızı ve merakınızı görmedik. Daima iman ve ahiret dersinden başka bir meşgalenizi görmüyoruz. Öyle anlamışız ki; bu on sekiz senedir vaziyetininiz böyle imiş. Nedendir ki, Isparta'da hiç bir şey yok iken, memleketi heyecana getirip, sizi mahkemeye verdiler(123) ve yüzer, kardeşinizi dört ay mahkeme tetkikatı neticesinde, dünya ile siyaset ile alakaya dair hiçbir şey bulamadılar. Yalnız kendilerini ve mahkemelerini ebedi mahçup edecek bir bahane buldular.. Ve yüzden yalnız beş on adama beş- altı ay ceza verdiler.

Hem burada altı seneden ziyade karakolun nezareti ve nazarı altında, oturduğun odanın pencereleriyle daima senin her vaziyetin karakolca görüldüğü halde, bundan iki üç ay evvele kadar her vakit gizli aşikâr seni tarassud ve kaç defa taharrî etmeleri, dostları senden kaçırmak için tahkikatlarla sana en mühim ve karışık bir siyasetçi gibi bakmaları nedendir? Biz bundan hem müteessir hem mütehayyiriz. Ancak iki üç aydır yanınıza serbest gelebiliyoruz. Evvelde korkarak gizli gelebilirdik. Bu meseleyi bize izah et!"

(122)Osmanlıca Kastamonu-2 S: 260

(123)Eskişehir Mahkemesi demektir. A.B.

1101


Elcevab: Ben de sizin gibi, belki sizden çok ziyade bu vaziyetten hem hayret hem taaccüb ediyordum. Bu sualinizin izahlı cevabı, yirmiyedinci lem'a olan mahkemeye karşı müdafaat lem'asıyla, onaltıncı mektup risalesidir. Şimdilik kısaca bir iki esas beyan ediyorum.

Birincisi: Asayişi te'min ve idare me'murları, inzibat polisleri ve komiserleri bize ve mesleğimize karşı, değil tevehhümkârane taarruz ve evhama düşmek, belki himayetkârane teşvik ve teşçi' etmek vazifelerinin muktezasıdır. Çünki onların vazifelerinin temel taşı: hürmet, merhamet, helâl haramı bilmekle, itaat düsturuyla hayat-ı içtimaiye emniyet dairesinde cereyan edebilir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu esasları te'min ediyor. neticesi de bilfiil görülmüş... Risale-i Nurun en mühim merkezi Isparta ve Kastamonu olduğundan, sair memlekete nisbeten zabıta me`murları insaf ile dikkat etseler, Risale-i Nurun onlara parlak yardımını görecekler. Hem talebelerinde bu kadar kesret ve kuvvet ve hak ellerinde bulunduğu halde, asayişe hiç bir zararı dokunmadığını.. ve talebelerden bin adam, on adam kadar hayat-i içtimaiyeye zarar vermediklerini kalbi bozuk olmıyan görür...

Bu kardeşiniz siz de biliyorsunuz, bu on sekiz senedir o kadar muhtaç olduğum halde; siyasete, hayat-ı içtimaiyeye temas etmemek için hükûmete karşı bir tek müracaatım olmadığını(124) ve bu on sekiz aydır küre-i arzın bu hercü mercinde bir tek defa ne sual ve ne de merak etmek ve ne de anlamak ve ne de medar-ı sohbet etmediğimi, hatta şimdi sulh olmuş mu, harb bitmiş mi, İngiliz ve Alman'dan başka kimler harb ediyor bilmediğimi biliyorsunuz. Hem herkesi geveze ve sersem eden ve üç seneden beri odamdan işitilen radyoyu iki defadan başka ne dinlediğimi ve ne de sorduğumu benimle beraber olan sizler biliyorsunuz. Bu derece bu vaziyetlere karşı alâkasız ve lâkayd bir adamın ta'kib ettiği mesleğe taarruz eden ve evhama düşüp tarassudla sıkıntı veren, ne derece insaftan uzak düştüğünü en insafsız da tasdik eder.

İKİNCİ ESAS: Ey kardeşlerim! Sizler biliyorsunuz ki, bizim mesleğimiz benlik, enaniyet, şan' u şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden halâttan şiddetle içtinab ediyoruz. Elbette burada altı yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki; ben şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum. Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. Benim haddimden fazla mevki' vermeyiniz diye sizden darılıyorum.

(124)Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1926 yılı başlarından 1946 yılı sonuna kadar o kadar haksız yere ta'ciz, tarassud, nefyler ve saire gördügü halde, bir tek defa hükümete "Bu muameleler ne içindir. Neden yapıyorsunuz.? " yahut da "Şu ihtiyaçlarım var, Kanunî şu işlerimi istiyorum" diye hiç bir müracaatta bulunmamıştır. Fakat 1946 dan 1949 a kadar zulüm ve ta'cizler artık Son safhaya geldiği için, hakikat-ı hali beyan eden bezı istidaları varid olmuştur. A.B.

1102


Yalnız Kur'an-ı Hakimin bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına ve ben de onun bir şâkirdi olmak haysiyetiyle, ona karşı tasdikkârane teslimi ve irtibatı şâkirane kabul ediyorum.

İşte bu derece enaniyetten ve benlikten ve şan u şeref nâmı altındaki riyakârlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükûmetin, ehli-i idare ve zabıtanın evhama düşmeleri ne kadar ma'nasız, lü-zumsuz olduğunu divaneler bile anlar.

Kardeşiniz

Said-i Nursi(125)"

"Selahaddin Çelebî, bugün beş ay Ankara'ye bir vazife ile gitmek için buraya geldi. Bir hafiye onu takib edip, o da arkasından girdi. Ben de o casusa (126)-Selahaddin kalktıktan sonradedim ki: Risale-i Nur ve ondan tam ders alan şâkirtleri, değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risale-i Nuru alet edemeyiz ve şimdiye kadar da etmemişiz. Biz ehl-i dünyanın dünyalarına karışmıyoruz. Bizden zarar tevehhüm etmek divaneliktir.

Evvela: Kur'an bizi siyasetten men’etmiş... Tâ ki, elmas gibi hakikatları ehl-i dünya nazarında cam parçalarına inmesin.

Saniyen: Şefkat, vicdan, hakikat bizi siyasetten men' ediyor. Çünkü tokata müstehak dinsiz münafıklar Onda iki ise, onlarla müteallık yedi sekiz ma'sum, biçare çoluk çocuk, zaif, hasta ihtiyar var... Belâ, musibet gelse, o sekiz masumlar o belâya düşecekler. Belki o iki münafık dinsiz daha az zarar görecek. Onun için siyaset yoluyla idareye, asayişi ihlâl tarzında; neticenin husul'u de meşkûk olduğu halde girmek, Risale-i Nurun mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak, hakikat şâkirtlerini men' etmiş...

Salisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükûmet ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nur'a eşedd-i ihtiyaç ile muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adavet etmek, en dinsizleri de onun dindarane, hakperestâne düsturlarına taraftar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola... Çünki bu millet, vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için beş esas lâzım ve zarurîdir:

1- Merhamet...

2- Hürmet...

3- Emniyet...

(125) Osmanlıca Kastamonu-2 S: 275

(126)Bu hadise Denizli hapis hadisesinden iki üç ay önce oldugunu göstermekle beraber, zamanın hükûmeti, içine düştüğü garazlı evham ve planlarını da ihsas ettirmektedir. A.B.

1103


4- Haram, helâli bilip haramdan çekinmek...

5- Serseriliği bırakıp, itaât etmektir.

İşte Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu beş esası temin edip; hem asayişin temel taşını tesbit ve temin eder.

Risale-i Nura ilişenler kat'iyyen bilsinler ki; onların ilişmesi anarşilik hesabına vatan ve millet ve asayişe düşmanlıktır.

İşte bunun hülâsasını o casusa söyledim, dedim ki: Seni gönderenlere böyle söyle. Hem deki: On sekiz senedir istirahatı için hükûmete müracaat etmiyen.. Ve yirmi bir aydır dünyayı herc' ü merc eden harplarden hiçbir haber almıyan ve çok mühim makamlarda çok mühim adamların dostâne temaslarını istiğna edip kabul etmiyen bir adam; Ondan korkup, tevehhüm edip, dünyanıza karışmak ihtimaliyle evhama düşüp tarassudlarla sıkıntı vermekte hangi

ma’na var? Hangi mashalat var? Hangi kanun var?... Divaneler de bilirler ki; ona ilişmek divaneliktir.(127) O casusa dedik. O casus da kalktı gitti..(128)"

ŞEYH ABDÜLHAKİM HADİSESİ VE BEDİÜZZAMAN

Yukarda, Hz.Üstad'ın beyanlarından da anlaşılmış olduğu vechile; zamanın hükûmeti, özellikle Reis İsmet İnönü, Türkiye'de gittikçe Risale-i Nurun revacı ve parlaması karşısında, Üstad'a türlü türlü zulümlü tarassutlar, tecessüs ve tazyiklerin yanında, Risale-i Nurun revacını kösteklemek maksadıyla, zahire göre hükûmet olarak din ile ve din ehli ile bir nevi musalâha etmek.. ve bu maksadla güya din namına ve perdesi altında görünen bazı zındık habislerin eserlerini Risalei Nur'a karşı çıkarıp neşretmek.. Ve bu arada bazı meşhur hoca ve şeyhleri de Risale-i Nur'a karşı çıkararak, tenkid ettirmek gibi plânlar da uygulanmaktaydı.

İşte bunlardan birisi de, İstanbul'da ün yapmış meşhur ve sülale sâhibi Şarklı bir şeyhi Üstad'ın aleyhine geçirmeyi sağladılar. Bu şeyh olan zat, zâhiri sebep olarak, Hazret-i Üstad'ın Birinci Şua'da bazı Kur'an ayetlerinin işarî ve remzî manalarının külliyetinde, cifir ve ebced tevafuklarıyla, bu asırdaki bazı işaretli tezahürlerini istihraç edip beyan etmesini tenkid mevzuu yapmaya başladı.

(127) Üstâd’ın bu cümlesinin bir, zâhirî bir de mâ'nevî mânâsı olsa gerektir. Zâhire göre tamâmen suçsuz ve onların işine ve siyasetine karışmadığı halde, ona ilişmenin boş yere ahmâkâne, beyhûde ve zararlı olduğu için... Mânevi mânâya göre de ; Çünkü obir me’mur-u ilâhîdir. Allah (C.C.) onunla ve onun Risâle-i Nûrûyla bu dini tecdid ve takviye edecektir. Öyle ise, Allah (C.C.)’ın irâdesine karşı gelmek ahmaklıktan, divânelikten başka ne ile târif edilebilir. A. B

(128) Osmanlıca kastamonu-2, s: 452.

1104


Şeyhin kendi mantığına göre güya Hazret-i Bediüzzaman o ayetleri, daha doğrusu Kur'anı kendi keyfine göre tevil edip manalandırıyor diye Üstadın aziz şahsiyetini ta'n etmeye girişmişti. Hatta bu vesileyle Üstadın cinsiyetini, köylülüğünü vesairesini de diline dolayarak gıybet etmeye başladı.

Hazret-i Üstad, bu hadiseye çok müteessir olmuştu. Hem hemşehri, hem sülâle sahibi ve Âl-i Beyte mensub, hem mutasavvıf ve hem de âlim bir zâtın yanlış anlama, Korku evhamı ve hissiyata bina’ edilen bu dehşetli hatasıyla vartaya düşmesinden ziyadesiyle rencide oldu. Hadisenin başlangıcında Hazret-i Üstad bu zatı, şer'î ve ilmî kaideler içerisinde hakikate ve insafa çağırdı ise de, fakat Üstad'ın bu hakperestane mektuplarına hiç kulak verilmedi. Bunun üzerine Hazret-i Üstad şiddetli cevaplar vermeye mecbur oldu.. İkaz etti. Onun akrabası ve Üstad'ın eski talebelerinden Seyid Şefik Hocayı araya koydu. Ancak bu zat, yine de dinlemeden ve Üstad'ın cevablarını okumadan gıybetlerine devam ediyordu. Üstad ise, bu zatın sebepsiz, birden bire böyle ortaya atılmasının maddî- ma'nevî sebeblerini araştırdı ve bazı talebelerini araştırmaya sevk etti. Elde edilen bir çok maddî manevî sebeplerin içerisinde en başta geleni bu idi ki; hadisenin arkasında hükûmetin destek ve plânıyla; hükûmette meb'us bulunan o zatın yakın akrabaları vasıta edilerek, dolap çevrildiğini ve bu plânın arkasının arkasında da, gizli din düşmanı zındık ve habis bazı çevrelerin rol oynadıkları öğrenildi. Yani o zatın şöhretinden ve ünlü şahsiyetinden böyle tuzaklı bir yolda istifade etmek plânını onlar hazırlamışlardı. O zat hem ihtiyar, hem hassas, hem de evhamlı olmasıyla da, o planın onun eliyle tatbik edilmesine çok uygun bulunmuştu. O zata Üstad'ı şöyle intikal ettiriyorlardı: Sözde Bediüzzaman Hazretleri, Türkiye'de Şeyh Said tarzında veya Menemen hadisesi gibi bir ihtilâl hazırlığını yapıyor da, Kur'an'dan da bazı ayetlerin kendisinden haber verdiğini

işaaya çalışıyor diye... Plân, zamanın hükûmetinin desteğiyle de, gizli zındık mülhidlerce, Denizli hadisesinden bir buçuk sene öncesinden hazırlanmıştı. Mübarek şeyhe de o şekilde durum intikal ettirilince; güya kendini ondan teberrî ettirmek ve temize çıkarmak.. ve bu arada mevhum ve hayalî ve asl u faslı bulunmıyan bir siyasî hadisenin müteşebbisi olacak olan Bediüzzaman'ı da kötüleme ile meseleyi halletmek gibi hayalî ve vehmi bir atmosferde didinmeye başladı. Lâkin hadise neticesinde ve her şeye rağmen, hükümetin verdiği evham ve aldatılmışlığının beyhude çabası da, yine onu kurtaramadı. Denizli hadisesinde onu da rahatsız ettiler. Denizli'ye kadar getirdiler ve ifadelerini aldılar ve saire ve saire, Her ne ise ...

1105


İstanbul da, bu zat, i’tiraz-vâri tenkidli ve gıybetli konuşmalarını yapmakta devam etmekte iken, İstanbul’un diğer meşhur âlim ve vâizleri buna cevap vermeye başladılar. Başta Eski Fetva Emini Muğlalı Ali Rıza Efendi, vaiz Ali Haydar Efendi, Mahmud Kâmil efendi, Meşhur Ulemadan Ahmed Şirvanî Hazretleri gibi zatlar ilim, din ve Şeriat noktasında onu susturdular. Zaten Hazret-i Üstad da lâzım gelen cevabları vermiş ve göndermişti. Neticede ilim ve hakikat meydanında o hadise susturulduğu ve söndürüldüğü gibi; Risale-i Nura ufak bir zarar yerine, İstanbul'da Risale-i Nurlar büyük Ulema dairesinde merakla takib edilmesine, okunmasına ve parlamasına vesile oldu.oldukları halde, ehl-i nifak ve dalâlet, meşreblerine zıd olduğu halde,

İşte o hadisenin başlangıcı ve sonucu itibariyle, Hazret-i Üstad'ın çeşitli yönleriyle verdiği ilmî, dinî ve mantıkî cevablarının bazı noktalarını ve o hadisenin sebeb ve mahiyeti hakkında yapılan araştırmalar neticesinde elde edilen delil ve vesikaların bazı cihetlerini derc etmek istiyoruz. Hadiseyi, sadece bir gizli ve sinsi plân neticesinde tahakkuk safhasına konduğu ve arkasında dinsiz zındık komitelerinin plânları bulunduğu hasebiyle (129)" bahse medar ettik. Yoksa, merhum olmuş mübarek âlim ve şeyh ve seyyid ve velî bir zatın ufak bir i'tirazı bir şey değildir. Zaten Hazret-i Üstad da sonunda onunla helâllaştığını bildirmiş ve hadiseyi ta o zaman unutmuştur.

Hadisenin, Denizli hapis hadisesinden tam bir sene önceki vuku'u zamanında Hazret-i Üstad, onu te'sirsiz hale getirmek ve bertaraf etmek için, her zâviyeden ona bakmış ve yirmi kadar umumî ve hususî mektuplarla mukabele etmiştir.

Hadiseyi haber veren Üstad'ın ilk mektubu:

"Aziz sıddık Risale-i Nur şâkirtleri kardeşlerim!

Risale-i Nurun şâkirtlerinin zaif kısımlarına zarar veren, hatıra gelmiyen ihtiyar bir zatın tarafından bir i'tiraz münasebetiyle ve o gibi itirazların esasını kesecek bir hakikatı beyan etmeye mecbur oldum. Evvelce birisine dediğim gibi, bunu tekrar ediyorum:

(129)Aynı bu hadise tarzında hadiseden on altı sene sonra; Urfalılarınn çok hürmet ettiği ve velî olarak tanıdığı ihtiyar bir hocayı C.H.P liler, Risale-i Nur ve Üstad Bediüzzaman aleyhine evhamlandırıp konuşturdular. Urfa'daki zat da âlim, fazıl ve mutasavvıf bir kimse idi. İşte bu zat ta 1958'lerde Urfa'da camilerde, meclislerde Üstad'ın aleyhine konuşmaya başladı, tıpkı İstanbul'daki zat gibi hayali, tenkitler yaptı. Daha önceleri ise, Üstad'a ve talebelerine o kadar,hürmetkârane ve şefkatkârane muamelelerde bulunuyordu ki: herkes hayret ederdi.1958 yıllarında cereyan eden bu hadiseyi Hazret-i Üstad'a mektupla bildirdigimizde: "Benden ona selam söyleyiniz. O mübarek bir zattır. Ondan zarar gelmez." şeklinde cevap göndermişti. Bilâhere bu zatı evhamlandırıp konuşturan C.H.P lilerin plânıyla, o partinin Urfa'da ileri gelenlerinden âlim bir zat, Risale-i Nur'un hakkaniyetine âşinalık peyda ettikten sonra, kendisi

itiraf ederek ve tövbe edip yaptığına nedamet getirerek, bize bizzat şunları anlatmıştı: "Hocayı ben konuşturuyordum. Çünkü bana çok itimadı vardı, Ne dedi isem, aynen kabul ediyor ve cami'lerde konuşuyordu" demişti. Allah her ikisine de rahmet eylesin. o hoca zat, merhum Buluntu Abdurrahman Efendidir. Onu evhamlandırıp, konuşturan zat da, Müderris Muhammed efendidir. A.B.

1106

Hem mucib-i taaccüb, hem medar-ı teessüftür ki; ehl-i hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti zayi' ettikleri ve o ziya' sebebiyle mağlub ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Bu ittifaktan kazandıkları kuvvetle yüzde on iken, doksan ehl-i hakikati mağlub ediyorlar.



Ve en ziyade medar-ı teaccüb ve medar-ı hayret şudur ki: En ziyade muavenet ve teşvik beklediğimiz ve onlar da o yardıma İslâmiyetçe ve meslekçe ve vazifeten mükellef oldukları halde, bize yardım yapmayıp, bilâkis yan1ış anlamasına binaen, Risale-i Nurun hizmetine fütûr verecek bir tarzda mevki-i ictimaîlerinin ehemmiyetine istinaden itiraz etmişler...

Bu aciz kardeşiniz hem o eski dost zata, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki; Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyanın feyziyle, yeni Said hakaik-i İmaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatça bürhanlar zikrediyor ki; değil Müslüman uleması, belki en muannid Avrupa feylosoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.

Amma Risale-i Nurun kıymet ve ehemmiyetine işarî ve remzî bir tarzda Hazret-i Ali'nin (R.A.) ve Gavs-ı Azamın (K.S.) ihbaratı nev'inden Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan dahi bu zamanda bir Mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nura nazar-ı dikkati celbetmesi, manay-ı işarî tabakasından rumûz ve îmaları bulunması, i'cazının şe'nindendir ve o lisan-ı gaybın belağat-ı mu'cizekâranesinin muktezasıdır.

Evet, Eskişehir hapishanesinde dehşetli bir zamanda ve kudsî bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, manevi bir ihtar ile: "Risale-i Nurun makbuliyetine dair eski evliyalardan şâhid getiriyorsun . Halbuki

sırrıyla bu meselede söz sâhibi Kur'an'dır. Acaba Risale-i Nuru, Kur'an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?.. " denildi.

O acib sual karşısında bulundum. Ben de Kur'an'dan istimdad eyledim. Birden otuzüç ayetin manay-ı sarihinin teferruatı nev'indeki tabakatından manay-ı işarî tabakasında; ve o many-ı işarî, many-ı sarihinin altında dahil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu.. ve duhûluna ve medar-ı imtiyazına bir kuvvetli karine bulunmasını, bir saat zarfında hissettim. Ve bir kısmı bir derece izahlı ve bir kısmı mücmelen gördüm. Kanaatıma hiç bir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ben de ehl-i imanın imanını Risale-i Nurla muhafaza niyetiyle o kat'î kanaatımı yazdım ve hâs kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim.


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin