47 Cİld yediNCİ BÖLÜM



Yüklə 2,61 Mb.
səhifə27/72
tarix30.05.2018
ölçüsü2,61 Mb.
#52083
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   72

Evet, her bir hükûmetin bir kanunu, bir usulü var. O kanuna göre ceza verilir. Hükûmet-i cumhuriyenin kanunlarıyla beni ve dostlarımı en ağır cezaya müstahak edecek esbab bulunmazsa, elbette takdir ve mükâfat ve tarziye ile beraber, tam hürriyetimizi vermek lâzımdır. Çünki meydandaki gayet ehemmiyetli hizmet-i Kur'aniyem, eğer hükûmetin aleyhinde olsa; böyle bir senelik ceza bana, bir kaç dostuma altışar ay mahkûmiyetle olamaz. Belki yüz bir sene ve idam gibi ceza bana.. ve en âğır cezaları da benim ciddî hizmetime irtibat edenlere vermek lâzım gelir:

Eğer hizmetimiz hükûmetin aleyhinde olmazsa; o vakit değil ceza, hapis ve ittiham.. belki takdir ve mükâfat ile karşılanmak lâzım gelir. Çünki bir hizmet ki; Yüz yirmi risale o hizmetin tercümanları olmuş.. Ve o hizmetle koca Avrupa Feylosoflarına meydan okuyup, esasları zir ü zeber edilmiş.. elbette o te'sirli hizmet, ya dahilde gayet müthiş bir netice verir.. veyahut gayet nafi' ve yüksek ve ilmî bir semere verecek. Onun için göz boyamak nev'inde ve efkâr-ı ammeyi aldatmak tarzında ve hakkımızda zalimlerin entrikalarını, plânlarını setretmek suretinde çocuk oyuncağı gibi, bana bir sene ceza verilmez. Benim emsalim ya idam olurlar, dar ağacına mûftehirane çıkarlar.. Ve yahut lâyık olduğu makamda serbest kalırlar...

...Hiç bir hadisede görülmemiş bir tarzda umumî bir propaganda, bir entrika ve bir dehşet aleyhimizde döndüğüne delil şudur ki: altı aydır yüz bin dostum varken, hiç biri bana bir mektup yazamadı, bir selâm gönderemedi. Hükûmeti iğfale çalışan entrikacıların ihbaratiyle, vilayat-i şarkiyeden ta vilayat-i garbiyeye kadar her yerde istintaklar, taharriyatlar devam ettiğidir Bu işde bu entrikacıların çevirdikleri plan; benim gibi

1036

binler adamı en ağnr cezalara çarpacak bir hadiseye göre tertib edilmiş.. Halbuki, en âdi bir adamın en âdi bir hırsızlığı gibi bir hadiseyi andıracak bir ceza vaziyetini netice verdi...(72)”



İşte yukarda az bazı bölümlerini nümûne için arzettiğimiz müdafalar ve cevabî müskit izahlar ve mantıkî ve hukukî delil ve ispatlara rağmen, Eskişehir Ağırceza mahkemesi ve zamanın temyiz mahkemesi; Denizli mahkemesi gibi tam hakperestane ve âdilane davranmaya muvaffak olamamış ve kendi müstakil ve bî-taraf olan adalet makamını, yaygaracıların tesirinden ve hâricî baskı ve tahviflerden kurtaramamıştır. Hükümetin prestijini vikaye yolunda ve zındık münafıklara da bir paye vermek, bir kemik atmak nev'inden; Üstad Bediüzzaman'da ve onun beraberindeki talebelerinde ve te'lif etmiş olduğu iman nurlarından ibaret olan risalelerinde, siyasi herhangi bir hareket, bir mülâhaza ve emniyet ve asayişi bozacak herhangi bir davranışın zerresini dahi bulamamışken; fakat bahaneli sebeblerden tutturarak, davayı kanaât-ı vicdaniye ile başka bir maddeye çevirmiş ve küçültmüşlerdi. O da Kur'anın verasete ve kadınların örtünmesine dair bir iki ayetini ilmî ve mantıkî tefsirini muahazeye sebeb göstermişlerdi.

