O zat, hükûmet adamlarına dedi: "İşte benim bir buçuk müridim bulunduğunu gördünüz!."
Cenab-ı Hakk'a yüzbinler şükürler olsun ki; Risale-i Nur Eskişehir imtihan ve mahkemesinde, şâkirdlerinden yalnız bir buçuk kaybetti. O eski şeyhin aksine olarak Isparta ve civar
kahramanlarının himmetiyle o zayi’ olan bir buçuk adam yerine, onbin ilâve oldu. İnşaallah bu imtihan
(20) Kastamonu Lahikası, ilk baskı S:52
1005
da dahi hem Şark hem Garb'ın kahramanlarının himmetiyle çokları kaybedilmiyecek ve bir giden yerine on gelecek.(21)"
ESKİŞEHİR HAPSİNDE ÜSTAD'IN TESELLİ VE TEŞÇİ MEKTUPLARI
Hazret-i Üstad, Eskişehir hapsinde bulunan yüzyirmi talebesine karşı, bir çok yönlerden onları irşad eden mektuplar yazdı. Teselli mektupları.. İkaz ve dikkat mektupları.. Şeceat ve kahramanlık mektupları ve saire gibi...
A- TESELLİ MEKTUPLARI:
İlk mektup: “Aziz kardeşlerim! Sizin için çok müteessirdim, elem beni eziyordu. Fakat bana ihtar edildi ki: Kader ve kısmetinizde; beraber bu hapishanenin suyunu içmek ve ekmeğini yemek vardı. Bir eser-i rahmet-i ilâhiye ve bir cilve-i inayet-i Rabbaniye olarak bu suyu ve bu ekmeği beraber yememizin ve içmemizin en kolayı ve en hafifi ve en hayırlı ve sevaplısı.. Ve Risale-i Nur şâkirtlerinin en menfaatli bir dershaneleri ve en feyizli bir çillehaneleri.. Ve düşmanlarına karşı ne derece ihtiyatlı davranmak lâzım geldiğini talim eden en hassas bir imtihan meydanı ve her birinde ayrı ayrı
güzel meziyetleri bulunan bu arkadaşların birbirinin âli meziyetlerinden ve güzel hasletlerinden ve birbiriyle te'sis ve tecdid-i uhuvvetindende istifade etmek ve ders almak için en nurlu bir dershane, bir tekye suretinde gördüğümden, bu vaziyetten değil şekva, belki bütün ruhumla şükrettim.
Evet, mesleğimiz şükürdür.. Ve her şeyde bir vech-i rahmeti, bir cihet-i ni'meti görmektir:
Umumunuzun elemleriyle müteellim
Kardeşiniz
Said-i Nursî(22)”
Teselli mektubu-2:
“Kardeşlerim!
Hafîz-i Zülcelâlin hıfz ve himayetine bakınız ki; Meselemiz münasebetiyle Risale-i Nur'un risaleleri adedine muvafık olarak yüzyirmi küsûr adamın mahrem evraklarıyla istintakda oldukları halde ve ecnebilerin entrikalarıyla ve muhalif komitecilerin dolaplarıyla, mevcud ve müteaddit cemiyetlerin hiç biriyle Risale-i Nur'un hiç bir şâkirdinin münasebat
(21) Şualar - Envar S: 287
(22) Osmanlıca Lem'alar S: 913
1006
tarlığını gösterecek hiç bir emare bulunmaması, gayet zahir ve parlak bir himayet-i Rabbaniye ve muhafaza-i İlâhiye.. Ve İmam-ı Ali ve Gavs-ı A'zamın Risale-i Nura ait keramet-i gaybiyelerini cidden te'yid eden bir inayet-i Rahmaniyyedir. Kırk ikilik bir top güllesini, kırk iki ma'sum ve mazlum kardeşlerimizin dergâh-ı ilâhiyyeye açılan elleriyle durdurup, geri çevirip, atanların başlarında ma'nen patlattırdı. Bizlere zararı, yalnız ehemmiyetsiz ve sevablı,
hafif bir kaç yara- bereden başka olmadı. Böyle bir Seneden beri doldurulan bir toptan böyle pek az bir zararla kurtulmak harikadır. Böyle pek büyük bir ni'mete karşı şükür ve sürûr ve sevinçle mukabele etmek gerektir Bundan sonraki hayatımız bize aid olamaz. Çünkü müfsidlerin plânına göre, yüzde yüz mahv idik. Demek bundan sonraki bu hayatı kendimize değil, belki hak ve hakikata vakfetmeliyiz. Şekva değil, belki daima şükrettirecek her şeyde rahmetin izini, yüzünü, gözünü görmeye çalışmalıyız. Said-i Nursi(23)”
Teselli mektubu-3: (Ve zarif bir tevafuk)
“Manidar bir tevafuk-u lâtife:
Risale-i Nur şâkirdlerini ittiham ettikleri ve cezalarını istedikleri yüz altmış üçüncü maddesi, Risale-i Nur müellifinin medresesine yüz elli bin lira verilmesine dair layihanın, iki yüz meb'usundan yüzaltmış üç adedine tevafuk edip, ma'nen o tevafuk diyor ki: Hükûmet-i Cumhuriyenin yüzaltmış üç meb'usunun takdirkârane imzaları, 163. madde-i kanuniyenin hükmünü onun hakkında iptal(*) ediyor.
Hem yine manidar tevafukat-ı lâtifedendir ki: Risale-i Nur'un yüzyirmi sekiz parçası, yüzonbeş parça kitap ediyor. Risale-i Nur'un şâkirdlerinin ve müellifinin mebde-i tevkifi olan 27 Nisan 1935 tarihi ile, mahkemenin karar ve hüküm tarihi olan 19 Ağustos 1935 tarihi olmasına nazaran, yüzonbeş gün olup, Risale-i Nur kitapları adedine tevafuk etmekle beraber, İstintak edilen yüzonbeş suçlu gösterilen eşhasın adedine tam tamına tevafuk ettiği gibi, gösteriyor ki; Risale-i Nur müellifinin ve şâkirdlerinin başına gelen musibet, bir dest-i inayetle tanzim ediliyor. (Hâşiye)”
(23) Osmanlıca Lem'alar, S: 923
(*) Hz. Üstadın şu ilk mahkemesi münasebetiyle Eskişehirde hapiste iken,163. maddenin , kendisi hakkında iptal adilip hükümsüz kaldığını söylemesi, bir ihtar-ı bil-gayb gibidirki ; Ondan sonra, kendisi ve talebeleri hakkında cereyan eden binden fazla mahkemeler, hep o ma'hud 163. maddeyle cezalandırmak istedikleri halde, tam aksiyle neticelendiğine işaret olabilir.. Ve hep te öyle olmuştur. A.B.
1007
(Haşiye) Cay-i dikkattir ki; Risale-i Nur şâkirdlerinin tevkiflerinin bir kısmı 25 Nisan 1935 tarihinde başlamış olup, kararnamede suçlu gösterilen yüz onyedi kimse ise de, ikisinin ismi mükerrer olmasına nazaran, bu suretle şakirdlerin adedi olan yüz on yedi adedine, o kısmın tevkifinden hüküm tarihine kadar yüz on yedi gün olmakla tevafuk edip, evvelki tevafukata bir letafet daha katmıştır. Said-i Nursi(24)”
B- İRŞAD VE TERBİYE MEKTUPLARI:
İrşad-1:
“Kardeşlerim!
Rica ederim ki sıkıntı veya ruh darlığından veya titizliğinden veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan; arkadaşlarından sudur eden fena ve çirkin sözler ile birbirine küsmesinler ve haysiyetime dokundu demesinler. Ben o fena sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetim olsa, kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim.
Said-i Nursi(25)”
İrşad-2:
“TENBİH: İki küçük hikâye:
BİRİNCİSİ: Bundan onbeş sene evvel Rusya'nın şimalinde esir olduğum zaman, doksan esir zabitlerimizle beraber bir fabrikanın koğuşunda bulunuyorduk. Sıkıntı ve ruh darlığından çok münakaşalar, gürültüler oluyordu. Umumun bana karşı ziyade hürmetleri olduğundan teskin ediyordum. Sonra sükûneti muhafaza için dört beş zabiti tayin ettim ve dedim: "Hangi köşede bir gürültü işittiniz, hemen yetişiniz.. Hangi taraf haksız ise, ona yardım ediniz!" Hakikaten bu tedbirle gürültünün önü alındı.
Benden soruldu: “Ne için haksıza yardım ediniz diyorsun?”
Cevaben o zaman demiştim ki: "Haksız, insafsızdır. Bir dirhem menfaatını kırk dirhem istirahat-ı umumiye için bırakmaz.. Haklı adam ise, insaflı olur. Bir dirhem hakkını sükûnet-i umumiyedeki kırk arkadaşı
(24) Osmanlıca Lem'alar, S: 949
Aynı eser, S:923
1008
nın menfaatına feda eder, bırakır. Gürültü kalkar, sükûnet iade edilir. Bu koğuşdaki doksan zat istirahat eder. Eğer haklıya muavenet edilse, gürültü daha ziyadeleşecek. bu nevi hayat-ı içtimaiyede menfaat-ı umumiyenin ehemmiyeti nazara alınır ... ”
İşte ey kardeşlerim! Bu hayatın bu içtimaında, "Bu kardeşim bana haksızlık etti diye küstüm" demeyiniz. Bu pek hatadır. O arkadaşın sana bir dirhem zarar vermiş ise, sen küsmekle kırk dirhem bizlere zarar veriyorsun. Belki kırk lira Risale-i Nura zarar vermek muhtemeldir.
Fakat lillahilhamd pek haklı ve kuvvetli müdafaatımız, arkadaşların mükerrer isticvaba gitmelerinin önünü aldığından, fesadın önü alındı. Yoksa birbirinden küsmüş kardeşler, bir sinek kanadı kadar küçük bir çöpün göze girmesi gibi ve yahut bir kıvılcımın baruta düşmesi gibi, az bir garazla büyük bir zarar verebilirdi.
İKİNCİ HİKÂYE: Bir vakit ihtiyar bir kadının sekiz oğlu varmış. Her birisine mevcud sekiz ekmekten birer ekmek verdi, kendine kalmadı. Sonra her birisi ekmeğinin yarısını ona verdi, onun ekmeği dört oldu. Ötekiler yarıya indi.
Kardeşlerim, ben de kırkınızın her birinin musibet hissesinin manevi eleminin yarısını kendimde hissediyorum. Kendi şahsıma ait elemi aldırmıyorum. Bir gün fazla muztar bulundum... “Acaba hatamın cezası mıdır çekiyorum?” diye geçmiş haleti tedkik ettim, Gördüm ki, bu musibeti kaynatmağa ve tahrik etmeye hiç bir cihette müdahalem olmadığını ve bilâkis kaçmak için mümkin tedbirleri istimal ediyordum. Demek bu bir kazay-ı ilâhidir Ve bililtizam bir senedenberi müfsidlerin tarafından aleyhimizde ihzar ediliyordu. Kaçınmak kabil değildi. Alakülli hal başımıza geçirecek idiler. Cenab-ı Hakk'a yüzbin şükür ki, musibeti yüzden bire indirdi.
İşte bu hakikata binaen "Senin yüzünden bu belâyı çektik" diye minnet etmeyiniz; Belki beni helâl ediniz ve bana dua ediniz. Hem birbirinizi tenkid etmeyiniz, demeyiniz ki, sen böyle yapmasaydın, böyle olmıyacaktı.
Meselâ bir kardeşimiz iki üç imza sahibini söylemesiyle, müfsidlerin pek çok zatları belâya atmak için düşündükleri plânı küçültüp çoklarını kurtarmış.. Değil zarar, belki büyük menfaat olmuş.. Çok masumların bu belâdan kurtulmasına bir vesile oldu. • Said-i Nursi(26)”
(26) Osmanlıca Lem'alar, S: 887
1009
İrşad-3 :
“Kardeşlerim!
Kalbime ihtar edildi ki: Nasıl ki, Mesnev-i Şerif Şems-i Kur'andan tezahür eden yedi hakikatından bir hakikatın ayinesi olmuş, kudsî bir şeref almış.. Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin layemut bir mürşidi olmuş.
Öyle de, Risale-i Nur Şems-i Kur'aniyenin ziyasındaki elvan-ı seb'ayı ve o güneşdeki renk renk ,çeşit çeşit yedi nuru birden ayinesinde temessül ettirdiğinden, inşaallah yedi cihetle şerif ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikata bakî bir rehber ve mürşid olacak. Said-i Nursi (27)”
İrşad-4 :
“Gülistan sahibi Şeyh Sa'di-i Şirazî naklediyor, der: "Ben bir ehl-i kalbi tekyede seyr ü sülûk ile meşgul iken görmüştüm. Bir kaç gün sonra, onu talebeler içinde medresede gördüm. " Ne için o feyizli tekyeyi terk edip, bu medreseye geldin?" dedim.
O dedi ki: Orada, yalnız herkes kendi nefsini -eğer muvaffak olursa-kurtarabilir. Burada ise, bu âli-himmet şahıslar kendileri ile beraber çoklarını kurtarmaya çalışıyorlar. Uluvv-ü-cenab, uluvv-ü himmet bunlardadır. Fazilet ve himmet bunlardadır. Onun için buraya geldim. ”
Şeyh Sa'dî bu vak'ayı kısaca hülâsasını Gülistan'ında yazmıştır.
Acaba talebelerin gibi sarf ve nahvin küçücük mes'eleleri, tekyelerdeki virdlere râcih gelirse; Risale-i Nur'un:
deki hakaik-ı kudsiye-i imaniyyeyi en kat'î ve vazıh bir surette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feylesofları susturup ders verirken; onu bırakıp, yahud sekteye uğratıp ve yahud kanaât etmeyip; tarikat hevesiyle Risal-i Nurdan izin almıyarak, kapanmış hangahlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve bizim bu şefkat tokadına ne derece istihkak kesbettiğimizi gösteriyor. Said-i Nursi (28) ”
(27) Osmanlıca Lem'alar, S: 921
(28) Osmanlıca Lem'alar, S: 925
1010
C- İHTAR VE İKAZ MEKTUPLARI:
İKAZ-1 : (Şiddetli ihtar)
“Aziz kardeşlerim!
Gücenmemek şartıyla bu defa takdirkârane değil, belki tenkidkârane iki küçük mes'eleyi beyan edeceğim:
Birincisi: Ben sizleri ve Risale-i Nur'u müdafaa için çok davalarda bulundum. O davalardaki şâhidlerimin birinci sınıfı sizlerdiniz. Halbuki inkârınızla hem beni şâhidsiz bıraktınız, hem de hakkımdaki ittihamı takviye ettiniz. Çünki sizin kaçmanız ve inkârınız;(29) "Demek bir şey var ki bunlar yanaşmıyorlar" diye bir fikir verdi.
Hem ben sizin nasıl tebrienize çalıştım.. Sizden, çoluk ve çocukları olmıyan kısmı beni yalnız bırakmamak için, merdane yanaşmak lâzımdı. Fakat iş işden geçti. Yeniden yanaşmaya lüzum yok...
İKİNCİ MES'ELE: Seciye-i âliye-i sahabiyeyi ve meşreb-i nuranî-i Peygamberîyi ,(A.S.M.) beyan eden Risale-i Nur dairesindeki feyze kanaât etmeyip; bir kısım kardeşlerimiz tarikat hevesiyle Üstad'ının ve kardeşlerinin şahs-ı manevisinin rızasını ve iznini almadan, başka yerde o hevesle, hem kendine faydası olmıyarak, hem sizlere hem Risale-i Nur'a hem musibet-zede arkadaşlarımıza Risale-i Nur'a girmiyen rüfekanıza zarar..Ve müteaddit ve dikkatle bizi tecessüs eden adamların nazar-ı dikkatini celbe medar bir hevesde bulundular.
Ben ki, her birinizi yüz hemşehrime değiştirmediğimi resmen muhakemede iddia ettim.. Ve beni ziyaret edenlere karşı iddia etmişim ki: Risale-i Nur talebesinin en küçüğünü, hariç bir veliden daha ehemmiyetli gördüğümü ve Kuleönlü Ali ve Lütfi gibi genç ve halis Risale-i Nur talebelerini hâriçdeki büyükçe bir veliye tercih ettiğimi çok emareIerle benden anladığınız halde, nasıl oluyor ki; menfaatsız, belki zararlı bir heves yolunda arkadaşların şahs-ı manevilerinin malûm ve âli makamını ve Üstad'ınızın müsellem size karşı hayırhahlığını düşünmeyip, hariçte makamı sizce meçhul ve hem o biçareye zararlı bir surette şeyhlik damarını tahrik etmek suretinde sohbet etmek muvafık değildir
Bu tenkid, hâşâ sizin umumunuza ve ekserinize ait değil, yalnız bir iki-üç zatın kusurlarına da değil, kalblerinin fazla safvetinden ve Tari
(29) Eskişehir hapsinde olduğu gibi, bilâhare Denizli ve bilhassa Afyon hapsinde de benzeri haller olmuştur. Bazı zaif ve dışarda iş ve ticaretleri çok karışık olan kimseler, zahiren ve muvakkat olarak mahkemede Nur talebeliğinden teberri ve Nurculuklarını bir nevi inkâr etmeleri üzerine, Hazret-i Üstad çok fazla rencide olmuş ve o zatlara da şiddetli ihtarlar vermiştir. O ise, iman ve İslam'ın, hususiyle Risale-i Nur iman derslerinin verdiği mertlik, âlicenablık ve yiğitliğe ters düşüp yakışmadığından, bir nevi harb ve cihaddan kaçar gibi addedilmiştir. A.B.
1011
kat’a ziyade heveslerindendir. Hem Isparta'nın en zayıf damarı, sebeb-i ittihamımız olan tarikatı en kuvvetli göstermesi, zannederim bu manasız tarikat hevesi sebebiyet vermiştir. Burada bu tevkifimizin en kuvvetli sebebi, bu bazı safdillerin hevesinden ve benimle de münasebetleri tarikat süsü verdiğinden tahmin ederim. Pek çok rica ederim, benim bu tenkidimden gücenmeyiniz.
Said-i Nursi (30) ”
İHTAR-2 :
“Kardeşlerim!
Maatteessûf başımıza gelen bir şefkat tokadını, iki üç gündür kat'î bir kanaatla anladım. Hatta ehl-i isyan hakkında gelen bir ayetin çok işaratından bir işareti bize bakıyor gibi fehmettim. O da şudur:
Yani: "Onlara ihtar ettiğim ders ve nasihatı unuttukları ve amel etmedikleri vakit onları tutup musibet altına aldık"
Evet, en ahirde sırr-ı ihlâsa dair bir risale bize yazdırıldı. Elhak gayet âli ve nuranî bir düsturu uhuvvet idi.. Ve on binler kuvvetle ancak mukabele edilir hadiselere ve musibetlere karşı o sırr-ı ihlâs ile, on adamla mukavemet ettirilebilir bir düstur-u kudsî idi. Fakat maatteessüf başta ben, biz o ihtar-ı manevi ile amel edemedik. Bu ayetin manay-ı işarisi ile cifir tarihiyle 1352 eder. Aynı tarihiyle tutturulduk. Bir kısmımız şefkat tokadına giriftar olduk. Bir kısmımız hakkında tokat degil, belki tokada ma'ruz olan kardeşlerimize medar-ı tesellî ve kendilerine medar-ı sevab ve istifade olmak için bu musibetin içine alındı.
Evet, ihtilâttan men' olunduğum için, üç aydan beri -yeniden üç gündür- ben kardeşlerimin dahilî ahvaline de muttali' oldum. Hiç hatır ve hayale gelmez en halis zannettiğim kardeşlerimde sırr-ı ihlasa münafî
harekat vukua gelmişti. Ondan anladımki Ayetinin uzaktan uzağa bir manayı işarisi bize de bakıyor. Ehl-i dalâlet için nazil olan bu ayet onlara azaptır. Fakat bizim için terbiye-i nüfûs ve keffaret-uz zünub ve tezyid-i derecat için şefkat tokadıdır.
Biz elimizdeki kıymettar nimet-i İlâhiyyeyi tam takdir etmediğimizden tokad yediğimize bir delil şudur ki: En kudsî bir mücahede-i maneviyeyi tazammun eden ve sırr-ı veraset-i nübüvvetle velâyet-i kübranın feyzine mazhar ve sahabenin sırr-ı meşrebine medar olan Risale-i Nur ile hizmet-i kudsiye-i Kur'aniyemize kanaât etmeyip; menfaatı şimdilik bi
(30) Osmanlıca Lem'alar S: 918
1012
ze pek az ve bu vaziyetimize mühim zararı muhtemel, tarikat hevesinin bir kaç defa şiddetle ihtarımla önü alınmasıdır. Yoksa hem vahdetimizi bozacaktı. Hem dört elifin tesanüdüyle 1111'den, dört kıymetine tenzil eden teşettüt-ü efkâra ve bu gayet ağır hadiseye karşı kuvvetimizi hiçe indiren tenâfür-ü kuluba uğrıyacaktı.
Said-i Nursi(31)”
ESKİŞEHİR HAPSİNDE ÜSTAD'IN TE'LİFATI
Hazret-i Üstad Eskişehir hapsindeki onbir aylık (veya oniki aylık) zamanında toplam altı büyük risale te'lif etmiştir. İlk ve birinci te'lifi, Yirmisekizinci Lem'adır. Bu risalenin te'lifine Eskişehir hapsine ilk girdiğinden itibaren başlamış ve otuzbir parçalar halinde ikmal etmiştir. Bütün bu parçaların mevzuu teselli terbiye, irşad, ikaz ve moral vermekten ibarettir. Yirmisekizinci Lem'a'yı te'lif ederken, aynı zamanda mahkeme müdafaalarını da hazırlıyor ve bir sürü mantıksız, keyfî ittihamlı sualleri de cevablandırıyordu. Aynı zamanda pek muazzam ve çok harika olan Yirmi Dokuzuncu Lem'ay-ı Arabiyeyi de tecridi günlerinde te'lif ve tertib ve tanzim etmişti. Böylece Hazret-i Üstad'ın hapisteki tecridi sırasında müdafaat risalesi olan yüz otuz büyük boy sahifeden ibaret Yirmiyedinci Lem'ayı.. ve otuzbir parçadan ibaret Yirmisekinci Lem'ayı.. Ve yüz sahifeden ibaret olan Arabî Yirmi Dokuzuncu Lem'ayı, hapsinin ilk üç buçuk ayı içerisinde te'liflerini tamamlamış bulunuyordu.
Bilâhare de mahkemenin hükûm ve karar gününden ta tahliyesine kadar, yüzyirmi sahifeden ibaret Otuzuncu Lem'anın harika olan altı adet risalesini.. Ve bu risaleden sonra KULHÜVALLAHÜ EHAD hakikatını çok acib ve harika şekilde izah, ispat ve beyan eden İkinci Şua risalesini.. ve tahliyesine yakın zamanında da İşarat-ı Kur'aniye olan Birinci Şua risalesini te'lif etmiştir. Bu altı risalenin Osmanlıca lem'alar mecmuasının sahifeleri ölçûsüne göre, toplam dörtyüz altmış sahifedir.
Sübhanallah Ya Rabbi!.. Eskişehir hapsindeki hayat-memat meselesinde Hazret-i Üstadla birlikte hapse doldurulan yüzyirmi masum ve mazlumun manevî mes'uliyetini ve hukuk müdafaalarını da kendi üzerine aldığı, hem kendisinin ve umum o masumların tertiblenmiş plânlı zulümden kurtarılmasını düşündüğü ve kudsî davasının ve nurların müdafaasını da yapmak birinci derecede mecbur olduğu bir zamanda; - Ki ehl-i gafletin akılları eremeyip-, anlaşılamıyan umum muğlak ve mübhem mes'eleleri şerh ile izah etme mecburiyetide hasıl olduğu en sıkıntılı ve mes'uliyetli bir hen
(31) Osmanlıca Lem'alar, S: 923
1013
gâmda ve bunları binbir müşkilat ve yalnızlık ve hastalık ve zehirlendirilmeler içerisinde muvaffakiyetle yürütürken; aynı zamanda imanın en derin ve en geniş ve en yüksek ve en ulaşılmaz ve erişilmez nâzik ince hakikatlarını da.. Ayrıca bunların yanında Kur'anın gaybî esrarı olan en uzak ve en gizli işaretlerini de.. Ve Hazret-i Ali Radıyallahü Anhünün ondört asırdır keşfedilememiş Celcelutiye ve Ercûze kasidelerindeki gizli ve gaybî esrarlı işaretlerini de.. Hem bunların yanında talebelerinin uhuvvet ve birlik ve tesanüdlerini te'mine medar lâzım gelen ikaz, irşad, terbiye, tesellî ve teşci' işlerini de beraber ve bir arada düşünmek ve yazmak ve yürütmek; elbette ve herhalde ve hiç şüphe yoktur ki: Çok kudsî bir dehanın ve şaşmaz, yorulmaz, yanılmaz ve usanmaz ulvî bir kuwe-i kudsiyenin ve ilâhi bir ilim, feraset ve zekânın harika bir tecellisi olabilir, başka olamaz. Bu noktalar kadir-şinas ve hakperest insanların malumudur.(32)
ESKİŞEHİR MAHKEME MÜDAFAALARI
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Eskişehir Ağırceza mahkemesinde yaptığı müdafaaları, temyiz layihası, tashih-i karar layihası vesaire kayda geçmiş şekliyle hepsi yüzyirmibeş sahifeden ibarettir. Bu ise, elde mevcud müdafaalar -Üstad'ın ifadeleriyle- müdafatının ancak üçte biridir.(33) Buna göre, eğer müdafaalarının tamamını var kabul etsek, mecmuu büyük boy üçyüz yetmiş beş sahife tutacaktır.
Bu hususta Hazret-i Üstad, Yirmiyedinci Lem'a ismini almış olan Eskişehir müdafaanamesinin baş tarafında şu cümleleri kaydetmiştir:
“Risale-i Nur'u mahv ve Risale-i Nur'un yüz şâkirdlerini imha etmek için su-i kasd ile ihzar edilen gaddar ve müthiş bir plânı akim bırakan, fakat gayet mülâyimane bir müdafsadır ki; Otuz Birinci Mektub'un Yirmiyedinci Lem'a'sı olmuştur.”
Yine aynı müdafaanın baş kısmında ayrıca bu cümleler de yazılıdır:
“TENBİH: Bu lem'a, mûdafaatın üç kısmından bir kısmıdır. İhtilâttan men' edildiğim için, mahkemenin zabtına ve defterine geçen yüz sahifeden ziyade müdafaatımdan yalnız bir kısmını noksan kalemimle kaydedebildim. Bu kısmında kıymeti ve ehemmiyeti nısf-ı ahirde tezahür ediyor. Said-i Nursi”
Bu ifadelerden fehmedilen mana şudur: Zındık din düşmanları oyunlarıyla, Türkiye'de dini ders veren tüm müesseseler kapatıldığı ve umum di
(32) Evet, bu halet-i kudsiye ve faaliyet-i ulviye Ism-i  zama mazhariyetin aşikar delilidir. M. Sungur .
(33) Osmanlıca Lem'alar, S: 72?
1014
nî kitaplar, yazılar ve neşriyat yasaklandığı ve bütün din âlimleri susturulduğu günlerde, susmıyan ve sönmiyen ve söndürülemeyen tek bir din ışığı kalmıştı. O da şüphesiz Bediüzzaman Said-i Nursi idi. Gerçi resmî bir Diyanet İşleri Riyaseti de vardı. Fakat bu teşkilât dinin hakikatlarını ve imanın nurlarını ve İslâmın tamam ahkâmını tam bir hürriyet içinde neşretmek şöyle dursun, yarım yamalak bir tarz
içinde ancak imam ve müezzinlerin tayin işlerini ve maaş durumlarını yürüten hükûmete bağlı basit bir müdürükten başka bir fonksiyonu yoktu. İşte böyle bir ortamda zındık, farmason komiteleri hükûmetin lâiklik prensibini benimsemesinden ve çıkarmış olduğu esnek kanunlarından azamî derecede istifade ederek; Hazret-i Bediüzzaman'ı ve neşretmiş olduğu Kur'an ve iman nurlarını söndürmek ve yok etmek.. Yani önlerindeki şu en büyük engeli de kaldırmak için, çok geniş çaplı bir plân hazırlamışlardı. Sonra da hükümetin evhamını tahrik ve Müslüman halkı sindirmek için büyük ve geniş yaygaralı propagandaya başlamışlardı. Hükûmet de bu velveleler üzerine dahiliye vekili ile, jandarma genel kumandanıyla, emniyet genel müdürüyle Isparta'ya gelmiş.. Günlerce tahkikat ve incelemeler sonunda zındık münafıkların yaygaralı propagandalarının aslı faslı olmadığını görünce, hükümet adına İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ister istemez beyanat verdi: "Basit bir zabıta vakasıdır" dedi ise de, zındık münafıklar bu defa hareket tarzını değiştirmişler ve başka bir oyun tezgâhlamışlar ve "Yapabilirler, edebilirler" oyunu ile, yine hükûmeti ve idare adamlarını kandırır, Bediüzzaman'ı imha ettirebiliriz demişler.. ve bu yolda bu defa her çareye baş vurmuşlar ve bir dereceye kadar da muvaffak olmuşlardı.
Lâkin zulmen Eskişehir hapishanesine doldurtturulan mazlumlar kafilesi kumandanı, belkide ahirzaman deminin en yüksek Müceddi-i dini ve Kuran ve iman mümessili ve müdafii olan Hazret-i Bediüzzaman yaptığı emsalsiz harika müdafaalar neticesinde, oynanan bütün şeytanetler, kurulan umum tuzaklar ve plânlanan tüm desiseler suya düşmüş, iflâs etmişti. Hakikat gün gibi, güneş gibi meydana çıkmıştı. Her ne ise sadedimize dönelim.
Hazret-i Üstad, Eskişehir mahkemesinde yaptığı müdafaalarını bilâhare tanzim ederken baş tarafına şu gelecek tarifeli fihristi koymuştur:
"MÛDAFAAT SAFAHATININ FİHRİSTİ
Birinci Safha: Sorgu hâkimlerinin suallerine karşı cevablardır. Bu kısım onların zaptına geçmiş, fakat biz kaleme alamadık.
İkinci Safha: Yine sorgu hâkimlerinin manasız, lüzumsuz suallerin
1015
den kurtarıp son müdafaat namıyla müskit, gelecek umum suallere cevab olarak son müdafaat namındaki kısımdır
Üçüncü Safha: Son müdafaatın gayet mühim iki tetimmeleridir.
Dördüncü Safha: Müdde-i umuminin, sorgu hâkimlerinin tahkikatına istinaden yirmi dokuz sahifelik iddianamesine karşı, ondokuz sahifelik birinci itiraznamedir.
Beşinci Safha: Mahkemede sorgu hâkimlerinin altmış üç sahifelik lüzum-u muhakeme kararını bize karşı mahkemede okuduktan sonra, o kararnameyi çürütecek "Beş umde" ile ağır bir hastalık içinde son müdafaatın mukaddemesi olan dört madde ile müskit cevabtır. Hem tahrirî olarak yirmi dokuz sahifelik son müdafaattır. Sorgu hâkimlerine karşı istintakta söylendiği gibi, mahkemeye de tahrirî olarak verildi.
Altıncı Safha: Müdde-i umuminin tecziye talebine dair iddianamesine karşı iki mühim noktadan ibaret üçüncü bir itiraznamedir.
Yedinci Safha; pek haksız ve sebebsiz mahkûmiyetimizin tebliğinden sonra, davamızı temyize dair mahkeme-i temyize verilen lâyiha-i temyiziyedir
Dostları ilə paylaş: |