Gülünç Bir Mantıksızlık

Şu acib ve gülünç mantıksızlığa dikkat edilsin ki; Türkiye'de bir taraftan fikir ve vicdan ve kelâm hürriyetinden söz edilir, bir yandan da vicdan hürriyetinin anayasa teminatı altında olduğundan bahsedilir, en acib ve garib bir yanı da Kur'anın kendisi ve umum tefsirleri meydanda ve kütübhanelerde bulunur olduğu halde; Bediüzzaman Hazretleri Kur'an'ın mezkûr ayetlerini tefsir edip, aklî ve ilmî ve mantıkî hikmetlerini yazdığı için; kanunlarla muahazeye tabi' tutulur ve mes'ul gösterilirdi. Bilmiyoruz, dünyanın hiç bir yerinde böyle keyfi bir muamele, kanun namına kanunsuzluk ve mantıksızlık olmuş mu ve görülmüş müdür?..

Lâkin bütün bu işlere rağmen, Eskişehir mahkemesinin gizli ve perdeli de olsa, küçük bir adaletinden söz etmek de mümkündür, şöyle ki:

Türkiye cumhuriyeti hükûmetinin o dönemlerinde, dine ve din ehline çok fazla düşmanlık, kin, küçümseme ve iğbirar varken; din düşmanı zındık komiteler de onun bu tutumundan ve kanunlarının din aleyhindeki es

(72) Os. Lem'alar Sh. 837 Hazret-i Üstad'ın bu gerçek, hakikatlı ve pervasız ifadeleri de göstermektedir ki: Münafık ve zındık din düşmanı komiteler, her yerde dehşet saçan propaganda yapmışlar ki "Bediüzzaman ve talebeleri idam olacaklar!.." diye... Nitekim de bu plân ve emel ile Üstad ve talebeleri Eskişehir hapishanesine yollanmışlardı. Ama "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" darb-ı meseli gibi, Eskişehir hapishanesine doldurulan masumlardan birçoğu iki ay sonra, doksanyedi kişisi ise 3.5 ay sonra tahliye edilmeleriyle, munafıklık ve yalancılıkları meydana çıkmıştır. A.B.

1037

nekliğinden çok istifade ile, Bediüzzaman'ı ve talebelerini yüzde yüz imha etmek plânıyla tuzak hazırladıklan ve sahte gerekçelerle Eskişehir mahkemesine sevk ettikleri halde, mahkeme dahi bir çok maddî ve manevî baskı ve te'sirlerin altında iken, onun hâkimleri yine de âdil davranmışlardır denilebilir. Zira mahkeme, sorgulama ve duruşmaları başladıktan karar gününe kadar üç buçuk ay zarfında doksan yedi masumun beraat ve tahliyelerini gerçekleştirebilmiştir. Geri kalan on beş masum Nur talebesine ve üstadları Bediüzzaman'a basit bir ceza vermekle meseleyi küçültmüşler ve bir nevi kurtarma cihetine gitmişlerdir diye bir te'vil-i hasen ile bakılabilir.



Evet, Eskişehir ağır ceza mahkemesi bu küçük ve basit cezayı ister istemez, din hasmı kesilmiş bazı hükûmet ricaline ve Türkiye'de o sıra bir nevi hâkim durumunda bulunan gizli zındık komitelere rüşvet vermiş ve meseleyi böylece kurtarabilmiştir.

Gerçi Hazret-i Üstad mahkemenin karar gününe kadar masum ve mazlum Nur talebelerinin hatırları için, çok yumuşak ve musalâhakârane müdafaalarda bulunarak talebelerinin yüzde doksanını kurtarmıştır. Fakat mahkeme kendisi ve onbeş talebesi hakkında cezalı hüküm kararını verdikten sonra, artık şiddetli ve sert tavır takınmış, izzet ve şehamet-i imaniyyesini göstermiştir. "Ben bu küçük madde ve mesele için mahkemeye verilmedim. Benim ve talebelerimin asıl muhakemeleri ya idam, ya yüz bir sene hüküm..veya beraetle neticelenecek maddelerle mahkemeye verildim. Mahkemenizin başında da o maddelerle yargılandım. savcının ilk iddanamesi de aynı yönde hazırlanmıştı. Bu sizin bize verdiğiniz ceza; bir beygir hırsızına, bir kız kaçırıcısına verilir. Ben bu cezayı kabul etmiyorum... Ya beraetimi istiyor, yahut da asıl mahkemeye verildiğimiz maddelerin muciblerini gösteriniz!." mealinde hem temyiz mahkemesine, hem Bakanlar Kuruluna, hem Meclis-i Meb'usan riyasetine pervasız ve ayn-ı hakikat müdafaalar yazıp göndermiştir. Fakat bütün bunlara rağmen Hazret-i Üstad'ın o

sert ve meydan okuyan merdane ve hakikatlı müdafaaları cevabsız kaldı. Temyiz mahkemesi de o sıra zamanın nezâketi dolayısıyla işi idare-i maslâhat adına alarak, ört-bas etmeyi uygun buldu ve Eskişehir Mahkemesinin kararını onayladı.

Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinin kararı: 19/8/1935 gün ve 121 sayılı i'lâm..

Yargıtay 1. Ceza Dairesinin tasdiki: 12/10/1935 gün ve 2111 sayılı i'lâmdır.(73)

Eskişehir mahkemesi kararında Hazret-i Üstad'a bir sene hapis cezası ve 173. kanun maddesi uyarınca da Kastamonu'da bir sene genel gözetim altında bulundurulmasına diye yazılıydı.

(73) Denizli Dosyası; S: 78

1038


Böylece Hazret-i Üstad Eskişehir hapishanesinde cezasının tamamını yattı. Hapis müddeti bitti. Mahkemenin kararına göre hapisten sonra, Kastamonu vilâyetinde bir sene müddetle polis nezareti altında bulundurulmak üzere Kastamonu'ya gönderildi.

KÜÇÜK BİR DÜZELTME

Eskişehir Mahkemesinin ilgili dosyası elimize geçmediği için; Hazret-i Üstad Bediüzzaman'a tatbik edilen bu hüküm hususunda kesin bir bilgiye sahib olmamakla beraber Üstad'ın Büyük Tarihçe-i Hayatı bu hükmü onbir ay diye yazmış.(74) N.Şahiner de tarihçeye dayanarak o da onbir ay demiş. Fakat Hazret-i Üstad'ın ifadelerinde ise, hep bir sene tabiri geçmektedir(75). Merhum Eşref Edip 1952'de neşrettiği ve takib eden yıllarda bir kaç baskısı yapılan "Risale-i Nur Müellifi Said Nur" adlı eserinde de bir sene diyor(76). Keza 1950 ve 1951'lerde iki defa teksiri yapılan eski harf tarihçelerde yine bir sene(77) diye geçmektedir. Biz de Eskişehir mahkemesi safhalarında, Üstad'ın Büyük Tarihçe-i Hayat kitabına hürmeten bunu onbir ay olarak kabul ederek yer yer kaydettik. Gerçi bir ayın fazla bir önemi yoktur. Lâkin biz Bediüzzaman'ın Tarihçesini yazarken, onun hakkında vukua gelmiş hadiselerin objektif olarak günü gününe tarihlerini kaydetmek istiyoruz.

Bununla beraber, acaba Büyük Tarihçe'nin kaydetmiş olduğu "Onbir ay hapis cezası" tabiri kesin bir bilgiye istinad ediyor mu? diye şüphemiz vardır. Gerçi Hazret-i Üstad hem Büyük Tarihçe-i Hayatı, hem de ondan önce neşredilen tarihçeleri gördü, dinledi ve okudu. Bu hususta herhangi bir şey demedi. Bu durumda hangi taraf kesin hesaplıdır bilemedik.

Mühim bir tarafı da şudur ki: hapis ve ceza usulünde infaz yasası diye her zaman mahkûmlara tatbik edilen cezanın -Mahkumun iyi hal göstermesi takdirinde- Onun cezasının üçte biri düşürülür. Meselâ eskide ceza bir sene ise, onun sekiz ayı tatbik edilir, geri kalan üçte birisi de, meşruten tahliye ismi altında af edilirdi. Fakat bakıyoruz ki: Bu usûl Bediüzzaman hakkında tatbik edilmemiştir. Çünki bütün tarihçelerde "Verilen cezanın tamamını yatmıştır" şeklinde bir mana anlaşıldığı gibi, Hazret-i Üstad'ın, 26. Lem'a'nın Onaltıncı Rica'sında "Bir sene hapis yattım" ifadeside vardır. Eskişehir ve Denizli dosyalarını inceleyen Afyon Mahkemesi sorgu hâkimliğinin kararnamesinde de, Eskişehir hapis müddeti için bir sene demektedir.(78) Buna göre Hazret-i Üstad'a verilen bir sene veya onbir ay cezanın tamamı tatbik edilmiştir diyebiliriz.

(74) Büyük Tarihçe S:174

(75) Osmanlıca Lem'alar, S: 848, 849 ve 715

(76) Risale-i Nur müellifi Said Nur, S: 54

(77) Eski harf Bediüzzaman'ın hayatından harikalar, S: 84

(78) Denizli Dosyası, S: 78

1039

DOKUZUNCU BÖLÜM



KASTAMONU HAYATI

(1336-1943)

1040

1041


KASTAMONU HAYATI FASLI

Eskişehir hapis faslı ve müddeti, Yukarda kısa ve muhtasar şekli ile geçtiği üzere sona erdi. Bu müddet ise onbir ay veya tam bir senedir. Her iki hesap da doğrudur denilebilir. Eğer onbir ay hapis devam etmişse, Hazret-i Üstad 27 Mart 1936'da hapisten çıkmıştır. Yok eğer tam bir sene beklemişse, 27 Nisan 1936 da tahliye edilmiştir.

Hz. Üstad hapisten çıkar çıkmaz, hemen mi Kastamonu'ya götürülmüş.. Yoksa bir kaç gün Eskişehir'de bekletildikten sonra mı götürülmüş, diye bir bilgi mevcud değildir. Lâkin biz Üstad'ın hapisten çıkar çıkmaz Kastamonu'ya götürüldüğünü hesaplıyacağız. Çünkü aksini ispatlıyan herhangi bir delil mevcud değildir.

Buna göre, Üstad'ın Kastamonu'ya götürülmesi, herhalde Eskişehir'den Ankara'ya kadar kara trenle.. Oradan da Kastamonu'ya başka vasıtalarla olmuştur. Bu yolculuğu iki gün olarak hesaplasak; birinci hesaba göre, 29 Mart ikinci hesaba göre 29 Nisan 1936 günü Üstad Kastamonu'dadır.

Hazret-i Üstad'ın Kastamonu'ya vardığı sene, mübarek yaşları, sabit hesap olan Rumî ve Miladiye göre tam 59'dur. Fakat Kamerî, yani Hicri takvime göre olsa, 60'ı tamamlamış, 61'in içine girmiş bulunmaktadır.

Üstad Bediüzzaman'ı Kastamonu'ya götüren muhafızlar, mahkemenin kararı gereğince onu, oranın emniyetine teslim ederler. Çünkü kararda, "Bir sene Kastamonu vilâyetinde polis gözetimi altında bulundurulacak" hükmü vardır. Kastamonu emniyeti deKas koca Bediüzzaman'ı alelade bir insanmış gibi teslim alarak, Kastamonu'nun Araba pazarı semtindeki çarşı polis karakoluna yerleştirdiler. Böylece Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın Yüzbin kere hâşâ onun şahsiyetine- alelâde, ayyaş veya -Hâşâ sümme hâşâ- canî bir insanmış gibi karakollarda, zamanın fasık polislerinin içerisinde bırakılmasına cevaz gösteren ve ona bunu reva gören, devrin hükûmet adamlarının tinet, anlayış ve karakterlerine bir ölçü olmak için kâfi bir mi'yardır.

Hazret-i Bediüzzaman böylece ilk üç ayını polis karakolunda geçirdikten sonra, yine Vâlinin ve emniyetin müsaadeleriyle, aynı karakolun karşısında ve aralarında ancak iki-üç metre kadar bir mesafe bulunan ahşap ve çok köhne bir evi -Kirasını kendisi ödemek üzerekiralıyarak yerleşti. Burada onun her hareketi karakolca gözetleniyor ve kolaylıkla görülüyordu. Evinin karakola bakan odasının pencerelerine perde asılmasına müsaade edilmemişti. Pencereleri perdesizdi. Karakoldaki polisler istedikleri anda onu görebiliyorlardı. İşte Hazret-i Üstad Bediüzzaman'ın Kastamonu'daki yürekler parçalayıcı hazin hayatının acı tablosu...

Evet, Hazret-i Üstad Bediüzzaman Kastamonu'ya ilk geliş günlerin

1042

den itibaren, Denizli hapsine tevkif edilerek gönderildiği tarihe kadar, -yukarda kaydedilmiş iki hesaptan birincisine göre- tam yedi sene, beş ay, yirmi bir gün.. ikinci hesaba göre; yedi sene, dört ay, yirmibir gün zamanını Kastamonu'da mezkûr tarzda geçirmiş oluyordu. Halbuki hükümeti yönetenlerin ön saflarında yer alan bir çok adamlar, Bediüzzaman'ın çok büyük ve te'sirli vatan ve millet hizmetlerini görmüş ve bilmiş adamlardı...



KASTAMONU ŞEHRİ

Kastamonu vilayeti, aslında Anadolunun temiz-saf ve dindar halkı ile.. Ve yetiştirmiş olduğu büyûk Ulema ve evliyası ile beraber, oradan çıkan büyük devlet adamlarıyla meşhur ve mümtaz, şirin bir beldedir. Aynı zamanda güzel ve temiz havası, etrafındaki dağlık ve ormanlığıyla, güzel ve şirin yaylaları ve mesiregâ0hlarıyla tatlı ve güzel bir şehirdir. Hazret-i Üstad da böylesi bir yeri sever ve arardı zaten...

Fakat ehl-i dünya, zaman zaman bu cennet gibi şirin beldeyi ona cehenneme çevirtici tarassud ve ta'cizleri, hatta vücudunu yok etmek için müteaddit defalar zehirler vermeleri eksik olmuyordu. Amma bütün bu ta'cizler, bu işkenceler, tazib ve tazyikler Hazret-i Bediüzzaman'ın azmini, iradesini ve gayretini kamçılıyor, daha çok imana ve Kur'ana hizmet ettiriyordu. Maneviyat sahasında da bu tazyiklerden dolayı daha çok mertebeler kat'edip yüksekliyordu.

ÜSTAD’IN NUFÛS KAYDI KASTAMONUYA GETİRİLİYOR

Ehl-i dünya, Hazret-i Üstad'ı Kastamonu'ya getirdiklerinde, artık burada ölür, gider plânıyla; onun nüfûs kaydını bile, Ankara'nın emriyle Kastamonu'ya nakletmişlerdi. Artık Üstad Kastamonu'lu idi. Üstad'ın ismi, kanunlarla çıkarılan afların hiç birisinde yoktu. O, onlarca ebediyen nefye mahkûmdu. 1928, 1933'lerde çıkan umumi af kanunları ona isabetten uzak kalmıştı. Her defasında o müstesna tutuluyor, ona ayrı ve hususî muamele uygulanıyordu. •

Diyelim ki; bu defa Eskişehir Mahkemesi onun hakkında yalnız bir sene Kastamonu'da bulunmasına karar verdi. Mahkemenin kararı olduğu için uygulandı da.. Peki bu hüküm ve kararın infazından sonra, neden ona diğer efrad-ı millet gibi "Artık serbestsiniz, hükmünüz bitmiştir, istediğiniz gibi yaşayabilir ve istediğiniz yere gidebilirsiniz" demiyorlardı. Bilâkis mahkeme kararının infazından hemen sonra, başka bir hüküm ve başka bir karar infaz safhasına giriyordu. Onun istek ve iradesinin dışında olarak, onu Kastamonu'ya daimi şekilde yerleştirmek üzere, keyfî bir tarzda onun

1043

nüfus kaydı Kastamonu'ya getiriliyordu.



Acaba neden bu zulümler, bu keyfî muameleler sebepsiz yere yapılıyordu? Onun bir suçu mu vardı? Memleket ve millet onun yüzünden bir zarar mı görmüştü? Yahut da böyle dâimi şekilde sürgün ve tarassudlar altında bulundurulmasına dair bir mahkemenin kararı mı mevcuttu?..

Hayır, hayır, hayır!.. O halde neden?

İşte, Üstad Bediüzzaman Hazretleri hakkında uygulanan o keyfî zulümkârane bed muameleler ve gayr-i insanî, kanunsuz uygulamaların sebeplerinin cevabını bulmak üzere küçük bir fasıl açmak gerekmektedir.

NEDEN ÜSTAD'A ZULÜM

Evet, diyelim hükûmet, emniyet mülâhazasıyla Hazret-i Üstad hakkında şüphelendi, vesvese etti.. Onun durumunu ve hizmet şeklini bir siyaset zannetti.. ve bu sebeple Üstad'ın her tarafı, kitapları ve mektupları arandı, bulundu, bakıldı ve tedkik edildi. Delil olacak hiç bir şey bulunmadı.. Ellerine geçen şey, bir kaç tane Kur'an tefsirinden ibaret olan imanî ve ilmî risaleler... Yine

tatmin olmadılar, şüpheleri zail olmadı... Bir mahkemenin tedkik etmesini istediler, beklediler. Mahkeme dahi bu risale ve mektupları inceden inceye tetkik etti. Aranan mevhum suçun zerresini dahi bulamadı, beraat verdi. Yine tekrar vesveseler, evhamlar devam etti. Bu defa yeniden gizli takibatlar, gizli kontrollar sürdürüldü. Evhamları kabartacak vesveseler, hülyalar büyüdü. Yeniden taharriler, baskınlar yapıldı. Yine aradıkları şeyin hiç bir eseri bulunmadı. Buna rağmen şüpheli zanlarının izalesi için Üstad ve talebeleri yeniden tevkif altına alındılar. Dosyalar üzerinde derinden derine incelemeler yapıldı. Bilirkişilere tetkik ettirildi. Ayrıca aylar süren sorgulamalar, istintaklar yapıldı, yürütüldü.. yine netice de; idareye, asayişe, siyasete taalluk edecek bir emare, bir delil bulunamadı. Yani her noktadan o mesele bitmiş oldu veya bitmiş olmalıydı.

Peki acaba neden tekrar Bediüzzaman'ın elleri kolları bağlandı,. bir menfadan diğer bir menfaya gönderildi? Ve neden onun hakkında yapılan araştırmalar, gizli ta'kib ve kontrollar bitmedi? Bilâkis daha çok arttı, genişledi ve sıklaştı.. Evet bunlar neden?.. bu zulümlü bed muameleler, işkenceli ta'zibler bir asayiş, emniyet ve idarenin muhafazası ve mülâhazası namınamı idi? Hayır!.. Çünkü idarece, asayişçe medar-ı ittiham hiç bir şey yoktu, bulunmamıştı. O halde neden ve niçin?..

Evet, evet, evet, işte bu suallerin, bu istifhamların ve bu sebebsiz zulümlü ve kanunsuz muamelelerin altında yatan mananın bilinmesi için tek bir cevab vardır. Başka da hiç bir şey yoktur.. O da: Bu vatana küfrî rejimleri,

1044

dinsizlik esaslarını, zındıklık prensiblerini yerleştirmeye çalışan gizli ifsad komitelerinin plânlarının yerleştirilmesine karşı; hariç ve dahil din düşmanı, gizli ve aşikâr zındık ve münafıklar, Bediüzzaman'ı ve onun imanî ve Kur'anî eserlerini kendilerine büyük bir mani', kuvvetli bir engel ve yıkılmaz bir sed bildikleri ve gördükleri için idi... Başkaca maddî ve kanunî hiç bir sebep yoktu. Çünkü maddi alemde, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin hükümet işiyle ve onun siyaset ve idaresiyle, dahilî emniyet ve asayişi ile menfi olarak hiç bir dolaşığı yoktu. Bilâkis asayiş, emniyet, memleket huzuru , sulh ve sükûnunu temin etmeye medar en büyük ve en te'sirli hizmeti yapıyor ve ifa ediyordu. Her ne ise sadede dönüyoruz.



Üstad Bediüzzaman Hazretleri yukarda mezkûr tarzdaki acıklı ve zulümlü olan Kastamonu hayatının kendi kalemiyle çok hülâsalı ve fezlekeli tablosunu şöyle çizmektedir:

"Bir zaman ihtiyarlık vaktinde, Eskişehir hapsinden bir sene cezayı çekip çıktım. Beni Kastamonu'ya nefyettiler. Polis karakolunda iki üç ay misafir ettiler. Benim gibi, sadık dostlarıyla görüşmekten sıkılan bir münzevî ve kıyafetinin tebdiline tahammül etmiyen bir adam, böyle yerlerde ne kadar azab çeker anlaşılır.

İşte, ben bu me'yusiyette iken, birden inayet-i ilâhiye ihtiyarlığımın imdadına geldi. O karakoldaki komiser, polislerle beraber sadık dost(1) hükmüne geçtiler .Hiç bir vakit şapkayı başıma koymayı ihtar etmedikleri gibi, benim hizmetçilerim misüllü istediğim zaman beni şehrin etrafında gezdiriyordular. Sonra o karakolun karşısında Kastamonu'nun medrese-i Nuriyesine girdim. Nurların te'lifine başladım. Feyzî, Emin, Hilmî, Sadık, Nazif, Salahaddin

gibi Nur'un kahraman şâkirdleri Nurların neşri, teksiri için o medreseye devam ettiler. Gençliğimde eski talebelerimle geçirdiğim kıymettar müzakere-i ilmiyeyi daha parlak bir surette gösterdiler...(2)"

Evet, Hazret-i Üstad, bu şeker gibi ifadeleri ile, her şeyde, her musibet altında inayet ve Rahmetin tecellî cihetini görerek, göstererek imanın verdiği tesellî ve te'siri göstermek istemiştir. Yoksa hakikaten ve maddeten ve sebebler noktasından düşünülse, Hazret-i Üstad'ın o tarz-ı hayatı bir nevi esaret hayatıdır.

(1) İlerde nakledeceğimiz bazı hadiselerde, bir kısım polis ve komiserlerin sebebsiz Üstad'a musallat olup onu ta'ciz etmeleri neticesinde, yedikleri tokat ve manevi darbe ile kötü akibetleri görülecektir. Fakat Hazret-i Üstad umumî ahval içerisinde hayatını anlatırken bunların sözünü etmemiştir. A.B. (2) Lem'alar, Envar Neşriyat, S: 263

(2) Lem'alar, Envar Neşriyat, S:263

1045


1046

ISPARTAYA İLK MEKTUP

Üstad'ın Kastamonu'daki polis karakolu içinde geçirdiği iki-üç aylık çileli, ızdıraplı hayatı böylece sona erdikten sonra, yukarda yazıldığı gibi, aynı karakolun karşısında bulunan fakir bir kadına ait köhne ve ahşap bir evi kendi parasıyla kiralıyarak yerleşti. Üstad henüz bu eve yerleşmeden önce ve daha karakolda iken, emniyet müdürlüğü müsaadesiyle Ispartadan bir talebesini hizmetine yardım için, Ispartalı Hüsrev Ağabeye, Kastamonu emniyet müdürlüğü eliyle gönderdiği mektubunun altında

11/Mayıs/l936 tarihi yazılıdır. Bu tarih ise, Eskişehir hapis müddeti ve Kastamonu'ya geliş tarihi hususunda yapılan iki ihtimalli hesaptan birincisine göre, Üstad'ın Kastamonu'ya gelişinin 42. günü olduğu.. Ama ikinci kuvvetli ihtimale göre olsa, henüz on ikinci günü olduğu görülmektedir ve kanaatımızca doğru olanı da budur. Mektup aynen şöyledir:

Aziz Kardeşim Hüsrev

Şükür, hakkımda inayet-i İlâhiye devam ediyor. Ben burada rahatım. Fakat hizmete şiddetli ihtiyacım var. Sizlerden biriniz yanımda bulunmazsa çok üzüleceğim. En evvel hizmet nöbeti sana düştü. Sonra başkası yapar. Bu husus için ben burada hükûmete ve emniyet müdürüne müracaat ettim. Eğer senin yol masrafı verilse veya teshilat gösterilse, çok iyi olur. Yoksa borç ediniz, burada beraber çalışıp o borcu vereceğiz. Gelirken beraber mu'cizeli Kur'anımızı ve matbu' Onuncu Söz'ü ve Hafız Ali'nin el yazısıyla benim için tevafuklu yazılan onuncu Söz'ü ve altı esma-i İlâhiyenin altı nükteleri -eğer yazmışsan- birlikte getir. Bu husus hakkında burada zabıtaya ve hükûmete bildirdim.

Süleyman ve kardeşlerime çok selâm...

11 Mayıs 1936 Kardeşiniz

Kastamonu Emniyet Mûdüriyeti eliyle(3)" Said-i Nursi

Üstad'ın bu mektubu üzerine ona hizmet için Isparta'dan kimsenin Kastamonu'ya gelip gelmediğini bilemiyoruz. Fakat geldiğine dair hiç bir emare de yoktur.

Bu mektubun yazılışından sonra, Üstad'ın polis karakolunda geçirdiği günler, onun ifadesiyle tamamı "İki-üç ay" karinesinden, herhalde tam üç ay olmayıp, iki aydan da fazladır. Eğer bu müddeti tam iki buçuk ay kabul etsek, ikinci ihtimalli hesaba göre mezkûr mektuptan sonra

altmış üç gün daha karakolda kaldığı anlaşıldığı gibi, karakol karşısındaki menziline de 14 Temmuz 1936'da yerleşmiş olması düşünülebilir.

(3) Osmanlıca Kastamonu teksir-2 S: 28

1047


Böylece Hazret-i Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi yerleştiği ve "küçük medrese-i Nuriye" olarak tavsif ettiği bu hazin gurbet

evinde; -Karakolda geçirmiş olduğu iki-buçuk aylık hayatı hariç- yedi sene, iki ay, altı gün imrar-ı hayat etmiş oluyordu.

Üstad'ın Kastamonu'ya gelişinin ilk on ikinci gününde Isparta'ya gönderdiği mezkûr ilk mektup ile birlikte, Birinci ve İkinci Şua'ların bazı müsveddelerini de yollamıştı. Fakat bunların ulaşıp ulaşmadığına dair herhangi bir haber, bir cevab alamamış ve böylece Isparta'yla iki sene kadar muhaberesiz, muvasalasız durduğu ve bu ilk iki sene zarfında Birinci Şua'nın tebyizinden başka herhangi bir risaleyi de te'lif etmediği anlaşılmaktadır.(4) Ancak Kastamonu'ya gelişinin ikinci senesinden sonra, yani 1938 senesi içinde hem Isparta ile muhabereye, hem de eksik kalan "Şualar" dizisinin te'lifine başlıyabilmiştir. Aynı yıl içinde Nazif Çelebî ve oğlu Selahaddin de(5) Üstadla tanışmış ve Risale-i Nur hizmetine başlamışlardı.

ÇOK MÜHİM BİR ŞAHİTLİK

Kastamonulu Satı Yılmaz derki:

“Üstad Bediüzzaman Kastamonuda bulunduğu yıllarda, arasıra gider, Hacı İbrahim dağından kuru odunlar toplar, alır getirir, fırıncıya verirdi. Onun mukabilinde ekmek alırdı...”

(Son Şahitler-5, Sh.234)

Bu şahidin ifadesinden anlaşılıyorki, Hazret-i Bediüzzaman, dağlara teneffüs kasdıyla çiktiğında, kuru odunlarda topları, gelirkende onları sırtına yüklenir getirirmiş.. Taki, kimsenin minneti altına girmesin.

KASTAMONU'DA TELİFAT

Kastamonu'da 1938 yılından başlıyarak te'lifleri yapılan 3.4.5.6.7.8. ve 9. Şua'ların te'lifleri, bir sıra takip edip etmediği tam ve kesin anlaşılmamakla(6) birlikte, 1938 Ramazanında -ki o senenin kasım ve aralık ayları içindedir- Ayet-el Kübra olan "Yedinci Şua" Risalesiyle, Üçüncü Keramet-i A1eviye Risalesi olan "Sekizinci Şua" risalesi araya zaman girmeden peş peşe te'lif edildikleri Üstad'ın mektuplarından fehmedilmektedir.(7) Dokuzuncu Şua'nın ise, 1940 yılı içerisinde te'lif edildiği yine Üstad'ın beyanlarından anlaşılıyor(8). Yine Ayet-el Kübra'nın


Yüklə 2,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   72




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin